Dersim katliam değil isyandır
Dersim; Anadolu kavimler kapısıdır. Dersim bölgesine ilk yerleşimin M.Ö altı binlere kadar uzandığı biliniyor. Subarlar, Hurriler, Asurlular, Hititler, Akadlar, Frigyalılar, Urartular, Medler, Persler, Makedonyalılar, Kapadokyalılar, Romalılar, Sasaniler, Araplar, Bizanslılar, Selçuklular, Moğollar, Akkoyunlular, Osmanlılar gibi kimler gelip kimler geçti. Dersim bölgesine kimi “İşuva” adını verdi: kimi “Supani”… Yaşayanlara kimi “Muştular” dedi; kimi “ Müşkiler”…
Dersim; Farsça, “der” (kapı), “sim” (gümüş) sözcüklerinden oluşan bir isim tamlamasıdır. Türkçe’ye “Gümüşkapı” olarak çevirebiliriz. Güney ağızlarında Dersim, “Darsim” diye telaffuz ediliyor. Kimi tarihçi bunun sadece söyleniş olmadığını belirtiyor. Onlara göre “Darsım” Zazaca bir sözcük; ‘dar” (ağaç) ve “sim” (gümüş) idi; ve Darsım aslında “Gümüşağaç” demekti. Bu teze göre, Dersimliler “ağaca tapınmaları” nedeniyle bu ismi kullanıyorlardı! Ancak yazdığımız gibi bölgeye birçok uygarlıklar geldi. Ve bunların çoğu isim değiştirdiler.
Örneğin Çemişkezek bölgesine; Hititler “Zuhma”; Urartular “ Tamişkiş”; Romalılar “Hieroplis”; Bizanslılar “Tsimisca” dediler… Dersim’in adı uzun yıllar “Daranalis” olarak kaldı. Bu ismin, M.Ö 519’da Doğu Anadolu’yu fetheden Pers Kralı Dara’nın adından kaynaklandığı ileri sürülüyor. Bu noktada “Daranalis” ve Persler’in adını geçirmemizin özel bir nedeni var. Çünkü Dersimlilerin asıl yurtları Anadolu değil; İran.
Dersimliler aslında Horasanlıdır. Hazar Denizi’nin güney batısında (Tahran’ın kuzeyinde) Deylem/Daylam bölgesinde, Pers öncesi halklardan bir topluluk yaşardı: Deylemliler/Daylamlılar! İran’daki Büveyhoğulları Devleti’ni (932-1056) bunların kurduğu biliniyor. Bu halk 13’üncü yüzyılda Moğol istilasından kaçarak Anadolu’ya geldiler. Anadolu’da yaşadıkları bu bölgeye kendi adlarını verdiler.
Günümüz İran’ın Kuzey Horasan Eyaleti’nde Deylaman bölgesi vardır. Lahican, Siya, Kal, Koh, Mazendaran, Rast, Gibal, Pir Pulur, Fumen, Gerekerd, Gilan, Teberistan, Chalus, Kalar, Enzeli, Varemin, Bar, Tufem, Rudsa, Muvaz, Kohaman, Hasan Rud, Emurluh gibi yerlerde yaşayanlar Dersimlilerin akrabalarıdır.Konuştukları dil ise Zazacadır.
“Dersim’de Kökler” adlı kitabından yararlandığımız Ali Kara, İran’daki “Dersimliler” konusunda araştırma yaptı. Anadolu’daki Dersimlilerle konuşma, türkü söyleme, inanç, yaşam tarzı konusunda aynı olduklarını yazdı. Kadın-erkek eşitliğini; kadınların başlarını kapatmadığını, isimlerin doğa adları olduğunu gözlemledi. “Cem”lerine katıldı. Aslında Şamanizm’in, Zerdüştlüğün hala yaşatıldığını fark etti.
Dersim dilinin kökenine bakılacak olursa Persler’in “Bisitun Kitabeleri”nde Deylemlilerin konuştukları dile “Zuzu” deniyor. “Zuzu” bugünün anlamıyla Zaza! Kimi dilbilimcilerine göre bu dilin adı, Deylem’den türeyen “Dımılıce”dir. Bu nedenle bilimsel sınıflandırmada bu dil ailesinin “Kuzeybatı İranî diller” grubunda yer aldığı belirtilmektedir. Dil bilimcileri ve Zazalar, Zazaca/Dımılıce’yi bir dil olarak kabul eder. Keza İranoloji dilbilimine göre de, Zazaca başlıbaşına bir dildir.
Kürdolojinin babası sayılan V. Minorsky; ve David Mc Kenze, Prof, Goiche Kojima, Susani, Oskar Mann ile Karl Hadank gibi bilim adamları Zazaca’nın bir Kürt lehçesi olmadığını kanıtlamışlardır. Zazaca; eski dillerden Partça’nın devamı olarak kabul edilir. Fakat bazı Kürdologlar bu durumu kabul etmezler; Zazaca’yı Kürtçe’nin dört lehçesi arasında sayarlar. Bütün Kürtler meseleye “milliyetçilik penceresinden” bakmazlar; “Kürdistan Milliyetçilik ve Dil” kitabının yazarı Amir Hassanpour gibi kimi Kürt dilbilimciler, Zazaca’nın Kürt lehçelerinden yapısal olarak farklı olduğunu yazar. Yine de bazı Kürt “aydınlar”, Zazalar’ın Kürt olmadığını iddia edenlere ateş püskürürler. Ebubekir Pamukçu, Ali Kaya veya Kürt M Şerif Fırat gibi yazarları “inkarcılıkla” suçlarlar! Şurası bir gerçektir ki, Zazalar’ın önemli bir bölümü günümüzde Kürt kimliğini benimsemişlerdir.
Bazı Türkologlar da, Zazaca’yı Türkçe’nin bir lehçesi varsayar ve; Zazaların Horasan’dan gelen Türk boyu olduğunu iddia ederler. Bunlara göre Zazalar, Dersim’e gidince Kürtleşmişlerdir! Devletin resmi tarih tezi de böyledir.
Zazaca konuşulan iller; Tunceli(bütün ilçeler), Bingöl (bütün ilçeler), Elazığ (Batı bölgesi hariç), Diyarbakır (Ergani, Çermik, Dicle, Lice, Çüngüş, Hani, Kulp, Eğil, Hazro); Urfa (Siverek, Bucak), Muş (Varto), Sivas (Zara, İmranlı, Ulaş, Kangal, Hafik, Divriği, Gürün) Adıyaman (Gerger), Erzincan(merkez ve Tunceli’ye yakın yerlerde); Batman (Merkez, Sason); Bitlis(Mutki,Tatvan), Malatya (Pötürge, Doğanyol, Arguvan), Ardahan(Göle). Uşak Eşme gibi Batı’daki bazı ilçe ve köylerde de sürgünler nedeniyle konuşulmaktadır.
Zazaca sadece Türkiye’de konuşulmuyor. İran’da da en az 1 milyon insanın Zazaca konuştuğu biliniyor. Bunların küçük bir bölümü, Çaldıran Savaşı’ndan sonra Anadolu’dan kaçan Türkmen aşiretleridir.
Dersimliler Alevi midir?
Zerdüşt/Yezidi olan Deylaman halkı 873’te Müslüman oldu. 917’de ise Caferi Sadık mezhebini / Aleviliği kabul ettiler. Kimi tarihçiye göre Zaza Aleviliği; Şii inancıyla, Zerdüştlüğün gelenek ve göreneklerinin bileşiminden oluşmuştur.
Gelelim Anadolu’daki Dersimlilere…
Dersim denince akla 126 aşiret ve boyun birleşmesi geliyor. Bunların hepsi Zaza değil. İçlerinde Türkmen aşiretleri de var. Bu aşiretlerin hepsinin tarihsel hikayesi farklı olduğu için hepsini ayrı ayrı ele almak gerekir. Bölgeye geliş tarihleri bile farklılıklar gösterir. Örneğin Hz. Muhammed soyundan geldiklerini iddia eden Kureyşan Aşireti, Melihşah döneminde Dersim’e geldi.
Geliş tarihleri farklı olsa da Dersim bölgesindeki Zazalar’ın büyük çoğunluğu Alevi’dir. Fakat Sünni olan Zazalar’ın bulunduğunu da eklemeliyiz: Örneğin Cibranlı Halit Bey Sünni bir Zaza Kürdü’ydü.
“Tunceli” adı ne zaman verildi?
Osmanlı, Tanzimatla birlikte yeni idari yapılanmaya gitti. O tarihe kadar “başına buyruk olan” Dersim sancaktı. 1847’te; Hozat merkez olmak üzere Erzurum vilayetine bağlıydı. 1859’da; Harput eyaletine; 1867’de ise topraklarının bir bölümü Erzincan sancağına dahil edildi. 1879’da ayrı bir vilayet oldu. 1886’da tekrar mutasarraflığa indirildi. 1892’de Elazığ’a bağlandı. Görüldüğü gibi Osmanlı, Dersim’i hep bölerek yönetmek tavrı içinde oldu.
Gelelim Cumhuriyet dönemine: Dersim 1923’te ilçe yapılarak Elazığ’a bağlandı. Ancak 25 Aralık 1935’te, 3195 sayılı, 2884 no’lu kanunla “Tunceli” adıyla il yapıldı.
Cumhuriyet’in Dersim’e bakışı nasıldı?
Bunu İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın isteğiyle sadece 100 adet basılan “Dersim” kitapçıktan anlayabiliyoruz:
“Dersim’in coğrafi ve toplumsal yapısı, çapulculuk ve isyana teşvik edicidir. Halk bu yüzden vergi vermiyor, yasa dinlemiyor ve askerlik hizmeti yapmıyor. Toprağı tarıma elverişli olmadığı için çapulculuk yapıp çevre bölgelerdeki halka baskın yapıyor. (2700 kaçak vardı.)
Halkın gerçek efendileri; şeyh, seyyid, dede, ağa ve bey takımıdır. Dersim mutlaka devletin egemenliğine girmelidir. Ancak bölgede sadece asker ve jandarma bulundurmakla itaat sağlanmaz. Köklü ıslahat şarttır.
Dersim halkı Oğuz boylarından gelmiş Türkmenlerdir. Sonradan Kürtleşmişlerdir. Türk kökenlerine çevirmek için kışlaların yanına okul yapılmalıdır.
Ağalar ve Seyyidler bölgeden Türklerin yoğun olduğu bölgelere sürülmelidir.”
Cumhuriyet, Dersim’i merkeze hükümetin kontrolüne alıp çağdaşlaştırmak istiyordu.
Atatürk’ü seviyorlar mı?
Dersimliler, Kurtuluş Savaşı’nda Mustafa Kemal’in yanında yer aldı. Sivas ve Erzurum kongrelerinde 250 Zaza gönüllü koruyuculuk yaptı. Kongrelere Diyap Ağa ve Hasan Basri’yi milletvekili olarak gönderirler.
23 Nisan 1920’de açılan Büyük Millet Meclisi’ne ise altı milletvekiliyle temsil edildiler. Şeyh Said isyanına katılmadılar.
Dersimlilerin Atatürk sevgisinin iki nedeni vardır:
Birincisi, Cumhuriyet Aleviler’i özgürleştirmişti.
İkincisi Aleviler Atatürk’ün Alevi olduğunu düşünüyordu. Kimi Alevi’ye göre ise Atatürk “mehdi” idi.
Dersimliler niye ayaklandı?
Temel sebep; ülkenin batısını siyasi, iktisadi ve kültürel olarak “modernize eden” Cumhuriyet yönetiminin, artık ülkenin doğusuna da el atmasıydı. Cumhuriyet bölgedeki yoksulluğu-geri kalmışlığı ortadan kaldırmak istiyordu. O küçük bütçesine rağmen 4 milyon lira ayırmıştı. Bununla yollar, köprüler yapmayı planlıyordu.
Bölgeye “el atma”nın siyasi nedeni ise; Cumhuriyet’in, ağa ve şeyhlerin hüküm sürdüğü feodalizmi tasfiye etmek istemesiydi. Atatürk aşiret sisteminin yıkılmasını ve toprak reformu yapılmasını istiyordu.
Meselenin kültürel ayağı da vardı. Dersim halkını Kürtleşmiş Türk olarak görüyorlardı. Mecburi iskan yasası çıkarılarak, Dersim aşiretlerinin Türklerin yoğun yaşadığı bölgelere göndererek Türkleşmesinin sağlanacağını planlıyorlardı.
Ankara’daki bazı bürokrat ve siyasilerin Osmanlı döneminden kalma, “Sünniler devlete bağlıdır, Aleviler kötülüklerin başlıca nedenidir” şeklindeki Alevi düşmanlığıyla yaptıkları yönlendirmeler “reformların” sert olmasına yol açtı.
Cumhuriyet kadroları reformları hayata geçirme konusunda ikiye bölündü; Vali Cemal Bey gibi uzlaşmadan yana olanlarla, Umum Müfettişi İbrahim Tali gibi sert tedbirlerin alınmasından yana olanlar arasında.
En sert görüşler Mareşal Fevzi Çakmak’a aitti; Kürt memurlara bile karşıydı!
1937-38 askeri harekâtı Dersim’e yapılan ilk operasyon değildi. 1861’den başlayarak Dersim’e sürekli askeri harekâtlar düzenlendi. Bunun temel nedeni iktisadiydi.
Tanzimat’ta da, II. Meşrutiyet’te de, Cumhuriyet’te de aynı durumla karşılaşılmıştı: Aşiret ağaları yeniden yapılandırılan merkezi yapının kontrolüne girmek istemiyordu. Kendi kanunlarını kendilerinin koyduğu feodal düzenin yıkılmasına karşı çıkıyorlardı. Bölge halkının yoksul ve cahil olması, feodal düzenin sürmesini isteyenler tarafından hep kullanılmıştır. Kuşkusuz onlarca zulme uğramış Dersimlilerin merkezi iktidarlara güvensizlikleri de bunda etken olmuştur.
Yukarıdaki bölüm Soner Yalçın’ın yazısından alıntıdır.
1921 Koçgiri İsyanı
1908 yılında Meşrutiyet’in tekrar ilan edilmesinden sonra ülkeye yayılan özgürlük havası Dersim’e de ulaştı. Bu dönem kurulan Kürt cemiyetlerinden bazıları Dersim’de de faaliyet göstererek örgütlenmeye başladılar. Koçgiri aşireti de Kürt Teali Cemiyeti ile bağlantı kurdu. 1919 yılında İngiliz Yüksek Komiserliği ile özerklik hakkında görüşenler arasında Koçgiri aşiretinin de önde gelenleri bulunmaktaydı.
Ancak Koçgiri Aşireti’nin bu tutumu Sevr Anlaşması’nın ilanından sonra diğer Dersimli aşiretler arasında zemin bulmadı. Sevr’in Ermenilere yönelik hükümleri sebebiyle rahatsız olan, aynı zamanda ülkenin geleceğinden endişe eden Dersim’in önde gelenleri Büyük Millet Meclisi’ne katılma kararı aldılar. Bu vekiller daha sonra Dersim’de yaşanan huzursuzluklara da mani olacak ve bölge aşiretlerini milli mücadeleden yana taraf olmaya ikna edecekti.
Ancak bu tutumu benimsemeyen Koçgiri Aşireti önderlerinden Alişan Bey ve adamları merkezi hükümete karşı isyan çıkarma kararı aldılar. 6 Mart 1921 tarihinde Ankara’dan gönderilen birliklere saldıran ve Binbaşı Halis Bey’i öldüren isyancılara karşı bölgede sıkıyönetim ilan edildi. 13 Mart tarihinde Sakallı Nurettin Paşa komutasındaki Merkez Ordu’nun bölgeye girişiyle ordu güçleri isyancılara karşı tedip hareketine başladılar. Harekâtı yöneten Sakallı Nurettin Paşa nihayetinde 500 isyancıyı öldürdü, 2000 kişiyi de sürdü. Nurettin Paşa’nın tutumu Ankara içinde de rahatsızlık yaratmıştı.
Koçgiri İsyanı’ndan Sonraki Dönem
Bu dönemde Dersim nahiyesinde önemli bir olay yaşanmadı. Özellikle Dersim Mebusu Diyap Ağa’nın milli mücadelede gösterdiği katkılar ve Mustafa Kemal Atatürk ile kurduğu iyi ilişki bahse değer. Ancak Ankara Dersim’de otoritesini tam olarak sağlayamamaktan rahatsızdı ve bölgeye neredeyse hasımane bir gözle bakıyordu.
1934 yılında çıkartılan İskan Kanunu ve 1935 yılında çıkartılan Tunceli İlinin İdaresi Hakkındaki Kanun kapsamında da bu önerilere uygun bir takım hareketlere girişildi.
Dersim İsyanı Nedir, 1937 ve 1938’de neler oldu ?
Dersim İsyanı ya da Dersim Ayaklanması, şu anki adıyla Tunceli ili’nde 1937 yılında meydana gelen geniş kapsamlı isyandır. Bu isyanı bastırmak için Türkiye Cumhuriyeti tarafından düzenlenen harekât ise Dersim Harekâtı olarak bilinir.
İsyanın Nedenleri ve İsyan Öncesi Genel Durum
Osmanlı döneminde yüzyıllarca yurtluk ve ocaklık biçiminde özerk olarak yönetilen Dersim Bölgesi’nde, özellikle Tanzimat’tan sonra, merkezi yönetimin güçlendirilmesi amacına yönelik düzenlemelere karşı sık sık ayaklanmalar (Dersim ayaklanmaları) çıkmıştır.
Bölge, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla özerkliğini kaybetmiştir. Aşiretler, yönetimlerinin elinden alınmasına karşı çıkmış; vergi vermek, askere gitmek gibi çeşitli zorunlulukları ise uygun bulmamıştır.
1930’ların ilk yarısında bölgede meydana gelen ayaklanmalar bastırıldıktan sonra, 25 Aralık 1935 tarihli 2884 sayılı Tunceli Vilayeti’nin İdaresi Hakkında Kanun çıkarıldı. Buna göre Tunceli iline bir askerî vali atanacaktı. Aynı zamanda dördüncü genel müfettiş sıfatını alan vali General Abdullah Alpdoğan geniş yönetsel, askeri ve yargısal yetkileri vardı. Ayrıca Alpdoğan’ın çok sert ve otoriter biri olması da isyanı tetikledi. Düzeni sağlamak ve güvenlik açısından gerekli gördüğü durumlarda ilde yaşayan kişileri ve aileleri, il sınırları içinde bir yerden bir başka yere göndermeye ve il sınırları içinde oturmalarını yasaklamaya da yetkiliydi.
Yasanın uygulanmaya başlamasıyla 1937 başlarında yeni olaylar çıktı. Bölgede güvenlik sağlanamadı ve hükûmet otoritesi kurulamadı. Bu sırada Suriye sınırına yakın bölge ve illerde de benzer olaylar görüldü. Hatay’a bağımsızlık tanıyan Milletler Cemiyeti kararından sonra, TBMM’de yapılan görüşmelerde, bu gelişmelerin başta Fransa ve Fransa’nın mandası altındaki Suriye tarafından kışkırtıldığı ileri sürüldü. Başbakan İsmet İnönü ise, Tunceli ilinde iki yıldır izlenen reform programının amacının bölgenin uygar bir hale getirilmesi olduğunu belirterek, programa karşı bölgede direniş olduğunu belirtti.
18 Haziran 1937’de Başbakan İsmet İnönü Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın da katıldığı Bakanlar Kurulu toplantısında Dersim için ‘Islahat Programı’nı açıkladı. Programa göre, Dersim’e yol, köprü, okul, kışla yapılacak, askerlik ve vergi işleri düzene konulacak, ağalık, derebeylik, şeyhlik kökünden kaldırılacak, zorbaların malları devlete geçecek, halka toprak, ziraat aletleri ve tohumluk verilecekti. Dersim’i haydut yatağı durumuna getirenler, Batı illerine nakledilecek, orada iskân edilip, namuslu, eğitilmiş vatandaşlar haline getirileceklerdi. Dersim tamamen boşaltılacak ve burada Bakanlar Kurulu’nun izni olmadan kimse oturmayacak ve yerleşmeyecekti. İnönü’nün açıkladığı önlemler arasında “Türklerin yoğun olduğu yerlerde kız ve erkek yatılı okulları açılarak Dersim’den beş yaşını doldurmuş kız ve erkek çocukların okutulup büyütülmesi, bunların kendi aralarında evlendirilerek, kendi ana ve babalarından kalan mallar ve mülklerin içinde birer Türk yuvası haline getirilmesi’ de vardı.
Dersim Harekâtı
Olaylar 1937 yılında bir köprünün yakılması ile başladı. Genelkurmay belgelerinde olay şöyle geçiyordu: “İlk olay, Pah bucağı ile Kahmut bucağını birbirine bağlayan Harçik deresi üzerindeki tahta köprünün 20/21 Mart 1937 gecesi Demenan ve Haydaranlılar tarafından yıkılması ve köprü ile Kahmut arasındaki telefon hattının tahrip edilmesiyle başladı.”
Mayıs ayında Dersim ahalisinin üstüne uçaklardan bir bildiri dağıtıldı. Bildiriler Genelkurmay yayınına göre “Türkçe, Osmanlıca harflerle, mahalli lisanda” yazılmıştı: “Sizi ayaklandırmaya çalışan zavallıları Cumhuriyet hükümetine teslim ediniz veyahut onlar kendileri teslim olmalılar. Bu takdirde cümleniz masum kalacaksınız. Teslim edilenler veya kendiliğinden teslim olanlar dahi Cumhuriyetin adil muamelesinden başka hiçbir şey görmeyeceklerdir. Aksi takdirde, yani dediklerimizi yapmazsanız, her tarafınızı sarmış bulunuyoruz. Cumhuriyetin kahredici orduları tarafından mahvedileceksiniz.”
1937 yılında Devlet aşiretlerden silahlarını hükümete teslim etmesini talep etti. Bahar ayı boyunca dağ taş silah aranarak toplanmaya başlanmıştı. Askerler ise bir baskından endişe ediyordu. Nitekim Genelkurmay’a göre “Hemen hemen her gün eşkıyanın şu veya bu karakola baskın yapacağı haberleri alınıyordu. Birkaç kez Elazığ’da bulunan uçak bölüğünce; eşkıyanın toplandığı yerler, özellikle bu ayaklanmayı görünürde perde arkasından yönettiği bilinen Seyit Rıza’nın evi ve civarı havadan bombalandı. “
Nihayet 26 Nisan 1937 tarihinde “Sin bucağının Hozat’la irtibatının dağ yolu ile yapılmasını sağlamak maksadı ile açılan ve mevcudu 36 sabit jandarmadan ibaret olan Askisor karakolu saat 20.00’den itibaren 100 kadar eşkıya tarafından kuşatıldı. Alınan diğer haberlerden de anlaşıldığına göre; bu gece eşkıyanın gruplar halinde Sin ve Kahmut bölgelerine baskın yapmaları bekleniyordu. Bir gün önce Uzuntarla bölgesinde toplandığı haber alınan eşkıya 26/27 Nisan gecesi saat 23.00’te 80 kişilik bir kuvvetle Harçik suyunun doğusunda ve Pah kuzeyinde bulunan 9’uncu Seyyar Jandarma Taburu Süvari Bölüğü’ne taarruza başladı ve sabaha kadar eşkıya ile bölük arasında çok yakın mesafede ve çok şiddetli müsademe devam etti. Bölük bu saldırıyı ancak iki mangası ile karşılayabilmişti.”
Bu noktadan sonra devlet tüm gücüyle bölgeye girdi. Artık “tenkil” yani yok etme harekatından bahsediliyordu. Aynı tarihlerde Seyit Rıza da yardım için İngiliz Dış İşleri Bakanlığı’na başvuruyordu. “Dersim Generali” olarak Seyit Rıza’nın imzaladığı ve 1987 yılında ortaya çıkan mektupta Seyit Rıza yardım istese de bu yardımı bulamayacak ve mektubuna cevap tutuklandıktan sonra gelecekti.
10 Eylül 1937 tarihinde Başbakan İnönü Birinci Dersim Harekatı’nın bilançosunu şöyle açıkladı: “Şimdi size, Tunceli’ndeki vaziyetin bugünkü halini arz etmek isterim. Cumhuriyet’in imar ve ıslah programına muhalefet eden, nüfusları az olmakla beraber, altı aşirettir. Bugün bu altı aşiretin ne kadar adamı varsa, bunlar reisleriyle beraber faaliyet imkânından tamamen mahrum bırakılmıştır. (…) Buna göre 1 subay 28 er ve bir bekçi şehit 4 subay 46 er ve bir bekçi de yaralıdır. İsyana iştirak eden zavallılardan zayiat ise 265 maktul ve 20 yaralıdır. 27 kişi yakalanmış ve 849 kişi de teslim olmuştur. Bilerek bilmeyerek muhalefet yoluna sapıp kanın şiddetli tedibatına maruz kalmış olarak hayatlarını kaybedenler hakkında da Büyük Millet Meclisinin teessürlerini ve bunun diğer vatandaşlara ibret olmasını temennileri ifade ediyorum.”
17 Kasım tarihinde Mustafa Kemal Atatürk bölgeye giderek bir köprü açılışı yaptı. 15 -18 Kasım tarihleri arasında Seyit Rıza ve 6 kişi idam edildi. Mahkeme 75 yaşındaki Seyit Rıza’yı idam edebilmek için yaşını küçültmüş, 17 yaşındaki oğlunu idam edebilmek içinse yaşını büyütmüştü.
Esas harekat ise Seyit Rıza ve diğerlerinin idamından sonra, İnönü’nün görevden alınması ve Bayar’ın göreve başlamasından sonra gerçekleşmiştir.
Birinci harekat ile belli bir mesafe kat edilmiş ancak sorun çözülmemişti. Olaylar durulmadı ve 1938’de Kureyşan Kürt aşireti intikam için diğer Kürt aşiretlerini silahlanmaya davet etti ve ikinci Kürt isyanı başladı. Bunun üzerine başlatılan ikinci askeri harekât (İkinci Tunceli Harekatı, Üçüncü Tunceli Harekatı ve Temizleme Harekatı) ile Eylül 1938’de ayaklanma tamamen bastırıldı.
Harekatlar kapsamında 13 bin sivil ölmüş, 110 asker hayatını kaybetmiş, yaklaşık 12 bin kişi sürgüne tabi tutulmuştur. Direniş amacıyla kırsal alanda kalanların münferit ayaklanmaları ise 1948 yılına kadar sürmüştür.
İsyanın Sonuçları
Askerî harekât, 1938 yılının sonuna doğru tamamlanmıştır. Harekâta katılan yöre halkının bir kısmı (Tahminen 100.000 kişi) başka illere gönderildi. Ayaklanmaya katılan aşiret mensupları, Kayseri’nin Sarız, ilçesi ve Erzurum, Yozgat, Muş gibi çeşitli illere gönderilmiştir.
Sonuç; Dersim bir katliam değil isyandır, terörle mücadele- isyana müdahale – devlet otoritesini sağlamlaştırmak adına alınmış kamusal ve askeri tedbirdir.