İzmir’in dağlarında açan çiçekler / Sinan MEYDAN
“Yunan ordusunu yok etmişiz ve İzmir’e iniyormuşuz… Ne olmuştuk biliyor musunuz? Kurtulmuştuk… Ah Mustafa Kemal, Mustafa Kemal, sana ölünceye kadar o günün sevincini ödeyebilmekten başka bir şey düşünmeyeceğim.” (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, s. 363)
Geçen hafta, futbol yorumcusu Rıdvan Dilmen, statlarda İzmir Marşı’nın söylenmesini “siyaset yapmak” olarak değerlendirdi. Oysaki içinden “Mustafa Kemal Paşa” geçen İzmir Marşı’ndan rahatsız olduğunu göstererek bir yerlere mesaj vermekti asıl siyaset…
“İzmir’in dağlarında çiçeklerin açması, bozulmuş düşmanın yel gibi kaçması, Mustafa Kemal Paşa’nın yaşaması” neyin siyasetidir Allah aşkına?
İzmir Marşı (bir iddiaya göre aslen Kafkasya Marşı) herhangi bir partinin değil Türkiye’nin marşıdır. Kurtuluşu, bağımsızlığı anlatır. Mustafa Kemal’i hatırlatır.
İzmir Marşı’nda geçen İzmir’in dağlarında açan o çiçekler var ya o çiçekler Kurtuluş Savaşı şehitlerinin kanıyla, anaların gözyaşlarıyla sulanmıştır.
Hangi yurtsever o çiçeklerden rahatsız olabilir?
BELKAHVE’DE BİR İNCİR ALTI
10 Eylül 1922…
Mustafa Kemal Paşa Belkahve’de… Yanında İsmet ve Fevzi paşalar…
“İşte, işte İzmir görünüyor. Kadifekale’ye bizim bayrak çekilmiş” diyorlar. Paşalar sevinç ve heyecan içindeler…
Mustafa Kemal Paşa bir tepenin üstünde, dürbün gözlerinde, iki arkadaşının yanında, bir incir ağacının altından o sonsuz güzelliği, İzmir’i kendine daha daha yaklaştırarak seyrediyor… Susuyor… Dağları tepeleri dinler gibi… Gözlerini İzmir’den ayıramıyor.
Paşalar, “Evet, Kadifekale’ye bizim bayrak çekilmiş… Evet, sağdaki ince büklüm Karşıyaka… Evet, şu soldaki düzlük Göztepe…” diyerek birbirlerine gösteriyorlar… İzmir’den ufak tefek dumanlar, tozlar yükseliyor.
O sırada Gazeteci Ruşen Eşref (Ünaydın) da orada… Yıllar sonra o anları şöyle hatırlayacak:
“İşte İzmir! Esir edilmiş İzmir o… Masal değil bu gerçek… Gözlerimizle görüyoruz ki yok ettiği istila ordusunu denize döken, yabancı eline düşmüş Türk İzmir’i, Türk bütünlüğüne yeniden alıp katan başkahraman, kırk aylık yoldan gelmiş, işte tepenin üstünde duruyor.” (Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, II, Kasım, 1998, s. 71-76)
İZMİR’E KAVUŞMAK
9 Eylül 1922’de İzmir kurtarıldığında İstanbul’da Akşam Gazetesi, “Elhamdülillah İzmir’e kavuştuk” manşetiyle çıktı.
Falih Rıfkı’nın ifadesiyle, “Kapıları açmanın imkânı var mı? Gazeteyi pencereden atıyorduk. Alan yüzüne gözüne sürüyordu.” (Atay, a.g.e, s. 363,368)
İzmir’e kavuştuk kavuşmasına ama bu kavuşma hiç de kolay olmadı.
Güzel İzmir işgalden kurtuluşa;
15 Mayıs 1919’dan 9 Eylül 1922’ye kadar, 4 yıl kan ağladı.
Sadece İzmir mi, tüm Anadolu perişandı: Yokluk, yoksulluk ve hastalıklarla kıvranan Anadolu insanı katliamlarla, cinayetlerle, tecavüzlerle adeta diri diri mezara gömüldü.
İşgalci Yunan orduları Anadolu’daki çirkinliklerine İzmir’den başladı.
4 yıl boyunca İzmir’in dağlarındaki çiçekler hep kan kırmızı açtı.
İŞGAL VE DİRENİŞ
İzmir’in işgali bir İngiliz-Amerikan ortak projesiydi. İşgal planı, ABD Başkanı W. Wilson ve İngiliz Başbakanı L. George tarafından yapılmıştı.
