Laiklik İslam’ın teminatıdır
Atatürk ilkelerinin belkemiği durumundaki laiklik kelime olarak ayrıştıran, karıştırmayan manasına olup siyasi ve dini literatürde bu kelime; vicdan hürriyetini, devlet ve din işlerinin ayrılmasını, dine giriş ve çıkışta zorlama yapılamayacağını ve inançlara saygı duymayı, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılmasını ifade eder.
Oluşturulmaya çalışılan kara propagandaya bakıldığında ise laiklik ile İslam iki farklı şey ve hatta düşman gösterilir ki Cumhuriyet, Türk, medeniyet ve bilgi kavramları ile namaz, tesettür, iman bahisleri yanyana gelmesin ve kutuplaştırmalar zarar görmesin, merdiven altı din bezirganlarının menfaatleri bundan etkilenmesin.
Şimdi laikliğin öngördüğü ilkeler ile dini hükümleri sırasıyla karşılaştırarak doğru kararı bulmaya çalışalım.
Vicdan hürriyeti ve hür irade, dini mükellefiyetin kaçınılmaz şartıdır
Dinin tek kaynağı durumundaki Kur’an bize İslam dininin ve hatta tüm dinlerin hürriyet ve hür irade ile yaşanılacağını anlatır. Yani dinde mükellefiyetin başlama şartı sadece reşit olma veya adet görme değil aslen ve öncelikle hür olma, hür irade kullanabilme yani fikren baliğ olma şartıdır. İradeler hür olmazsa, bilgi noksanı varsa, iradeler hüküm altında aksine zorlanıyor veya yanlış yönlendiriliyorsa, istek yokken zorlama ile istek oluşturuluyorsa, toplumun örf ve alışkanlıkları dahi kulu mevcut bir inanca zorunlu kılıyorsa o ortamda hürriyetten söz edilemez ve kulun kendi hür irade ve isteği yoksa o tabi olunan dinin tüm gerekleri yerine getirilse de dinen bir sevabı ve kazanımı yoktur.
Akıl ve zeka insana düşünebilsin, gördüğü ve duyduğu şeylerden hüküm çıkarabilsin, yorum yapabilsin, anlayabilsin, tanısın ve doğruyu bulsun diye bahşedilmiştir ve bunların tamamı hür ve baskıdan uzak olmak zorundadır. Dinde bu akıldan yoksun olanların mükellefiyetinden bu nedenle söz edilemez.
İrade denen şey, kişinin akıl yoluyla bulduklarını, vicdanla tartıp neticede bir istek ve niyet ortaya koyması, yani o sonucun gerçekleşmesini istemesidir.
İrade olmadan varsa bu irade hür olmadan seçenek ve tercihler ne olursa olsun hükümsüzdür, verilen o karar doğru da yanlış da olsa neticede başkasının kararıdır ve kula bir şey kazandırmaz ve kaybettirmez.
Vicdanlar yani maneviyat konusu öncelikli olmak üzere verilen kararlar hür olmalıdır ki oluşturulan kanaatler değer taşısın ve dinen makbul olsun.
İşte laiklik bu vicdanları yasalarla serbest bırakan ve bunun teminatını veren bir ilkedir, meşru bir dayanaktır. Bu yönüyle laiklik dinin var olan emrini yerine getirmek için ilk şartı ve uygun ortamı tesis eden, hürriyeti sağlayan ve baskıları ortadan kaldıran bir uygulamadır yani tamamen dinidir, caizdir, olması gerekendir.
Din ve devlet işlerinin ayrılması
Yasalardan doğan meşruluk ile dinden doğan caizlik kavramı arasında devasa bir fark vardır ve mutlak olan caiz olma halidir. Buna rağmen toplumları teşkil eden kişilerin ırk, dil, din, inanç ve nitelikleri farklı olduğundan, devlet ve yönetimler hepsini kucaklamak ve hepsine hitap etmek durumunda olduğundan, devletin çoğu meselesi akıl ve bilimle alakalı olduğundan, uluslararası işlerde diğer devletlere de hitap edebilmek için evrensel ilkeleri kabullenme şart olduğundan ve en mühimi devletin yazılı yasalarla devamlı ve istikrarlı bekası elzem olduğundan din ve devlet birbirine komşu hatta kardeş ama birbirinden ayrı şeyler olmalı, devletler dine saygılı olmak zaruriyetiyle ama yasalarla yönetilmelidir.
Yasalar tamamen akıl ve bilimle bulunmuş, ihtiyaçtan doğmuş kalıcı kurallardır ve bunun tam aksine din değişmezdir, beşeri değildir, zaman ve coğrafya değişse de değişmeyendir, akıldan ziyade vicdandan kaynaklanandır.
Bu nedenle vicdanlar bazen rahatsız olsa da devletler hatta kamu ve fert dengesindeki eşitliği kamu lehine bozarak yasalarla yönetilir, sorunlar kanunlarla çözülür ve eğitimden sanata, siyasetten askerliğe, finanstan üretime kadar her alanda bilim ve akıl öncülüğü kaçınılmaz olur.
Bilimin modernleşmediği ortaçağ karanlıklarından itibaren tüm din mensuplarının, dünyanın her yerinde laikliğe geçmesindeki ve bilimi rehber edinmesindeki maksat da budur ve din kaynaklı ilimle çözülemeyen sorunların çözümleri akıl kaynaklı bilim ile mümkündür.
Neticede din ilme ve alime saygı duyar, onları yüceltir ve nerede olursa olsun o bilgiyi alıp kullanmayı emreder. Laiklik de bilim ve aklı bu istikamette kullanırken mütekabiliyet gereği dinin kırmızı çizgilerine saygılı vaziyette hayatı medeniyete taşımaya çalışır.
Sorun din ve bilimin çatıştığı noktalarda nasıl karar verilmesi gerektiğine dairdir ve bu noktada vicdanlar, kamu çıkarları, beka sorunları, aciliyetler, zaruretler devreye girer ve sorun etkileyen tüm faktörlerin incelenmesi neticesinde ama çoğu zaman yasalar istikametinde çözülür ki bir dine tabi tebanın diğer tüm tebaların üstünde olma iddiası veya tebanın, o tebaya ait olmak ile bazı ayrıcalıklı haklara sahip olma gayreti kabul gören bir şey değildir.
Neticede devletin dini olmaz, ferdin dini olur. Devletin yasaları olur ve fertler o yasaya uymakla mükelleftir. O yasaları beğenmeyenler, dinlerine uygun bulmayanlar yasal yollarla itirazını yapar ve durum değişmiyorsa o yasaya uymak veya hicret etmek seçeneklerinden birisini tercih eder ki dinin emri de budur.
Dinde zorlama yoktur
Laikliğin ilk gayelerinden biri vicdan hürriyetidir ve dindeki zorlama bahsi aslen ilk madde ile yakından ilgilidir. Dinen bu izah şöyle ifade edilir; dine girişte, çıkışta ve içinde zorlama yoktur. Tüm inanç ve ibadetler, tüm niyet ve ameller hür ve rıza ile, samimiyetle ve dürüstlükle olmalıdır. Zorlama varsa makbul ve geçerli değildir. Şeytanlar dahi bu nedenle zorlamaz sadece süslü gösterir ve kandırmaya çalışır.
Bir kimseyi zorla bir dine sokmak, bir kimseyi zorla veya rızayla girilen o din içinde bazı ibadetlere mahkûm etmek, zorlamak, yapmayanı karalamak ve afaroza (tekfir bir kişiyi din dışı ilan etmek, irtidat kişinin kendi rızasıyla din dışına çıkmasıdır) niyetlenmek, dinden çıkmak isteyene yasal cezalar uygulamaya kalkmak dinen yasaktır, yoktur, haramdır, dine ihanettir, Allah adına yetki kullanmaktır. Çünkü hesap sormak sadece Allah’ın hakkıdır ve kula düşen sadece davet ve nasihattir ki Hz. Peygamber dahi davet, izah ve nasihatten öte bir şey yapmamıştır. Bu daveti alanlar dine girer veya girmez, dinde kalır veya kalmaz, dinden çıkar veya çıkmaz. Hürriyet buradadır ve kararı ne olursa olsun vebal o kulun kendisine aittir.
Başkalarının kulları bir istikamette zorlaması, başarı sağlansa dahi caiz değildir ve zorlamak da günah, zorlanarak girenler için o baskıya boyun eğmek de günahtır.
Tekfir çok ağır bir suçtur ve irtidatın (irtidat edene de mürted denir) bedeli büyüktür. Buna rağmen tercih kulundur ve dünya Müslüman olmak zorunda değildir. Çünkü Allah insanlığı değişik ümmetler halinde yaratmıştır ve tek ümmet olmalarını dilememiştir. Allah kullarının tamamının melekler gibi günahsız ve ibadet noksansız olmasını da asla murat etmemiştir. Çünkü hayat bir sınavdır ve sınavda geçen de olacaktır kalan da.
Dinde zorlama, baskı, aforoz yani tekfir yoktur ve bu laiklikle teminat altına alınmış, yasalarla korunmuştur. Dindeki hürriyetin anlamı; dilediğini yapmak ve dilemediğini yapmamaktır. Bu adil ve masum ortam, bu hürriyet ve adalet bu nedenle laiklik ile teminat altına alınmıştır.
İnançlara saygı duyulması
Din dışındakilere, din içindeki değişik fırkalara hoşgörü ve saygıyı emreden vicdanlar, laiklik ilkesi ile yasalaştırılmış, kanunlarla çizilen çerçeve dışına çıkmayan tüm inançlar devlet ve kamu koruması altına alınmıştır. Devlet bu görevi en çok kabul gören inançlara dayalı vaziyette ve yazılı hukuklarıyla, fetvalarıyla, tüm azınlık ve hatta gayri müslimleri dahi kucaklayan bir empati ve hoşgörü ile yerine getirir, getirmelidir.
Hz. Peygamberin hiçbir icraat ve cihadı, kafir ve müşrikleri Müslüman yapmak için değildir. Dinin böyle bir görevi dahi yoktur. Ama din kula örnek inanç sergilemeyi, örnek olmayı ve diğerlerini de bu yolla dine ısındırmayı emreder. Ama kulun başkaları üzerinde kullanacağı irade sadece bu kadardır.
İslam’la yönetilen ülkelerde dahi diğer dinlere mensup olanlar bulunacaktır ve laiklik işte o azınlık dinlerinin yaşaması için de şart olan bir ilkedir. laik olmayan ülkelerde ise bu azınlıkların kendi dinlerini hür ve korkusuz yaşaması mümkün değildir. Bu nedenle laik yönetimler dieğr dinlerin yaşama hakkı için de elzemdir.
Din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması
Laiklik, geniş tanımıyla, din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması, vicdanların hür kılınması, kimsenin inanmaya veya inanamadığı için hesap vermeye zorlanmaması, dileyenin dilediği kadar inanç ve ibadette hür olması, devletlerin akıl ve bilimle yönetilirken, dini buyrukların devlet için saygıya layık edilirken, kanunlara mesnet yapılmamasıdır.
Laiklik dinsizlik veya dinsizlik laiklik asla değildir. Laiklik dini hüküm ve yargıları yok saymak asla değildir. Laiklik dine saldıranlara serbestlik asla değildir. Laiklik dine uzak olanları din dışı ilan etme yetkisi asla değildir. Laiklik dinsiz bir toplum ve devlet asla değildir.
Laiklik, aklı ve bilimi beşeri yaşama rehber ederek ilerlemek, hayatı güzel ve kolay hale getirmek, din ve ibadetin yaşanabileceği daha hür ve konforlu ortamları oluşturmak, insan sağlığı, huzur ve refahını geliştirerek dinin daha yaygın ve doğru olarak tatbikine imkân sağlamaktır.
Din ahiret yaşamını gaye edinir bu dünyayı sınavdan ibaret görürken, dünya işleri ile kast edilen aslen bu beşeri ve fani hayattır. Yani kapsam olarak da aralarında ciddi fark vardır. Laiklik aslen bu dünya işleriyle ilgilenir ve ahiret azığı durumundaki dünya yaşamında hür ve baskıdan uzak ibadet edebilmeyi mümkün kılar.
Laiklik dinsizlik ve dinsizlik laiklik asla değildir
Laiklik ve din konusundaki en ciddi istismar ikisinin tarifleriyle oynayarak, laikliği dinsizlik göstermeye çalışmaktır ki bu durumda laiklik savunucuları istemeden dinsizliği laiklik gibi kabule zorlanır.
Oysa laiklik dinlere ve inançlara hürmet mecburiyeti olmadan, ahlaksızca yaşamak, kulların vicdanlarını yok saymak asla değildir. Bu anlamda laik olmak demek kişi neye inanırsa inansın, gerekleri ne kadar yerine getirirse getirsin diğer insanların ve toplumun inançlarına saygı duymak mecburiyetindedir. Bu ilke herkes için geçerlidir, şarttır.
Laik olmayanlar da vicdanının sesi yerine aklının işaretlerini öne çıkaranları küfürle itham edemez, onları din dışı sayamaz.
Dolayısıyla kimse laikliği dinsizlikle eş tutamaz ama hiç kimse de dini kuralları yok sayarak ve inançlarla alay ederek medeni olma iddiasında bulunamaz.
Laik olsun olmasın bir kimsenin din içi veya din dışı olduğuna karar verecek olan (şayet kul kendisi diliyle ifade etmiyorsa) sadece Yüce Allah’tır. kaldı ki imanı veren ve bilen de sadece Allah’tır.
Öyleyse bir kimsenin dış görünüş ve hatta amelleri ne olursa olsun kalbindeki iman bilinemez ve bilinmediği için de başkalarının inançlarına dair hüküm vermek gayet sakıncalıdır. Laiklik işte tam bu noktada serbestlik ve özgürlük vadeder ki kul hem kendisi hem de başkaları için bunlardan istifade edebilmeli ve başkalarına dair hükümlerde de dikkatli olmalıdır.
Özetleyecek olursak;
Laikliği layıkıyla yaşamak; dinin serbestçe yaşanmasına imkan sağlamak ama aklın ve bilimin önünü kapatmamak, kulları hür bırakarak dindeki yobazlıkların kişilere yansıtılmasına, hurafelerin dayatılmasına mani olmaktır.
Laiklik vicdanları hür bırakmak, dini serbestçe yaşamak, hurafelere savaş açmak, inançlara karşılıklı saygılı olmak, aklı egemen kılmak demektir.
Bu sayılanlar aynı zamanda dinin de emridir ve bu yüzden diyoruz ki dinin teminatı laiklik ilkesidir.
Çünkü laiklik, hurafe ve yobazları dini otorite olmaktan uzaklaştırır, dini Kur’an’a dayandırır, toplumsal eşitlik, hoşgörü ve barışı temin eder, kardeşliği tesis eder, kırgınlıkları engeller, din sınavının tecellisine uygun ortam sağlar, kimsenin inancı yüzünden mahzun olmaması için teminat verir. Bu arada dinin zulüm vasıtası olarak kullanılmasına, kutuplaştırma ve ayrımcılık vesilesi yapılmasına da engel olur.
Laiklik dindeki yaban otlarının temizlenmesidir, dinin tefsir ve meal ile Kur’an’a yaslandırılmasına ortam hazırlayandır, batıl inanç ve yanlışların dinden çıkarılması demektir, din işlerinin bu işle yükümlü olmak üzere teşkil edilen Diyanet Başkanlığı eliyle yapılmasına imkân ve olanak sağlayandır.
Laiklik bu kadar Kur’an’i ve dini iken, maneviyatlara bu denli uygun iken, İslam’ın emirlerine ve mevcudiyetine bu denli yatkın iken, imanların hür olmasına bu kadar gayrete derken, dinin bekasını da temin ederken dine karşı ve hatta düşman gösterilmesi doğru değildir, dinen de büyük günahtır.
Bu yapılan oyun Türklüğü ve İslam’ı birbirine düşman etme oyunudur ve maalesef Ulu Önder Atatürk’ü de karalama gayretinin bir parçasıdır.
Atatürk’ü ve dini tanımayanların bu çukura düşmesi kaçınılmazdır ama azıcık ilim almışların bu hataya düşmemesi gerekir.
Çünkü laiklik İslam’ın teminatıdır.
Bunun en bariz örneği Ortadoğu’nun laik olmayan yönetimleridir ki tamamı rezil bir din yaşamakta, Kur’an’sız bir dini İslam sanmakta, kardeş kavgalarının önüne geçememekte, medeniyet üretememekte, akılla tanışamamaktadır. Bu ise dolar milyarderi prensler, milyar dolarlık düğünler, açlığa mahkûm halklar, çöpten yemek toplayan fakir ve mazlum halklar demektir.
Atatürk Cumhuriyeti modern ve laik yapısıyla bu yüzden dimdik ayaktadır, örnektir, Müslüman ve laik olmayı başarmışların ülkesidir, medeniyet yolunu akıl ile, ahiret yolunu Kur’an ile yürüyenlerin yurdudur.
Buradan da anlaşılır ki o ülkede laiklik yoksa dini Kur’an mihverinde tutacak teşkiller ve yasalar da yoktur, inançlar birbirine düşmandır ve kullar inançlarını hür vaziyette yaşayamazlar. Bu ise kulun hayatından da önce dinin salih ve selim olma vasfını yok eder, sahte ve çirkin, insan eli değmiş bir din icat eder, ortada din diye bir şey kalmaz. Kişilerin ve fetvaların (dolayısıyla fetva veren kişilerin) dini haline gelen İslam bu nedenle de Allah’ın dini olmaktan çıkar. Haksızlık ve adaletsizlikler sokaklarda kol gezer hale gelir. Kamu vicdanı yok olur, ülke, servetle şımarmış kişilerin borusunun öttüğü bir ilkel kabile halini alır. Yasaların dahi bir zaman sonra hükmü kalmaz, inançlar hobi seviyesine düşer, iman cephesi yok olur ve kardeş savaşları yaşanırken bundan en çok kar eden inanç düşmanları ve münafıklar olur.
O halde Atatürk ilkelerinin temeli laiklik aynı zamanda İslam’ın da teminatıdır.
Laiklikten uzak yaşamak ise; geçmiş hataların, acı günlerin, cehaletin tek sebebi olduğu gibi medeniyet yarışında geri kalmak gafletidir ve aynı zamanda İslam’ın yaban otları bürümüş bir tarlaya benzemesine sebeptir.
Kişilerin, toplumun ve devletlerin var olması, bekası, huzur ve refahı, dinin selametle ve hür yaşanabilmesi ancak laiklikle mümkündür ve laikliğe karşı çıkanlar ‘laiklikten doğan haklarını kullanarak’ dine ve Atatürkçülüğe düşmanlık edenlerdir.
Bu arada ahlaklı olmak laik ve dindar olmaktır.