Ben Her Şeyden Önce Öğretmenim anekdotu

Ben Her Şeyden Önce Öğretmenim anekdotu

Ulu önder bir akşam, sofrasında sık sık misafir ettiği Behçet Kemal’e dönerek:

-“‘Sen çabuk şiir yazarsın, şu içerideki odaya çekil, bende hangi nitelikleri görüyorsan hepsini anlatan bir şiir yaz, emrini verdi.’ Behçet, hemen içeri odaya geçti; aradan yarım saat geçti geçmedi bir büyük manzume ile döndü. Atatürk: ‘Oku bakalım’ dedi. Behçet, mısralarını ses değerini vurgulayarak, o canlı ve sevimli okuyuşu ile manzumeyi söylemeye başladı. Bunda Atatürk’ün yiğitliği, zaferleri, devrimleri bir bir dile geliyordu. Fakat her zaman Behçet’e bol bol iltifat eden Atatürk, durakladı, yüzünde bir gölge dolaştığını hissettim:

-‘Behçet olmamış’ dedi. Benim asıl bir niteliğim var ki onu hiç yazmamışsın. Hepimiz şaşırmıştık. Bu yazılmayan niteliği ne olabilirdi? Atatürk, bizi fazla bekletmedi ve:

-‘Benim asıl niteliğim, dedi, öğretmenliğimdir. Ben milletimin öğretmeniyim, bunu yazmamışsın.’

Bir öğretmen olarak ve öğretmenin misyonuna inanmış birisi olarak heyecandan ve gururdan ağlayasım geldi. İmkan olsaydı ellerine kapanmak isterdim. Öğretmene böyle bir yüce saygıyı en yüce bir ağızdan işitiyordum. Gerçek de bu idi. 19 Mayıs’ta Samsun’a ayak bastığı zaman yapayalnız bir adamdı. Yapmak isteyip de gizlemek zorunda olduğu şeyleri düşündükçe bu yalnızlık heybetleşiyor, millet elbette ki her zamanki gibi mert ve fedakâr bir milletti. Fakat onu kandıranlar bu ‘gök gözlü Paşa’nın İslâmiyet’e ihanet edeceğini söyleyen cahillerin ve ajanların etkisi altında idi. Tek tük fertler dışında gerçek bir aydın tabakası da mevcut değildi.

Bu ‘gök gözlü Paşa’ yalnız hilâfet ve saltanatı kaldırmakla kalmayacak, dini yüzyıllardan beri içerisine düştüğü politika çamurundan çıkaracak, müspet bilimleri hayata egemen kılacaktı. Lâik bir devlet kuracaktı. O günlerde memleketin yarısı yabancı işgali altında idi. Daha kötüsü ümitler sönmüştü ve çoğu insanlarımız bir büyük devletin himayesini aramakta idi. Böyle bir günde o, ‘Ya istiklâl, ya ölüm’ dedi. Bu korkunç engelleri aşmak ve milletine yepyeni bir kimlik kazandırmak için sonsuz sabırda bir öğretmen olması gerekirdi. Neyi başarmışsa hep bu öğretmenliği sayesinde başarmıştı.” (1937)1

1 Sadi Irmak, Atatürk’ten Anılar, O Günlerden Bu Günlere Bir Bakış, Ankara, 1978, s. 26–27.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir