SEVGİNİN MUCİZESİ HÜSEYİN ÇAVUŞ

SEVGİNİN MUCİZESİ HÜSEYİN ÇAVUŞ

Bütün dünya alevden bir çemberle sarılmış cayır cayır yanıyor. Kimi mavi sulara yaslanmış Çanakkale’de, kimi göklerinden ateş yağan Filistin ve Irak’ta, kimi Galiçya’da, Romanya’da, köyünden ocağından uzak diyarlarda bir ülkü uğruna çarpışıyor. Bir emirle koşuyor, vuruyor, ölüme atılıyor akın akın. Yurduna, ocağına, dinine, büyüğüne kalpten bağlı saf ve temiz Anadolu çocuklarının birer parçası gömülü bu topraklarda.

Çallı Hüseyin biraz büyüdüğü ve kendini bildiği günden beri, karanlık köy odasının neresinde boş bir köşe bulursa oraya büzülür, yaşlıların savaş alanlarında, insanüstü başarılarını dinlerdi. Bunları anlatan ihtiyarın titreyen dudaklarında, yurduna göz dikenlere karşı hâlâ büyük bir intikam bestesi yaşıyordu. Bir gün kendisinin de askere gideceğini düşünüyor; fakat, bu zamanda bir kavga olup olmayacağını kestiremiyordu.

İşte böyle bir gün gelmişti. Çallı Hüseyin de vatan hizmetine çağırılmış, Çanakkale’de dövüşmüş, rütbe ve nişan almış, Filistin’de gösterdiği olağanüstü başarılarına karşılık çavuşluğa yükseltilmişti.

Son savaşta aldığı ağır bir yara İstanbul’da tedavi edildikten sonra Galiçya’daki 63 ncü Alaya verilmişti.

Cehennemi andıran top ve makineli tüfek ateşleri arasından Türk-Alman birliklerinin tuttuğu siperlere saldıran düşman her defasında büyük kayıplarla geri püskürtülüyordu.

Tarih 14 Temmuz 1917, siperler yanıyor güneşten. Göklerde bir uğultu esiyor top seslerinden. Rus taarruz safları dalgalar gibi birbiri ardına siperlerimize saldırıyor.

Bu ateş yağmuru altında, büyük kayıplara rağmen son ana kadar birinci hat siperlerini korumuş olan 10 ncu Bölük, geriye kalan savaş gücünü bu cehennem içinde yitirmeyi uygun bulmamış ve gayet ustalıkla ikinci hat siperlerine çekilmişti. Artık kanları kavrulan, dudakları yapışan kahramanlar, siperlerini düşmana mezar yapmak heyecanı içinde, Rus hücumunu bekliyorlardı. Çok geçmeden beklenen saldırı başlamıştı bile.

Ön siperlerde kalkıp inen bir kol ve toprağa yaslanmış birkaç baş görünüyordu. Takım Komutanı Asteğmen Cemil çok sevdiği iki kahramanla daha bir müddet bu hatta kalmayı uygun bulmuş ve belki de çekilmeyi kendine yedirememişti.

Savaş kızışmıştı. Hatta bazı yerlerde düşman birinci hat siperlere girmiş, 10 ncu Bölüğün ön siperine de atlayanlar olmuştu.

Ağızlarından köpükler saçarak Ruslara saldıranlarla sayıca üstünlüklerine güvenip süngülerine davrananlar arasında siper üstündeki boğuşma görülecek manzara idi. İlk hamlede iki Rus eri yere yıkılmıştı. Fakat boğuşma bitmemişti. Hüseyin Çavuş’un, “Vur Ali kardeşim vur!” diye gürleyen sesi Asteğmen Cemil’in kulaklarını çınlatmıştı. Fakat Cemil artık kolunu kaldıramayacak hâlde idi. Civarında patlayan bir bomba ile ağır yaralanmıştı. Acıyla süzülen kirpikleri arasından bu boğuşmayı görebiliyordu. Bir ara Ali’nin aslan pençeleriyle devrilen iki kişinin arkasından çıkıveren üçüncü bir Rus erinin süngüsü, kahraman Ali’yi de kurbanların arasına katıvermişti. Bunu gören Hüseyin Çavuş büsbütün köpürmüştü. Ustaca hamlelerle iki Rus erine karşı koyuyor ve bir taraftan da asteğmenine yaklaşıyordu. Son boğuşma uzun sürmedi. İki Rus eri de birer dürtüşte yere serildi. Hüseyin Çavuş bir şimşek gibi sipere atlayarak asteğmeni omuzladı ve gerideki sipere getirdi.

Bütün cephe boyunca kulakları sağır eden silâh sesleri arasından berber Ali’nin ruhu Allah’ına kavuşmuş ve Asteğmen Cemil kanlar içinde sedyesine uzanmış iken, Hüseyin Çavuş da çok sevdiği komutanını ölümden kurtarmış olmanın sevinci içinde süngüsünü silerek kılıfına, mavzerini siperin üstüne koymuş, patlatmak için başka bir baş arıyordu.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir