İstanbul, YSK, yumruk, balon ve beş
Türkiye ulusal gündemini şu on beş günde en çok meşgul eden bu beş kelime olsa gerek. İstanbul Belediye Başkanlığı seçimleri ile başlayan, ardından YSK tarafından sergilenenler ve itirazlar, ardından bir genel başkana hem de şehit cenazesinde atılan yumruk, 23 Nisan’ı balon bayramı olarak niteleyen bir modası geçmiş lider ve maalesef beş yaşında kız çocuğuna tecavüz edecek kadar insanlıktan nasibini almamış hayvanlar.
Mıknatısın artı ve eksi kutupları vardır ve iki kutup diğeriyle asla birleşmez. Dünyanın da güney ve kuzey kutupları için aynı şey söz konusudur. Oysa mıknatıs artı ve eksi kutbuyla mıknatıs, dünya güney ve kuzey kutuplarıyla dünyadır. Diğer kutup olmadan ne mıknatıs olur ve ne de dünya.
Akla da fiziğe de aykırı bu meseleyi sosyoloji alanında hayata geçirmeye çalışmak ve siyasi bilimler kapsamında zorlamak maddeye aykırıdır, birlik ve beraberliğe de, varoluşun sistematiklerine de.
Ama bir ve beraber olmak, ayrıştırmacı siyasetlere yaramadığı içindir ki toplum bu safsatalarla gerilmekte, altında yatan mezhep, şehir ve eğitim – imkan farklılıkları kaşınarak kutuplaştırılmaktadır.
En zor zamanlardan geçmekte olan Türkiye Cumhuriyeti’nin hem de birlik olmaya bu kadar muhtaçken getirildiği nokta sokakta yumruklaşma, tecavüz, şiddet, düşmanlık olarak ortaya çıkmakta, ülkenin ekonomik, siyasal, coğrafik tüm değerleri şiddetle sarsılmaktadır.
Dış dünya ile ilgili politik ve askeri meseleler de düşünülürse 23 Nisan gibi muazzam bir MİLLİ EGEMENLİK bayramının yaşandığı gün dahi birlik olamayan, fikren diğer uçtakileri düşman gören bir zihniyet ile ne milli olunabilir ve ne de birlik.
Aynı gemide yol alan bu seksen iki milyon bu ayrışmalara devam ettiği sürece de batmaktan ve yok olmaktan kurtulamaz. Peki, o halde bunca gaflet ve cehalet nedendir? Para ile satın alınan ruhlar, siyasi görüş uğruna feda edilen bedenler, sönen hayatlar nedendir?
Başımızı İslam ve Arap dünyasına çevirdiğimizde de durum pek farklı değildir. Hatta Avrupa ülkeleri tarihlerinde belki de hiç olmadığı kadar terör ve çatışmalarla iç içedir ve dünya kazanı kaynamaya çoktan başlamıştır.
Nefret ve kin tohumları eken birilerince, suni et araştırmalarına milyar dolarlar ayrılırken dünyanın öteki ucunda birilerinin açlıktan ölmesi veya o milyar dolarlarla doğal hayvancılığa yatırım yaparak rahatlama sağlamak yerine ısrarla suni üretimlere yönelinmesi nasıl izah edilebilir?
Dünya meselelerinin dibine, detayına, silsilesine bakıldığında altında hep aynı ideoloji ve güç görülür ki bu güç defaten anlatılmaya çalışılan Siyonist tehlikedir. Krizleri yaratan, savaşlara ortam hazırlayan, terör üreten, kardeş kavgalarına sebep olan, parayı ilahlaştıran, şiddet ve çatışmayı vazgeçilmez gösteren, eğitimi, tarihi, fikirleri zorla değiştiren hep bu zihniyet ve bu zihniyetin simsarlarıdır.
Sempatik yüzleri altında ama bilerek ama bilmeyerek siyonizme ve dolayısıyla şeytanlara hizmet eden bu kimseler için anlık yaşamak ve hesapsızlığı farz ederek bencillik etmek esastır. Çoğu etkili kademelerde bulunanlarca ve bunları sınırsızca destekleyen para babalarınca dünya üzerinde oluşturulması hedeflenen düzen için çok gerilere gitmeye gerek de yoktur.
Uzatmayalım söz konusu kutuplaşma ise dünya iyi ve kötü iki kutba ayrılmıştır ve herkes iyi de toplanmaya hevesli değildir. Lakin kutuplaşma çoğu zaman kardeşler arasına sokulan nifaklarla başka anlamlarda kullanıldığı için kötüler kutbunu korurken, iyiler sayısız kutuplara bölünmektedir.
Bu bölünmelerin ilk sebebi cehalet ve kibir, ikinci sebebi gaflet ve delalettir ki tamamının ardında para ve fısıldayan şeytanlar vardır. Kardeş olamayan, birbirini anlamayan ve hoşgörü göstermeye razı dahi olmayan toplumların ise zamanla eksi kutba kayması kaçınılmazdır.
Dünyada kan ve gözyaşı bu yüzden bitmemekte, yurt içinde din ve Türklüğün aynı şey olduğunu anlamayanlarca sayısız haklar yenilmektedir. Hak, hukuk ve adalet arayışındakilerin hor görülmesi hangi kitaba sığar, beş yaşında kız çocuğuna tecavüz edilmesi hangi aklın eseridir, fikirleri savunmak yerine o fikirleri öldürmenin kime ne faydası vardır, tereddüt ve oyalanma ile kaybedilen zaman ve güç geri gelir mi, bu zor darboğazlardan çıkılmazsa yaklaşan kara deliklerden kurtulmak mümkün müdür?
Değildir.
Israrcı ve artan bir tempo ile önce Ortadoğu ve sonra kuzey-güney İslam savaşları ve nihayet dünya savaşı çıkarmak niyetindeki şeytani güçlerin, adını ne koyarsa koysun iğrenç projelerini coğrafyalar ve halklar üzerinde tatbik ederken, terör ve şiddet üretmesine mani olmanın yolu, oynanan oyunun anlaşılmasından geçer. Bu oyundur ki dünya nüfusunun en ince kılcal damarlarına dek sokmayı başardığı namert oyunları bu gün dünya üzerinde de ayrı güç kutuplaşmalarına sebep olmakta, yıllar sürecek bir dünya savaşı hızla yaklaşmaktadır.
Dini savunduğunu iddia edenlerin Kutsal Kitaplardan uzak fikriyatı, milliyetçiliği savunanların kapitalizm ve emperyalizme teslim oluşları, ateist geçinenlerin paraya ilah diye tapmaları sayesinde dünya inançsız ve azimsiz bir halde kuru yaprak misali rüzgârlarla ateşe sürüklenmektedir.
Bunun ülke içindeki yansımaları ise yumruklar, haksızlıklar, tecavüzler, soygunlar, açlıklar, hastalıklar şeklinde görülmekte, kardeş olma kelimeleri dillerle telaffuz edilirken, kalpler ve nefisler tamamen başka yollara gönül vermektedir.
Bu ise yaklaşılan ateşten korunma ve kurtulma umutlarını yok etmektedir.
Lakin vakit hala geç değildir ve yapılabilecek çok şey vardır. Çünkü bu millet en zor anlarında bir olmayı başarabilmiş, düşmana kardeşçe karşı koymuş, vatan ve Allah uğrunda ölmeyi göze alarak, hain düşmanlara göğsünü siper ederek çok şeyler başarmış ve egemenlik ve bağımsızlığını tırnakları ile kazıyarak kazanmıştır.
Bu millet, karanlık dehlizlerden, yobazlıklardan, ihanetlerden Atatürk ışığı ile çıkabilmiş, mucizeler yaratmıştır. Bu millet çok kısa sürede çağ atlamış, komşu ülkelerle barış köprüleri kurmuş, iç huzur ve dayanışmayı tesis edebilmiş, bekasını kendisi inşa etmiştir.
Bu millet esaret kabul etmeyen ilahi mertliğiyle Misak-ı Milli sınırları içinde çelikten ağlar örmüş, kalplere vatan ve bayrak sevgisi yerleşmiştir.
Bugün yapılması gereken de tamamen MİLLİ ve DOĞRU olan Atatürk yolunda, Atatürk ilkeleri ışığında toplanmak ve önce sistemi ve bekayı sonra civar huzur ve barışını tesis ve idame etmeye çalışmaktır.
Çünkü dünyanın uzak köşesindeki yara ve uzuv kayıpları dahi tüm dünya ülkelerini etkiler mahiyettedir ve zaman, ayakta ve hür kalabilmek için yapılmak istenenden uyanarak, oynanan oyunu fark ederek toparlanmak ve karşı koymak zamanıdır.
Mertliği dünyaya armağan eden Türk kelimesini cıvıştırarak sıradanlaştırmak, ayrıştırmak ahlaksızlık, İslam’ı merdiven altlarındaki yobaz yuvalarına teslim ederek Yahudileştirmek ve batılla gerçeği yer değiştirmeye çalışmak en büyük ihanettir.
Türk ve İslam aynı cümlede kullanılmaya mecburdur ki bu iki kavramı farklı, zıt hatta düşman manasında kullananlar asıl nifak tohum ekicileridir.
Kurtuluş ve esenlik ancak Türk ve Müslüman olmaktadır, bir ve beraber olmaktadır.
Yapılırsa yarınlar güzel olacak, yapılamazsa yarınlar hiç olmayacaktır.
Çare Atatürk gibi düşünmek, Atatürk olmak, Atatürk çocuğu olmakta, İslam’ı sadece Kur’an’a yaslayarak dinin erdiriciliğinden istifade etmeye çalışmaktadır.
Çünkü Türk milletini yedi düvele karşı zafere ulaştıran imandır ve iman evvel Allah’a ve sonra vatana duyulan sevgidendir. Bu ise İslam’ın ve Türklüğün ne denli ayrılmaz büyük bir güç olduğunun ispatıdır.
Şimdilerde bu ikisini zıtlaştırmak gayesindekilerin akılları iyi okunmalıdır ki çok yakında dünyada yeniden milliyetçilik akımları egemen olacak, milli olamayan uluslar köleleşecektir.
Güzel yarınlar için ayrışmadan birlik olmak, mevcudiyet ve bekayı kardeşlik bağları ile güçlendirmek yerine şeytani planlara, paraya, şiddete razı olmak ise hem Türk ve hem de İslam olamamaktır. Bu ise yüz karası bir gaflettir.
Bir ve beraber olununca anlayışla, sabırla, dinleyerek, konuşarak çözülemeyecek hiçbir sorun yoktur ve nifak noktalarının ilk gayesi zaten bu konuşma ve anlaşmayı imkansız hale getirmek için kutuplaştırmaktır.
O halde kutuplaşmadan, sarsılmadan, vazgeçmeden, sabırsızlık etmeden, hoşgörü ve sağduyudan uzaklaşmadan oynanan oyun fark edilmeli, barışılmalı, huzur ve beka yeniden emniyet altına alınmalıdır.
Bunun için muhtaç olunan kudret damarlarda zaten mevcuttur ve milletin vazgeçilmez iki rehberi Kur’an ve Atatürk olmalıdır.
Yoksa gelecek çok daha karanlık olacak, bu günler dahi aranacaktır.
LAİKLİK tam olarak budur, İslam ve Türklük arasındaki çelikten köprüdür. Çıkış yolu da kaçınılmaz olarak bu köprüden karşı kıyıya ulaşmakla mümkündür.
NOT; Fikirleri yumrukla öldüreceğini sananlar, parayla satın alınan hain uşaklar, Yahudileştiğinin farkında dahi olmayanlar, Milli egemenlik bayramını balon bayramı olarak kutlayanlar, Atatürk’ten vazgeçenler, Osmanlı’yı Türk’ten saymayanlar, karanlık mazilerin hayalini kuranlar, dini tesettürden ibaret sananlar için bu anlatılanlar elbette çok şey ifade etmemektedir. Lakin onlar da yakın zamanda inşallah doğruyu bulacaklardır. Onlar doğruyu bulamazsa da kaybeden sadece onlar değil tüm Millet olacaktır.