Gerektiğinde Türk Milletine canımı vereceğim
Ulu Önder’in mal varlığını hazineye devredişinin hemen ardından Türk Milletinin ve mebusların kendisine gösterdiği teveccühten de duygulanarak sarf ettiği bu sözler damarlarında Türk kanı dolaşan herkes için bir düstur ve asil bir işarettir. Paraya değer vermeyen, devlet malına el uzatmayan ve canını yaşadığı müddetçe milleti ve milletin İstiklali için feda etmiş dünyada tek lider olan Atatürk, bu sözleriyle bunu bir kez daha tekrar ederken muhtemeldir ki ecelinin yaklaşmakta olduğunun da farkındaydı. Hissiyatının bu denli güçlü olmasının sebebi de sanırız buydu.
Atatürk, bu konuşmadan yaklaşık on yedi ay sonra hayata gözlerini yumarken milletine en acı kaybı istemeden yaşatmıştı ve bu acı haber milletin asırlar sonra bile en yüce emanet ve hediyesi olarak kalacaktı.
10 Kasım’a yaklaştığımız bu günde bu sözü anmak bu nedenle kıymetlidir. Çünkü milleti hala Atatürk ilke ve inkılaplarının aşkıyla yanmakta, Atatürk’ün manevi varlığıyla ayakta durabilmekte, hürriyet ve istiklalini O’na borçlu olmanın derin minnet duyguları içerisindedir.
İnsanca ve çağdaş yaşama giden yolları sonuna ve sonsuza dek açan Atatürk sadece bu Millet içind eğil tüm dünya ulusları için bu nedenle örnektir, rehberdir, ışık ve umuttur.
***
“Ben, Gerektiği Zaman, En Büyük Armağan Olmak Üzere Türk Milletine Canımı Vereceğim.” (Trabzon, 11.6.1937)
Altına imzasını attığı kağıtlarla, mal ve mülk namına nesi varsa, milletine armağan eden Ebedi Şef, artık içi rahattır. Koltuğuna yaslanarak:
-“Hayatımın, hatırlayabildiğim en sevinçli dakikalarını yaşıyorum,” diyor ve gözlerini salonun içinde dolaştırarak, derin bir tevekkülle ilave ediyor:
-“Yıllarca evvel düşündüğüm bu işi, Trabzon’da tamamlamak mukaddermiş!…”
Bu defaki Karadeniz gezisi gerçekten tarihsel bir gezi oldu … Ve o son geceyi hatırlıyorum: Ordu Müfettişi Kazım Orbay’la Korgeneral Muzaffer Ergüder’i, diğer komutanları ve doğu illerinin hemen bütün valilerini, parti büyüklerini, Trabzon’un ileri gelenlerini sofrası etrafına toplamıştı… Her zamankinden fazla neşeli görünüyor ve kendine özgü nüktelerle Trabzon’da geçirdiği günlerin heyecanını damla damla bize de tattırıyor. Valiliğe, belediyeye, parti merkezine, Halkevi’ne yaptığı ziyaretlerden son derece memnun…
Özellikle Alay Komutanı Albay Nuri’ye verdiği askeri meselenin hemen uygulamasına geçilmesi ve umduğu biçimde çözülmesi onu pek duygulandırmış. Bize dönerek:
-“Bugün,” diyor, “askerlik damarlarım yeniden depreşti…”
Sonra bir ara Özel Kalem Müdürü Süreyya’yı yanına çağırarak şu emri veriyor:
-“Bu geceki duygularımı Başbakan İsmet İnönü’ye ve onun güzel okuyuşuyla Millet Meclisi’ne ve bütün dünya kamuoyuna bildirmek isterim! Söyleyeceğim sözleri not ediniz!”
Süreyya, elinde kalem kağıtla yaklaşıyor ve Atatürk’ün doğaçtan söylediklerini aynen not ediyor:
Başbakan İsmet İnönü Ankara,
“Hatırlarsınız; Türk köylüsü, Türk’ün efendisi olduğunu söylediğim zaman ben, o efendinin arzu ve iradesi altında yıllardan beri çalışmış bir hizmetliyim. Şimdi beni çok heyecana getiren olay, Türk köylüsüne naçizane de olsa, ufak bir görev yapmış olduğumdur. Milletin yüksek mümessiller heyeti, bunu iyi görmüş ve kabul etmişlerse, benim için ne unutulmaz bir saadet anısını bana vermişlerdir. Bundan dolayı çok yüksek hoşnutlulukla millet, memleket ve cumhuriyet hükümetine yapmaya mecbur olduğum görevlerden en basiti karşısında gösterilmiş olan teveccühten, takdirden ne kadar duygulandığımı anlatmaya gücüm yetmez.
Ben, gerektiği zaman, en büyük armağan olmak üzere Türk milletine canımı vereceğim.
Söz konusu armağan Yüksek Türk milletine benim asıl vermeyi düşündüğüm armağan karşısında hiç değeri yoktur.”
Bu son sözleri dikte ettirirken, kendini tutamadı. Sesi çatallaşmaya, gözleri yaşarmaya başladı.
Kaynak: Atatürk Yolu Dergisi, Tahsin Uzer, 1959, Sayı 2 Sayfa: 14