Amiral Calthorpe, 14 Mayıs’ta İzmir Valisi İzzet’e ve 17. Kolordu Komutanı Ali Nadir Paşa’ya 15 Mayıs’ta İzmir’in işgal edileceğini bildirdi.
Ali Nadir Paşa bu durumu Harbiye Nazır’ı Şakir Paşa’ya bildirip ne yapması gerektiğini sorunca şu talimatı aldı: “Babıali’nin işgal hakkında bilgisi yoktur. Amiralin notası Mütareke gereği sayılıp karşı gelinmemesi lazımdır. Halk arasındaki söylentilere önem vermeyiniz.” Bunun üzerine Ali Nadir Paşa İzmir’deki birliklere “işgal sırasında kesinlikle direnilmeyecek ve işgalcilere gereken kolaylık gösterilecektir” emrini verdi.
14 Mayıs gecesi İzmir Reddi İlhak Cemiyeti Maşatlık’ta bir miting yaparak işgale direnilmesini istedi. Ancak Vali İzzet Bey, “Sükûnetinizi koruyunuz” diyerek direnişe izin vermedi.
15 Mayıs 1919’da 16 Yunan gemisinin taşıdığı, 4 İngiliz ve 2 Yunan muhribinin refakat ettiği işgal donanması İzmir’e çıktı. İşgal başladığı sırada İzmir limanında ayrıca İngiltere, ABD, Fransa, İtalya ve Yunanistan’a ait 30’dan fazla savaş gemisi vardı.
İşgal günü Kordonboyu ve Pasaport dolaylarında binlerce Rum ve Yunan toplandı. Hepsinin elinde, yakasında, ağaçlarda, havagazı direklerinde, Frenk mahallesindeki evlerde, Kordon’daki gazino, kahve, dükkân ve otellerde asılı büyüklü küçüklü yüzlerce binlerce Yunan bayrağı… Bir bando durmadan Yunan marşları çalıyor… “Büyük Yunanistan” hayaliyle yanıp tutuşan Metropolit Hrisostomos’la öteki papazlar rıhtımda işgal donanmasını bekliyorlar… Onların yanında elleri çiçeklerle ve bayraklarla dolu mavi-beyaz elbiseli her yaştan Rum kızları… Yunan Kızılhaç sandıklarındaki silahlarla ve giysilerle donanmış Rum delikanlıları… Başta Kramer Oteli olmak üzere bütün binalar pencerelerine, balkonlarına, çatılarına kadar salkım saçak Rumlarla dolu… Yapıların ön cepheleri defne dallarıyla süslenmiş…
Hrisostomos ve yanındaki papazlar karaya çıkarılan Yunan bayrağını diz çöküp ağlayarak öptüler. Geleneksel tuz ve ekmek töreninden sonra Efzon alayı Hrisostomos tarafından takdis edildi.
Efzon alayı, “Zito Venizolos” bağırışları arasında Pasaport’tan Konak Meydanı’na ancak bir saatte gidebildi. Konak Saat Kulesi o sırada 11’i vuruyordu. Efzon alayı saat kulesini ve kışlayı geçip tramvay yolunu izleyerek Kemeraltı’ndaki dar geçide yöneldi. Orada Askeri Kıraathane’nin önünde Kemeraltı Caddesi’nin Konak Meydanı’na bağlandığı yerde koyu renk giysileri içinde Gazeteci Hasan Tahsin vardı… Birden o gürültü arasında bir tabanca sesi duyuldu. “Zito Venizolos” bağrışları kesildi. Efzon alayının bayraktarı kanlar içinde yere yığılmıştı. İlk şaşkınlığı atlatan Efzon alayı Hasan Tahsin’i katletti. Hasan Tahsin’in cesedi, ilk kurşunu attığı Askeri Kıraathane’nin önünden 150 metre kadar uzakta parçalanmış olarak bulunacaktı.
YUNAN MEZALİMİ
Komutanlarının emrine uyarak kışlaya kapanmış subay ve erlerin dipçik ve süngü darbeleri altında kalpakları yırtıldı, ceplerindeki para, saat, yüzük, sigara tabakaları alındı; bir kısmı öldürüldü, bir kısmı esir edildi.
Görgü tanıklarına göre 17. Kolordu Pasaport’a doğru yürütülürken tüm subaylar dipçik ve süngülerle yaralandı. Çizmeleri zorla alınan subaylar yalınayak veya çorapla yürütüldü. Üstleri başları yırtıldı, apoletleri söküldü. “Zito Venizelos” diye bağırmaya zorlanıyorlardı. Yolda yerli Rumların saldırısına uğradılar. Evlerden üzerlerine ateş edildi, taş, tuğla, kiremit atıldı. Bir Rum hamal elindeki demir kanca ile Kolordu Veznecisi Ahmet Efendi’nin beynini patlattı. Bu arada elinde beyaz teslim bayrağı bulunan Ali Nadir Paşa tokatlandı. “Zito Venizeloz” demeye zorlanan ama bunu reddeden Albay Süleyman Ferit Bey ve direniş gösteren Kolordu Başhekimi Yarbay Şükrü Bey şehit edildi. Kışladan gemilere gidinceye kadar 9 subay şehit edildi, 21 subay yaralandı, 27 subay kayboldu.
Anadolu Bankası’nın önünden ve Leon torpidosundan yapılan yaylım ateşi sonunda 30-40 kişi öldü, bir o kadarı da yaralandı. Hükümet Konağı’ndaki memurlarla kışladaki subay ve erler rıhtımdaki Yunan gemilerine doğru sürüklendi. Rıhtım üzerinde yatan şehitlerimiz ikişer ikişer rıhtımın bir kenarına çekildiler ve bunların bazıları boğazlarından kulaklarına kadar kesilerek parçalandılar. Öldürülen Türklerin çoğu, boynuna ve ayağına demir takılarak sürüklenip denize atıldı.
Limandaki İngiliz, Fransız, ABD, İtalyan savaş gemilerden Türklerin katledildikleri görülüyordu. Örneğin H.M.S. Adventure’nin kaptanı, elleri başının üstünde yürürken sıradan çıkan bir Türk subayının, bir Yunan askeri tarafından kafatası patlatılarak öldürüldüğünü gördü. Gemi kumandanları bu kıyımı seyreden askerlerini içeri almakla yetindi.
Ziraat Bankası’na sığınanlar da banka merdivenlerinde vahşice katledildiler.
O sırada Sultani’de öğrenci olan Hamit Erdirk, o gün gördüklerini yıllar sonra şöyle anlatacaktı: “Kordon’a doğru çıkınca faciayla karşı karşıya geldik. Daha okuldan çıkarken bir Türk kadının kucağında yavrusuyla öldürülmüş olduğunu gördük. Hükümet Konağı’nın önündeki havuzun kenarına yüzükoyun düşmüştü. Ne vakit ki Kordon’a çıktık. Yerler Türk askerlerinin ve sivil halkın ölüleriyle dolu idi…”
16 Mayıs sabahı hâlâ Konak Meydanı’nda Gümrük’te, Pasaport’ta Türk ölüleri sokaklardaydı. Millet Hastanesi’nin morgu ve Cemal Paşa Konağı’nın bodrumu ağzına kadar cesetlerle doluydu.
İki gün içinde İzmir’de katledilenlerin sayısı 2000’i geçti. Buna karşın Yunan Başbakanı Venizolos’a göre İzmir’de sadece 78 Türk öldürülmüştü!
İzmir’in işgalinden sadece birkaç gün sonra tutuklananların sayısı 2500’e yükseldi. Tutuklananlar arasında 14 yaşından küçük çocuklar, öğretmenler ve öğrenciler de vardı. Tutuklular Patris vapurundaki hayvan ambarlarına hapsedildi.
Kışla ve rıhtımdaki kanlı olaylardan sonra Yunan askerleri şehre dalıp 1000’den fazla Türk ticarethanesini yağmaladılar. Amerikan Koleji’ndeki tanıklara göre civardaki Türk evlerinin neredeyse tamamı yağmalandı.
Sokakta ve evlerde Türk kadınlarına saldırıldı. Kadınların, kızların peçeleri, çarşafları yırtıldı, ırzlarına geçildi.
Yunan mezalimi Yunan işgalinin görüldüğü diğer illerde de devam etti. Şehirler, köyler ateşe verildi, evler yakıldı, camileri yıkıldı. (Ayrıntılar için bkz. Nurdoğan Taçalan, Ege’de Kurtuluş Savaşı Başlarken, İstanbul, 1970, s. 212-270. Michael Llewellyn Smith, Yunanistan’ın Anadolu Hayali, İstanbul, 2017, s. 112,113)
IRZ DÜŞMANLARI
Atatürk Kurtuluş Savaşı’ndan söz ederken “namus cephesi” kavramını kullanır. Çok haklıdır. Çünkü Kurtuluş Savaşı özünde vatan ve namus mücadelesidir.
Anadolu’daki Yunan vahşeti yerli ve yabancı gözlemcilerin hazırladığı raporlarla belgelenmiştir. Bu raporlarda Yunan askerlerince baltayla parçalanan, süngüyle delik deşik edilen, göğüsleri kesilip çıkarılan, kulakları, burunları, kafaları kesilen, karınları deşilen, bebekleri ateşe atılan, ağaçlara asılan ve camilerde tecavüz edilerek öldürülen çok sayıda kadından söz edilmektedir.
Örneğin;
14 Mayıs 1921’de Hamidiye Köyü’nde kızların ırzına geçildi, çocuklar katledildi.
14 Mayıs 1921’de Muratoba Köyü’nde köy camisine doldurulan kadınların ırzına geçildi.
19 Ekim 1921 tarihli bir rapora göre Cihanköy’de 5 yaşından küçük çocuklar evlerinden alınıp annelerinin gözleri önünde süngüye takılıp diri diri ateşe atıldı.
1 Mayıs 1921 tarihli bir rapora göre Şile’de bazı kadınlar ırzlarına geçildikten sonra ağaçlara asıldı. (Ayrıntılar için bkz. Zeki Sarıhan, Kurtuluş Savaşı Kadınları, Ankara, 2006, s. 59-69. Türkiye’de Yunan Vahşeti, Antalya, 2006).
Anadolu’daki Yunan mezalimi karşısında Mustafa Kemal Paşa, 12 Nisan 1921’de “İnsanlık ve Medeniyet Âlemine” bir bildiri yayımlayarak bu vahşeti kınadı.
Mustafa Kemal Paşa, 1 Eylül 1922’de de “Kadınlarınızı ve çocuklarınızı düşman kaçarken emin yerlere saklayınız” şeklinde bir bildiri yayımladı. (Atatürk’ün Bütün Eserleri, C. 13, s. 231)
Paşa haklı çıkacaktı. Çünkü İzmir Marşı’ndaki ifadeyle “bozulmuş düşman yel gibi kaçarken” de çirkinliklerine devam edecekti.
YAŞA MUSTAFA KEMAL PAŞA
İnönü, Sakarya derken Büyük Taarruz kazanıldı. Mustafa Kemal Paşa’nın komutasındaki Türk orduları, çok değil 15 günde 200 bin kişilik bir orduyu yenip 550 km’lik bir yolu 10 günde yürüyerek İzmir’e girdi.
Türk milleti bu zaferin başkomutanı Mustafa Kemal Paşa’yı bağrına bastı.
Atatürk Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yurt gezilerinde ‘Çok Yaşa’ veya ‘Bin Yaşa’ pankartlarıyla karşılanıyordu. Örneğin 2 Ekim 1922’de Ankara’da ‘Bin Yaşa Gazi Paşa’ pankartıyla karşılanmıştı.
Afyon’dan İzmir’e giderken geçtiği yerlerde büyük bir coşkuyla karşılandı. İnsanların elinde ya Türk Bayrağı ya Mustafa Kemal fotoğrafı vardı. Ruşen Eşref, Turgutlu’da gördüğü manzara karşısında şaşkındı. “Düşman baskısı altında senin bu kadar resmini, bu kadar çok Türk Bayrağı’nı ne zaman nerede bulabilmişlerdi… İki, üç, beş bütün köyler hep o halde idi?” (Ünaydın, a.g.e, s. 68,69)
Armutlu’daki manzara da farklı değildi. Salih Bozok’un anlatımıyla: “…İhtiyar adam Paşa’ya doğru yanaştı, daha dikkatle baktı. ‘Bu sensin bu! Sensin…’ diye bağırdı. ‘Bu odur! Kemalimiz geldi. Vallahi bu o! İşte burada…’ der demez halk otomobile bir üşüştü tarif edemem. Toprağı öpenler, tekerlekleri öpenler, arabaya sıçrayıp Paşa’nın boynuna sarılanlar; kadın, erkek, çocuk… Yüzünü gözünü öpenler, kollarından çekenler…” (Ünaydın, a.g.e, s. 69,70)
Kurtuluş Savaşı sonrasında Mustafa Kemal Paşa’yı bağrına basan o insanlar “siyaset” yapmıyordu. Canlarını, mallarını, namuslarını, dinlerini, vatanlarını işgalciden kurtaran zaferin mimarına koşuyorlardı pervanelerin ışığa koşması gibi…
Korkmayın! Adını anarsanız “siyaset” yapmış olmazsınız. Yüksek sesle haykırın “Yaşa Mustafa Kemal Paşa yaşa…”
Sinan MEYDAN, 12 Haziran 2017