Laikliğin istismarı
“Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi dini yoktur. Devlet idaresinde bütün kanunlar, nizamlar ilmin çağdaş medeniyete temin ettiği esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve tatbik edilir. Din telâkkisi vicdanî olduğundan, Cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca muvaffakiyet etkeni görür.” Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1930 (Afet İnan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 56)
Bu satırları lütfen tüm kesimler, tüm inanç odakları dikkatle okusun!
Son zamanlarda gerici – karanlık zihniyetin erkek ve kız çocuklarına, kadınlara taciz ve tecavüzleri nedeniyle popüler hale gelen yobazlık, toplumun inanç ve değerlerini de temelden sarsan bir hal aldı. Sapıklıkla içiçe bir halde sergilenen bu ahlaksız ve erdemsiz hallerin elbette sadece yobazlara mal edilmesi de mümkün değil. Çünkü yaşanan maalesef son örnekler bunların dinle yakından alakası olmayan adilerce hatta yabancı uyruklularca yapıldığını gösterdi.
Bu nedenle de bir kez daha ilan etmek gerekir ki terörün milliyeti ve dini olmaz, sapıklığın da dini, yaşı, milliyeti olmaz. Terörist teröristtir, sapık sapık!
Ancak kamuoyunda daha önceki tecavüz ve cinsel istismar hadiselerini anımsatan bu son olaylar, haklı olarak yobazlığı ve dolaylı yoldan da din istismarını hedef alır hale geldi. Öyle ya Kur’an kurslarında, yurtlarda yaşanan bu vahim hadiseler yurttaşlarda derin bir teessür yaratırken öte yandan yobazlığa duyulan kini de bir kez daha su üstüne çıkardı. Bu ise laikliğin anlam ve önemini hatırlatırken, eğitim ve bilginin, akıl ve medeniyetin ne kadar vazgeçilmez olduğunu bir kez daha gösterdi. Yine bu yaşananlar gösterdi ki laiklik İslam’ın teminatıdır ve yobazlıkların önüne ancak laik anlayışla ve eğitimle geçilebilir.
Şimdi sırasıyla bakalım.
Atatürk ilkelerinin belkemiği durumundaki laiklik kelime olarak ayrıştıran, karıştırmayan manasına olup siyasi ve dini literatürde bu kelime; vicdan hürriyetini, devlet ve din işlerinin ayrılmasını, dine giriş ve çıkışta zorlama yapılamayacağını ve inançlara saygı duymayı, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasını ifade eder.
Yobazlık ise dini kendi menfaatleri uğruna kullanan, cahil, Kur’an ve din dışı, örflerle beslenen, alternatifsiz, hoşgörüsüz, şiddeti dahi kullanabilen, kendi kurallarını yazmaya hevesli, şekli İslam’a önem ve değer verirken, yeniliğe ve laikliğe özetle dinin en temel değerlerine düşman gerici bir zihniyet olarak tanımlanır.
Yobazlık toplumun tüm kesimlerinde, bilhassa dindarlara arsında ve sıradan toplum kesimleri arasında bile lanetlenen, istenmeyen bir gaflettir. Mevcut yasalara göre de suçtur ve cezası vardır. Yazık ki yobaz zihniyet, modern Türkiye Cumhuriyeti’nde hem de bu asırda hala var ve muktedirdir. Çünkü birilerince sürekli desteklenir ve tarikat mantığına paralel olarak fanatik militan zihniyetiyle daima canlı tutulur. Bu haliyle daha ziyade inanç dünyasına hücum eden yobazlık, bazen haddini de aşarak kurumlara, kişilere, yasalara kadar uzanır, hatta manevi liderlere, kanaat önderlerine, ülke kahramanlarına çamur atacak kadar alçalır ki gayesi yobazlığın din olduğu gerici ve karanlık bir toplum yaratmak, bu sayede şeytanlarca tezgâhlanan “Türk ve İslam düşmanlarına” zafer kazandırmaktır.
Yobazlık dinin suistimal, istismar edilmiş, tahrif edilmiş halidir. Yobaz ise Kur’an’ı tersten okuyan, dine düşman olandır. yani yobazlık dinin tahrif edilmiş gerici halidir.
Peki, toplumdaki tüm sonuçlar sadece bu sebebe bağlanabilir mi? Eğitim ile gelinen acizlik noktasında her şey tamam da bir tek din mi geriliğe mahkûm edilmiştir? Elbette hayır!
Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse yılan veya deve misali neremiz doğru ki diyesimiz gelse de hala devlet ve sistemin çoğu kurumu ayaktadır ancak yobazlık konusunun öteki kutbunda da yani modern dindarlık veya laiklik cephesinde de durum çok farklı değildir.
Yasalaştığı zamanlardan bu yana “laiklik” mantık olarak hep dini frenleme mekanizması olarak kullanılmış, yaban otlarını dinden temizlemek adına bazen katı tedbirler dahi uygulanmış, neticede toplum istemeden de olsa dine mesafeli kalmak zorunda bırakılmıştır. Bu ise diyanetin de pasifliği ile kaçınılmaz olarak merdiven altı İslam’ına yol açmış, yasalarla korunan laikliğe düşman yobazlık fikir hürriyetlerinde mesafe kat edilemediği için çaresiz olarak yasa dışı yollara müracat etmiştir.
Dahası dinciliğe düşman laiklik suistimal ile dine düşman gösterilerek hedef yapılmış ve Atatürk ilkelerinin temeli laiklik ilkesi tam on ikiye oturtulmuştur. Laik olduğu iddiasındaki kesim ise dine mesafeli olduğu için bu yanlışı düzeltememiş ve toplumda genel kabul maalesef laikliğin dindarlara düşmanlığı şeklinde neticelenmiştir.
Halen de dinle yakından alakalı olanların aydınlarında dahi genel izlenim, laikliğin dinin erdiriciliğine engel olduğu şeklindedir. Bu yanlıştır lakin yerleşik bir yanılgıdır ve düzeltilebilmesi için eğitimin hem dindar ve hem de laik kesime eşit olarak uygulanmasını gerekli kılar. Ayrıca bu konudaki mesuliyet gerçek dindarlarda olduğu kadar, Atatürk ilkelerine sadık kaldığını iddia eden aydınlardadır da.
Yobazlıkla olması gereken mücadele
Şöyle ki; dindar kesim yobaz zihniyeti Kur’an ile eğitmek ve düzeltmek mecburiyetindedir ki bunun baş mimarı diyanet olmalıdır. Tarikatlaşan, hiziplere ve mezheplere bölünen günümüz İslam’ında kirli oyunlarla çevrelenen bu yuvaların temizlenmesi ve manevi mikroplardan arındırılması zor olsa da yapılması gereken; öncelikle şeyhlerin, mürşitlerin (yani lider kadronun) şirk belasından uzaklaştırılarak din rayına sokulması, denetim mekanizmalarının sisteme sokulması, gerekli cezaların çekinmeden tatbik edilmesi, din eğitiminin tamamen devlet eliyle ve diyanet kontrolünde yapılmasıdır.
Buralara mensup müridlerin (üyelerin) ise yapması gereken tıpkı mürşitleri gibi Kur’an’a dönmek ve devletin bu müritlere karşı görevi eğitmek, aydınlatmak ve kendi kurumlarına çekmek, birileri (şeyhleri) istedi diye şiddet üreten üyelere acımasızca ceza vermektir.
Tarikatlar arası çekişmeler malumdur ve her tarikatın anayasası para kasasıdır. Bu cihetle itibar ve para kaybetmemek sevdasındaki şeyhlerin aklı ve bilimi reddederek, siyasi otoriteden yana bir tutumla, kendi meşruluklarını yaratması devlet düzeninde kabul edilir bir şey değildir. Bunlara gösterilecek toleransların her biri tavizdir ve taviz taviz doğurur. Neticede frenlenemez hale gelen bu yıkıcı affedicilik ise pek çok canı yakar, dini tanınmaz hale getirir ve emin olunsun ki otoriteden yana olan o tarikatlar gün gelir otoriteye de şahsi menfaatleri için karşı çıkar hale gelir.
O halde yobazlık bizzat dinin içinden ve dinin boşluklarından doğan bir gericilik mekanizmasıdır ve tedbir de evvela dini olarak alınmalıdır. Din işlerinden sorumlu diyanetin hem din ve hem de şeriat alanındaki sorumluluğu yobazlığı evvela kendisi için bir tehdit görmesidir. Çünkü diyanetin var ediliş amacı dini Kur’an rayına oturtmak, dindeki hurafe, örf, yanlış ve hataları engellemek, din eğitimi vermek, toplumu din etrafında sevgiyle birleştirmektir. Zaten tüm yobazlıkların asıl sorumlusu görevini yapmakta acizlik gösteren diyanettir.
Arapçaya ve israiliyata mahkum dini din diye yaşayanlar, diyanetin ve Kur’an’ın aydınlatıcı erdiriciliğinden de mahrum olduğu için zaten yobazlığa teslim olmaya mahkumdur. Çünkü onlar doğrudan habersizdir ve doğruyu öğretmekle görevli diyanet ve tüm din adamları görevini yapmamakta, yapamamaktadır. Bunun elbette vebali büyüktür ama beşeri olarak bu ihmal devletin damarlarını tıkamakta, kardeşlik duygularını parçalamaktadır.
Laiklik istismarında gelinen nokta
Din konusundaki en büyük yanlış; “dinsizliğin laiklik ve laikliğin dinsizlik olarak” görülmesidir.
Bu satır bir kez daha okunmalı ve düşünülmelidir. Çünkü laik olanları din dışı kabul eden yobaz zihniyet, laikliğin İslam’ın teminatı ve bekası olduğunu idrakten uzaklaştırılarak akıl, devlet ve medeniyet düşmanı haline getirilmiş, laik kesim ise dindarları dahi reddeder, tüm dindarları cehaletle yobaz kabul eder hale mecbur bırakılmıştır.
Oysa ne laiklik dinsizliktir, ne de dinsizlik laiklik!
Laiklik dine uygun ve hür ortam sağlayan, bilgi (Kur’an) tabanlı, vicdanları serbest kılan, devletin manevi değerlerden güç alarak ancak medeniyet yolunda yürümesini mümkün kılan, vatan kardeşliği yanına bir de iman kardeşliğini koyan ve bunu yasalarla teminat altına alan bir İslam’ı temizleme ve esasına döndürme gayretinin adıdır.
Laiklik kelimesi de dini manada olduğu ve laiklik olma hali aslen dini bir mesele olduğu için genç Türkiye Cumhuriyeti’nde bu ilkeyi yasalaştıranların hepsi din adamlarıdır ve onların dine tamamen uygun gördükleri bu husus bugün maalesef dine aykırı kabul edilir haldedir. Yani din değişmediğine göre değişen karanlıklaşan, örümcekleşen zihinlerdir.
Diyanet işleri başkanlığını kuranlar da, Kur’an’ın meal ve tefsirini yazdıranlar da hep din adamlarıdır. Emir ve ilk adım Ulu Önder Atatürk’ten gelse de bu işlere can verenler ve dine uygun kurumsallaştıranlar hep din adamlarıdır. Yani yobaz zihniyetin hedefi yanlıştır ve geçersizdir, kendi için de tezata mahkûmdur. Çünkü onların zannınca laikliği sistemleştiren, meal ve tefsiri yazdıran hatta yazan Atatürk ve komutanlardır ki bu tamamen yanlıştır.
Tekrar edersek laiklik ve diyanet teşkili, meal ve tefsir çalışmaları zamanın din adamlarının muhteşem eserleridir ve dünyaya da İslam âlemine de halen örnek teşkil etmektedir.
Nitekim karanlık saltanat ve hilafet dönemlerinden Cumhuriyet güneşiyle sıyrılan Türkiye Cumhuriyeti bu aydınlanma sayesinde kısa sürede hem ekonomik atılımları yapabilmiş, hem kardeş olabilmiş ve hem de tarih ve kültürü yanı sıra dinini de tanır hale gelmiş, tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla din merdiven altlarından kurtarılmış ve bir kez daha Kur’an mihverine sokulmuştur.
1920’li yıllara bakıldığında kıyafetten ibadete, din derslerinden anlayışlara kadar her alanda laikliğin doping etkisi yaratan faydalarını görmek mümkündür. Bu etki sayesinde de medeniyet sıçraması çabuk ve kolay olmuş, hilafetin kaldırılmasına itiraz dahi etmeyen halk, hilafetin dine ne kadar aykırı olduğunu da bu sayede göstermiştir.
Dindeki asırların birikimi gafletlerin laiklik ile ortadan kaldırılmasıyla da bireyler kuldan insana dönmüş, din anlaşılmaz ve birkaç kişinin hükmünde olma halinden sıyrılarak gönülleri fetheder hale gelmiştir. Ancak bu elbette dinden beslenen leş kargalarının işine gelmemiştir ve Türk’e ve İslam’a düşman olanlarla işbirliği içinde bu çevreler o aydınlanma ile birlikte Cumhuriyet’e ve laikliğe düşman kesilmişlerdir.
Yobaz zihniyetin en büyük direniş noktası ise ana dilde ibadet meselesidir ki yaklaşık on bir yıl boyunca vatanın Müslüman evlatları genel kabulle namaza davetten öte gitmeyen ezanları ana dilinde dinlemiş, dileyen ibadetini ana dilinde yaparken, dileyen istediği dili kullanmakta serbest bırakılmıştır. Yani ana dilde ibadet bir kolaylık olarak sunulmuş ve zorlama ve mecburiyet yaşanmamıştır. Dolayısıyla bu gönül isteklerine sanki zorlama varmış gibi itiraz etmek yobaz zihniyetin başlıca yanılgılarındandır ve maalesef bunun sonucunda cami yıkılması, ahır yapılması yalanları gibi pek çok türedi ihanet dosyasıyla laiklik ve yobazlık birbirine düşman olarak bu topraklarda yaşamaya başlamıştır.
Dikkat edilirse laikliğin düşmanı asla dindar kesim veya diyanet işleri başkanlığı değildir, yobaz tayfadır. Bu konu çok mühimdir. Çünkü dindar kesim dinin cennetlere götüren ve Allah rızasına erdiren halini yakalamanın huzuru içinde laikliği doyasıya yaşamayı seçmiş, yobaz zihniyet ise kaybettiği menfaat ve paraların telaşına düşmüş, vermek istediği manevi zarar engellenince hırslanmıştır.
Uzatmayalım, sonuçta yobaz zihniyet laikliği din düşmanlığı gibi göstermekte, laik kesim dine mesafeli duruşuyla kendisini savunamamaktadır.
Peki, o halde çare nedir?
Çareyi bulmanın ilk adımı laiklik içindeki istenmeyen gafletleri gün yüzüne çıkarmak yani yobazlara iğne batırmadan evvel çuvaldızı kendimize batırmaktır.
Şöyle ki dinci yobaz tayfa laikliği dinsizlik olarak gösterirken laik aydınlar yeterince çalışmadığı ve korktuğu için laikliği savunamamış ve halka doğruyu gösterememiştir. Demek ki halkta uyanan laik düzen düşmanlığının bir suçlusu da laikliği anlatamayan Cumhuriyet aydınlarıdır, diyanettir.
Laikliği hür ve serbest olarak medeni vaziyette yaşayanların da yobazlıktan kaçınmak adına dinsiz ve batı kopyacısı medeniyetlere haddinden fazla yakınlaşması bir diğer sorundur, gaflettir. Çünkü Atatürk ilkelerinde yer alan medeniyetleşme özlemi, tam bağımsızlık ve egemenlik ile birlikte örf ve kültüre yabancılaşmamak, tarih ve toplumsal kabulleri reddetmemek, milli ahlakı zedelememek şartına bağlıdır.
Oysa son yüzyılda ve özellikle son elli yılda gelinen nokta, batının ahlaksız kabullerinin teknoloji paketleri içinde tümden kopyalanması durumudur. Yani bilim alanında kaydedilen gelişmeler ithal edilirken maalesef ahlaki değerler de ithal edilmiş, siyonizm ve arabizm etkisiyle toplumun bir kesimi serbestliğe özendirilirken diğer kesimi arap milliyetçiliğine kaydırılmıştır.
Bunun kaçınılmaz sonucu ise laik medeni kesimde evlilik dışı ilişkiler, zina ve fuhuşlar, uyuşturucu ve kumarlar, estetik ameliyat ve lüks düşkünlükleri, pahalı ev hayvanları beslemeler, bolca turistik geziler, acayip gıdalar, ilaçlara ve diyete dayalı yaşam modelleri, eşcinsellikler, din dışı inanç hobileri, garip ezoterik taraftarlıkları yaşanır olmuş, etekler kısalırken, kız erkek ilişkileri haddi aşarken, yabancılarla evlilikler öne çıkarken, dinen en haram bilinen domuz eti örneği dahi reddedilir hale gelmiştir. (Bu örnekler çoğaltılabilirse de burada kesiyoruz. Çünkü sokaklar, gazeteler, ekranlar bu densizliklerle yeterince doludur.)
Öyle ya çuvaldızı kendimize batırıyoruz.
Soru şudur?
Atatürk kurucu ve dava arkadaşlarının laiklik ile kast ettiği medeniyet seviyesinin gayesi bugün yaşanan ve dini adeta reddeden durum mudur? Atatürk laikliği sokaklarda serbestçe icra edilebilen misyonerliklere, fikir hürriyeti adına sergilenen din düşmanlıklarına rıza göstermek midir? Siyonizm ve arabizm taraftarlığı ile Türk’lüğü yere serme girişimi midir?
Değildir. Öyleyse aydınlar ve toplum bir kez daha şapkayı önüne koymalı ve düşünmelidir.
Yobazlık ne denli şeytani ve zararlı bir gaflet ise laikliği dinsizlik olarak tercüme etmek ve dini yok saymak da o denli şeytanidir, ahlaksızlıktır.
Bu gaflet hem yobazlığı azdırmakta, hem Atatürk ve dava arkadaşlarının kemiklerini sızlatmaktadır.
Ulu önderin laiklik ile kastı İslam’ı hür ve doğru yaşanır hale getirmektir, gönüllerden silmek değildir. Dolayısıyla Atatürkçü geçinenler vicdanlarında dindar olmak mecburiyetindedir. Dindar olmak sürekli ibadet etmek değil, Kur’an’ı bilmek ve emirlerine uymaktır. Bu mükellefiyet laik olsun olmasın tüm insanlık için farzdır. İbadet ise ayrı bir meseledir. Dileyen din içinde dilediği miktarca ve dilediği şekilde ibadet eder veya etmez. Ama inanç bağlamında laik olduğu iddiasındakiler dahil herkes dini Kur’an’dan öğrenmek ve o dine saygı duymak zorundadır.
O halde laikliğin zarar görmesine bir sebep yobaz zihniyet ise daha büyük zararı veren bizzat din tanımaz laiklerin kendisidir. Bu gaflet aynı zamanda yobazların elini güçlendiren, onlara malzeme ve dayanak sağlayan bir cehalettir. Kimse belli bir dine tabi olmak zorunda değildir ancak herkes vicdan hürriyetlerine saygılı olmaya mecburdur.
Kendisi dine taraftar olmayanların da etraftaki maneviyata saygı duyması zorunludur ve neredeyse tamamı Müslüman olan bu ülkede İslami değerlere aykırı tutumları alenen sergilemek medeniyet değil kışkırtmadır.
Laik kesimin yanlışları elbette yobazlar için haklı bir gerekçe olamaz ve günahlarını azaltmak ama burada kast edilen her kesimin yanlışlarını görmesi ve kendisine çeki düzen vermesidir.
Laikliği istismar edenler (tabir Sinan Meydan’ındır) öncelikle laik kesim ve aydınları ise bundan çıkarılacak ders, Atatürk’ün gaye ve muradını anlamaya çalışmak, laikliği tesis eden din adamlarının maksadından uzaklaşmamaya gayret etmektir.
Elbette dine mesafeli oluşun kaçınılmaz bir sonucu da Siyonist zehirlere mecbur kalmaktır ki entelektüel geçinen kimselerin milliyet ve dini aşağılaması, yaşamlarına yanlış ve milli olmayan sevdaları sokması bu planlı saldırılar iledir. Yani kendisine din oyunu oynananlar dini yeterince tanımadığı içindir ki siyonizm sokaklarda cirit atmakta, pek çok aydını tıpkı yobazlar gibi kandırmakta ve diğer kutba düşman etmektedir. Masonların, misyonerlerin sokakları doldurduğu bir toplumda tüm halk özüne dönmek ve uyanmak zorundadır. Bunun ilk adımı ise öz eleştiridir ki bu yazı gayemiz de budur.
Tekrar edelim dinin gerçeklerinden uzak yaşayan toplumların kaçınılmaz kaderi gereği ateizme yakın laikler ile, dinden ve Kur’an’dan habersiz yobazların ortak kaderi siyonizme tutsak olmak, bu gafletle de kardeşini düşman bilmektir.
Bu yazı çokça tepki çekecektir lakin hakikat budur.
Türk toplumu, halkı, milleti Türk ve Müslüman olmalıdır. Türk halkı dindar olmalıdır. Laiklik dinsizlik değil, dinsizlik laiklik hiç değildir.
“Bizim dinimiz, en mâkul ve en tabiî bir dindir. Ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lâzımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. Müslümanların toplumsal hayatında, hiç kimsenin özel bir sınıf halinde mevcudiyetini muhafazaya hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler, dinî emirlere uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin hükümlerini eşit olarak öğrenmeye mecburuz. Her fert dinini, din duygusunu, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır; orası da mekteptir.” 1923 İzmir (Atatürk’ün S.D.II, s. 90, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 94)
Sonuç;
Yobazlık ne denli kirli bir tezgâh ise dinden habersiz yaşamak da o denli büyük gaflettir. Türk ve Müslüman olmak bu ulusun kaderidir ve bu meziyetlerden birisi dışlanırsa kardeş ve birlik olunmaz. Fikirlere hoşgörü yasalar ve Kur’an çerçevesinde olmalı, doğru ve güzele kardeşçe uzanılmalı, millet ve din kardeşliği esas olmalı, topluma saygı ve sağduyu egemen olmalı, kirli menfaat odaklarıyla el ele mücadele edilmeli, dini kesim dine, laik kesim medeniyete uzanırken diğer kesimi düşman ilan etmemeli, aydınlanma ve kurtuluşun Siyonist oyunlarına gelinmeden manevi ve maddi değerlerle sağlanabileceği unutulmamalıdır.
Şöyle dersek laik yasa ve devlet düzeni et ve kemikten ibaret beden ise din ruhtur, maneviyattır. İkisi de var olmak zorundadır ve fakat bunlar doğru ve uygun olmalıdır.
Dini suistimal ne denli kötüyse, laik sosyal devleti suistimal de o denli kötüdür.
Bireyler aklı ve bilimi rehber edinmek, vicdanları Kur’an’a yaslamak mecburiyetindedir.
Laiklik dinsizlik, dinsizlik laiklik değildir.
Ve Atatürkçü geçinen, kendisini Türk hisseden, Müslüman olduğunu iddia eden herkes Yasalarla tesis ve idame edilen devlete, Kur’an ile bildirilen dine saygılı olmaya mecburdur. İnançlar hür, fikirler hür ise herkes farklı düşüncelere tolerans göstermeli ancak varlığımıza düşman unsurlarla topyekun mücadele edilmelidir.
Herkes evvela kendisine çeki düzen vermeli, ayıp, noksan ve kusurlarını görerek savunduğu tezlerin adamı olmalıdır. yalan yanlış bilgilerle, kopya medeniyet kırıntılarıyla, arap örflerinden kaynaklanan merdiven altı Kur’an’sız İslam’la vatanın selameti mümkün değildir.
Ve tüm bunlar için çare Atatürk sevgisinde ve Kur’an’dadır, Türk ve Müslüman olmaya çalışmaktadır.