BALMAHMUT SIRTLARININ MUTLU BEKÇİSİ MEHMET ZİYA

BALMAHMUT SIRTLARININ MUTLU BEKÇİSİ MEHMET ZİYA

Selçuklu ellerin ustaca diktiği boz burçların, asırlar boyu güneşten yanan dudaklarını Çoruh’un koyu maviliklerine uzattığı tarihlerin birinde, sarmaşıkların kucakladığı şirin bir yuvada bir şey bilmeden uyuyan yavru, bugün 25 yaşında…

Doğmuş, büyümüş, okumuş ve asteğmen olarak Birinci Dünya Savaşı’nın ikinci yarısında Kafkaslar’da 3 ncü Depo Alayında, gece gündüz demeden, savaş bilgisi verdiği kardeşlerini, sınır boylarında dövüşen birliklerin boşalan saflarına göndermişti.

Dört yıl boyunca üç kıtada boğuşan kahramanlar, silahlarını bırakmış, yorgun, köylerine dönüyorlar.

Bayburtlu Hüseyin oğlu Mehmet Ziya da terhis olmuş, memleketine dönmüştü. Haksız bir yenilginin acılarını dindirmeye çalışırken yurdunun yoktan bahanelerle yer yer işgal edilmesi, hele İzmir, Aydın ve Bergama’da sebepsiz dökülen kanlar, kalbinde yeniden derin yaralar açmıştı. Yanıyordu Batı Anadolu, benliği yanıyordu…

Vatanının kurtuluşu için beklemeye tahammülü kalmayan Asteğmen Ziya, Bayburt’tan Akhisar Millî Kuvvetlerine katıldı.

İlk defa 22 Haziran 1920 tarihinde Belen köyü civarında emrindeki 30 kadar millî kuvvetle bir Yunan taburu ile boğuştu. Düzenli, silahlı ve sayıca çok üstün olan bu kuvvetlere saatlerce adım attırmadı.

Ölümü küçük gören şehitlerinin cesetleri arasından Yunanlara saldırdı. Hatlarını yardı. Kendisi de yaralı olarak müfrezesine katılmayı başardı.

İzmir’den Aydın’a atlayan yangın, alevden kollarını yurt içine uzattıkça, zaten harap olan yoksul köyler, birbiri ardına yanmaya başlamıştı.

Yarası iyileştikten sonra 189 ncu Alay 3 ncü Bölük Takım Komutanlığına atanan Mehmet Ziya, alay emir subaylığı görevi yapıyordu. Bu sıralarda Yunanlar, Kütahya-Eskişehir yönünde büyük kuvvetlerle taarruza geçmişti. Kütahya’nın batısı Taşlıtepe bölgesinde, kanlı çarpışmalar oluyordu. Aralıksız olarak yapılan bu saldırılara karşı azalan kuvvetiyle direnemeyen 1 nci Tabur, çekilmeye başlamıştı ki Asteğmen Ziya bir fişek gibi yerinden fırlamış, kurşun yağmuru altında bölüğünün safları arasına karışmış ve gürleyen sesiyle bölüğünü Taşlıtepe’ye doğru çevirebilmiş, bu hareketiyle de taburunun hatta alayının bozgununu önlemişti.

Günler geçiyor, kuzeyde İnönü’ye saldırmaya başlayan Yunanlar, diğer taraftan da Afyon’a doğru ilerliyor; İnegöl, Eskişehir, Bozöyük, Pazarcık ve Bilecik ardı ardına Yunan eline düşüyordu.

Birkaç fişek kundağı, yamalı eski bir tüfek, bazen paslı bir kürek, bazen de bunların yerine, kuru; fakat çelikleşmiş bileğiyle çarpışan yanık yüzlü Türk savaşçıları, ter yerine kanla suluyorlar topraklarını…

Afyon’un etrafındaki çarpışmalar kızışmıştı. (27 Mart 1921) Bu tatlı bahar gününde sanki cehennem gibi yanıyordu. Balmahmut sırtları. 189 ncu Alay da bu bölgede. Asteğmen Mehmet Ziya, bölüğü ile Yunan kurşunlarıyla eğlenircesine sağa, sola koşuyor ve cephanesi tükenmek üzere olan Mehmetlerine “Artık hücum zamanı geldi. İşaretimle saldıracağız Yunan’a…” diye haykırıyordu.

Bu sırada kalpleri parçalayan bir ses duyuldu saflardan. Komutan vuruldu.

Asteğmen Mehmet Ziya, aldığı derin yara ile dizleri üstünde bükülerek yere serilmiş ve o anda şehit olmuştu.

Bir kahraman daha yok olmuştu, yiğitler meydanından… Bir yıldız daha sönmüştü, göklerin mavi derinliklerinde…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir