Atatürk’ün kütüphanecisi Nuri Ulusu

Atatürk’ün kütüphanecisi Nuri Ulusu

Nuri Ulusu’nun hatıralarından;

“Atatürk’ün kütüphanesi, Çankaya’da eski köşkünün içinde, köşe bir odadaydı. Bir kısmı camlı, bir kısmı da kapalı dolaplarla kaplıydı. Her konuda, yani Askeri, tarihi, edebi, hukuk kitapları, ama en çok tarihi kitap bulunurdu.

Benim çalışmaya başladığımın ikinci yıllarıydı, tahminen 1929 gibi, Fransızca kitaplara çok merak salmıştı. Fransa’dan özel olarak getirilen bu kitapların hemen hemen çoğu tarihle ilgili kitaplardı. Bu kitaplar öylesine çok geliyordu ki adeta kütüphanede yer kalmamaya başlamıştı. Bir gün içeri girdi ve benim kitaplara yer bulmam için yaptığım adeta boğuşmayı görünce “Nuri, oğlum ne bu telaş, kitaplar içinde kaybolmuşsun” deyince ben de “Paşam koyacak yer zor buluyorum, siz istediğiniz zaman zorlanmaktan korktuğum için tasnif için çalışıyorum ama zor oluyor. Acaba ilave bir kitaplık yapılması mümkün olur mu?” deyince şöyle bir durdu, düşündü, sonra “Sen şimdi kahvemi söyle de bir düşünelim” dedi. Hemen kahvesini söyledim kaldığı yerden kitabını okumaya başladı, kahvesini içti, okudu, okudu.

Akşama doğru yerinden kalktı ve bana doğru, “Nuri, oğlum sen doğru düşündün, şu bitişik kule odasına ilave bir kütüphane yapalım, sen de şöyle rahat rahat çalış bakalım” deyince, sevinçten adeta uçacaktım. “Sağ olun Paşam, hakikaten çok faydalı olacak” demem üzerine, “Ama burası gibi içimi sıkıcı koyu renklerde olmasın, açık zevkli ve geniş çalışma alanlı olsun, rahatça kitabımı hatta haritalarımı açabileyim. Hemen gerekli talimatımı ilet başlasınlar, sen de her gün başlarında ol, yanlış bir şey yapmasınlar, tamam mı? ‘Hadi yallah’ diye talimatını verdi.

Kütüphaneden koşarcasına çıktım, sofra şefimiz İbrahim’e ilk müjdeyi verdim. O da çok memnun oldu ‘Aferin be Nuri, iyi iş becerdin’ diye tebrik etti. Hemen gerekli çalışmalar başladı. Mimarlar gerekli çizimleri yaptılar, ben de Atamın istediği özellikleri tek tek not ettirdim. Sonunda güzel bir dekorasyon planını kendisine sundular. Koyu renk istemediği için ahşaplar meşe ağacından siyah ve beyaz boyamalı kaplamalı olarak tensip olmuştu. Atatürk renkleri de kendi seçmişti. Ferah olmasını istedi. Ayrıca bazı zamanlar haritaları açarak uzun uzun harita üzerinde çalışmalarda yaptığı için bir de masa yaptırmıştı.

Bu yeni kütüphane ve çalışma ortamı Paşamı ve beni de rahatlatmıştı. Bu yeni bölüme yeni kitaplarımızı taşımıştık. Eskileri eski kütüphanede bıraktık.

Bilahare yeni Pembe Köşk yapılırken Atatürk yine kütüphanemiz ve çalışma mekânı için mimarlara özel talimatlar vererek çok üzerinde durmuştu. Çünkü zamanının çoğu kütüphanede çalışmakla geçerdi. Bu sebeple benim de ısrarım ile yeni Pembe Köşk’ün kütüphanesi bayağı güzel ve kullanışlı oldu. Tavana kadar raflar, dolaplar ve yan bölümde kalın kadife perdeyle ayrılan özel ayrı bir çalışma bölümü yapılmıştı.

Bu son durumdan sonra kütüphanemiz çok rahatladı. Kitapları yerli yerince gayet rahatlıkla yerleştirdim. Sıkıntımız şimdilik bitmişti, ilerde ne olur, bilemezdik. Çünkü o kadar çok kitap ısmarlar ve o kadar çok hediye kitap gelirdi ki; ama maalesef ömrü vefa etmedi.

Atatürk’ün kitap okuma zevki ve kitap tutkusunun ta çocukluk yıllarında başladığını herkes bilmektedir. Atatürk yalnız tarih, askeri ve bilimle ilgili kitapları değil, gençliğinden itibaren zaman zaman roman okumaya da çok meraklı olduğunu biliyoruz. Bilhassa Reşat Nuri Güntekin’in Çalıkuşu ile Aka Gündüz’ün Dikmen Kızı romanlarını çok severek okuduğunu bizzat kendisinden duymuştum. Hatta bana da bunları okuyup okumadığımı sormuştu; okuduğumu söyleyince de kendisinden bir aferin almıştım.

Okuduğu kitaplar arasında tarih kitapları daima çoğunluğu teşkil etmişti. Türk ve İslam tarihi üzerinde çok durmuş ve bu husus da çok detaylı çalışmalar yapmıştı. Bunun yanında hukuk, ekonomi, sosyoloji dalında da çok kitap okumuştur. Bu çalışmaları yaparken masasında daima lügatlerini bulundururdu. Not almayı da çok sever ve hep yapardı. Renkli ve kurşun kalemlerini hazırlar ve çalışma masasının üzerinde, lügatlerinin, masa saatinin, sigara kutusu ve kül tablasının yanında muntazaman hep bulundururdum.

Atatürk’ün çalışma ve okuma yeri yalnız kütüphanesi ve çalışma odası değildi, o meşhur akşam sofraları da adeta bir çalışma yerimizdi. O meşhur dönerli kara tahtamız, çeşitli lügatler, ansiklopediler, dergi ve broşürler, o günlerde okuduğu kitaplar yemek salonunda benim özel ayırdığım bir bölümde dururdu. Gerekli olduğu zamanda hemen gözü ile işaretini verir, ben de derhal istediği şeyi önüne koyuverirdim. İşte zaten bu sebeple her yemeğinde, sofrasında, seyahatlerinde, toplantılarında vs. beni yanından hiç eksik etmezdi.

Masa ve çalışma düzenine çok dikkat ederdi, çok titizdi, ama ben de aynı dikkat ve titizlikte olduğum için Allah’a çok şükür hiç aksatmadan, hiç onu kızdırmadan ölene kadar hizmetim aksaksız olarak sürdü. Bu çalışmalarımız bahsettiğim gibi akşamları sofrada da sürerdi. Kitaplar, kâğıtlar, kara tahta, not defterleri, kalemler sofranın değişmez aksesuarlarıydı. Netice itibariyle Atatürk kitap sevgisiyle dolu dolu yaşadı ve öldü.

Atatürk okumayı o kadar çok severdi ki, kültür sahibi olmak onun için çok önemliydi. Kütüphanemiz çok zengin bir kitap kaynağına sahipti.

Hatta hiç unutmam bir sabah Genel Sekreter Hasan Rıza Bey Ankara’ya bir seyahatten dönmüşler ve sabah sabah doğru köşke gelmişlerdi. İlk önce bana rastlamıştı, ilk işi Atatürk’ü sormak olmuştu. “Nuri Atatürk nerede, nasıllar?” Ben de “İki gün iki gecedir devamlı okuyor, hemen hemen pek de bir şey yemedi, yalnız bir banyo yaptı ve de koltuğunda birkaç dakika kestirdi o kadar” dedim. “Git bir bak, müsaitse odasına girmek istiyorum” deyince hemen odasına çıktım. Kapısını vurdum, “Gir” komutuyla yanına girdim, üzerinde beyaz keten gecelik elbisesiyle bağdaş kurmuş vaziyette kitabını okuyordu. “Ne var?” diye sorunca “Hasan Rıza Bey yanınıza gelmek istiyorlar, sizi merak etmiş” deyince “Allah Allah, kitap okumakta mı yok? Ne varmış merak edecek, çağırın gelsin tabii” deyince hemen gidip Hasan Rıza Bey’e haber verdim ve o da yanına odasına gitti.

Biraz sonra beni tekrar çağırdı, çok kitap okuduğu zaman gözleri kızarır ve de yaşarırdı. Onun da çaresini bulmuştuk. İnce ince tülbentler hazırlar ve gözleri yaşarınca verirdim, o da o tülbentle gözlerini siler, kurutur ve rahatlardı. Yine gözleri kızarıp yaşlandığını gören Hasan Rıza Bey’in telaşlandığını görünce beni çağırtmış, girer girmez “Nuri, nerede benim tülbentlerim” der demez tertemiz bezleri içerisinde sakladığım tülbent parçalarını tek tek ayırıp hemen götürüp kendisine verdim ve “gördün mü, Nuri hemşire gibi çareyi hemen buluverdi. Böyle iyi oluyor” demesi üzerine Hikmet Bey “Paşam iyi hoş da kendinizi bu kadar yormasanız iyi olmaz mı?” cevabına elindeki kitabı göstererek “Öyle enteresan ki bitirmeden galiba bırakamayacağım” demişti.

Atatürk, okuduğu kitapların çoğunu yurt dışındaki yayıncı firmalardan ve kitapçılardan getirmişti. Aldığı hediyeler arasında nice değerlileri gelmesine rağmen, kitap, hele hele çok sevdiği veya okumadığı bir kitap geldiği zaman çok memnun olur ve getirenlere özellikle iltifat ederdi.

Hatta hatırladığım kadar 1932 veya 1933 yılının yılbaşı gecesi, Milli Eğitim Bakanı o sıra yeni basılan üç ya da dört tane kitabı Atatürk’e yılbaşı hediyesi olarak getirmiş, vermişti. Çok mütehassıs olmuş ve Bakan’a teşekkür edip “Keşke diğerleri de böyle hediyeler getirseler” diyerek, diğer bakanlarına da imada bulunmuştu. Sonra da beni çağırtarak “Nuri oğlum bunları al kütüphaneye götür, ama masamda dursun okuyacağım” diye de emrini vermişti.

Tahmini beş bin kadar kitaptan büyük bir çoğunluğunu kesin okumuştur.

Kitap okurken altını muhakkak kırmızı kalemle çizerek önemli hususları belirtirdi. Önemli olmayan yerleri ise ya mavi ya da kurşun kalemle çizerdi. Ama müthiş bir hızlı okuma tekniğine sahipti. Normal kalınlıkta bir kitabı başkası iki günde okur bitirirse o bir gecede bitiriverirdi. Bazen de sadece o kitabın kendisini ilgilendiren bölümlerini ayırıp okur geçerdi, ama ilgilendiği onu meraklandıran kitabı eline geçirdi mi kesinlikle bitirmeden sabaha kadar uyumazdı.

Okuduğu kitapların ve de kütüphanedeki kitapların bakımına çok özen gösterirdim, bu da onun çok hoşuna giderdi. Okuyup, yarım bırakıp, ertesi gün okuyacağı kitabın yarım kalan sayfasını, herkesin yaptığı gibi kesinlikle kıvırmazdı. O görev benimdi. Bıraktığı yerden ben işaretlerdim. Ertesi gün, gelip istediği zaman kitabı çıkarır, sayfasını açar ve önüne koyuverirdim. Şöyle alttan bir bakardı. Hoşuna giderdi. Kütüphanemizdeki kitapları arkadaşları ve ya başkası da okurken, kibarca sayfalarını kıvırmamaları için ben bizzat ikaz ederdim. Çünkü bu sayfa kıvırmaya çok kızardı.

Son okuduğu kitabı, son bıraktığı yerden hep saklar ve an hazır beklerdim. Nerede, ne zaman kitabını isteyeceği belli olmazdı. Kitap onun her şeyiydi. Yalnız kütüphanede değil, yemekte, ziyafet sofrasında, trende, arabada, deniz kenarında, odasında istirahatta, uyumadan önce yatak odasında her zaman müsait olduğunda devamlı okur, okurdu. Tabii ben de her zaman hazır ve nazır yanında… O zamanki arkadaşlarımla, onu kaybettikten sonraki şimdiki dostlarını hep sorarlardı “Yahu Nuri Bey, ne stresli ne dertli bir iş, yorulmuyor muydun?” Yorulmak, stres ne demekti. Ata’nın yanında stres mi olurdu; yorulmaksa lügatimizde hiç yoktu. O bize hep moral, güç verirdi. Kızdığı, sinirlendiği zamanlarda dahi ona hep sevgiyle bakardık. Zira ona her şey çok ama pek çok yakışırdı

Her İstanbul seyahatine hatta bazı diğer seyahatlere de giderken, yanımıza mutlaka kitaplarını aldırırdı, ama İstanbul’a gidiş başkaydı. İstanbul’a her gidişte çok fazla kitap alırdık. Şimdi bu arada çok önemli bir özelliğini de anlatmak istiyorum.

İlk İstanbul seyahatine giderken istediği kitaplar o kadar fazlaydı ki, karton kutular buldurup kütüphaneye getirtmiştim, tam içine kitapları doldurmak üzereyken Atatürk kütüphaneye geldi ve ne yaptığımı sordu, “İstediğiniz kitapları karton kutular aldırdım, onların içine koydurup özel trene naklettireceğim” deyince “Dur biraz bekle” dedi. Kitap adedine şöyle bir baktıktan sonra kütüphaneden çıktı, odasına gitti. Biraz sonra, bir baktım iki tane cephane sandığını, muhafız alayı erleri getirip kütüphaneye koyuverdiler ve gittiler. Ne olduğunu anlamadan, bakıp dururken Atatürk içeri geldi, benim şaşkın şaşkın baktığımı görünce, “Ne o Nuri oğlum, şaşırdın değil mi? Şaşırma, şaşırma, savaşta bunlarla cephane taşıdık, sen o zamanlar çocuktun, bilemezsin, bu sandıklar benim için çok önemlidir. Şimdi o savaş bitti, yeni bir savaşımız başlıyor. O da kültür ve sanat savaşımızdır ve okumakla, kitapla olur; işte şimdi cephane taşıdığımız o sandıklara kitaplarımı koy, bu sandıklarla taşınsın, cephanenin yerini artık kitaplar alsın” dedi.

Nasıl şaşırmazdım. Bu ne biçim bir kitap sevgisi, ne ulvi bir düşünceydi. O zaten hiçbirimizin, hiç kimsenin aklına, hayaline dahi gelemeyecek fikirleri üreten bir dahiydi.

Neyse, gelen cephane sandıklarını güzelce bir temizledim, içlerine kâğıt koyup, üzerlerine de kitapları özenle yerleştirdim. Tam işimi bitirmek üzereyken Atatürk yanında yanlış hatırlamıyorsam Agop Dilaçar Bey’le kütüphaneye geldiler. Ona da izah edince, o da hayran hayran dinledi ve sonunda beraberce son sandığında kitaplarını seçerek koyduk, iki sandığı da güzelce bir kapattıktan sonra, derhal muhafız alayından erler çağırttık ve sandıkları doğru Ankara Garı’na trenimize konmak üzere yolladık gitti.” Kaynak: Mustafakemalim.com

***

Anıların kitaplaştırılması

Nuri Ulusu Atatürk’ün kütüphanecisidir. 1927-1938 e kadar Atatürk’ün yanından hiç ayrılmamıştır. Atatürk’ün öldüğü anda da yanı başındaydı. Oğlu Mustafa Kemal Ulusu, Nuri Ulusunun kendilerine anlattığı anıları yazmasını istemiştir. Ve Nuri Ulusu yatalak haline kadar yazmış o vaziyette de başlıkları oğluna yazdırmıştır. Nuri Ulusunun babası Hacı Tevfik, Bandırma Vapurunun 1.Kamarotudur.

Mustafa Kemal Ulusu, 1940 yılında Ankara’da doğmuş ve Yüksek Ticaret Lisesi’ni bitirdikten sonra uzun yıllar özel sektörde yöneticilik ve danışmanlık yapmıştır. Daha sonra 1989–2001 senelerinde sırasıyla Ulaştırma Bakan Danışmanlığı, Sanayi ve Ticaret Bakanı Danışmanlığı ve Başbakanlık Spor Danışmanlığı görevlerinde bulunmuştur. 1984–1986 tarihleri arasında Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı olmuştur. 1990 senesinde Ömür Boyu Türkiye Futbol Federasyonu Genel Kurulu üyeliğine kabul edilmiştir. Cumhuriyet, Tercüman, Takvim, Akşam, Star gibi gazetelerde spor yazarlığı, TGRT’de kendi adına bir futbol programı yapmış olan Mustafa Kemal Ulusu, halen İstanbul’da yaşamaktadır.

***

1972’de Nuri Bey, doğum gününde oğluna Atatürk’ün kendisine verdiği KA armalı resmi hediye eder. Bunun üzerine Atatürk’le geçirdiği yılların bahsi açılır ve oğlu Mustafa Kemal babasını anılarını yazması için ikna eder. Bundan sonra Nuri Bey gün gün, her ayrıntıya değinerek anılarını oğluna anlatır ve oğlu da anlatılanları yazıya döker. 29 Ekim 1979 yılında Nuri Ulusu vefat eder.

Babasının anılarının geçmişe ışık tuttuğun farkında olan Mustafa Kemal Bey, Ekim 2008’de uygun bir fırsat yakalayarak babasının anılarının yayınlanmasını sağlar.

Kitabın kısa özeti;

Kitap başlıca şu bölümlerden oluşmaktadır: “Önsöz”, “Mustafa Kemal Paşa’yla Tanışmam ve Maiyetine Girişim”, “Atatürk ve Türk Müziği”, “Atatürk’ün Sofra Kültürü”, “Atatürk’ün Günlük Hayatından”, “Atatürk’ün Kütüphanesi ve Okuma Aşkı”, “Atatürk’ün Yazarlığı ve Büyük Nutuk”, “Atatürk ve Tarih”, “Türk Dili Çalışmaları”, “Atatürk’le Seyahatlerimiz ve Gezilerimiz”, “Atatürk ve Çevresindeki İnsanlar”, “Atatürk, Krallar ve Sefirler”, “Atatürk’ün Askeri Tatbikatları ve Ege Manevraları”, “Atatürk’ün İnancı ve Dini Düşünceleri”, “Devrimler, Serbest Fırka ve Cumhuriyet Bayramları”, “Atatürk ve Spor”, “Atatürk’ün Kişisel Özellikleri, Zevkleri ve Giyim Kuşamı”, “Atatürk’ün Son Günleri ve Savarona Yatı”, “Atatürk Öldükten Sonra”, “Bitirirken” ve “Dizin”.

Eser, Nuri Ulusu’nun Atatürk’le nasıl tanıştığı ve nasıl onun emrine girdiği ile başlamaktadır. Ulusu’nun babası Hacı Tevfik, Atatürk’ü Samsun’a götüren “Bandırma” vapurunda görevli bir denizcidir. Bu sefer öncesi Atatürk’le tanışan Ulusu, 1927 yılında askerlik görevi için gittiği Ankara’da, Atatürk’ün kütüphanecisi olarak göreve başlar ve Onun ölümüne kadar bu görevi sürdürür. Eserde ortaya konulan anılar bu zaman aralığını kapsamaktadır.

Atatürk’ün hangi ses sanatçılarını ve ne tür müzikleri dinlediğine yönelik anılar, eserin ilgi çeken bölümleri arasındadır. Bundan sonra Atatürk’ün sofrasına ilişkin merak edilenlere verilen cevapların yer aldığı bölüm geliyor. Yaşadığı dönemde ortada dolaşmaya başlayan, ölümünden sonraki dönemlerde de devamlı olarak istismar edilen, ülkeyi içki masasından yönetiyor eleştirilerine Atatürk’ün verdiği cevap çok ilgi çekicidir: “Bu masada ben, memleket ve milletimin nabzını tutarım. Ülkemin, milletimin yükselmesi, refaha kavuşması için çareler ararım. Sonra daha önemli sebebi şudur. Bütün ihtilal ve inkılâplar hep geceleri olur. Binaenaleyh ben gece oturur, uyumam. Başvekilim istirahat etsin, uyusun ve sabah da dinç ve zinde olarak vazifesi başında bulunsun. Ben de onlardan sonra yatar ve uyurum.”

Atatürk’ün kütüphanesinde en çok tarih kitaplarının bulunduğu, özellikle Türk ve İslam tarihine yönelik yoğun ilgi gösterdiğini anlamaktayız. Ulusu, Atatürk’ün hep itiraf ettiği bir gerçeği bizi aktarıyor; “Bu engin bilgi ve görüşlerimi, tarih bilgime borçluyum. Tarihi bu denli okumasaydım, bilmeseydim, ülkemizi bekleyen tehlikeleri önceden görebilir miydim?”

Atatürk’ün kitap okumayı çok sevdiği, kitaplara çok değer verdiği gibi her zaman duyduğumuz ifadeleri, eserin içerisinde buluyoruz. Nuri Ulusu, ilk İstanbul seyahatine giderken, kendisinin kitaplarını karton kutulara dizmeye çalıştığını, bu esnada Atatürk’ün gelerek, duruma müdahale ettiğini, kısa bir süreliğine yanından ayrıldıktan sonra cephane sandıklarıyla Atatürk’ün geri geldiğini ifade ediyor. Şaşkınlık içersinde kalan Ulusu, Atatürk’ün kendisine söylediği şu sözleri naklediyor; “Savaşta bunlarla cephane taşıdık… Bu sandıklar benim için çok önemlidir. Şimdi o savaş bitti, yeni bir savaşımız başlıyor. O da kültür ve sanat savaşımızdır ve okumakla, kitapla olur… Cephanenin yerini kitaplar alsın.”

Sonraki bölümlerde Nutuk, yeni harfler, dil ve tarih, Türkçeleştirme çalışmalarından bahsediliyor. Bu süreçte bizzat Atatürk’ün yanında çalışan, ona yardımcı olan biri olarak, Ulusu önemli bir anısını bize aktarıyor; “Atatürk’ün Arapça kökenli kelimelere karşı müthiş alerjisi vardı… O kadar ki, kendi adı Kemal’i bile Arapça kökenli olduğu için değiştirmeyi düşünmüştü. Bu mevzuda kütüphanede bayağı kafa yorduğuna bizzat şahit olmuşumdur. ‘Kemal mi? Kamal mı?’ diye kendi kendine konuşur, sorardı. Hatta bir ara Kamal adını kullanarak kendine az miktarda kart dahi bastırmış, ama pek kullanmamıştı. Bilahare 1934’deki yasayla aldığı Atatürk soyadının başına sadece K. harfini koyarak K. Atatürk olarak imzalarını atarak bu probleme de çare bulmuştu.”

Ulusu, Atatürk’ün kütüphanecisi olarak birlikte olduğu dönemde, onunla bütün yurt gezilerine katılmıştır. Her yurt gezisinde kitapların yanlarından eksik olmadığını belirtmiştir. Bu gezilerde halkla hep iç içe olan Atatürk’ü görmekteyiz. Eserde, bir diğer dikkat çekici konu başlığı Atatürk ve çevresindeki insanlardır. Bu bölümde Celal Bayar’dan başlayarak, Refik Saydam, Fevzi Çakmak, Afet İnan ve diğer başka kişilerle olan ilişkilere tanıklık ediyoruz. Burada yaşanmış bazı olumsuz olaylar sonucu, duyguların ağır bastığını, Ulusu’nun İsmet İnönü’ye karşı olumsuz duygular beslediğini görüyoruz. Bu olumsuz duygular ifadelere de yansımış şu şekilde dile getirilmiştir; “Atatürk… Hisleriyle değil hep mantığı ile karar verirdi. İnönü’yü sevmediğini bilenlerdenim. Hiç haz etmezdi. İnönü’nün onu kıskandığı bilinirdi…”

Bir diğer konu başlığı Atatürk’ün kişisel özellikleri, zevkleri ve giyim kuşamıdır. Atatürk’ün etrafındaki insanlara “cucuk” diye hitap etmesi, her sabah uyandığında güne şekerli kahve ile başlaması, kullandığı kolonya, kendi şahsına özel olarak Tekel tarafından üretilen ve üzerinde G.M.K ya da K.A özel markalı, ucu yaldızlı sigara içmesi, yaz ve kış soğuk su içmesi, Dimitrikopolo markalı rakıya olan düşkünlüğü, Fevzi Çakmak’ın yanında rakı içmemesi gibi Atatürk’e dair değişik bilgiler veriliyor.

Bunların dışında, Atatürk’ün günlük hayatı, yurt dışından gelen misafirleri, askeri tatbikat ve ege manevraları, inancı ve dini düşünceleri, gerçekleştirdiği devrimler, Serbest Fırka olayı, Cumhuriyet bayramları, spor tutkusu, son günleri, Savarona hatırası ve ölümüne ilişkin daha nice bilgi ve anılar, bu eserde okuyucuya sunulmuştur.

Atatürk’ü ne kadar tanıyoruz? Onun okuma tutkusunu, yazarlığını, insanî yönlerini ne kadar biliyoruz? Bu eserde ortaya konulan anılar, bize bir nebze olsun bu eksikliğimizi gidermeye yardımcı olacak cinsten. Yazarın da ifade ettiği gibi bu eser, Atatürk’ün on iki yıl boyunca yanı başında bulunmuş olan bir kişinin ifadelerinden, onun sofrasına, esprilerine, gezilerine, dostluklarına, kırgınlıklarına, rüyalarına, ideallerine, yalnızlığına ve pek çok konuya birincil elden tanıklık ediyor.

Sonuç olarak eserde, Atatürk’e ilişkin anılar çeşitli konu başlıkları altında verilmiş, bilinmeyen yönleri ortaya konulmuştur. Anıların sahibi Nuri Ulusu, çok içten ve duygulu bir anlatım kullanmış, Atatürk’e olan bağlılığını ve tutkusunu anılarına yansıtmıştır. Kitabın içerisinde öyle hoş, öyle muazzam anılar var ki, zaman zaman kendinizi anlatılan sahnenin içerisinde buluyor ve o inanılmaz anlara şahitlik ediyorsunuz. Bazen göğsünüz gururla doluyor, bazen ağlıyor, bazen de gülüyorsunuz. Bunun sonucu olarak, eser içersinde Atatürk’ü yücelten ifadeler sık sık tekrarlanmıştır. Bu durumun Atatürk’ün, yanında ve yakınında bulunan insanlar üzerinde yaratmış olduğu etkiyi göstermesi açısından hoş karşılanmalıdır, fakat çok sık yapılan bu tekrarlar, eser içerisindeki bazı yerlerde akıcılığı bozmuştur. (Kaynak:Aytunç Ülker)

***

NOT: “Atatürk’ ün Kütüphanecisi” Nuri Ulusu, eski Futbol Federasyonu Başkanı Mustafa Kemal Ulusu’nun babasıdır. Kemal Ulusu, babasının anılarını “Atatürk’ün Yanı Başında… Çankaya Köşkü Kütüphanecisi Nuri Ulusu’nun Hatıraları” adıyla (Doğan Kitap) kitaplaştırmıştır. 253 sayfalık kitapta, Nuri Ulusu, “Atatürk’ün kütüphanecisi” olarak anılmak istiyor ancak Atatürk’ün hayatındaki yeri bu sıfatın içerdiği anlamın çok ötesinde… 1926’dan Ata’nın ölümüne kadar 12 yıl boyunca en sevdiği yardımcılarından biri olmuş, bütün yurt gezilerine katılmış bir kişi… Atatürk’ün özel yaşamında bilinmeyen ilginç yönlerini anlatıyor.

NOT: Nuri Ulusu “Oğluma, şerefli bir devlet memuru olarak maddi şeyler bırakamadım ama Atatürk’le anılarımı bırakıyorum. O bu anıları kitap haline getirecek ve Türk milletine sunacak” dedikten sonra hayata veda etti. Mustafa Kemal Ulusu, babasının bu vasiyetini yerine getirdi. “Atatürk’ün Yanı Başında” kitabı bizlere Atatürk’ün ardındaki insanı anlatıyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir