Atatürkçülüğün dini yönden analizi
İslam dini, ahiret yaşamı dahil kıyamete dek ve kıyamet sonrası tüm yaşamların tek ve son dinidir. On dört asır evvel vahyolunmuş bu din, diğer tüm tahrif edilmiş din ve kitapları ortadan kaldıran, evrensel ve tamam olan tek Kutsal dindir, Allah’ın dinidir.
Bu din, Hz. Peygamber’in risaleti ile ve Allah korumasına alınan Kur’an ayetleri ile tesis edilmiş, insan haklarını ve hakkaniyeti esas alan, sevgi ve barışı gaye edinen, aklı ve bilimi öne çıkartan, zulmü ve cehaleti düşman edinen, şeytanı en büyük düşman gösteren, imanı cennet anahtarı olarak tanıtan ve sadece zulme karşı savaşı caiz gören bir kutsal nimettir.
Türkler çok uzun asırlar önce bu dine girmiş, adeta bayraktarlığını yaparak, bölgesel veya kavimsel İslam’ı yeryüzü dini haline getirmiş bir Millet’tir. Bu sayede İslam, sıkışıp kaldığı Ortadoğu topraklarından Asya içlerine, Avrupa içlerine dek uzanmış, oralara eşitlik, özgülük ve adalet götürerek, orada başkaca dinler ve o dinin din adamları kıskacında hayat yaşamaya mahkum edilen sayısız halklara umut olmuştur.
Nitekim Hz. Peygamberin vefatında yüzbin kadar olan İslam alemi bugün 2,5 milyar gibi bir sayıya ulaşabilmiştir. Kavramsal olarak mahiyet kan kaybı yaşasa da, sayısal olarak durum budur. Türklerin bu tabloda payı büyüktür ve bu yüzen de Türkler Allah’ın yeryüzündeki ordularıdır. Ve yine bu yüzden Türk kelimesinin sözlük anlamı “Türk ve Müslüman” şeklindedir.
Batının ve medeniyetin, kültür temaslarının, bilhassa vazgeçmez ve uslanmaz siyonizmin etkisiyle Türklük ve Müslümanlık üzerine emeller tükenmediği, zaman zaman acımasız boyuta vardığı ve öfke-kin karışımı ihanetlerle topraklar kana bulandığı için tarih sürecinde Türk vatan toprakları 250 yıl boyunca küçülmüş, din Anadolu’nun temiz ve saf halinden uzaklaşıp, Arap örfüne dayalı bir hal almıştır.
Velhasıl Kurtuluş savaşının hemen öncesindeki durum; yok olmaya yüz tutmuş bir ülke ve dindir.
Türk İstiklal Harbinin mana ve önemi de buradadır ki yok olmaya yüz tutan bu değerleri kanının son damlasına dek müdafa etmeye yemin etmiş Atatürk ve dava arkadaşlarının gayreti kurtarmıştır. Yani İstiklal harbi ve sonrasındaki inkılapların sadece beşeri hayata dair olduğunu düşünmek en büyük hatadır.
Atatürkçülük denilen şey (diğer adıyla Kemalizm) vatan toprakları üzerinde, Türk kültür ve bilinciyle, aynı bayrak ve tek ulus devlet çatısı altında, halkların ve kendisini Türk hissedenlerin kardeşliği dahilinde ve şüphesiz Atatürk dava ve felsefesinde bir arada yaşamak özlemi, bu istikamette dost ve düşmanları yeniden belirleme arzusu, Cumhuriyet ve demokrasi tabanına dayalı bir laik yaşam modelinin fikir akımıdır.
Yani savaş ve inkılap adına yaşananların tamamı Atatürkçü düşünce sisteminin ürünleridir.
Atatürkçülüğün felsefesi evvela tam bağımsızlık ve sonra ulusal egemenlik, refah ve huzur, barış, bilim, hoşgörü ile medeniyet meşalesini taşıma gayretidir. Altı ilke ile belirlenen, yedi tamamlayıcı ilke ile tarif edilen bu sistemin din ile ilişkisinin temelini ise laiklik ve laik devlet anlayışı oluşturur ki her zaman dediğimiz gibi zamanın köhne yönetim ve anlayışlarının yıkılması ancak bu ilke ile mümkün olmuş, tekrar aynı yanlışa dönülmemesi için anayasalar bu ilke istikametinde tanzim edilmiştir.
Bunda gaye dini toplumdan uzaklaştırmak yahut devleti diğer dinlere yem etmek değil, devlet işlerinde aklı ve bilimi rehber ederken, bireysel vicdanları hür bırakmaktır.
Türk İstiklal Harbi en kutsal cihattır
Daha detaya girecek olursak İstiklal Harbi (Kurtuluş Savaşı) baştan sona cihattır, cihatların en yücesidir. Çünkü Kur’an ile tarif edilen cihadın tüm tariflerine uymaktadır ve küfür ordusunun var gücüyle, işbirliği içinde yaptığı saldırılara, zulüm ve işkencelere, tecavüz ve şiddete direnmek, karşı koymak gayesiyledir. Esaret tanımamak, kötülüğü kabul etmemek, haysiyetten vazgeçmemek, can korkusuyla imandan dönmemek için verilen bu savaş en kutsal cihatlardandır ve sadece Türkiye için değil tüm mazlum milletler için bir var olma mücadelesidir.
Bu sebeple de o cihatta yer alan, gazi veya şehit olan tüm atalarımızın inşallah ahiret yurdundaki makamları da çok yüce olacaktır.
Bu savaş sayesindedir ki susturulan ezan sesleri yeniden ve hür olarak çıkabilmiş, bayrak b savaşın zaferi ile yeniden dalgalanmaya başlamış, vatan topraklarının tamamı düşman işgalinden kurtarılmış en mühimi işgalcilerin zulüm, işkence ve tecavüzleri bu zaferle bitmiştir. Anadolu’da kaçarken bile onbinlerce ev yakan bu işgal ordularının yaptığı zulüm malumdur ve Kur’an’ın tek düşmanı zulümdür. Bu nedenle de İstiklal harbi kutsaldır, cihattır.
İnkılaplar ve atılımlar
Cihadın sadece kılıçla olmayacağı malumdur. Allah yolunda, Allah emirleri ve sınırları dahilinde, yeryüzünde huzur ve barışı tesis etmeye yönelik her türlü gayret cihattır ki inkılaplar günlük yaşamlardan devlet yönetimine, dinin toplumdaki yerinden uluslararası diplomasiye kadar her alanda akıl ve bilimi esas alırken aynı zamanda Kur’an’ın “aklı işletmek” emrine de uygun hareket etmektedir. Çünkü bu emrin içerisinde hurafelerden sıyrılmaktan bilime ve alime değer vermeye kadar her şey vardır ve medeni yaşamın her safhasında aklı egemen kılmak yobaz zihniyetlere savaş açmak demektir.
Yukarıda bahsolunduğu gibi laiklik ilkesi en mühim vicdan hürriyetidir. Keza Cumhuriyetçilik ilkesi istişare ve biat emreden Kur’an’a tek uygun yönetim şeklidir ve tek adam rejimi yerine çoğulcu katılımı emreden Kur’an istikametinde meclisi kurup işleten kadrolar ayetlerin emrini de bu sayede yerine getirmiştir.
Milliyetçilik ve halkçılık ilkeleri bireylerin eşitliğini temin etmiş, sınıflar ile kutuplaştırmaya engel olmuş, kardeşlik ve birlik bağlarını kuvvetlendirmiştir ki bu eşitlik ve kardeşlik duygusu zaten Kur’an emridir.
Devletçilik ilkesi ile sergilenen tam bağımsızlık ve kendisine yeterlik, çalışmak ve üretmek gayretleri de ayet emridir ki Allah çalışmayı, helal yoldan kazanmayı, üretmeyi ve paylaşmayı emreder.
Eğitim ve yargı alanında yapılan reformlar ile hak, hukuk ve adalet kavramları teminat altına alınmış, eşitlik sağlanmış, şeffaflık model olarak belirlenmiş, bu sayede azınlıklar dahil tüm vatandaşların hürriyet ve yaşamsal özgürlükleri korunmuştur. Bu arada devletin de bekası muhafaza edilmiş, suç ve ceza mekanizması modern ve çağdaş bir yapıya kavuşturulmuştur.
Kadın ve çocukların toplumdaki yerleri, koyu karanlık mahzenlerden gün ışığına çıkarılan tohumlar gibi erkeklerle eşit hak ve hürriyetlere kavuşturulmuş, bu haklar yasalarla teminat altına alınmış, aile içi ve iş hayatındaki statüleri ancak bu Atatürkçü Felsefe ile çağdaş ve yakışır bir hale getirilmiştir.
Eğitim ve öğretimde atılan adımlar, özellikle dini alanda hüküm süren cehalet avcılarının (dini yobazların) ekmeğine mani olmuş, dilini öğrenen halk, haberleri ve ayetleri okuyup anlayarak başkalarına muhtaç olmaktan kurtulmuş, medeniyet ve akılla tanışarak kendisini asırlarca kandırmakta olan zihniyetleri sırtından silkeleyip atmıştır.
Hoşgörü ve ortak insanlık değerleri Atatürkçülük sayesinde yaşamın en meşru kabulleri arasına girmiş, barış ve anlaşmalar yoluyla çözülen sorunlar çatışmaları önlemiş, kardeşlikleri güçlendirmiş, yardımlaşma ve paylaşmayı mümkün kılarak toplumsal barışa hizmet etmiştir.
Medeni kanundaki değişiklikler ile mal durumundan birey durumuna getirilen insanlar, eşit hak ve hürriyetlere kavuşturulmuş, yasalar önünde masumiyet karinesi esas kabul edilmiş, suç ve ceza mekanizmasında adalet ve merhamet egemen olmuştur. Ortak insanlık değerlerini kaçınılmaz farz olarak gören Kur’an istikametinde eşitlik ve adalette bu sayede tesis edilmiştir.
Milet meclisi ile halkın yönetime doğrudan tesir etmesine imkân tanınmış, halkın geleceğini kendi seçtiği vekiller marifetiyle belirleyebilmesine imkan tanınmıştır.
Devletin güçlenmesi, gelirin halka dağıtılması, refah ve huzurun artması ile neticelenen bu dini ve milli uyanışın tümü bu nedenle kutsaldır, dine ve ayetlere uygundur, Atatürkçülüğün tüm hedef ve çabası cihat mahiyetindedir.
Buradan hareketle şu denebilir ki Atatürk’ü ve Atatürkçülüğü din dışı veya dine düşman göstermeye çalışmak, maksatlı bir yobazlık veya ihanet, geriye dönüş özlemi, karanlık cehaletlerden kan emmeye devam etme arzusudur, dine düşman olmaktır.
Laiklik
Burada çok mühim bir nokta vardır ki bunu yazılarımızda da sayısız kez tekrar etmiş vaziyetteyiz; Atatürkçülüğün dini yönü konusunda öne çıkan en mühim şey laiklik ilkesidir ki bu kapsamda yapılanlar Atatürkçülüğün neredeyse tamamını dine aykırı göstermek isteyenlerce (yobaz şeriatçılar ve tarikat yuvalarınca) manipüle edilmeye çalışılmaktadır.
Bu nedenle laiklik konusuna biraz daha değinmek lazım gelecektir. Bu bahiste de ilk öne çıkan husus elbette hilafetin kaldırılması ve ana dilde ibadet meselesidir ki halkın anlaması ve öğrenmesi için evvela okuma yazma seferberliği ve sonra Kur’an’ı anlayabilmesi için ana dilde meal ve tefsir hazırlayan Cumhuriyet kadrolarının hedefi halkın koyu cehaletlerden sıyrılması ve yobazların hegemonyasından kurtulmasıdır ki bu başarılmıştır.
Başarılmıştır ama ana dilinde ayetleri okuyup anladıkça, yobazlardan uzaklaşan halk sayesinde gelir ve güçlerinde azalma yaşayan yobaz zihniyet buna şiddetle karşı çıkmış, adeta işgalcilerle bir olarak İstiklal harbinde karşı cephede yer almıştır.
Keza hilafetin kaldırılması da dinde aslında hiç olmayan din sınıfının ve halifelik sisteminin, Cumhuriyet kadrolarınca terk edilmesi, halkı sınava tabi bireyler haline getirmiş, iradeleri hür bırakmıştır. Halkı sömürme ve yozlaştırma, kul etme gayretiyle sisteme asırlar önce dayatılan bir makam olan halifelik, diğer yandan da mezhepleri canlı tutarak, sünniler dışındaki tüm İslam alemini adeta düşman ve aşağı göstermek hevesiyle, iman kardeşliğini de engellemiştir ki hilafetin kaldırılmasıyla bu zehirli yaklaşım engellenebilmiştir. Keza diyanet işleri başkanlığı sünni istikamette tesis edilmiş olsa da diğer mezhep ve hiziplere de Kur’ansal doğru yolu göstererek dinin doğrusunu halka tanıtmaya ve eğitmeye muvaffak olmuştur.
Atatürkçülük kısaca hem dini hem de beşeri ilimler ve sosyal yaşam alanında kültürlü, eşit, hür, bilime saygılı bir nesil yaratmış, vatan toprakları işgal ve zulümden kurtulurken, akıllar çağların örümcek ağlarından temizlenmiştir. Bu felsefe ile din tanınır ve anlaşılır olmuş, ibadet ve ameller Kur’an’a yaslandırılmış, vicdanlar hür bırakılırken yasalarla haklar korunur olmuş, geleceğe ve bekaya dair sağlam adımlar atılmıştır.
İşte tüm bu sayılanlar aslında Kur’an’ın bir Müslüman toplum için emrettikleridir ve Atatürk ve dava arkadaşları sadece bedenleri değil ruhları ve vicdanları da işgalden kurtarmış, akılları hür bırakarak Türk tarih ve kültürünün durmak bilmez, esaret tanımaz haysiyetli yürüyüşünü kaldığı yerden yeniden başlatmıştır.
Sonuç
Bu nedenle son söz olarak denilebilir ki Atatürkçülük tüm dokunduğu alanlarda dine ve imana dair doğru olanı yapmış, yobaz ve köhne zihniyete dur diyerek, ahtapot gibi yurdu sarmaya hevesli siyonizmi 13 yıl gibi uzun bir süre yurttan kovarak, arap örfçülüğü yerine Türk Milliyetçiliğini getirerek, aklı ve bilimi rehber edinerek, bu yapılırken vicdanları hür bırakarak iman savaşı ve mücadelesi vermiştir.
Bu kutsal cihadda yazık ki küfür cephesinde sadece gayri müslimler yoktur ve pek çok adı Müslüman kendisi münafık olan kimse de küfür cephesiyle ortak hareket etmiştir. Bunların varlığına ve isimlerine tarih de Yüce Allah da şahittir.
Milli mücadelenin kahramanları ise canlarını iman ve vatan uğruna ortaya koyan, vatanından ve kalbindeki imandan aldığı güçle yola çıkan, mukaddesat uğruna, vatanı ve dini için şehit olmaktan çekinmeyen imanlı kullardır.
Atatürk’ün Peygamberin hayatını, mücadelesini ve savaşlarını biliyor ve anlıyor olması, örnek alması, O’nun Peygamberliğini yücelten sözler etmesi de gösterir ki Atatürk ibadet alanında olmasa dahi iman bahsinde asırlar süren Türk varlığında çok üst mertebelerde yer alan bir şahsiyettir.
O’nun kişisel olarak Allah adı ile söze, mektuba, işe başlaması, sıkça dua etmesi, İslam’ın yaban otlarından temizlenmesi için şahsi bir ilave emek ortaya koyması da gösterir ki Atatürk tıpkı meal ve tefsir çalışmalarındaki gibi daima başroldedir, vicdanı ve merhameti ile daima doğruluk ve haktan yanadır, imanlıdır.
Sayısız cami onartan, inşa ettiren, yurt dışındaki camilerin onarımlarına şahsi gelirinden destek veren Atatürk, İslam’ın son ve mükemmel din olduğunu bilen ve bunu izaha çalışan bir insandır.
Atatürk düşmanlığına, sömürüye müsait din bahsinden başka bir vesile bulamayan çaresiz ve gafil küfür cephesi, kandırdıkları ve şeytani ağlarına düşürdükleri cahil halk kitlelerini, O’na düşman ederek ve bunu din düşmanlığı yaptı şeklinde servis ederek, servetler yığma ve güç kazanma arzusunda olsalar da hakikat birdir, değişmez, örtülemez.
Milli mücadelenin ve inkılapların, velhasıl Cumhuriyet’in kurucu kadroları imanlı, haysiyetli, namuslu, vatansever, hakkaniyetli, doğru ve güzel insanlardır. Bu sayededir ki tüm Ulus onlar etrafında kenetlenmiş, tüm halk işgale ve zulme karşı onların liderliğinde imanla ölümü göze alan bir işe kalkışmış ve başarıya ulaşmıştır.
Bu sebeple Atatürkçülüğü dine tezat halde telaffuz edenler evvela Kur’an’ı okumalı, dinini öğrenmeli, imanı tanımalı ve sonra bolca tevbe ederek af dilemelidir. Çünkü bu gafil münafıkların tamamı sadece zulüm üretmekle kalmamış, ihanete imza atmamış, aynı zamanda bolca şehitlerin, gazierin, tüm vatanseverlerin hakkını yemiştir. Bunlar ise dinen büyük suçlardır.
Hilafet veya saltanat uğruna dininden vazgeçen kandırılmış halk kitlelerinin şeriat isteriz sloganları arasında Kur’an isteriz sloganı yoktur ve yoksa konu iyi değerlendirilmelidir. Bu Atatürk düşmanları Kur’an İslam’ını mı istemektedir? Yoksa arzuları iç ve dış düşmanların servet ve güçleriyle desteklenmiş olarak dini bahane edip Cumhuriyeti yıkmak ve ulusu yeniden işgalci güçlerin zulüm arenası yapmak mıdır?
Tekke ve zaviyeleri kapatan Cumhuriyet’in gayesi dinin parçalanmasını, yobazlaşmasını ve merdiven altına inmesini engellemek, iman kardeşliğini korumak, temiz ve doğru dini sadece Kur’an’a kılavuzlamaktır. Şimdilerde yerden ot biter gibi türeyen tekkelerin varlığı sorgulanırsa çoğunun şirk mantığıyla ve dış destekli faaliyet gösterdiği de anlaşılacaktır.
O halde Cumhuriyet rejimi doğruyu yapmıştır ve din selamete çıkmadıkça vicdanlar esaretten kurtulamaz. Vatanı kurtaran kahramanlar işte aynı zamanda bu ruhları da kirlerden kurtarmaya muvaffak olmuştur.
Nihayet Atatürk, dünyaya gelen nadir insanlardandır. O’nun bu millete nasip olması Allah’ın bir lütfudur. Buna çokça şükretmek ve O’nun izinden ayrılmamak lazım ve güzel olandır. Çünkü O ve arkadaşları, tıpkı Hz. Peygamber ve sahabeler gibi bir cihat vermiş ve küfür cephesini yenmişlerdir.
Kirlenmeye ve unutulmaya yüz tutmuş İslam’ın ve Türklüğün ayağa kaldırılması ve yeniden rayına oturtulmasını başaran Atatürk ve dava arkadaşlarının asıl başarısı “ya onlar olmasaydı” veya “ya onlar başaramasaydı” sorusuna verilecek cevaplarda anlaşılıcaktır.
Bu düşünülmesi dahi korkunç bir ihtimaldir ve şükür ki Allah’In rahmet ve merhameti Türk Ulusuyladır.
HALA AKLINIZDA ŞÜPHE VARSA DA ŞURAYI İYİ OKUYUN; Şayet Atatürk ve dava arkadaşlarının yapmaya çalıştıkları şeyler dine ve imana aykırı olsaydı, Atatürk ve arkadaşları dine düşman olsaydı … Allah onlara yardım eder, muzaffer kılar ve kalıcı eserler bırakmalarına müsaade eder miydi? Allah, onlara yardım etmeseydi yedi düvel düşmanla, içteki, hainlerle başa çıkabilirler miydi?
HAYIR! Demek ki Allah onlardan razıdır, Allah onlara yardım etmiştir, Allah onların muzaffer olmasını istemiştir.
O HALDE ATATÜRK VE DAVA ARKADAŞALRI İLE YAPTIKLARI imanidir, Kur’anidir ve İslam’a tamamen uygundur. Bu da demektir ki Atatürk’e karşı olanlar dini akide ve inançlarını yeniden gözden geçirip, bir an önce tevbe etmelidir.