SAFRANBOLULU ŞÜKRİYE
Sakarya Meydan Savaşmasının 23 Ağustos 1921 günü cephe çizgisi, Ankara’nın yaklaşık 100 kilometre doğusundan başlayıp, yine Ankara’nın 150 kilometre güneyinde biten bir elips görünümündeydi. Dokuz gün süren kanlı çarpışmalardan sonra, Türk Ordusunun gerilemesinden ötürü cephe çizgisi merkezi Ankara olan düzgün bir çember parçasına dönüşmüştü. Bu çember parçası Polatlı’nın 12 kilometre kuzey batısından başlıyor, Haymana’nın 33 kilometre güneydoğusunda bitiyordu. Uzunluğu 75 kilometreyi bulan bu çember parçasının merkeze, yani Ankara’ya olan uzaklığı, cephenin her kesiminde yaklaşık 80 kilometreyi buluyordu. Bir başka deyişle, yarıçap 80 kilometreydi.
Başlangıcından beri ulusal direnişin ve Kurtuluş Savaşının odak noktası durumunda olan Ankara, cephenin de geometrik merkezi durumuna gelmişti.
Cephe Ankara’ya yaklaştıkça, Ankara’daki sessiz didinme de giderek yoğunlaşmıştı. Yunan işgali dışında kalan Anadolu toprağında yaşayan Türk halkı, Tekalifi Milliye Emirleri uyarınca varını yoğunu ilçelerdeki Tekalifi Milliye Komisyonlarına veriyor, toplanan buğday, kuru sebze, arpa, ot, saman ile orduya gerekli öteki mallar ulaşım kollarıyla Ankara’ya aktarılıyordu. Cephe gerisinde silah altına yeni alınanlar ile İnebolu’dan getirilen silah ve cephane de Ankara’da toplanıyordu. Anadolu’nun eski kervan izlerinden farksız yollarındaki binlerce ulaşım kolu Ankara’ya dolu olarak geliyor, boş olarak geri dönüyordu. Ulaşım kolları, değişik yollar izleyerek yuvalarına sürekli yiyecek taşıyan ve yükünü boşalttıktan sonra yenisini getirmek için dönen karıncalara benzetiliyordu. Yuva yine Ankara’ydı.
Ankara’da toplanan yiyecek maddeleri, silah ve cephane ile kısa süreli eğitimlerini bitiren yeni erler trenle Polatlı’ya ulaştırılıyor, oradan yine ulaşım kollarıyla cephedeki birliklere dağıtılıyordu. Ankara’dan cephenin güney kesimindeki birliklere ise yalnızca ulaşım kollarıyla yiyecek ve cephane gönderiliyordu.
Yaralılar, hemen cephenin gerisinde yükünü boşaltan ulaşım kollarındaki arabalarla en yakın çadırlı hastaneye yetiştiriliyor, daha sonra gerilerdeki hastanelere taşınıyordu. Polatlı-Ankara arasındaki demiryolunun yaralı taşınması bakımından önemi büyüktü. Polatlı’da yükünü boşaltan trenler, Ankara’ya yaralı dolu olarak dönüyorlardı.
Cephenin biraz gerisindeki dağıtım noktasına cephane getiren ulaşım kolundaki kağnıcılardan biri on-on iki yaşlarındaki bir kız çocuğuydu. Safranbolulu Şükriye’nin babası yedi yıl önce Çanakkale’de şehit düşmüştü. Şehit yetimi olduğu için ulaşım kolunda özel bir yeri vardı.
Kağnılardaki cephane sandıkları indirilirken, aynı ulaşım koluyla Haymana’ya taşınmak için getirilen yaralılar arasında dolaşmağa başladı küçük Şükriye. Yaralılardan birinin ayağının kanamakta olduğunu anladı. Yaralının ilk sargısı yapılmıştı, ama beyaz sargı bezinin üstüne çıkan kanın lekesi giderek yayılıyordu.
Şükriye hemen başındaki yazmayı çıkardı, yaralının ayağını sıkıca sarmaya koyuldu. Canını acıtıyor muyum kaygısıyla yüzüne baktığında, yaralının yüzünün boncuk boncuk terle kaplı olduğunu gördü. Yaralı kendinden geçmişti, belli belirsiz inliyordu. Bu sırada, sağ kolu bir askıyla boynuna bağlanmış, yüzünün yarısı, sağ gözünü kapayacak biçimde sargılı bir subay yaklaştı. Perişan üniforması kan lekeleriyle doluydu ve üniformanın sağ kolu omuzdan yırtılarak sökülmüştü. Sağ omuzu yarı yarıya çıplaktı.
Ne yapıyorsun kızım?
Şükriye şaşırdı birden : Bu amca varya, bu amca. Kanayıp duruyor…
Yaralı subay, işe yarar eliyle kızın dağınık kumral saçlarını okşadı.
Aferin kızım, elin işe yatkın.
Biraz sonra, ulaşım kolu küçük kızsız Haymana’ya doğru yola koyuldu. Çanakkale yetimi Safranbolulu Şükriye (Sular), cephe hastanesinin en küçük hemşiresiydi artık…