Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitap özeti

Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Gregory Petrov,

Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitap özeti

Grigory Petrov, 1923

Beyaz Zambaklar Ülkesinde, Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkçeye ilk kez çevrildi. Atatürk, kitabı okuduğunda bu destansı başarıya tek kelimeyle hayran olmuştu. Derhal kitabın ülkedeki okulların, özellikle askeri okulların müfredatına dahil edilmesini emretti.

Bu eserin varlığından haberdar olan Atatürk, kitabı hemen getirtmiş ve inceledikten sonra hemen basılmasını ve sonra da en geniş şekilde dağıtılmasını emretmiştir. Ayrıca Milli Savunma Bakanlığı da eseri derhal askeri okulların müfredatına aldırtmış ve bu eserin, subay adaylarının el kitabı olmasına karar verilmiştir.

Türk askerleri ülkelerindeki “yaşamı yenilemek” için mutlaka bu kitabı okumalıydılar. O vakitler, kitap o kadar çok ilgi görmüştür ki, Kuran-ı Kerim’den sonra en çok okunan kitap haline gelmiştir.

Genel bilgi

100 sayfayı bulan ve ütopik bir coğrafyayı çağrıştıran bu eser, Rus kökenli bir papaz olan Grigory Petrov’un kaleminden çıkmadır. Yazar söz konusu eserde, bataklık ve granitlerle kaplı bir cehennem toprağı olan Finlandiya’nın bir insan ömrü kadar kısa bir süre içinde nasıl kalkındığını, zambakların bataklıkta nasıl boy verdiğini ve cehennem ikliminin nasıl cennete dönüştüğünü anlatmaktadır. Söz konusu dönüşüm, ülke toprağının verimliliğiyle, ekonomik kalkınmayla sınırlı değildir; hatta bu betimleme esas olarak mecazidir. Yazar bize, esas olarak insanların, yani toplumların nasıl kısa bir süre içinde çağ atlayarak uygarlık sürecine katılabileceklerini anlatmaktadır. (…)

Bu kitap tüm yoksulluğa, imkânsızlıklara ve elverişsiz doğa koşullarına rağmen, bir avuç aydının önderliğinde; askerlerden din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere, doktorlardan işadamlarına kadar, her meslekten insanın omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, Finlandiya’yı, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir mücadele verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak biçimde gözler önüne sermektedir.

Halkların destansı özverisiyle yoksulluktan kurtularak, ekonomik, politik ve kültürel olarak nasıl mükemmel bir ülke yaratılabileceğini gösteren, okurlara dudak ısırtan ölümsüz bir eser. Beyaz Zambaklar Ülkesinde, kurgusal bir romandan daha çok, ders verir nitelikte ve ülkemizi, kendimizi, yaşayışımızı sorgulatan bir kitaptır.

Kitap Özeti

Beyaz Zambaklar Ülkesi bataklıklar ve kayalıklar ülkesi olarak adlandırılan 2 milyon nüfuslu Finlandiya’nın tüm halkın aydınından, köylüsüne, subayından, memuruna, din adamlarından, öğretmenlerine kadar herkesin birleşerek ülkeyi kalkındırmalarını anlatıyor. Beyaz Zambaklar Ülkesi kitabının yazarı Grigory Petrov kitabı baş karakter Snelman’ın ağzından anlatmış ve kitap bölümlerden oluşarak anlatılıyor.

Finlandiyalılar 1811 yılına kadar İsveç hakimiyeti altındaydılar. Bütün iktidar, ticaret ve sanat, okullar ve hatta kilise bile İsveçlilerin elindeydi. Yönetici ve aydın kesimi oluşturanlar, öğretmenler, doktorlar, memurlar ve subayların tamamı İsveçliydi. Bu insanlar Finlandiyalılara üstten bakıyorlardı. Bu durum Finlandiya halkının kültürel gelişimini de etkilemekteydi.19. yüzyılın sonlarına kadar kültürel gelişimleri sadece temel okuma yazma becerileriyle sınırlıydı. Fakat Rusya 1808 yılında Finlandiya’nın yarısını ele geçirdi ve Rus Çarı eskiden sahip olunan tüm hakların aynı kalacağı sözünü verdi. Bu olay ile beraber kendi kültürlerini özgürce geliştirme olanağı elde ettiler. Fin kültürünü geliştirmek için önderlik etme görevini Johan Wilhelm Snelman üstlendi.

Snelman yeni nesil Fin aydınlarının en parlak temsilcilerinden biriydi. Finlandiya’nın gelişmesi için adeta seferberlik ilan etmişti. Bu göreve öncelikle aydınlarla konuşarak başladı. Onlara aydın olunmanın halka üstten bakmak olmadığını, kendileri ne kadar bilgiliyse halkında öyle olması gerektiğini, öğrendikleri her şeyi halka da anlatmaları gerektiğini söylüyordu. Toplumun alt kesimlerini daha iyi bir hayat kurmak için ne yapmaları gerektiği konusunda eğitmeliydiler. Aydınlardan sonra ise sırada öğretmenler vardı. Yaz boyunca konferanslar veren Snelman öğretmenleri işlerini iyi yapmaları konusunda nasihatler veriyordu.

Din Adamlarını da bu hedef doğrultusunda çok önemli kişiler olarak görüyordu Snelman. Dinsizliği halkın sahip olduğu bütün kutsal değerlerin ölmesi olarak tanımlıyor ve bu maneviyat ruhunun ölmemesi adına ve insanların umutlarını kaybetmemeleri adına din adamlarına çok iş düşüyordu. Din adamları çocukları ve gençleri bir araya getirerek, onları etkilemeye ve inanç aşılamaya çalıştılar. Bunu yaparken de zekayı, bilimi ve hayatın zevklerini aşağılayıp küçümsemediler.

Yönetimde ise Finlandiya ve Rusya arasındaki anlaşma çerçevesince yeni hükümlerin yazdığı yeni bir anayasa 1816 yılında kabul edildi. Böylece parlamento yeniden faaliyete başladı. Finlandiya’nın her yerinden devlet memurları Helsinki’ye akın ettiler. Böylece İsveçli devlet adamları yerine Finlandiyalı memurlar geçmiş oldu. Snelman’ın memurlara çağrısı ise şöyleydi: Vatandaşlarımızın yasalara saygılı veya daha fazlası olan derin adalet duygusuna sahip bireyler olarak yetiştirilmesi için bize yardımcı olun.

En büyük değişimlerden biri ise Ordu’da oldu. İsveçliler döneminde kışladaki askerler içki içer, kumar oynarlardı. Halkla ilgili olan hiç bir konuyla ilgilenmezler ve kaba davranırlardı. Snelman ve arkadaşları bu konuyla ilgili de bir yenilik yaptılar. Subaylara konferanslar vererek askeri eğitimin öneminden bahsettiler. Artık tüm aileler oğullarının askere gidip iyi terbiye almalarını istiyorlardı. Çünkü kışlada bilimden kültüre kadar iyi bir bireyin sahip olması gereken tüm özellikler anlatılıyor, askerler eğitiliyordu.

Bu ve bunun gibi birçok özelliğin değişmesi ve gelişmesi bu küçük ülke adına çok büyük adımların atılmasına sebep oldu. En alt kesimden en üst kesime kadar tüm insanlar çok çalıştı. Bataklıklar ve kayalıklar ülkesi olarak adlandırılan Finlandiya’da insanlar kayalıkların üstüne verimli topraklar yerleştirdiler ve buralarda tarım yapmaya başladılar. Üretim yaptılar, okullar açıldı insanlar okumaya başladılar. Bu ve bunun gibi birçok etken sonucu şuan da Finlandiya refah ve eğitim düzeyi çok yüksek bir gelişmiş ülkedir.

Açıklama

Beyaz Zambaklar Ülkesinde (Finlandiya) ilk kez 1928 yılında Prof. A. Haydar Taner tarafından Bulgarcadan Türkçeye çevrilmiş. Ardından 39 yıl içinde tam 11 baskı yapmıştır. Kitap sadece askeri okullarda değil, aynı zamanda öğretmen okullarında da okutulmuş ve diğer başka okulların öğrencilerine de tavsiye edilmiştir.

Eser, Balkan dillerinin yanı sıra Türkçeye de kazandırılmıştır. Eserin bizdeki etkisi ise muazzamdır. 13 Kasım 1929’da eserin Türkiye’de yapılan ikinci baskısına yazdığı Önsöz’de Ali Haydar Bey, kitabın etkisine dair birçok ayrıntılı bilgi vermektedir.

Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabının Türkçe tercümesi basınımız tarafından da ilgiyle karşılanmıştır. Milli Talim ve Terbiye Heyeti Reisi Mehmet Emin Bey, Hayat Mecmuası’nın 74. sayısında kitaptan övgüyle söz ediyordu:

‘Elimde olsa Haydarpaşa-Ankara arasında seyahat eden her bir yolcunun eline bu kitabı tutuşturur, kitabı okuturken bir yandan da çevrede bulunan toprak yığını köylere baktırırdım. Öğretmen olsaydım, çocuklara, bulunduğum şehrin kenar semtlerini gezdirirken, evlerde konuşulanları tekrarlatırken yeme içme, giyim kuşam tarzlarını gösterirken Grigory Petrov’un kitabından sayfalar okurdum.

Komutan olsaydım, askerlerimin toplandıkları koğuşlara bu kitabın bazı sayfalarını kopya eder ve asardım. Düşüncelerin davranış ve yaşantı üzerindeki etkisine inandığımdan bu kitaptan yararlı sonuçlar beklerdim. (…) Şu toprak yığınından ibaret köylerin, ortasından lağımlar akan sokakların kalkmasını içtenlikle arzu ediyorsanız, bunlardan iğrenen bir toplum oluşturmak zorundasınız. İşte Beyaz Zambaklar Ülkesinde bizlere bunları telkin ediyor.

(…) Eserin en güzel bölümlerinden biri de, askeri kışlaların nasıl bir halk okulu olduğunu anlatan kısımlardır. Bu bölümler bizim için baştan sona bir program modelidir. Birçok köyde daha uzun yıllar öğretmen bulundurmak imkanını elde edemeyeceğiz. Onun için köylümüz temel eğitimini kışlalarda alacaktır. Finlerin kışlalarına soktukları ruh, aynen bizim ideallerimizi de yansıtıyor. Kitabı okuyup bitirdikten sonra çevredeki toprak köyler yıkılıp gidiyor. Her şeyden ancak alay etmek niyetiyle, eğlenmek için söz eden, ruhsuz, bencil tipler yanınızdan uzaklaşıyor. Yalnız halk sevgisini, yurt aşkını duyuyorsunuz. O zaman Beyaz Zambaklar Ülkesi’nin ne demek olduğunu anlıyorsunuz.’

Peki, söz konusu eserin Balkanlar’da ve Türkiye’de böylesi bir ilgiyle karşılanmasını, hatta ‘birdenbire’ bir yangın alevi gibi bütün toplumu sarmasını nasıl açıklayabiliriz?

Eserin Balkan ülkelerini ve Türkiye’yi etkisi altına almasının ve özellikle de birkaç yıl içinde (ki bu yıllar aynı zamanda okuma yazma oranının pek de yüksek olmadığı 20’li, 30’lu yıllardır) onlarca kez baskı yapmış ve yüz binlerce adet satılmış olmasının ortak tarihsel bir nedeni olmalıdır. Bulgar, Makedon, Sırp ve Türk aydınları, özellikle de kitabın yaygın bir şekilde dağıtılmasını öneren ve örgütleyen bürokratlarımız, bu kitapta dile getirilen ideallerin aynı zamanda kendi idealleri olduğunu hemen anlamışlardır.

(…) Finlandiya gibi bataklık ve granitten oluşan küçük bir ülkenin kısa süre içinde uygar bir topluma dönüştürülmesi, modernleşme hamleleriyle başarı üstüne başarı kazanması, söz konusu ülkenin yöneticileri ve aydınları arasında yoğun bir coşkuya neden olmuştur. Çünkü kalpler aynı idealler için çarpmaktadır.

Finlandiya ve Snellman (Beyaz Zambaklar Ülkesinde) örneği, Türkiye ve Balkanlar’da arzulanan toplumsal ve siyasi amaca nasıl ulaşılacağını da göstermektedir. Bunun yolu, her alanda halkçı projeleri uygulamaktan geçiyordu. Daha doğrusu, söz konusu siyasal ideali bir roman kurgusu içinde betimleyen Petrov, gelişmekte olan yoksul ülke devrimcilerinin ve bürokratlarının zihnini uyandırmış, yüreğine dokunmuş, ruhlarını şahlandırmış ve azimlerini bir kat daha artırmıştır.

GRIGORY PETROV KİMDİR

Aslen bir Rus papaz olan Petrov, ne yazık ki kitabının Türkiye ve Balkanlar’da bıraktığı etkiyi görmeden bu dünyadan göçüp gitmiştir. Kesin olmamakla birlikte babasının küçük bir tüccar, bir çoban veya küçük bir meyhane sahibi olabileceği yönünde bilgiler bulunmaktadır. Maksim Gorki’nin yakından tanıştığı Petrov, Gorki’nin Anton Çehov’a yazdığı bir mektuba göre, ‘O bir hancının oğluydu ve çocukluğunda küfürden başka bir şey duymamış, sarhoşlardan başka bir şey görmemişti’.

1886’da din okulundan, 1891’de Petersburg İlahiyat Fakültesi’nden mezun olan Petrov, çeşitli okullarda Hıristiyanlık dinini anlatmak üzere papaz olarak görevlendirilmişti. Kilisedeki görevinin yanı sıra Mihaylov Harp Okulu, Alexandrov Lisesi, Teknik Okulu ile Petersburg’un farklı liselerinde dersler verdi. Petersburg’daki ünü hızla yayılan Petrov’un verdiği derslere çok büyük ilginin olması ve hatta dışarıdan bile bu derslere kalabalıkların katılması yazdığı kitaplara da ilgiyi artırmıştı.

Harp akademisindeki görevinde 1893’ten 1903’e kadar kaldı ve son yılları vaizlik kariyeri açısından popülaritesinin doruğu sayılırdı. Edebiyat çalışmalarına henüz öğrenim yıllarında başlamıştı. Ancak büyük kitlelerin dikkatini üzerine çekmesi, onun 1898 yılında Yaşamın Temeli Olarak İncil adlı kitabı yazmasıyla oldu. Kitap kısa bir süre içinde 20 baskı yapmıştı. Eser, başta Japonca ve Çince olmak üzere birçok yabancı dile çevrilmişti. Bu eserde Petrov, sonradan Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı yapıtında ortaya koyacağı dinin halkçı rolüne ilişkin görüşleri ifade ediyordu. Petrov’un amacı, Kiliseyi halkın hizmetine sunmaktı.

Aynı mektupta Yaşamın Temeli Olarak İncil adlı kitabı okuduğunu belirten Gorki, “onda çok büyük bir ruh, açık ve derinden inanan bir ruh var” diye bahseder. Petrov bu kitabın dışında Hayat Okulu, İsa’nın İzinde, Tanrının İşçileri adlı başka kitaplar da yazmıştı.

Petrov çocukluğundan itibaren ülkesinin refahı ve halkının mutluluğu için neler yapabileceğini düşünür. O bir devrimcidir, halkın Çarlık esaretinden kurtulmasını arzular.

(…) Petrov eserlerinde sıklıkla ‘Hayatın Mimarları’ tabirini kullanır ki bu kavramı sonradan Türkiye’de Köy Enstitüleri’nin inşa sürecinde de duyacağız. Petrov, Finlandiya’nın “1. Uyanış Dönemi” olarak adlandırılan 1822 yılından tam 100 yıl sonra muhteşem bir kitapla Fin halkına yüzyıllar boyunca esirgenmiş olan saygınlığını vermiştir.

Petrov Bolşevizme karşıdır; iç savaş çıktığında da İngilizlerin desteklediği Beyaz Ordu saflarında savaşır, bir bakıma yanlış bir yola girer… Ancak buna rağmen söz konusu kitabıyla, emperyalizme karşı mücadele eden Balkan halklarının uyanışına ve Türkiye’de ise yeni kurulmakta olan devlet ve uluslaşma inşasına, bir bakıma yeni insanın yaratılmasına önemli bir katkıda bulunmuştur. Bu nedenle de Beyaz Zambaklar Ülkesinde dünya çapında ulusal bir devlet yaratmanın reçetesi haline gelmiştir.

Kitap ve etkileri üzerine

“Devletlerin kuvvet ve zayıflığı, milletlerin yükseliş ve gerilemesi yalnız idare adamlarının ehliyet ve iktidarından veyahut dirayetsizliğinden ileri gelmez. İdare adamları iyi veya kötü, kahraman veya zalim olsunlar, onlar kendi milletlerinin birer aynasıdır. Onlar milli ruhun birer kopyasıdır. Onlar halkın içinden doğmuştur. Bir toplum nasılsa yöneticileri de onlar gibidir. İşte bundan dolayıdır ki öteden beri: “Her millet layık olduğu yönetime ve yöneticilere sahip olur” denilmiştir. Milletlerin tarihini kim yaratır? Devletin ve bütün insanlığın yaşamındaki en büyük olaylar kimler tarafından yönetilir? Ayrı ayrı bireyler tarafından mı? Yani tek başına bazı büyük adamlar, kahramanlar tarafından mı? Yoksa bütün yurttaşların gayreti ve halk ruhunun gerilimi sayesinde mi?”.

Bu sözler, Rus yazar Gregory S. Petrov’un Finlandiya’nın kalkınma öyküsünü kaleme aldığı “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” adlı yapıtının girişinde yer almaktadır.

Birçok dünya diline çevrilen bu kitap sayesinde birilerine “Beyaz zambaklar ülkesi neresidir?” diye sorulsa “Finlandiya” demesi olasıdır. Petrov, beyaz zambakları Finlandiya’nın simgesi olarak kullandığında, belki Kuzey’in bu bataklıklar ülkesinin her bir yanındaki göl sularında yüzen beyaz nilüferleri ama daha büyük olasılıkla “vadi zambağı”nı kastetmiş olmalıdır. Finliler vadi zambaklarını (veya “hanımların gözyaşı”) Petrov’dan çok uzun yıllar sonra, 1982’de resmen Finlandiya’nın milli “doğa sembolü” olarak seçmişlerdir. “Mutluluğu bulmak” anlamı yüklenen bu çiçek aynı zamanda doğal yaşam ve çevreye dikkat seçmek ve koruma bilincini attırmak amacıyla ülkenin sembolü yapılmıştır. Bilimsel adı “Convallaria majalis” olan bu güzel zambak(bizdeki ismi “müge”) Haziran ve Temmuz aylarında çiçeklenmektedir. Bir çiçek sapı üzerinde ağızları aşağı çevrili çan şeklinde, beyaz, çok güzel kokulu ve gösterişli çiçekleri olan bir yaban çiçeğidir.

