Atatürk’ün okuma sevgisi ve araştırma merakı
Yapılan bütün araştırmaların ortaya koyduğu üzere, ATATÜRK inkılapları, sosyal muhtevaları ve Türk milletini hedefleyen karar ve uygulamaları yönünden kesinlikle, uzun ve derin düşünce, analiz ve sentezin sonucudur. Bu bakımdan felsefi, fikrî ve ilmî bir temelin olmaması mümkün değildir. Bu nedenle ATATÜRK karşımıza güçlü bir fikir adamı, düşünce adamı olarak çıkmaktadır. ATATÜRK bizzat, “Kumandanlar astlarından yüksek ve âlim olmalıdırlar.” diyerek bir devlet adamı veya yönetici için fikrî veya kültürel birikimin, olgunluğun önemini ifade etmiştir.
ATATÜRK bakımından bu birikimin oluşmasında öncelikle “okuma tutkusu”nun etkili olduğunu söylemek mümkündür. Prof. Dr. Ş. Turan bu konuda şunları söylemektedir: “Mustafa Kemal’in iyi bir kurmay subay olarak yetişmesinin ötesinde, ülkesinin geleceğini düşünen bir aydın, ona bağımsızlığını kazandıracak ulusal bir savaşın lideri, bilim ve tekniğin son verilerine dayalı yeni bir devletin kurucusu ve her alanda çağdaşlaşmaya yönelik bir devrimin planlayıcısı ve uygulayıcısı, özetle ATATÜRK olmasını sağlayan etkenler arasında en büyük payı, okul sıralarında başlayarak son nefesini verinceye kadar sürdürdüğü okuma tutkusu almaktadır.
Bu tutkuda onun yalnızca eline aldığı sayfaları okuyup tüketen biri değil, kendisinin kültür tanımında vurguladığı gibi, okuduklarını değerlendiren, onları daha önce okudukları ile bütünleştirip senteze ulaşabilen ve zekâsını eğiten bir düşünür olduğu dikkati çekmektedir.”
Elbette ATATÜRK bir bilim adamı değildir. Fakat o bilimi “en hakiki yol gösterici” kabul ederek okuyan, araştıran, düşünen ve sentezlere varan, bunları pratik olaylara uygulayarak problemlerin çözümünü gösteren bir fikir, bir düşünce adamıdır. Onun bu özelliği diğer bütün niteliklerini etkisi altına alır. O güçlü bir düşünce adamı olduğu için, kuvvetli bir devlet adamı, lider, asker ve inkılapçıdır. Önderliğinde gerçekleştirilen Türk inkılabının her sahada başarıya ulaşması ve milli sınırlarımızı aşarak uluslararası bir görünüm kazanması da, onun ve hareketinin düşünce gücü ile ilgilidir.
ATATÜRK’ün düşünce yapısının temelinde, “düşüncenin”, “fikrin” kişisel yönden olduğu kadar toplum yaşamında ve insanların yönetiminde çok büyük bir yer tuttuğunun da belirtilmesi gerekir. O, Sofya ataşemiliteri iken arkadaşı Nuri Conker’in kitabı üzerine yazdığı, fakat 1918’de yayımlanan Zabit ve Kumandanla Hasbihâl adlı kitabında “düşüncenin” önemi üzerinde durmuştur. Musa ve İsa peygamberlerin, Napolyon gibi kahraman öncülerin, içinde yaşadıkları toplumların düşünce ve özlemlerinin temsilcisi olduklarını belirttikten sonra, düşüncenin önce sezişe arkasından inanışa dönüşerek kişi ve toplum hayatını etkilediğini öne sürmüştür:
“Özetle, insanları istediği gibi kullanan kuvvet, düşünceler ve bu düşünceleri sezinleyen ve genelleştiren kimselerdir. Düşüncenin özelliği de, hiçbir itirazın bozamayacağı bir kesin biçimle kendini kabul ettirmektir. Bu ise, düşüncenin yavaş yavaş seziş biçiminde değişerek inanışa dönüşmesiyle mümkündür ve öyle olduktan sonradır ki onu sarsmak için bütün başka mantıkların, başka akıl yürütmelerin hükmü olamaz.”
