Mertlik tarihe Türk’ün armağanıdır
Cihan, ezelden beri sayısız devlet ve milyarlarca insan görmüştür ki farklı coğrafyalarda, farklı zamanlarda hüküm sürmüş bu devletlerin kimisi kaybolup gitmiş, kimisi farklı şekillerde yaşamaya devam etmiştir.
Tarih içerisinde kimileri işgale uğramış, esir edilmiş, tarihten silinmiş, kimileri cihan imparatorluğuna dek yükselip sonra yine yok olmuştur.
Tarihten asla yok olmamış, esaret bilmemiş ve Türk olmayan başka bir devlet tarafından yıkılamamış bir tek “Türk Devletleri” vardır. Türk devletleri tarih sahnesinden sadece bir başka Türk devleti etkisiyle çekilmiş ama bu yeni devlet tıpkı eskisi gibi tüm Türkleri aynı çatı altında toplamayı başarmıştır. Türkleri diğer devletlerden farklı kılan da bu güzellik ve kutsallıktır. Bu nedenle Türklerin literatürde adı Allah’ın ordusudur.
Türkler, çok Tanrılı dinlere asla tabi olmamış, daima tek Tanrılı dinleri yaşamış/yaşatmış, zulüm, talan, yağma, haksızlık gibi diğer devletlerce bolca sergilenen aşağılık işlere asla tamah etmemiş, entrika ve oyunlar sergilememiş, devasa güçlerine rağmen ezmemiş, haksızlık etmemiş, adaletsizlik yapmamış ve daima mazlumun yanında olmuştur.
Türkler, tarih boyunca mertlikten uzaklaşmamış, dünyaya mertliğin ne demek olduğunu yaşayarak göstermiş, MERTLİĞİ TÜM DÜNYAYA ARMAĞAN ETMİŞTİR.
Tarih sahnesinden silinmemesinin sebebi de bu dürüstlüğüdür ki İslam’dan çok önceki zamanlarda dahi var olan Türk Devletleri, komşularının hile ve oyunları ile canı çokça yansa da intikam almaya kalkışmamış, mertlikten taviz vermemiş, kadın ve çocuklara dokunmamış, teslim olana hürmet etmiş, gereksiz cana kıymamış, zulüm, işkence, tecavüz gibi adiliklere yanaşmamıştır.
Çünkü kendisi mert olan Türklüğün beklediği de mertliktir ve düşmanlarını hakkaniyet ile adalet terazisinde tartarak aksine davrananları şiddetle cezalandırarak tüm cihana da net mertlik mesajları vermiştir. Ama dünya hiçbir zaman o mertlik mesajını alamamış, Türk’ten bir şeyler öğrenmek yerine, adaleti ve hakkaniyeti keskin olan Türklerin verdiği cezaları anlamak yerine BARBARLIKLA niteleyerek akıllarınca halklarına bahaneler üretmişlerdir.
İslamiyet’in doğması ve Türklerce kabulünden sonra da bu durum değişmemiştir. Türklerin damarlarında dolaşan mertlik duygusu, İslam ile çok daha kalıcı ve örnek hale gelmiş, cihan Türk’e gıpta ile bakmış, diğer İslam âlemi de Türkleri örnek almıştır.
Yakın zamanlarda Çanakkale ve İstiklal Harbinde yaşanan kahramanlık ve insanlık örnekleri de tüm dünyaya Türk’ün haysiyet, fazilet ve erdemini göstermiştir. Cephede savaştığı düşman erlerine su veren, onların yaralılarını sırtında taşıyarak doktora götüren, ekmeğini onlarla paylaşan, muharebe esnasında dahi sıkışana yardım eden, esirlere asla kötü muamele yapmayan kahraman Türk ordusu cihana en güzel mertlik örneklerini de vermiştir.
Yani Türk, İslam’dan önce de sonra da merttir.
Sadece savaşlarda değildir bu mertlik. Bu mertlik ticarette, sporda, siyaset ve sosyal yaşamın her alanındadır ve fakat cihan mert olmadığı için son dört yüzyıl içinde entrikalara alışamayan Türkler, düzenbaz ve yalancıların, arkadan iş çevirenlerin, iç ve dış işbirlikçilerin oyunlarıyla kan kaybetmiş ve yitirilen topraklarla, saraylara sokulan devşirme haremlerle, yabancı analardan doğan veliahtlarla mertlik yerini yavaş yavaş Bizans oyunlarına bırakırken Osmanlı’nın devlet yönetimi avrupalaşmış ve Türklükten uzaklaşmıştır.
Sokaktaki insan için elbette durum farklıdır. Barış zamanı tarlada savaş zamanı cephede en önde savaşan Türk insanı, genlerinde var olan kutsal ruhla, dejenere olan ve maaş için savaşan Yeniçerilerden farklı olarak vatanı ve imanı için kadını ve erkeğiyle cepheye koşmuş, on beş yaşındaki çocuklar silah altına girebilmek için bıyık bırakmıştır. Annelerinin kınalı kuzuları şehit olmak arzusuyla cepheye koşarken akıllarında sadece vatanı çiğnetmemek, namus ve şereften taviz vermemek, Türklüğü korumak düşüncesi vardır.
Ticaretten ziyade tarım ve üretimle ilgilenen Türk insanı kabiliyetli, üretken ve akıllıdır. Ticaretle uğraşmamasının sebebi ise toprağa bağlı bir yaşam sürmesi ve haram kazançtan zinhar korkmasıdır. Hiçbir zaman çok para peşinde ve hayalinde olmayan Türk insanı tevazuyu ve paylaşmayı seçerken hem para peşindekilerin ahlaksız ve günah çabalarına ortak olmamış hem var olanla yetinerek ama banka hesapları yerine dostlukları yücelterek mutlu, huzurlu ama sade bir hayatı seçmiştir. Bu sayede de asla mertlikten uzaklaşmak zorunda kalmamıştır.
Yabancı sermaye piyasalarının, üretim tesislerinin, onlarla yapılan anlaşmaların özünde onların kurallarına tabi olmak vardır ki Osmanlı ne zaman onların kurallarına mahkûm olmaya başladıysa o andan itibaren çökmeye başlamıştır. Bunun gibi modern zamanlarda da mertlikten bihaber olan sözde medeni bu devlet veya kurumlarla işbirliği yapan Türkler, o memleketlere çalışmaya giden insanlar mertlikten de o ölçüde uzaklaşır olmuşlardır.
Dini literatürde “imanı paraya değişmek” diye kısaca tanımlanabilecek bu durum, Türklüğün veya İslam’ın emri olmadığı gibi Yahudi küreselleşmesinin de ilk silahıdır. Yani insanları önce paraya alıştırmak ve sonra paraya tutsak edip, para için her şeyi yapar hale getirmek.
Dünyada para tuzağına düşmeyen bir tek Türk milleti vardır ki bu para yerine imanı seçmesindendir.
Bu yüzden Müslümanlık ve Türklüğün temel değerleri birebir aynıdır ve ikisini birbirinden ayırmaya çalışarak kutuplaştırmak başlı başına bir gaflettir.
Elbette ve maalesef zaman içinde Türklüğün öz kıymetlerinden uzaklaşan, aramıza sızan başkaları tarafından yoldan çıkarılan, para ile satın alınan, kadınlarla, alkolle, mevki ve makamlarla kandırılan pek çok insan da vardır. Bu da tabiat gereği doğaldır. Çünkü saf ve lekesiz kalmak sadece Allah’a mahsustur. Lakin bunların sayısı cihan devletlerine oranla gayet azdır ve genelde Türk insanı hala vatanı ve imanı için parayı reddeder haldedir.
Türklüğünü kaybetmiş bu insanların acıdır ki bir kısmı ise Türklüğe düşman vaziyettedir. Bunun sebebi ise kendisinde bulunmayan meziyetleri ve imanı gördüğünde duyduğu kıskançlık ve bu nedenle de intikam alma isteğidir. Bu da doğaldır çünkü Allah ahirette hem cenneti ve hem de cehennemi yaratmıştır ki cehennem cennetlerden de dolu olacaktır. Çünkü Allah’ın ahdi cehennemi ağzına dek dolduracağı şeklindedir. Yüce Allah’ın cenneti dolduracağım diye bir ahdi ise asla yoktur.
Türkler toprak için savaşmaya, ganimet için harp etmeye, esir güzel avratları hareme katmaya niyetlendiği andan itibaren kan kaybetmeye başlamışsa bunun sebebi hak olan savaşın sadece zulme karşı yapılması gerektiği ilkesidir. Yani keyfi, altın ve mücevhere, güzel kokulu kadınlara dair icra edilen savaşlar ve işgaller hak savaşları değildir.
İslam’ın sancaktarı Türkler, devşirmeler sayesinde kendisi devşirilen padişahların cehaletleri sebebiyle, maalesef İslam’ı cihana yaymak ilkesini yanlış anlamış, örnek ve adil bir devlet düzeni yayarak cihana örnek olmak yerine buraları ele geçirmek hatasına düşmüşlerdir. Lakin nefisleri o denli karadır ki sözde İslam’ı yaymak için gittikleri bu yerlerde halkın dinlerine dokunmamış bunun yerine hazine ve vergiyi, tabiki güzel kadınları tercih etmişlerdir. Bu ikilem ve yanlış tercih sebebiyledir ki ele geçirilen yerlerde dikilen birkaç cami ve köprü oralara İslam’ı getirmeye yetmediği gibi, o esir edilip hareme katılan kadınlar ve verilen vergiler yüzünden oralarda nefret ve intikam tohumlarının da serpilmesine yol açmıştır.
Özetle, ilk yüzyılı hariç, Türklük kan kaybederken, Avrupalaşan Osmanlı tanınmaz hale gelmiş bu sebeple de varlığını sürdüremeyerek tarihten silinmiştir. Padişahların yok olmaya yüz tutmuş Osmanlı’yı ne pahasına olursa olsun yaşatma arzuları da – en başta kendi hüküm ve lale devri saltanatları, kurulu düzenleri yaşasın diye – devleti yabancı boyunduruğuna ve onların kurallarına tabi kılmış, saray ve jhalk arasında uçurumlar oluşmuştur.
Aynı şekilde Osmanlı padişahları halkı telkin etmek için bu kez dini mazeretler üretmiş ve işgalleri, haremleri, servet içinde yüzmelerini haklı göstermek düşüncesiyle dini tedbirler almış, halkı kul – köle mevkine indirgeyerek, kendilerini ise haşa yeryüzünde Allah’ın gölgesi mertebesine yükselterek büyük bir dini zafiyet içerisinde şirkle kucak kucağa hale gelmişlerdir.
Osmanlı saltanatları varlık içerisinde yüzer ve yokluklarla boğuşurken dahi Türk insanı mertlikten bir an olsun uzaklaşmamış, inanç ve geleneklerine bağlı kalmayı başarabilmiştir. Çünkü bu Millet özdür, asıldır, esastır, dünyanın nüvesidir. Nasıl ki Türkçe tüm dillerin anasıysa, Türk tarihi de dünya tarihi ile eşdeğerdir. Çünkü Atatürk’ün ifadesiyle Türk adı, Nuh (as)’ın Oğlu’nun adıdır ve Türklük o zamandan beri vardır, var olmaya da devam edecektir.
Türk Halkı, mertlikten uzaklaşan bu yönetimlerin, din ve devlet adına tek kişilik yönetimlerini tasvip etmemiş, devlet içindeki yabancı ve gayrimüslimlerle devlet bir süre daha var olmaya devam edebilse de bir zaman sonra silinip gitmiştir. Tek kişilik yönetimler de, hilafet denen din dışı uygulamalar da bu sayede unutulup gitmiştir. Çünkü mertlik Osmanlı’da neredeyse son beş yüz yıl unutulmuştur.
Türklüğün kaybolan değer ve kıymetlerini yeniden hayata geçiren ve bunu yine imanından ve milletin kendisinden aldığı güçle yapan lider; Gazi Mustafa kemal Atatürk’tür.
Atatürk’ün başarısının sırrı, unutulan mertlik duygusunu, Türklüğün şeref ve onurunu hatırlatmak, milletin Yüce Allah’a olan imanını yaşama yansıtabilmek ve yine toplumun vatan sevgisini, namusunu koruma arzusunu eyleme dönüştürebilmek, bunları yaparken de akıl ve bilimi yeniden egemen kılmaktır. Çünkü Osmanlı akıl ve bilimi terk edeli üç yüz yıl olmuştur.
Balkanlarda, Filistin’de, Doğu ve batı cephelerinde, dünya savaşında, Çanakkale ve İstiklal Harplerinde zaferlere ulaşmış Türk’ün ardındaki iki güç Allah’ın yardımı ve Türklüğün ezelden gelen kahramanlığıdır. Ecnebi komutanların veya Osmanlılaşmış paşaların muvaffak olamamasının sebebi de bu Türklüğün gerçek mayasına temas edememeleri, bu gücü anlayamamalarıdır.
Mustafa Kemal ise öz vatan evladı ve gerçek iman sahibi olarak kan ağlayan Türklüğün sancaktarlığını yapmış, Türk’ü, Türk’ün dil ve tarihini yeniden tanımlayarak en büyük Türk olduğunu da ispat etmiştir.
Atatürk nasıl İslam’ı yaban otlarından, hurafelerden, merdiven altı tarikat ve tekkelerden temizlediyse, nasıl mason localarını def ettiyse, aynen o şekilde Türklüğü de yabancı pisliklerden temizleyebilmiş, dilden tarihe, kültürden sanata her alanda bağımsız ve laik Cumhuriyet ilkesini esas alırken Türklerin çok eski zamanlardan beri Cumhuriyet ilkesi ile yönetildiğini de ifadeden çekinmemiştir.
Tüm dillerin anasının Türkçe olduğunu, halen okutulmakta olan tarihin empoze ve yalan olduğunu her fırsatta dile getiren Atatürk, dünya üzerinde var olan her şeyin Türk’ün eseri olduğunu iddia etmekten ve bunu ispata çalışmaktan da geri durmamıştır.
Bu kahraman ve inançlı vatan evladının bu gayretleri elbette karşılık bulmuş ve yeni Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı zamanında aşağı mertebelere mahkum edilen kaderine rağmen, “Türklüğü” ilk ve vazgeçilmez öğe olarak ele almıştır.
Unutulan Türklük değerleri bir kez hatırlanınca da yurtta düşmandan eser kalmamış, eskinin pislikleri temizlenmiş, yepyeni bir sayfa açılmıştır.
Tarihte devletsiz kalmamış Türkler bu sayede yok olmaktan kurtulmuş, katıksız ve saf mertlikle yeniden tanışmıştır.
Lakin aldananlar, aldatmaya çalışanlar, Türk gibi görünmeye çalışırken aslında Türk olmayanlar elbette çıkacak, cihanın bu mertliğe düşmanlığı asla bitmeyecek, çekemeyenler, yok etmek isteyenler el birliği yapmaktan vazgeçmeyeceklerdir.
Türklüğüyle gurur duyan, Türklüğü yaşatmaya kararlı, Türklüğü yüceltenlere minnet duyan vatanseverler için temel ilke; bir ve beraber olarak aramızdaki mert olmayanlar dahil tüm cihana karşı dik durmak, Allah’tan, imandan, mertlikten ve Türklükten vazgeçmemektir.
Dinde nasıl münafıklar var ise Türklük bahsinde de rozetçi – şekilci- sahte Türkler ve Atatürkçüler elbette vardır, olacaktır. Bunlara aldanmamak lazım gelir ki içerisinde Atatürk filigranı olmayan paralar nasıl sahteyse, içerisinde mertlik olmayan Türkçüler de o kadar sahtedir.
Dünyanın selameti, İslam’ın egemenliği, Türklüğün ebediyete kadar devamı ancak mertlikte, şeffaf ve hakkaniyetli olmakta, adaletten sapmamaktadır.
Elbet dünya bir gün Türk ve Müslüman olacaktır.
Bunun için süregelen ümmetçilikler, Osmanlıcılıklar, dincilikler, batılılaşmalar .. evvela Türklüğün gerçek mana ve mahiyetini anlamalı ve sonra öze dönmelidir.
Atatürk milliyetçiliği, sonsuz kudretteki bu Türklük bilincini, vatan sevgisi ve Allah’a olan itikad ve itimatla birleştirebilmek suretiyle, ay yıldızlı bayrağı ilelebet göklerde dalgalandırmak arzu ve gayesidir.
Yoksa bu milliyetçilik, Atatürk’e saldırıp, Türklüğün temel değerlerini ayaklar altına alıp, yabancılarla ortaklık edip, hain ve düşmanlarla elele Türklüğün kuyusunu kazmak, para ve menfaatler için maskeyle dolaşmak asla değildir.