ONBAŞI HALİDE EDİP VE YARALI ASKERLER
30 Ağustos 1921
Onbaşı Halide Edip (Adıvar), Alagöz’deki Başkomutanlık Karargahından ayrıldığında hava kararmak üzereydi. Malıköy istasyonuna gece yarısı vardı. Atını ve seyisini geriye gönderip, Polatlı’dan gelip Ankara’ya gidecek treni beklemeye koyuldu.
Biraz sonra ohluya pohluya bir tren geldi. Durur durmaz, tekerleklerin raylarda çıkardığı tıkırtı, yerini gecenin sessizliğinde yankılanan iniltilere bıraktı. Ankara’ya giden bir yaralı treniydi bu.
Onbaşı Halide Edip vagonlardan birine girdi. Bir iki adım atınca, bir kompartımanın açık kapısı önüne çökmüş bir erle karşılaştı. Bir kolu sargılar içindeydi.
Niçin burada oturuyorsun oğlum? İçeri girsene.
Ağır yaralı arkadaşlar rahat etsin.
İçeriye bakınca, döşeme üzerinde uzanmış bir er gördü. Öteki yaralılar yerde yatana göre durum almışlar. Tentürdiyot ve kan kokulu kompartımanın havasını derin bir arkadaşlık duygusu doldurmuş…
Bütün kompartımanlarda aynı düzen var. Biri hep kapının Önünde çömelmiş. içerdiklerin uzanmasını veya oturmasını düzenleyen önder o. Kendini ötekilerden biraz daha iyice, biraz daha güçlüce bulup, yönetimi ele almış. Kompartımanın hem komutanı, hem de hastabakıcısı olmuş. Yüklendiği sorumlulukla, kendinin de bakım isteyen bir yaralı olduğunu çoktan unutmuş…
Çalan düdükle birlikte tren yola koyuluyor. Onbaşı Halide Edip, kompartımanlardan yayılan iniltilerden, yaralıların yaşını ve askerlik süresini kestirmeye çalışıyor. Kütahya Savaşı sırasında Eskişehir Hastanesinde hemşire olarak çalışmıştı. Yaralıları iyi tanıyor. Yeniler bir çocuk gibidir, iniltilerinde bir ananın sıcaklığını arayış sezilir. Eski askerler çenelerini kilitleyerek, dişlerini sıkarak en şiddetli acıları geçiştirmeye çalışırlar. Kendilerine yardım edenlerin aşırı duyarlık göstermelerinden sıkılırlar. Acımalı bakışları ise hiç sevmezler.
Gün doğarken tren Ankara’ya yaklaşıyor. Onbaşı Halide Edip, kompartımanının penceresinden başını çıkarınca, yandaki pencereden dışarı uzanmış yanık bir yüzle karşılaşıyor. Güneşin tunçlaştırdığı yanaklar, kavruk dudak ve solgun mavi gözler…
Merhaba hemşerim.
Merhaba beyim.
Nedense, askerler Halide Edip’in kadın olduğunun hiç farkında değiller. Başındaki siyah örtüyü bir Karadeniz başlığı sanıyorlar. Giresunlu Topal Osman’ın Alayı Karadeniz giysileriyle cephede dövüşüyor çünkü…
Nerede yaralandın?
Sakarya berisinde.
Hangi Alaydansın?
Şehit Refet Bey’in Alayından.
Yaralının, numarası yerine komutanıyla alayını belirlemesi dikkati çekiyor.
Alay komutanını çok seviyordunuz galiba?
Hiç sevmez miydik? Refet Bey yok mu, bir ata binip de dağa sardı mı? Hepimizin yüreğinde bir debelenme olurdu. Hepimiz onun atından önce sıçramaya bakardık.
Yaralarım mavi gözlerinde bir buğulanma oluyor. Sesinde derinden gelen bir donukluk var.
Alayında çok subay şehit var mı?
Ne diyon beyim. Hepsi bizden önde koştu. Hiçbiri gerimizde kalmazdı. Onlar, ah onlar ölmeyecek ti ki…
Mavi gözlerde oluşan damlalar, kumral kirpiklerden süzülüp toprağa düşüyor. Bu göz yaşları, Sakarya’da okumuş subay ve yedek subayla, okul yüzü görmemiş er arasındaki boşluğun ne denli bir sevgiyle dolmuş olduğunu vurguluyor. Mavi gözlü yaralı; “Ah onlar ölmeyecekti ki…” derken, erlerin şehit subayların ardından söyledikleri özveri dolu iç geçirmesini dile getiriyor: Biz ölünce gerimizden gelen çok, okumuş öldü mü arkadan yetişen yok.