M. Kemal, 20 Mart 1923’te Konya Türk Ocağında gençlere seslenirken ülkenin geri kalmışlığının başlıca nedeninin yanlış düşünce biçimi olduğunda ısrar ederek şunları söylemiştir: “Düşünüş biçimi zayıf, çürük, yanlış, sefih olan bir sosyal topluluğun bütün çabası boşunadır. İtiraf etmek zorundayız ki bütün İslam dünyasının sosyal toplumlarında hep yanlış düşünce biçimleri egemen olduğu için, doğudan batıya kadar İslâm memleketleri, düşmanların ayakları altında çiğnenmiş ve düşmanların esaret zincirine girmiştir…”
Toplum olarak yalnızca askerliğe, savaşmaya önem vererek dünyada bilim, teknoloji ve sanat alanlarındaki gelişmeleri yok saymanın ve onları küçümsemenin çok yanlış olduğunu belirten M. Kemal, bu davranışın, geri kalmanın önemli bir başka nedeni oluşturduğunu söylemiştir. Bundan kurtulabilmek için aydınlarla halkın düşünceleri arasında bir uyum sağlamanın zorunlu olduğunu ve aydınların batı taklitçiliğine kaçmaksızın milletin tarihini, ruhunu ve geleneklerini doğru biçimde belirleyip halka yaklaşması, halkın da aydınlara güven duyarak “yürümesini çabuklaştırması” gerektiğini vurgulamıştır.
Bu nedenlerle o, yaşamı boyunca Türk bireyini, düşünen, bugünü ve geleceği ile ilgilenen bir vatandaş düzeyine çıkarmaya çalışmıştır. Kendisinin olayları bütün boyutlarıyla değerlendirme düzeyine yükselmesinde en büyük etken de (diğer etkenlerle birlikte) düşünürler, yazarlar ve kitaplar olmuştu. Onun Manastır Askerî Lisesinden başlayarak son günlerine kadar devam eden tutku derecesindeki okuma sevgisi artık günlük bir alışkanlık hâline gelmiştir. Özel kütüphanesi, anı defterlerine yazdığı notlar ve yaptığı kitap siparişleri bunu somut olarak göstermektedir.
Bu nedenle günümüzde eğitim bilimcilerin “beyin teknolojisini geliştirme” kavramı ile ifade ettikleri “okuma yazma” faaliyetinin, M. Kemal’i “ATATÜRK” yapan en önemli etken olduğu tartışılmaz bir gerçektir.
Öğrenim hayatı boyunca özellikle Manastır Askerî Lisesi yıllarında biraz da arkadaşı Ömer Naci’nin etkisiyle bilinçli bir okuma faaliyetine başladığını yukarıda ayrıntılı bir şekilde anlattığımız Mustafa Kemal’in okuma sevgisi, ilerleyen yıllarda artarak devam edecektir. Manastır’da Mehmet Emin Yurdakul, Namık Kemal gibi dönemin güçlü Türk şairleri ile tanışan genç Mustafa, Harp Akademisi yıllarında özellikle ünlü Alman ve Japon komutanların hayatlarına ilişkin kitapları okumaya başlamıştır. 1903’te 1870 – 1871 Alman-Fransız Savaşı’na ait bir kitabı kendisini o komutanların yerine koyarak okuduğunu not defterlerinde şu şekilde anlatıyor:
“İstifadeli olabilmek için roman gibi okumayacağım. Kendimizi başkomutan yerine vazederek (koyarak) onların o zaman edindikleri malumatı söyleyeceğim.” Büyük bir ihtimalle bir konferans için okuduğu bu kitapta Başkomutan Moltke ile aralarında anlaşmazlık bulunan 2 nci Ordu Komutanı Friderich Karl’ı “muktedir, doğru kararlar veren” biri olarak övmektedir.
İlk görev aldığı Şam’da birlikte Vatan ve Hürriyet Cemiyetini kurdukları Tıbbiyeden atılma Dr. Mustafa Cantekin’in dükkânındaki felsefeye, sosyalizme ve devrime ilişkin Fransızca kitapları okumuştu.
O savaş alanlarında bile kitap okuma alışkanlığından vazgeçmemişti. Çanakkale Savaşları sırasında Maydos’tan İstanbul’daki yakın tanıdığı Madam Corinne’e yazdığı 20 Temmuz 1915 günlü mektupta, oraya giden karargâh kâtiplerinden Hulki Efendi’ye satın alınması birkaç roman adı vermesini rica etmişti. Bir süre sonra Corinne ona başka kitaplar gönderince kendisine teşekkür etmiştir.
Kolordu ve ordu komutanı olarak Doğu Anadolu’da bulunduğu dönemde ise birçok Türk ve yabancı yazarla birlikte Avrupa’daki son gelişmelere ilişkin kitapları okuduğu görülmektedir. Mesela, 16 ncı Kolordu komutanı olarak Silvan-Bitlis yöresinde bulunurken 7 Kasım – 25 Aralık 1916 günlerini içeren 49 günlük sürede şu yedi kitabı okumuştur:
1. Namık Kemal; Tarih-i Osmanî, İstanbul, 1889.
2. Namık Kemal; Makalât-ı Siyasiye ve Edebiyye, İstanbul, 1327, (1911).
3. Mehmet Emin Yurdakul; Türkçe Şiirler, İstanbul, 1316 (1900).
4. Tevfik Fikret; Rübab-ı Şikeste, İstanbul, 1316 (1900).
5. Ahmet Hilmi – Şehbenderzade Filibeli; Allah’ı İnkâr Mümkün müdür? İstanbul, 1327 (1911).
6. Georges Forsengrive; Mebadi-i Felsefeden Birinci Kitap: İlmünnefs, Çeviren: Ahmet Naim, İstanbul, 1331 (1915).
7. Alphonse Daudet, Sopho, Moeurs Parisienne.
Ordu Komutanı iken 1917’de okuduğu kitaplar arasında değişik yönlerden önemli şu üç yabancı eser dikkat çekmektedir:
1. Gustav Le Bon; Desequilibre du Monde (Cihan Muvazenesinin Bozulması), 2 Cilt, Çeviren: Ali Reşat, Galip Ataç, İstanbul, 1340 (1924).
2. Enseignement Psycologiques de la guerre Europeenne (Avrupa Harbinden Alınan Dersler); Çeviren: Abdullah Cevdet, İstanbul, 1918.
3. Louis Bohner; Madde ve Kuvvet.
Mustafa Kemal, tedavi için gittiği Karlsbad’da boş saatlerini hep okuyarak geçirmiştir. Almanca ve Fransızca dersler aldığı için daha çok yabancı dillerdeki kitapları okuduğu anlaşılmaktadır. O günlerde tuttuğu anı defterinde gece uyumadan önce ya da sabah kahvaltısından sonra saat 08.00 – 10.00 arasında kitap okuduğunu belirtmektedir. Okuduğu kitaplar arasında; Balzac’ın Le Peau Chagrin’i, Andre Baumier’in Revolte’u (Ayaklanma), Marcel Prevaurt’un aşk ve evliliğe ilişkin bir eseri ile Sosyalizmden ve Karl Marks’tan söz eden bir kitap bulunmaktadır. Bunun Fransızcaya çevrilen Le Capital’in bir eleştirisi olduğu anlaşılmaktadır.
Mustafa Kemal, Karlsbad’dan Viyana’ya döndüğü zaman, Baron Batz’ın Vers l’echafand; François Rauxs’nun Les Origines de l’expedition d’egypte (Mısır Seferi’nin Başlangıcı) adlı kitaplarını ve J. Patouilletz’un Rus dramatik yazarı Alexandre Ostrovsky’yi anlatan kitabını satın almıştı. Fakat anılarında, “Geçen gece yeni aldığım Fransızca kitaplardan birine başlamak istedim. Hemen hepsinin başından birkaç sayfa okudum; fakat devam için hiçbiri üzerinde karar veremedim.” diyerek bunları pek zevkle okumadığını da belirtmektedir.
Mustafa Kemal’in cephe de bile kitap okuma tutkusunun Millî Mücadele sırasında da devam ettiğini biliyoruz. Mesela 1922 Mart ayına ilişkin notlarında şu satırlar okunmaktadır:
“9 Mart: Saat 7’de kalktım. Biraz kitap okudum.
10 Mart, Aziziye: İsmet Paşa ve beraberindekiler saat 10’da gittiler. Ben notlarımı yazıyorum. Biraz kitap okuduktan sonra yatacağım.
11 Mart: Yalnız kaldım bu notları yazdım. Biraz kitap okuyacağım.
18 Mart: Banyo almıştım. Yatakta biraz kitap okuduktan sonra hazırlandım. Çalışma odasına geçtim; kitap okudum.”
Binbaşı Mahmut Bey’in anılarından Başkomutan’ın Büyük Taarruz öncesinde Reşat Nuri’nin Çalıkuşu romanını okuduğunu ve çok beğendiğini öğreniyoruz: “Bugün (21 Ağustos 1922) Akşehir’deyiz. İki gündür Paşa Çalıkuşu romanını okuyor. Öyle beğendi ve sevdi ki…”
TBMM. Başkanı Mustafa Kemal’in kitap sevgisi onu tanıyan yabancıların da dikkatini çekmiştir. Kendisini birkaç kez ziyaret etmiş olan Fransız Gazeteci Berthe Gaulis, ikinci kez Türkiye’ye gelmeden önce Fransa’nın Fas Genel Valisi Mareşal Lyautey’e gönderdiği mektupta (26 Eylül 1922); “Yakında Ankara’ya dönüş hediyesi olmak üzere yanımda küçük bir bavul kitap götüreceğim. Çünkü orada tehalükle aranan şey budur.” diye yazmıştır.
Sonraki yıllarda da kendisini yakından tanıyan ya da onun bilim ve sanatla ilgilendiğini öğrenen birçok yabancı yazar ve bilim adamı eserlerini ona sunmak için âdeta birbirleri ile yarışmışlardır. Mesela, Kurtuluş Savaşı yıllarında onunla görüşmüş olan İngiliz gazeteci Grace M. Elison, bu izlenimlerini anlattığı Turkey To-Day adlı eserini 1 Ekim 1928’de, “Türkiye Cumhurbaşkanı Son Ekselans Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya – Dostu olduğum Türk ulusuna ilişkin büyük anı!” diye imzalayarak sunmuştur.
Nasıl Okurdu, Nasıl Çalışırdı?
Okumayı başlıca uğraş, kitabı da arkadaş edinen Mustafa Kemal ATATÜRK, saatlerini hatta günlerini okumakla geçiren bir insandı. M. Kemal ATATÜRK’ün okuma tutkusu, çocukluğunda oyundan daha çok zamanını alan, askerî okullarda dönemin baskılarına karşın uykusuz yatakhane gecelerini dolduran, savaşın en yoğun olduğu cephelerde bile etkinliğini sürdüren bir büyük tutkuydu. Kütüphanesinde okumakla geçen nice gecelerin sabaha uykusuz vardığına, birer akademik toplantı olan sofra görüşmelerinden, Boğaz’da yapılan motor gezilerine kadar çoğu konuşmalarının kitapla ve okuma ile ilgili olduğuna yakın çevresinde bulunanlar şahittir.
ATATÜRK’ün kitap okumadaki belirgin özelliklerinden biri, incelediği konuya ilişkin ya da ilgisini çeken konulardaki kitapları, sürekli bir okuma ile bitirmeden bırakmamasıdır. ATATÜRK’ün bu özelliğine değinen Falih Rıfkı Atay, “Bir kitabı merak edince, koskoca bir cilt de olsa bitirmeden uyuyamaz veya pek az uyku aralaması ile okumaya devam ederdi.” derken, Afet İnan, “O, herhangi bir kitaba başladığı zaman, kitap hacmi ne olursa olsun, bitirmeden elinden bırakmamıştır. Bir insan için normal addedilen çalışma saatlerini çok aşan bir zamana tahammülü daima olmuştur.” diyerek bu özelliğini vurgulamışlardır.
ATATÜRK’ün kütüphanesindeki kitaplardan birçoğunu elden geçirdiğini belirten Uluğ İğdemir, “ATATÜRK bu kitapları bir süs olsun diye toplamamıştır. Çoğunu okumuş ve kenarlarına çeşitli işaretler koymuştur. ATATÜRK çok çabuk okuyan, okuduğu üzerine düşünen bir insandı. Rahmetli Aka Gündüz ‘Dikmen Kızı’ adlı romanını ATATÜRK’ün bir gecede okuduğunu kendisine söylediğini bize anlatmıştı.” diyerek ekliyor: “48 saat uyumadan çalışabilen ATATÜRK’ün ilgi duyduğu bir eseri uyumadan bir hamlede bitirmesini doğal saymak gerekir.”
Bu konuda Cumhurbaşkanlığı genel sekreteri olarak uzun yıllar ATATÜRK’ün en yakınında bulunan Hasan Rıza Soyak şunları anlatıyor: “Okumayı çok severdi; genel bilgisini sürekli olarak artırmaya çalışırdı. Zengin bir kütüphanesi vardı. Okuması da çalışması gibiydi; eline aldığı kitabı, eğer ilginç buldu ise bitirmeden bırakmazdı.
Okuduğu kitaplarda, ileri sürülen temel fikirlerle güdülen hedefleri açıklık ve isabetle tespit eder ve gayet iyi özetlerdi.
Bir geziden Ankara’ya dönüyordum. Sabahleyin trenden iner inmez doğru Köşk’e gitmiş, özel hizmete bakanlara ne durumda olduğunu sormuştum; ‘İki gün, iki gecedir ki durmadan kitap okuyor; yalnız birkaç kere banyo yaptı ve koltuğunda dinlendi.’ dediler.
İzin alıp yatak odasına girdim; beyaz keten gecelik entarisi ile, geniş koltuğuna bağdaş kurmuş, dinleniyordu; elinde bitirmek üzere bulunduğu kitap vardı, bana:
‘Hoş geldin, otur bakalım… Elime bir tarih kitabı geçti… Bilmem ne zamandan beri okuyorum.’ dedi, hayretle sordum:
‘Yorulmadınız mı Paşam?’
‘Hayır; yalnız gözlerim yaşarıyor; fakat onun da çaresini buldum. Birkaç metre tülbent aldırdım, işte gördüğün gibi parça parça kestirdim; ara sıra bunlarla gözlerimi kuruluyorum.’ ”
Bu konudaki bir başka anıyı da “ATATÜRK’ün Uşağı İdim” adlı kitabında Cemal Granda şöyle anlatıyor: “Üçüncü gecedir ki ATATÜRK gözünü kırpmıyordu. Kütüphanede yere serili ayı postunun üstüne uzanıyor ve çalışıyordu. Notlarının arasına gömülmüştü. Yerler tarih kitaplarıyla doluydu. Sadece duş yapıyor, kurulanıp tekrar odaya kapanıyordu. Yemeğini bile kütüphaneye getiriyorduk.”
Bu çalışma temposu, gerçekte bunca büyük işleri başaran Mustafa Kemal ATATÜRK’ün genel çalışma temposu idi. Afet İnan’ın da belirttiği gibi, “ATATÜRK çalışma hayatında yorulmaz bir kudrete maliktir.” Zaten, birçok insanı bugün hayrete düşüren “57 yıllık bir ömre bu kadar çok işi nasıl sığdırabildiği” sorusunun cevabını da işte bu çalışma temposunda aramak lazımdır.
Uluğ İğdemir, ATATÜRK’ün yoğun okuma ve çalışmalarından bir örnek olarak, bir kongre öncesi çalışmalarını şu şekilde anlatıyor: “1937 İkinci Tarih Kongresi, bu kongreye çağrılan 25 kadar yabancı bilginin de katılmasıyla milletlerarası bir kongre karakterini kazanmıştı. Kongreye yerli ve yabancı 90 kadar bilim adamı bildiri sunmuştu. Kongreden önce gönderilen bu bildirilerin tümünü ATATÜRK okumuş ve hepsi hakkındaki düşüncelerini ayrı ayrı bildirilerin altına yazarak Kuruma geri göndermiştir. Bunlardan 10-15 bildiriyi bir gecede okuduğuna şahit olmuşuzdur. ATATÜRK konulara böyle sarılır ve bu güçle çalışırdı.”
Falih Rıfkı Atay’ın da belirttiği gibi; ATATÜRK’ün “Kitap okuyuşu da nutkunu yazışı gibiydi. Başladı mı, eser kaç cilt olsa bitirirdi… Erişmek ihtirası ile yanar, bu yanış onda bütün tabii insanlık zaaflarını silip süpürürdü.”
ATATÜRK’ün kitap okumada dikkat çeken önemli bir özelliği de okuduğu kitabın önemli bulduğu yerlerini kendine özgü işaretlerle belirlemesi, satır altlarını çizmesi ve sayfa kenarlarına notlar almasıdır. Afet İnan bu konuda şunları söylüyor:
“ATATÜRK kitapları mutlaka masa başında okumuş, elinde kırmızı mavi uçlu kalemle, bazen kitap üzerine çizgi ve işaretler yapmış, bazen de kurşun kalemle kağıtlara notlar almıştır. Yeni köşkte kütüphanesindeki yazı masasında oturduğu pek nadirdir. Daha ziyade orta yerdeki uzun ve geniş masanın üzerine çeşitli kitap ve lügatleri dizdirir, karşısında saat, yanında sigara kutusu bulunurdu. Sık sık içtiği kahve, uzun çalışmalarına biraz fasıla verdirebilirdi. Çalıştığı yerdeki kitapların yerleri değişmemeliydi.
Kitap, lügat ve broşürlerin hemen her gece taşındığı bir yer daha vardır: Köşkün yemek salonu. Yemek salonunun demirbaş eşyalarından biri, bilhassa 1935’ten sonra, elektrikle döner geniş bir kara tahtadır. Bu gece toplantılarında, konuşulan mevzuun mahiyetine göre kütüphaneden kitaplar gelir, pasajlar okunurdu.
Velhasıl kitap hangi konuda olursa olsun ATATÜRK’ün fikir ve hayatı için değerli bir varlık mahiyetindeydi. ATATÜRK’ün hayatında iyi ve öğretici kitabın yeri daima büyük olmuştur.
Bu çalışmalar yanında mesela hükûmetin iktisadi meseleleri üzerinde titizlikle durduğu, onları okuyarak ilgililerden izahat aldığı ve yazılar üzerinde işaretler yaparak mütalaasını söylediği olmuştur.”
Yine Afet İnan, ekonomik konularla çok yakından ilgilenen ve bu konuyu devletin başlıca ödevlerinden biri olarak değerlendiren ATATÜRK’ün, 1933 tarihli Birinci Beş Yıllık Sanayi Planı raporlarını okurken yaptığı işaretlemeleri, “… Soru işaretleri, dikkat demek olan ‘D’ harfi ve bazen de bir iki kelime” olarak tanımlamaktadır.
Afet İnan’ın belirttiğine göre, “Onun dikkatle okuduğu kitapları, siz okuyacak olsanız işaretlemiş olduğu şekilleri bilmiş olursanız, kitabın bütün enteresan taraflarının belirtildiği meydana çıkar.”
ATATÜRK’ün genellikle kırmızı ve mavi renkli kalemlerle, “metin kenarını işaretlemek adeti olduğu için, kitapları nasıl dikkatle okumuş olduğunu bu renkli işaretlerden” anlamak mümkündür. Onun kitap okurken koyduğu işaretler ve bunların anlamları şu şekildedir:
Cümlelerin altını bazen kırmızı bazen de mavi kalemle çizmiştir. Kırmızı kalemle çizdikleri, fikri kuvvetli bulduğu ve kendisinin de katıldığı; mavi kalemle çizdikleri ise o fikri beğenmediği anlamına gelir.
MEHAZLAR;
(1) Güler; Atatürk ve Cumhuriyet, Türk Metal Sendikası Türk-Ar Yayınları, Ankara, 2003, s. 173.
(2) Hatıralarım; Hazırlayan: İ. Ilgar, İstanbul, 1973)
(3) Bir İngiliz Kadını Gözüyle Kuvayi Milliye Ankara’sı, Çeviren, İ. Türek, Milliyet Yayınları, 1973. Turan; s. 62 vd.
(4) Atatürk’ün çalışma ve okuma şekli ile ilgili bilgiler şu iki eserden alınmıştır: Y. Vurkaç; Atatürk ve Kitap, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1985, s. 81-85. S. Borak; Atatürk ve Edebiyat, Kırmızı Beyaz Yayınları, İstanbul, 2004, s. 164-165. Atatürk’ün okuduğu kitaplara koyduğu işaret ve notlar Anıtkabir Atatürk ve Kurtuluş Savaşı Müzesinde görülebilir. Bunlar Anıtkabir Derneğinin yayımladığı, Atatürk’ün Okuduğu Kitaplar isimli yayında da bulunmaktadır.
Kaynak; Ali Güler, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, (AİLESİ, YETİŞMESİ, EĞİTİMİ, FİKİR VE DÜŞÜNCELERİ)
Bakınız;