Öyküye dönersek, Petrov “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” yani Finlandiya’da birkaç iyi yürekli, çalışkan, azimli ve kendisini ülkesine adamış insanın yarattığı kalkınma öyküsünü anlatır. Daha doğrusu inancın ve kendini ulusuna adamanın mucizesini örnekler. Kitabı okudukça Türkiye’nin, genç Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk yıllarına –bana göre bugününe de- ne kadar çok benzediğini görüyorsunuz. O yıllarda, iflas etmiş bir imparatorluk enkazından genç bir Cumhuriyet yaratmak ne kadar da zordur. Kitapta anlatılanlar Ulu Önder’in kafasındakilerin, yaptıklarının ve yapacaklarının bir bölümü ile neredeyse birebir örtüşmektedir. Nitekim O, kitabın Türkçeye çevrilmesini ve okullarda, özellikle askeri okullarda okutulmasını ister. Çünkü yapıt ulusal kalkınmanın ve aydınlanmanın el kitabı gibidir. Savaşlarla yakılmış, yıkılmış bir ülkede, padişah yönetiminde tebaa kul olarak görülmüş, ulusal benliğini kaybetmeye yüz tutmuş, yılgın, yorgun ve yoksul insanlarla yaratılan Cumhuriyet’in kalkınma öyküsüne çok benzerdir kitapta anlatılanlar.

AB’nin genişlemeden sorumlu komiseri Oli Rehn, 5 Temmuz 2007’de İstanbul’da yaptığı “Türkiye’nin AB’ye girişinde Finlandiya’nın rolü” konuşmasının hemen neredeyse tamamını “Beyaz Zambaklar Ülkesinde”ki kahramanlara ayırır ve şöyle der: “Türkiye ve Finlandiya’nın siyasi mitolojisindeki önemli benzerlikler de dâhil iki ülke arasındaki önemli bir tarihi bağlantıyı hatırlatmak istiyorum. Bu bağlantı, modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Kemal Atatürk’e kadar geri gider. O, Gregory Petrov’un ünlü “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabını Türk eğitim kurumlarında zorunlu bir kitap olmasını istedi.

Kitap, Fin ulusal kalkınmasını ve milli düşünür J.V. Snellman aracılığıyla eğitim ve sivil toplumun önemini açıklar. Atatürk’ün aynı zamanda, daha sonra Kış Savaşı’nda Fin bağımsızlığının lideri ve Batı Demokrasi savunucusu General Mannerheim’in bir hayranı olduğu da bilinmektedir. Dahası, 1956’dan 1981’ kadar çok uzun süre Finlandiya başkanlığını yürüten Urho Kekkhonen gençliğinde Atatürk devrimlerini okumuştur. Finlandiya bağımsızlık ve kalkınmasında Snellman ulusal bir düşünür; Mannerheim bir asker ve stratejik lider; Kekkhonen ise bir devlet adamıdır. Türkiye’de ise tüm bu üç karakter Kemal Atatürk’te birleşir”.

Bir yabancı siyasetçinin ağzından sadece bir yıl kadar önce çıkan bu son tümcenin anlamı gayet açıktır. Dünya üzerinde hiçbir lider ne O’nun sahip olduğu karaktere ve bilgiye sahiptir; ne de sadece 15 yıl gibi çok kısa bir sürede O’nun yaptıklarını yapabilmiştir. Uzun ve yokluk içinde bir bağımsızlık savaşının hemen ardından Türkiye Cumhuriyeti kurulur, egemenlik kayıtsız ve koşulsuz olarak millete verilir. Eğitim-öğretim, sağlık, tarım, sanayi, ticaret ve bankacılık alanlarında ardı ardına onlarca başarılı devrim, yenilik ve kalkınma projesi gerçekleştirilir. Cumhuriyet karşıtı kalkışmalar bertaraf edilir. Kapitülasyonlar kaldırılır. On yıl gibi kısa sürede demir ağlar örülür yurdun her yanında. Dış borçlanma, iç borçlanma olmadan ülkenin her köşesinde hızlı bir ulusal kalkınma başlar. Çilekeş, yoksul ama çalışkan insanlar Büyük Lider’in önderliğiyle en olmaz toprakların üstünde en olmaz sanılan işleri başarır.

Beyaz Zambaklar Ülkesinde’yi ilk okuduğumda Atatürk’ü çok daha fazla anlamıştım. Günümüz Türkiye’sinin gündeminde sürüp giden tartışmaların tarihin derinliklerinde de aynen yaşandığını bir kez daha keşfetmiştim. Bugünlerde Beyaz Zambaklar Ülkesinde’yi tekrar okudum ve bunu anlatmak için yazmak gereğini duydum. Kitapta geçen ve Tolstoy’a atfedilen bir söz, bu yazıyı yazma ihtiyacı hissettirdi bana. “Hayattaki düzensizliklerin en büyük etkenlerinden biri şudur: Herkes hayatında sadece refaha kavuşmak ister, fakat hiç kimse hayatı yükseltmek için çalışmaz ve çalışarak hayatını daha iyi ayarlamak ihtiyacını duymaz”.

Aydınlar bu ihtiyacı görev sayan ve halkı, toplumu bu ihtiyacı duymaya davet eden, yönlendiren kişilerdir. Oysa gidişat karşısında çoğu suskun, bazıları ise farkında olarak veya olmayarak destekçisi gibi… Tarih, “geçmişten ders alarak geleceği şekillendirmek” bilimi ise aydınlara düşen bu ülkenin insanına tarihten ders çıkarmada alabildiğince veya hiç değilse olabildiğince yardımcı olmaktır. Aydınlanmayı sağlamak, bilgilenmeyi öğretmek, sadece aydın ve düşünürlerin değil fakat aynı zamanda öğretmenlerin, doktorların, işadamlarının ve din adamlarının da görevidir. Bu toplumun bütün unsurlarının birbiriyle kalkınma ve aydınlanma için etkin biçimde etkileşimi anlamına gelir.

Günümüz Türkiye’sinin bana göre temel sorunlarından biri bu etkileşimin eksikliği veya yetersizliğidir. Bir suçlama değil ancak bir genelleme ile söylemek gerekirse, aydınlar halktan koparsa başkalarının o boşluğu doldurması bir fizik kuralı gereğidir. Aydınlar halk tarafından kendilerinden farklıymış gibi algılanmamalıdır ve aydınlar da görevlerini halk düzeyinde herhangi bir şekilde özveriyle yerine getirmelidirler.

Beyaz zambakların son cümlesi, Fin kalkınmasının özverili bir halk doktoru için şu cümleyle bitiyor. “Milletin sağlığı için çalışıp didinen büyük kahramanın adı sonsuzluğa kadar övülsün”. Ben, sen, o, biz, hepimiz ise “Ulu Önder”e şöyle seslenmeliyiz:

“EY, MİLLETİNİN BAĞIMSIZLIĞI İÇİN SAVAŞAN BAŞKUMANDAN, CUMHURİYETİ KURUP HALKINA EMANET EDEN CUMHURİYET MİMARI, MİLLETİNİ AYDINLATAN BAŞÖĞRETMEN, YURDUNU KALKINDIRAN BÜYÜK İKTİSATÇI, HUKUK VE ADALETİ MODERNİZE EDEN ULU ÖNDER, ANADOLU TOPRAĞINI İŞLEYEN BAŞÇİFTÇİ AZİZ HATIRAN ÖNÜNDE SAYGIYLA EĞİLİYOR, ŞÜKRANLARIMI SUNUYORUM”

***

Atatürk’ün bu romandan etkilenmemesi mümkün mü?

Kitap bir yönüyle modern bir ulusun ve devletin yaratılış efsanesidir de. Aslında burada bir düş ülkesiyle karşı karşıyayız. Yazar bize bir “ütopyadan” haber getirmektedir.

Bu düş ülkesinin hayata geçirilmesini ise Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşları başarmıştır. 

Kaynaklar;

Ilgın Kocaman, https://kitap.yazarokur.com/

Sadık Usta, İstanbul, 24 Temmuz 2017

https://altareis.wordpress.com/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir