ŞAM’A VEDA EDERKEN AHMET’İN MEZARINDA

ŞAM’A VEDA EDERKEN AHMET’İN MEZARINDA

İşte ey pak ve ulu neslin kahraman oğlu!…

Senin nur içinde parlayan kabrin önünde diz çökerek sana ordunun Fatihalarını getirdim. Uğrunda hayatını feda ettiğin bir millet, acı gözyaşları dökerek sana selamlar, ihtiramlar yolladı. Onları geri çevirmezsin değil mi? Sen namusunla, hayatınla her türlü arzularından ayrılıp bu gurbet illerinde, bir taraftan düşmanla çarpışarak diğer taraftan gökten yağan alevlerle kucaklaşarak yoruldun, ezildin, durdun. Nihayet zavallı kardeş, sen bir yiğitlik manzarası içinden semalara uçuverdin.

Kabrin, dünyaya hâkim olmak arzusuyla dolu olan bir toplumun ayakları altında kaldıysa sen buna üzülme!… Cesedin bu topraklarda çürüse de adın yüce milletin göğsünde sonsuza kadar yaşar.

Sen ölmedin. Bak seninle ben konuşuyorum. Neden öyle dilsiz gibi susuyorsun… Ahmet kardeşim başını biraz kaldır da etrafına bak! Düşman bizi de bu şehirden ayırıyor. Bir iki gün sonra senin mezarını artık sonsuza dek terk ediyorum. Esen bir rüzgâr, yağan bir yağmur seni kutsal uykudan uyandırmaya kâfidir. Üzerindeki bu toprak kabartısı bozulmadan, henüz senin yattığın yer kaybolmadan, bugün seninle vedalaşmaya geldim.

Ahmet!… Zavallı yavrum… Seni bu topraklarda bıraktığım için sakın bana darılma!… Sen burada yat!…

Bir gün etlerin dökülecek, kemiklerin, iliklerin dağılıp çözülecek. Artık sen olmayacaksın. Sen bir yığın siyah toprak… Daha sonra küçüle küçüle ince bir toz…

Esen bir yel seni sürükleyerek bir gün ta köyüne, evciğine kadar getirecek. Hasret gittiğin ovalara, hayatında kavuşamadığın sahralara seni serpecek. Bu suretle, sen o vakit yurduna erişeceksin veyahut bir gün gelecek ki seni arayan ahfadın, sarsılmaz azimleriyle, metin süngüleriyle mezarının bulunduğu bu yerlere gelerek başucunda Yasin okuyacaklar. O zaman ruhun şad olacak.

Fakat Ahmet!… Bilmem neden, ruhumu bir hüzün boğuyor. Mümkün değil, kendimi zapt edemiyorum. Bak, ağlıyorum. Ahmet! Sırf sana, senin saflığına ve masumiyetine ağlıyorum… Oh!… Ağlamak, yüreğimde biriken acımı dindirmek için ağlamak istiyorum.

Bırak kıymetli şehit göz yaşlarım senin kabrin üzerine düşsün. O yaşlar, bu topraklardan sızarak buz gibi donmuş olan cesedini biraz ıslatsın. Onlar yanında sana mezar kardeşi olsun, sıkıldıkça onlarla öpüş, sakın yerinme… Emi?…

Ahmet!… Köye sağ salim dönebilirsem senden kime selam edeyim?

Babana mı?.. Zavallı ihtiyar!… Hayatının acıları, üzüntüleri birer kabus olarak onu şimdi ezmiş, öldürmüştür. Ona sen benden daha yakınsın. Kardeşin Hüseyin’e mi?… O diğer bir cephede kalbinden yaralanmış, şahadet getirerek şehit olmuş… Şimdi cennette belki seni arar. Sen, o yüce mertebeye benden daha evvel varacaksın.

– Söyle!… Köyüne ne götüreyim, söyle Ahmet!… Bir avuç toprak mı?…

Hafiften bir ses, kulaklarına temas ederek boşluklar içinde kayboldu. Ahmet mezardan seslendi:

– Ümit ve selam!…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir