Cumhuriyetçilik ilkesinin mana ve kıymeti

Cumhuriyetçilik ilkesinin mana ve kıymeti

Cumhuriyet fikri, Ulusal mücadelenin başlamasından da önce ortaya çıkmış vazgeçilmez bir değerdir ve bu değer hem silahlı mücadeleye hem de inkılaplara temel teşkil etmiştir. Bandırma vapuru Samsun’a yanaşmadan ortaya çıkan bu ana fikir Gazi Mustafa Kemal’in zihninde çok önceleri beliren bir meşaledir ve bu aydınlık O’nun tüm emel ve fikirlerine de öncülük etmiştir. Nitekim zaferle sonuçlanan silahlı mücadelenin tüm safhalarında ve sonrasında atılan adımların tamamında evvela bu Cumhuriyet ve bağımsızlık ya da milli egemenlik konusu mutlak şart olarak aranmıştır.

Geçmişin yanlışlarına ve hali hazırda süregelen teslimiyetlere, halkın garibanlığına ve yanlış giden işlere sebep olan Cumhuriyetsizlik yani milli egemenlikten yoksunluk hali olduğu içindir ki Ulusal mücadelenin baş aktörü Mustafa Kemal için Cumhuriyet daima nihai ve kalıcı emel olarak yaşamıştır.

Bu nedenle Cumhuriyetçilik ilkesi genç Türkiye’nin inkılaplar zincirinde ana ilke ve esas değer olmuştur. Çünkü Cumhuriyet, hedeflenen milli bağımsızlık ve egemenlik demektir ki bütün verimlerini temsil eden bir devlet ve hükümet şekli olarak değiştirilemez bir cevherdir. Bu ilke yeni Türkiye Devleti’nin sonsuza dek sürecek nihai temelidir.

Bu yüzden de 1924’den itibaren Türkiye Cumhuriyeti anayasalarına, meclislerce değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek bir ana kuruluş değeri ile korunmuş ve yerleşmiştir. Bu niteliği ile Cumhuriyet, devlet düzen ve yönetiminde şahsilik ve keyfiliğin hâkim olmasını önleyen, kişisel çıkarların toplum üzerine çıkmasına mani olan en sağlam teminattır.

Ayrıca Türkiye’de siyasal iktidarların el değişmesi ve dağılması bakımından sosyal yapı üzerine en kuvvetli şekilde etki yapan Atatürk ilkelerinden en önde gelenidir. Nitekim Atatürk’ün bütün konuşmalarından açık bir şekilde anlaşılacağı üzere Cumhuriyet, demokratik parlamenter düzendir. Hükümetler değişse de terk edilemeyecek asıl yönetim şekli daima cumhuriyet yani halkın kendi iradesi ile kendisini yönetmesi ve kaderine karar vermesidir.

Şu kadar ki; Atatürk’ün bu ilke ile amaçladığı düzen, her yönüyle çağdaş bir Türkiye yaratmak için seçilmiş bir yol, bir sistemdir. Ancak şu unutulmamalıdır ki, Cumhuriyetçilik ilkesini halkçılık ve milletçilikten soyutlamaya imkân yoktur. Zira Cumhuriyetçilik gerçek mana ve hüviyetini bunlar sayesinde kazanmaktadır. Şu halde diyebiliriz ki, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik ve Halkçılık bir başka deyişle millet olma, demokratik bir idareye kavuşma gayretleri ve ilkeleri birbirinden ayrılamaz bir bütündür.

Ulu önder gençlik yıllarından itibaren sayısız rejim ve devrimi hem de kendi orijinal dillerinden okumuş ve incelemiş birisi olarak demokrasi ve hürriyetin vazgeçilmezliğine karar vermiş bir liderdir. Gaye ve nihai hedef Cumhuriyet olunca da hali hazır yönetim şekil ve usullerinin demode ve yanlışlığı da anlaşılmakta ve Gazi bu yanlışlığı her fırsatta dile getirmektedir.

Ölümsüz Önder egemenlik ilkesi hakkındaki fikirlerini açıklarken şöyle der; “Çağımızda, bu esas teşkilatın dayandığı, anane haline gelmiş bir takım temel ilkeler vardır. Demokrasi ilkesi (Halkçılık). Bu ilkeye göre irade ve egemenlik milletin bütününe aittir ve ait olmalıdır. Demokrasi ilkesi millî egemenlik şekline dönüşmüştür.

— Temsilî hükümet ilkesi, bu ilke, millî egemenliğin uygulanması ve yürütülmesini düzenler.

— Devletin esas teşkilatını saptayan kanunun, diğer kanunlara üstünlüğü ilkesi. Bu ilke çağdaş esas teşkilatta, kanuniliğin ve adlî kararlılık ve yerleşmenin doğurucusudur.

Bu saydığımız ilkeler, demokrasi ilkesinin binası gibi görülür. Gerçekten de demokrasi ilkesi, uygulamadaki değerini, ancak bu ilkeler sayesinde kazanır”.

Bundan sonra, hâkimiyet İlkesini daha genişçe incelemeye önem veren Atatürk, devlet şekillerinden “monarşi, oligarşi ve demokrasi” (Halkçılık) başlıkları altında düşüncelerini belirtmekte ve “Demokrasi ilkesinin en çağdaş ve mantıkî uygulanmasını sağlayan hükümet şekli Cumhuriyettir… Millet, egemenliğini, devlet yönetimine katılmasını, ancak zamanında oyunu kullanmakla temin eder” demektedir. İşte bu nedenledir ki, Atatürk’ün milli egemenlik ve halkçılık kavramı ile bağlantılı olan Cumhuriyetçilik ilkesini Türk siyasal hayatında demokrasiye yöneliş ve hazırlanışın bir işareti saymak gerekir.

Neden mutlaka Cumhuriyet sorgulamasının cevabı da yine Gazi’nin veciz söz ve demeçlerinde saklıdır;

“Cumhuriyet ahlâkî fazilete dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir. Sultanlık korku ve tehdide dayanan bir idaredir. Cumhuriyet idaresi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık, korkuya ve tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil ve rezil insanlar yetiştirir. Aradaki fark bunlardan ibarettir.”

“Türk milletinin tabiat ve adetlerine en uygun idare Cumhuriyet idaresidir.”

“Cumhuriyet idaresini, Cumhuriyetten söz etmeksizin millî hâkimiyet esasları içinde her an Cumhuriyet’e doğru yürüyen şekilde toplamağa çalışıyorduk.”

“Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir. İcra kuvveti, teşriî selahiyeti milletin yegâne mümessili olan Mecliste tecelli etmiş ve toplanmıştır. Bu iki kelimeyi bir kelime İle özetlemek mümkündür. Cumhuriyet”.

“Cumhuriyet rejimi demek demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz Cumhuriyeti kurduk, Cumhuriyet 10 yaşını doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe koymalıdır” diyordu.

Yine bir başka söylevlerinde de “Hiçbir zaman hatırınızdan çıkmasın ki Cumhuriyet, sizden, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister” diyerek Cumhuriyetin kesin emrini açıklarken “Benim için bir taraflık vardır: Bir tarafım. O da Cumhuriyet taraflılığı fikrî ve sosyal inkılâp taraflılığı. Bu noktada Yeni Türkiye topluluğunda bir ferdi hariç düşünmek istemiyorum.” öz deyişiyle Cumhuriyetçilere bir tek yolun varlığını kesin direktif olarak iletmektedir.

Özetle; kişisel saltanattan halkın bağımsız ve en yetkili egemenliğine geçişin adı olan Cumhuriyet demokrasi ve özgürlüklerin hem sağlayıcısı hem teminatıdır ve terki kabul edilemez. Bu ilke o denli mühimdir ki terki durumunda diğer inkılapların hemen tamamı çöker ve devrim ruhunu yitirir.

Beka, refah ve medeniyet arzusu için vazgeçilmez bir ilke olan Cumhuriyetin varlığı durumunda ise diğer tüm ilkeler hayata geçirilebilir, toplum aydınlıklara kavuşur ve toplumun kaderi kendi iradesine teslim edilir.

Kişisel saltanatların, bu arada arkasına halifelik denen yanlışı alsa dahi muvaffak olamayacağını tarih pekala göstermiştir ve yine tarih medeniyet yolunda yürümenin ancak Cumhuriyet ile mümkünlüğünü de göstermiştir.

Mustafa Kemal Atatürk’ün yalnızca 1923’lerde İngiltere, Fransa’da yaşanmakta olan Cumhuriyet fikrini Avrupa’da üçüncü olarak Türkiye’ye getirmesi ve kalıcı kılması boşuna değildir.

Sarsılmaz öngörüsü ve isabetli kararlarıyla dünyayı kendisine hayran bırakan Gazi bu sebeple medeniyet yolunda en büyük engeli aşmış ve toplumu çağdaş yaşama kavuşturma arzusunu başarabilmiştir.

Henüz taze ve genç olan Cumhuriyetin devamı ve faydaları, halkın ona olan inancı ve sahiplenmesi ile orantılı olarak artacak veya eksilecektir. Mazinin karanlıklarına hayran olan yobaz takımının aksine yenilikçi ve çağdaş dimağların Cumhuriyet ateşinden başka ışığa gerekleri yoktur.

Bu ilke ile kol kola yürüyen halkçılık ve inkılapçılık ilkeleri ise ve tabi laiklik ilkesi, kurulmak istenen sistemin yan kollarıdır ve refah ve huzur ancak bunların tamamını takip etmekle mümkündür.

Cumhuriyet ve milli egemenliğin baş aktörü elbette meclistir ve meclis anayasaya, kuvvetler ayrımına, milli egemenliğe herkesten fazla sahip çıkması gerekendir ve beka tamamen buna bağlıdır.

Cumhuriyetin ana hedef olmasındaki mana da buradadır ki Cumhuriyet ayakta durdukça diğer ilkelerin yıkılması mümkün değildir.

Osmanlı’nın köhneleşmiş, bilimden uzak, tek kişiye dayalı, akılcılığa aykırı, batıyla kavgalı, keşifleri inkara yaslanmış yönetim şeklini terk ve halkın egemenliğine dayalı yeni bir çağdaş rejimi, Cumhuriyet’i esas kabul etmek, bu nedenle inkılapların da özünü ve temelini teşkil eder.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir