MUSTAFA ÇAVUŞ’UN KAHRAMANLIĞI
Mustafa Çavuş; 10 ncu Kolordunun 30 ncu Tümeninin 89 ncu Alayının 1 nci Taburundan olup Sivas’ın Koçhisar ilçesinin Dere Köyü’nden Mehmet Ağa’nın oğludur.
Aralık-Ocak aylarının karlı ve fırtınalı günleriydi. Üç günden beri aralıksız bir savaş sürüyor, dağlar, dereler, vadiler başka bir görünüşle ve başka biçimlerde doğanın yüzünü değiştiriyordu. Moskof’un birkaç hat üzerindeki kademeli saldırıları. askerimizin inatçı ve yiğitçe direnmeleri karşısında eriyor, kırılıyordu. Bir gün önce dört sahra ve iki dağ topuyla Mustafa Çavuş’un bulunduğu siperleri sabahtan akşama kadar dövmüş ve savunma hatlarımıza 200 metre kadar sokulmuş Ruslara karşı pek şanlı bir çarpışma gerçekleştirilmişti. Rus kuvvetleri bir süre sonra tekrar eski mevzilerine kovulmuş oldu:
Bu, kısa bir durgunluktan sonra başlayan savaşın son günüydü. Akşama doğru kurşun sağanakları, dane ve şarapnel iniltileri birden bire durmuş, yalnız bugünkü kanlı mücadelenin yankılanan serüvenini tamamlamak isteyen tek tük tüfek seslerinden başka her şey susmuştu. Yeniden başlayan bu durgunluk arasında gözler siperlerin önündeki vadiyi araştırmaya koyuldu. 200’den fazla Moskof ölüsü yerlerde yatıyor, sanki bugünkü savaşın şiddet ve dehşetini resmediyordu.
Arkadaşlar içerisinde yararlığı, yiğitliği ve becerikliliği ile tanınmış olan kahraman Mustafa Çavuş pek şen ve sevinçliydi. Gülüyor, söylüyor, günün olaylarını silah arkadaşlarına bir ruh coşkunluğu içinde hikâye ediyordu. Bir aralık yanına bir er geldi, kulağına bir şeyler fısıldadı.
Mustafa Çavuş hiddetle yerinden fırladı; bilinçsiz olarak ileri geri yürüyerek siperlerin önüne geçti. Dikkatle bir şey arıyordu. Birden bire bir şehidin yanında durdu. Çevresine anlamlı gözlerle baktıktan sonra başını bir garip salladı. Rus kuvvetlerinin bulunduğu tarafı öfke ve kızgınlık fışkıran bakışlarla süzerek şehidi arkadaşına gösterdi. Göğsünden ve kolundan iki yara alarak vatan borcunu şehit olmakla ödeyen bu genç ve fedakâr asker, Mustafa Çavuş’un en küçük kardeşi Hasan’dı… 73
Ortalık yavaş yavaş kararmaya başlamıştı. Şimdi derin bir sessizlik günün büyük gürültülerle dolu saatlerini sorguya çekiyor, anlamlı ve belirsiz bir suskunlukla gittikçe koyulaşan siyahlık çevreyi örtüyordu.
Geceye özel emniyet ve düzenler alındı. Siperler gerisinde parça parça ateşler yanıyordu. Her ateşin ısıtıcı ışığı çevresinde vatan konusundaki yarenlikler sürdürülürken Mustafa Çavuş, ikinci bir kardeşinin de esir edilmiş olması haberiyle kederler içindeydi. Ruhunun derinliklerini yakan hasret ateşi, biri şehit, öteki tutsak iki kardeşinin hayalini yalazlaşan alevlerin üzerine çiziyor; birinin yokluğu, diğerinin Rusların elinde bulunuşu, kalbinden taşan dayanılmaz bir öç alma duygusunun belirtilerini çatılan kaşlarında kanıtlıyordu. O artık kendinden geçmiş bir çılgınlık içinde iki kardeşinin intikamını düşünüyor ve yanındakilere yüksek sesle şöyle diyordu:
– Arkadaşlar! Kardeşim Hasan pek yiğit ve mert bir delikanlıydı. Köyde iyi bir ünü, güzel bir namı vardı. Seferberlikten bir ay önce amcamın kızıyla nişanlamıştık. Zavallı Hasan muradına eremeden gitti. O biraz daha büyüse ve gün görseydi vatana, millete çok hizmetler ederdi. Öteki kardeşim Hüseyin, Hasan’dan biraz yaşlıca ve oturaklı bir babayiğitti. Bu iki kardeşimin bir gün içinde ortadan kaybolması bana pek ağır geldi. Ya ben onların öcünü Moskof’tan alırım yahut ben de ölürüm.
Yüreği yanan kahraman Mustafa Çavuş kendisini kahreden acıları içli bir dille bir bir anlatırken birden intikam alma hırsıyla yıldırım gibi yerinden kalktı. Tüfeğini kaptı, fişekliğini bağladı. Kendisine çeki düzen verip silahını doldurdu ve arkadaşlarıyla helalleşti. Ayrılırken son sözleri şu oldu:
– Arkadaşlar, eğer ben şehit olursam cesedimi arayın, bulun, Moskof’a çiğnetmeyin. Mutlak beni de Hasan’ımın yanına koyun.
Mustafa Çavuş baştan başa intikam kesilmiş bir kılıç gibi geceyi yardı, birkaç adım sonra koyu karanlıkta kayboldu. Yürüyor, sıçrıyor, bir an önce Rus siperlerine ulaşmak istiyordu. Vadi içerisine daldı. Bu ara yakınında ayak sesleri ve anlaşılmaz uğultular duydu. Hemen durdu yeri dinledi, sesin yönünü kestirdi. Oradakiler gece baskınına hazırlanan bir bölük kadar Moskof’tu. Elli adım kadar uzaklıktan karşısına çıkan bu Rus kitlesini öç alma duygularıyla coşarak karşıladı. Bu yürekli, cesur ve metin kahraman asla soğukkanlılığını kaybetmedi. Zaten istediği de buydu. Kalabalık Ruslara en iyi etki yapabilecek bir yer seçmeyi tasarladı. Ruslara ani bir dehşet ve korku verebilecek, hemen yanı gerisinde bir kayanın arkasına yattı, tüfeğini bu yığına doğrulttu. Pek çabuk ve çevik bir davranışla birkaç şarjör boşalttı. Ruslar ne olduğunu anlayamadan bu kurşun yağmuru içerisinde kalarak şaşırdılar. Bu şaşkınlık ve perişanlığı gören Mustafa Çavuş tatlı bir umut, neşeli bir başarı ile ateşini kesmiyor ve asla gevşeme göstermiyordu. Ruslar büyük bir kargaşaya kapılarak ateşin kendi cephelerinden geldiğini sandılar ve Rusça bağırmaya başladılar. Mustafa Çavuş, Ruslara baskın hissini verdirmek ve onları büsbütün korkutup dağıtmak için bir
yandan da “Allah Allah!” sedalarıyla haykırıyordu. Bu ses, ilahî bir ihtar gibi gecenin karanlığı ve vadinin derin sessizliği içinde dalga dalga yankılanıyordu…
Sağ yanları gerisinden açılan ve gittikçe ölü sayısını çoğaltan bu aman vermez ateş ve “Allah Allah!” sesleri Rusları paniğe uğratmıştı. Sarıldıklarını ve bir baskına uğradıklarını sanarak büyük bir telaş ve endişeyle çil yavrusu gibi dağıldılar. Şamatalar, gürültüler çoğaldı. Silah sesleri bu geniş ve derin vadiyi inletiyordu. Gecenin koyu karanlığı bir bölüğe karşı silahını çeviren ve göğsünü gererek öcünü almaya azmeden bu aslan yürekli kahramanı düşmanın gözünden saklıyor ve koruyordu. Mustafa Çavuş, rastgele çevreye kurşun yağdıran ve asıl mevzilerine doğru darmadağın kaçmaya başlayan şaşkın Rusların bu durumunu anlar anlamaz neşe ve gururla ayağa kalktı. Bir şahin hızıyla hücuma kalkarak düzeni bozulmuş ve korkudan ne yapacağını bilemeyen bu insan yığınından kendisine doğru gelen iki Rus askerini yakaladı. Hemen silahlarını yere bıraktırdı; birisini tüfeğinin, ötekini palaskasının kayışıyla sımsıkı bağladı. Yerdeki ölülerden on beş kadarının tüfeğini sırtına ve bir şapkayı da eline alarak avlarını önüne kattı. İki kardeşine karşılık olarak birçok Moskof askerini yerlere sermiş, iki de tutsak elde etmişti. Övünç içinde siperlerine ulaştı…
Kahraman Mustafa Çavuş şimdi büyük bir rahatlık duygusu içindeydi ve kendisini mutlu hissediyordu. Artık Hasan’ı ile Hüseyin’inin öcünü alarak üzüntüsünü bir ölçüde unutmuş ve her taraftan yağan kutlamalar ve alkışlar arasında Türklüğün yenilmez yiğitliğinin canlı bir temsilcisi olduğunu, bu gecenin bahadırlık ve ululuklarla dolu alnına iftiharlı elleriyle yazmıştı…