Atatürk’ün Medeniyet üzerine sözleri
ATATÜRK DİYOR Kİ!
Medeniyet
Cumhuriyet’in temelinin laik bir dünya görüşüne dayalı olduğu hiçbir zaman unutulmamalı ve bu gerçek gözden kaçmamalıdır. Zira Türk halkı teokratik yönetimden çok ızdırap çekmiştir. Geri kalışının nedenleri arasında bunun önemli bir yeri vardır. (1930, Kırklareli) (Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, AKDTYK. Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1999, s. 437)
Biz her görüş açısından medenî insan olmalıyız. Çok acılar gördük. Bunun sebebi dünyanın vaziyetinin anlamayışımızdır. Fikrimiz, düşüncemiz, tepeden tırnağa kadar medenî olacaktır. Şunun bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Bütün Türk ve İslâm âlemine bakın; düşüncelerini, fikirlerini medeniyetin emrettiği değişiklik ve yükselmeye uydurmadıklarından ne büyük felâket ve ıstırap içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız, en nihayet son felâket çamuruna batışımız bundandır. 5-6 sene içinde kendimizi kurtarmışsak zihniyetlerimizdeki değişmedendir. Artık duramayız. Mutlaka ileri gideceğiz; çünkü mecburuz. Millet açıkça bilmelidir, medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona kayıtsız olanları yakar, mahveder. İçinde bulunduğumuz medeniyet ailesinde lâyık olduğumuz yeri bulacak ve onu koruyacak ve yükselteceğiz. Refah, mutluluk ve insanlık bundadır. 1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ.S., S. 18)
İnkılâbın temellerini her gün derinleştirmek, desteklemek lâzımdır. Birbirimizi aldatmayalım. Medenî dünya çok ilerdedir. Buna yetişmek, o medeniyet dairesine dahil olmak mecburiyetindeyiz. Bütün boş ve temelsiz sözleri ortadan kaldırmak lâzımdır. Şapka giyelim mi, giymeyelim mi gibi sözler mânasızdır. Şapka da giyeceğiz, Batının her türlü medenî eserlerini de alacağız. Medenî olmayan insanlar, medenî olanların ayakları altında kalmağa maruzdurlar. 1925 (Atatürk’ün S.D. II, S. 223)
Ben, şimdiye kadar millet ve memleket iyiliğine ne gibi hamleler, inkılâplar yapmış isem hep böyle halkımızla temas ederek, onların ilgi ve sevgilerinden gösterdikleri samimiyetten kuvvet ve ilham alarak yaptım. Hedefimiz, gayemiz hep millet ve memleketimizin kurtuluşu, mutluluğu ve gelişmesidir.
Şimdiye kadar yaptığımız işlerde ve aldığımız kararlarda bizi aldatan ve millet aleyhine neticelenen hiçbir şeyimiz yoktur ve gösterilemez. Milletimizi en kısa yoldan medeniyetin nimetlerine kavuşturmaya, mesut ve refahlı kılmaya çalışacağız ve bunu yapmağa mecburuz. 1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ.S., S. 39)
Şu bilinsin ki, biz yabancılara karşı herhangi hasımane bir his beslemediğimiz gibi, onlarla samimâne münasebetlerde bulunmak arzusundayız. Türkler bütün medenî milletlerin dostlarıdır. Yabancılar memleketimize gelsinler; bize zarar vermemek, hürriyetlerimize güçlükler çıkarmaya çalışmamak şartiyle burada daima iyi kabul göreceklerdir. Maksadımız yeniden yakınlık meydana getirmek, bizi başka milletlere bağlıyan ilgileri arttırmaktır. Memleketler muhteliftir, fakat medeniyet birdir ve bir milletin gelişmesi için de bu yegâne medeniyete iştirak etmesi lâzımdır. Osmanlı İmparatorluğunu çöküşü, Batıya karşı elde ettiği zaferlerden çok mağrur olarak, kendisini Avrupa milletlerine bağlayan ilişkileri kestiği gün başlamıştır. Bu bir hatâ idi, bunu tekrar etmeyeceğiz. 1923 (Atatürk’ün S.D. III, S. 67-68)
Biz, Batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz. (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., S. 176)
Biz, Batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz. Medeniyetin ne olduğunu başka başka tarif edenler vardır. Bence medeniyeti harstan ayırmak güçtür ve lüzumsuzdur. Bu noktai nazarımı izah için hars ne demektir tarif edeyim: Bir insan cemiyetinin a- Devlet hayatında; b- Fikir hayatında yani ilimde, içtimaiyatta ve güzel sanatlarda; c- İktisadî hayatta yani ziraatte, sanatta, ticarette, kara, deniz ve hava’ya ait ulaştırma işlerinde yapabildiği şeylerin sonucudur.1930
Medeniyetin ne olduğunu başka başka tarif edenler vardır. Bence medeniyeti, kültürden ayırmak güçtür ve lüzumsuzdur. Bu görüşümü izah için kültür ne demektir tarif edeyim : Bir insan cemiyetinin a- Devlet hayatında, b- Fikir hayatında yani ilimde, içtimaiyatta ve güzel sanatlarda, c- İktisadî hayatta yani ziraatte, sanatta, ticarette kara, deniz ve havaya ait ulaşım işlerinde yapabildiği şeylerin bileşkesidir. Bir milletin medeniyeti denildiği zaman, kültür namı altında saydığımız üç nevi faaliyet bileşkesinden hariç ve başka bir şey olamayacağını zannederim. Şüphesiz her insan cemiyetinin kültürü, yani medeniyet derecesi bir olamaz. Bu farklar, devlet, fikir, iktisadî hayatların her birinde ayrı ayrı göze çarptığı gibi bu fark, üçünün bileşkesi üzerinde de görünür. Mühim olan bileşkeler üzerindeki farktır. Yüksek bir kültür, onun sahibi olan millette kalmaz, diğer milletlerde de tesirini gösterir, büyük kıtalara şamil olur. Belki bu itibarla olacak, bazı milletler yüksek ve kapsamlı kültüre, medeniyet diyorlar. Avrupa medeniyeti, şimdiki çağ medeniyeti gibi. 1930 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 267)
Bilirsiniz ki dünyada her kavmin, varlığı kıymeti, hürriyet ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yapacağı medenî eserlerle orantılıdır. Medenî eser vücuda getirmek kabiliyetinden mahrum olan kavimler hürriyet ve bağımsızlıklarından soyunmaya mahkûmdurlar. Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde ileri değil, geriye bakmak bilgisizliği ve ihtiyatsızlığı gösterenler, umumî medeniyetin coşkun seli altında boğulmağa mahkûmdurlar.1924
Medeniyet yolunda muvaffakiyet yenileşmeğe bağlıdır. Sosyal hayatta, iktisadî hayatta, ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegâne olgunlaşma ve ilerleme yolu budur. Hayat ve yaşayışa hâkim olan hükümlerin zaman ile değişme, gelişme ve yenileşmesi zaruridir. Medeniyetin ihtirasları, fennin harikaları, cihanı değişiklikten değişikliğe sürüklediği bir devirde asırlık köhne zihniyetlerle, maziye düşkünlükle mevcudiyetin muhafazası mümkün değildir. Medeniyetten bahsederken şunu da kesinlikle söylemeliyim ki medeniyetin esası, ilerleme ve kuvvetin temeli aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak sosyal, iktisadî siyasî acze sebep olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurlarının tabiî haklarına malik olmaları, aile vazifelerini idareye yetenekli bulunmaları lâzımdır.1924
Medeniyet demek, af ve müsamaha demektir. (Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965, s. 29)
Zulüm, medeniyetle uyuşamaz. Yeteneksizlik de affa lâyık bir şey olamaz. Çünkü, milletler işgal ettikleri arazinin hakikî sahibi olmakla beraber beşeriyetin vekilleri olarak da o arazide bulunurlar. O arazinin servet kaynaklarından hem kendileri istifade eder ve dolayısıyla bütün beşeriyeti istifade ettirmekle görevlidirler. Bu prensibe göre, bundan âciz olan milletler yaşama ve bağımsızlık hakkına lâyık olamamak lâzım gelir. 1920 (Nutuk III, s. 1182)
Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet boşunadır ve o, gafil ve itaatsizler hakkında çok amansızdır. Dağları delen, göklerde uçan, göze görünmeyen zerrelerden yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan, tetkik eden medeniyetin kudret ve yüksekliği karşısında, ortaçağa ait zihniyetlerle, iptidaî hurafelerle yürümeye çalışan milletler, mahvolmaya veya hiç olmazsa esir ve aşağı olmağa mahkûmdurlar. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti halkı, yenileşen ve olgun bir kütle olarak ilelebet yaşamaya karar vermiş, esaret zincirlerini ise tarihte görülmemiş kahramanlıklarla parça parça etmiştir. 1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ.S., s. 47)
Benim kanaatim o idi ki ve daima o oldu ki, dünyada insan diye yaşamak isteyenler, insan olmak vasıflarını ve kudretini kendilerinde görmelidirler… Bu uğurda her türlü fedakârlığa razı olmalıdırlar. Yoksa, hiçbir medenî millet, onları kendi sırasında ve safında görmek istemez. 1926 (Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün B.A., s. 99-100)
Bilirsiniz ki dünyada her milletin varlığı, kıymeti, hürriyet ve bağımsızlık hakkı, sahip olduğu ve yapacağı medenî eserlerle orantılıdır. Medenî eser vücuda getirmek kabiliyetinden mahrum olan milletler, hürriyet ve bağımsızlıklarından soyunmaya mahkûmdurlar. Medeniyet yolunda yürümek ve muvaffak olmak, hayatın şartıdır. Bu yol üzerinde ileri değil, geriye bakmak bilgisizliği ve ihtiyatsızlığı gösterenler, umumî medeniyetin coşkun seli altında boğulmaya mahkûmdurlar. 1924 (Atatürk’ün B.N., s. 85)
Medeniyet yolunda muvaffakiyet, yenileşmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, iktisadî hayatta, ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegâne gelişme ve ilerleme yolu budur. Hayat ve yaşayışa hâkim olan hükümlerin zaman ile değişme, gelişme ve yenileşmesi zarurîdir. Medeniyetin icatları, fennin harikaları, cihanı değişiklikten değişikliğe sürüklediği bir devirde asırlık köhne zihniyetlerle, maziye düşkünlükle mevcudiyetin muhafazası mümkün değildir. Medeniyetten bahsederken şunu da kesinlikle söylemeliyim ki, medeniyetin esası, ilerleme ve kuvvetin temeli aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak sosyal, iktisadî, siyasî güçsüzlüğe sebep olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurların tabiî haklarına malik olmaları, aile vazifelerini yürütmeye yetenekli bulunmaları lâzımdır. 1924 (Atatürk’ün B.N., s. 85)
Biz, kendi benliğimiz içinde ve kendi mizaç ve tabiatımızla ilerliyoruz ve ilerleyeceğiz. 1921 (Atatürk’ün S.D. I, s. 199)
Bağımsızlığını ve değerini dünyaya tanıtmak özellikleri, liyakati ve kudreti taşıyan milletlerin, medeniyet yolunda da hızlı ve başarılı adımlarla ilerlemek istidatları, kabul olunmak lâzımdır. Gerçi bir toplumun zamanla kökleşmiş örf ve âdetleri, hisleri ve inanışları mühimdir. Bu itibarla, toplumlar, ön ayak olacak fertler üzerinde, âdeta âmir ve hâkim bir tesir gösterirler. Fakat, yaradılıştaki istidat ve liyakati, gelişme ve yükselmeye erişmiş milletler, medeniyetin bugünkü gelişmelerinden feyiz ve ilham almış aydın evlâtlarının sevk ve rehberliğiyle, mazide kaçırdıkları fırsatların doğurduğu gecikmeleri, telâfi çaresini bulmakta gecikmezler. 1928 (Atatürk’ün S.D. II, s. 249)
Ülküyü kafasında daima canlı bulunduranların attığı kuvvetli ve maddî adımlar, esersiz kalmamıştır. Fakat, her adımı kısa ve noksan görmek, her an daha uzun ve art arda esaslı adımlarla ileriye yürümek, bütün vatandaşlarca esas meslek sayıldıkça israf olunan uzun asırların kaybının nispeten az zamanda telâfisinin mümkün olacağı kanaatindeyim. 1924 (Atatürk’ün S.D. III, s. 75)
Bugünkü Türk milleti, mazinin en derin medeniyetlerinde kuruculuk iddia eden bu Türk milletinin bugünkü çocukları, açık ve sağlam yolu bulmuşlardır. 1930 (Asım Us, Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım, s. 141)
Memleket mutlaka çağdaş, medenî ve yepyeni olacaktır. Bizim için bu, hayat davasıdır. Bütün fedakârlığımızın faydalı bir sonuç vermesi buna bağlıdır. Türkiye, ya yeni fikirle donatılmış, namuslu bir idare olacaktır ve yahut olamayacaktır.Halk ile çok temasım vardır. O saf kitle, bilmezsiniz ne kadar yenilik taraftarıdır. Yapacağımız işlerde hiçbir zaman bu engeller, kesif tabakadan gelmeyecektir. Halk müreffeh, bağımsız, zengin olmak istiyor; komşularının refahını gördüğü halde, fakir olmak pek ağırdır. Gerici fikirler besleyenler belli bir sınıfa dayanabileceklerini zannediyorlar. Bu kat’iyen bir vehimdir, bir zandır. Gelişme yolumuzun önüne dikilmek isteyenleri ezip geçeceğiz. Yenileşme yolunda duracak değiliz. Dünya müthiş bir cereyanla ilerliyor. Biz bu ahengin haricinde kalabilir miyiz? 1923 (Atatürk’ün S.D. III, s. 72)
Memleketimizi çağdaşlaştırmak istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye’de çağdaş, bu nedenle batılı bir hükûmet vücuda getirmektir. Medeniyete girmek arzu edip de, batıya yönelmemiş millet hangisidir? Bir istikamette yürümek azminde olan ve hareketinin, ayağında bağlı zincirlerle güçleştirildiğini gören insan ne yapar? Zincirleri kırar, yürür! 1923 (Atatürk’ün S.D.III, s. 68)
Türk milletinin gelişmesine asırlardan beri karşı koyan engelleri kaldırmak ve genel hayata çağdaş medeniyetin kanunlarını ve vasıtalarını vermek için sarf ettiğimiz çalışmanın, milletin umumî tasvibini kazandığı muhakkaktır. 1926 (Atatürk’ün S.D.I, s. 331-332)
Bugüne kadar elde ettiğimiz başarı, bize ancak ilerleme ve medeniyete doğru bir yol açmıştır; yoksa ilerleme ve medeniyete henüz ulaşılmış değildir. Bize ve torunlarımıza düşen vazife, bu yol üzerinde tereddütsüz yürümektir. 1923 (Atatürk’ün S.D.I, S. 307)
Gezdiğim ve gördüğüm her yerde millet, bilgisizlik ve taassuba harp ilânı halindedir. Medeniyet ve yenilik yolunda bir an kaybetmeye izni yoktur. Paslı beyinlerin şuursuz sözleri, anide milletin müşterek ve müthiş öfkesiyle bunalmaktadır. Bunu gözlerimle gördüm. 1924 (Atatürk’ün S.D.V, s. 149)
Sosyal ve ekonomik hayatımız, medenî milletlerin eriştiği derecelere göre düzeltilmelidir. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 4. 12. 1929)
Biz, her görüş açısından medenî insan olmalıyız. Çok acılar gördük. Bunun sebebi, dünyanın vaziyetini anlamayışımızdır. Fikrimiz, düşüncemiz, tepeden tırnağa kadar medenî olacaktır. Şunun bunun sözüne ehemmiyet vermeyeceğiz. Bütün Türk ve İslâm âlemine bakın: Düşüncelerini, fikirlerini, medeniyetin emrettiği değişiklik ve ilerlemeye uydurmadıklarından ne büyük felâket ve ıstırap içindedirler. Bizim de şimdiye kadar geri kalmamız, en nihayet son felâket çamuruna batışımız bundandır. Beş altı sene içinde kendimizi kurtarmışsak zihniyetlerimizdeki değişmedendir. Artık duramayız; mutlaka ileri gideceğiz, çünkü mecburuz! Millet açıkça bilmelidir: Medeniyet öyle kuvvetli bir ateştir ki, ona kayıtsız olanları yakar, mahveder. İçinde bulunduğumuz medeniyet ailesinde lâyık olduğumuz yeri bulacak ve onu koruyacak ve yükselteceğiz. Refah, mutluluk ve insanlık bundadır. 1925 ( Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ. S., s. 18)
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkı, medenîdir. Tarihte medenîdir, hakikatte medenîdir. Fakat ben, sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi söylüyorum; medenîyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı, fikriyle, zihniyetiyle medenî olduğunu ispat ve gösterme mecburiyetindedir. Medenîyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı, aile hayatı ile, yaşayış tarzı ile medenî olduğunu göstermek mecburiyetindedir. Nihayet medenîyim diyen Türkiye’nin hakikaten medenî olan halkı, baştan aşağıya dış görünüşüyle dahi medenî ve olgun insanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdur. Bu son sözlerini açık ifade etmeliyim ki, bütün memleket ve dünya ne demek istediğimi kolaylıkla anlasın.Bu izahatımı yüksek topluluğunuza, tüm topluluğa bir sualle yöneltmek istiyorum. Soruyurum: Bizim kıyafetimiz millî midir? Bizim kıyafetimiz medenî ve uluslararası mıdır? Size iştirak ediyorum. Tabirimi mazur görünüz, altı kaval üstü şişane diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de uluslararasıdır. O halde kıyafetsiz bir millet olur mu, arkadaşlar? Böyle nitelendirilmeye razı mısınız, arkadaşlar? Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak dünyaya göstermekte mâna var mıdır? Bu çamurun içinde cevher gizlidir, anlamıyorsunuz, demek doğru mudur? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir, tabiîdir. Cevherin muhafazası için bir kap yapmak lâzımsa onu altından veya plâtinden yapmak gerekmez mi? Bu kadar açık gerçek karşısında tereddüt doğru mudur? Bizi tereddüde sevk edenler varsa onların ahmaklık ve kalınkafalığına karar vermekte hâlâ mı tereddüt edeceğiz? Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp diriltmenin yeri yoktur. Medenî ve uluslararası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kıravat, yakalık, ceket ve elbette bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta kenarlıklı serpuş. Bunu açık söylemek isterim : Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız! Buna, uygun değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz. Ve onlara sormak isterim: Yunan serpuşu olan fesi giymek uygun olur da şapkayı giymek neden olmaz? Ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının özel elbisesi olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler? 1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün fi.D.K. ve İ.S., s. 46)
Türk milliyetçiliği, ilerleme ve gelişme yolunda ve beynelmilel temas ve münasebetlerde, bütün muasır milletlere muvazi ve onlarla bir ahenkte yürümekle beraber, Türk içtimaî heyetinin hususî seciyelerini ve başlı başına müstakil hüviyetini mahfuz tutmaktır. 1930 (Afet İnan, T.T.K. Belleten, Cilt: XXXII. No: 128, 1968, S. 557)
Memleketin, fikrî ve ekonomik gelişmede, yüksek ilerleme sahası olmasına çalışmak, idealimizdir. Fakat bu gelişmenin, medenî ve millî sınırlar haricinde cereyan almasını prensiplerimize uygun bulamayız. 1929 (Atatürk’ün S.D. I, 346)
Milletin toplumsal düzen ve sükûnu, hal ve istikbalde refahı, saadeti, selâmeti ve masumiyeti, medeniyette ilerleme ve yükselmesi için insanlardan, her hususta alâka, gayret, nefsin feragatini ve icabettiği zaman seve seve nefsinin fedasını talep eden, millî ahlâktır. Mükemmel bir millette, millî ahlâkiyet icapları, o millet fertleri tarafından âdeta muhakeme edilmeksizin vicdanî, hissî bir şevkle yapılır. En büyük millî heyecan işte budur. (Afet İnan, Atatürk Hakkında H.B. S. 302)
Yürümekte olduğumuz yenilik, gelişme ve medeniyet yolunda sizlerden oluşan bir Türk ordusuna dayandıkça, mutlaka muvaffak olacağımıza imanın tamdır. Şimdiye kadar olduğu gibi, birbirimize dayanarak ve hep beraber milletin iradesine dayanarak yürümekte devam edeceğiz. Milletimizin yol almaya mecbur olduğu aşamalar büyüktür; erişilmesi zorunlu olan hedefler çoktur. Mutlaka bu aşamalar geçilecek, en ışıklı hedeflere varılacaktır. Onun için birbirimize vereceğimiz işaret: İleri! İleri! Daima ileridir! 1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 234)
Türk vatandaşı kesin olarak bilmelidir ki, bir milletin insanlık ve medeniyet âleminde yükselmesi ve muvaffak olması, yalnız ve ancak kendi kuvvetine dayanarak, hürriyet ve bağımsızlığını dokunulmaz bulundurmasıyla mümkündür. Bunun başka çare ve vasıtası yoktur.
Güzel sanatların her şubesi için, Kamutay’ın göstereceği alâka ve emek, milletin insanî ve medenî hayatı ve çalışkanlık veriminin artması için çok tesirlidir. 1936 (Atatürk’ün S.D.I, s. 373)
Bizler alaturka müziğe alışmışız; ama, yeni nesiller alafranga müziğe alışmalıdırlar. (Kâzım Özalp, Özalp Atatürk’ü Anlatıyor, Milliyet gazetesi, 27. 11. 1969)
Çocuklarınızın ve gelecek nesillerin musikisi, batı medeniyetinin musikisidir. (Falih Rıfkı Atay, Çankaya, 1969,s.410)
Biz batınınkini hürmetle dinlediğimiz gibi, bizim musikimiz de bütün dünyada hürmetle dinlenecek bir halde olmalıdır. (Osman Ergin, Hafız Yaşar Okur’dan naklen, Türkiye Maarif Tarihi, Cilt: 5, 1943, s. 1534-1535)
Biz, yaşama ve bağımsızlık için mücadele eden ve bu kanlı mücadele manzarası karşısında bütün medeniyet dünyasının hissiz, seyirci kaldığını görmekle içi kan ağlamış insanlarız. 1922 (Atatürk’ün S.D.II, s. 38)
Vatandaşların, bir milletin fertleri olmak itibariyle millete, onun devlet ve hükûmetine ve mensup olduğu milletin medenî beşeriyetin bir ailesi olması açısından, bütün insanlığa karşı birtakım vazifeleri vardır. 1930 Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 16)
Bir toplum yalnız spor ile rengini ve kuvvetini değiştiremez. Orada hâkim olan sıhhî, sosyal, medenî birçok gerek ve şartların teminine yönelen teşebbüs ve tedbirlerin uygulanması lâzımdır. 1926 (Atatürk’ün B.N., S. 106)
Büyük devletler kuran ecdadımız büyük ve şümullü medeniyetlere de sahip olmuştur. Bunu aramak, tetkik etmek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur. (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., S. 297)
Arkadaşlar, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâplar için nurun ve münevverin yoluna gideceğiz; hedef ve hünerimiz cahil kütleyi de nurlandırarak yolumuzda yürütmek ve onu aydınlığa çıkarmaktır. Cumhuriyetimizi, çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak isteğimizi köstekleyecek herhangi bir referanduma gitmek yalnız cehalet değil hıyanet olur. Yüzde seksenine okuma yazma öğretilmemiş bir memlekette inkılâplar plebisitle olmaz!… 1984 (Bâki Vandemir, Yerli, yabancı 80 imza Atatürk’ü Anlatıyor, S. 172)
Ben, muhterem hanımlarımızın Avrupa kadınlarının aşağısında kalmayacak, aksine pek çok yönlerde onların üstüne çıkacak nur ve irfanla donanacaklarına asla şüphe etmeyen ve buna kesinlikle emin olanlardanım. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 152 – 153)
Türk kadını dünyanın en aydın, en faziletli ve en ağır kadını olmalıdır. Ağır sıklette değil; ahlâkta, fazilette ağır, ağırbaşlı bir kadın olmalıdır. Türk kadınının vazifesi, Türk’ü zihniyetiyle, kol gücüyle, azmiyle koruma ve müdafaaya gücü yeter nesiller yetiştirmektir. Milletin kaynağı, sosyal hayatın esası olan kadın, ancak faziletli olursa vazifesini yapabilir. Herhalde kadın çok yüksek olmalıdır. 1925 (Atatürk’ün S.D. II, s. 231)
Türk kadını dünyanın en münevver, en faziletli ve en ağır kadını olmalıdır. Ağır siklette değil; ahlâkta, fazilette ağır, ağırbaşlı bir kadın olmalıdır. Türk kadınının vazifesi, Türk’ü zihniyetiyle, bazusiyle, azmiyle koruma ve müdafaaya gücü yeter nesiller yetiştirmektir. Milletin kaynağı, sosyal hayatın esası olan kadın, ancak faziletli olursa vazifesini yapabilir. Herhalde kadın çok yüksek olmalıdır. 1925 (Atatürk’ün S.D. II, S. 231)
Türk milletinin istidadı ve katî kararı medeniyet yolunda, durmadan, yılmadan ilerlemektedir. (1924)
Türk dili kaynakları üzerinde edindiğimiz bilgiler, umduğumuzdan daha verimli çıktı. Şimdi, yalnız ana dilimizin öz varlıklarını bilmekle kalmıyoruz; bunların çok eski bir medeniyetin ilk ana dili olduğunu da öğrendik. (İbrahim Necmi Dilmen, Çığır Mecmuası, sayı: 74-75, 1939, s. 11; Mahmut Atillâ Aykut, T.D.K. Yıllık 1944, s. 63)
Türk’ün tabiatında, beyzadelik an’anesi yerleşmemiştir. Türk, Türk olduğu için asildir. Bu Anadolu’nun en ücra köyündeki Mehmetçik, vaktiyle dünyanın yarısını titretmiş bir sınır beyinin nesli olabilir; ama, bundan dolayı hiçbir iddiası yoktur. Çoğumuz, büyük babamızın babasını hatırlayamayız. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz. İşte onun içindir ki, cumhuriyet Türk’ün en tabiî idare şeklidir. (Atatürk’ten B.H., s. 69)
Ben batı milletlerini, bütün dünyanın milletlerini tanırım. Fransızları tanırım, Almanları, Rusları ve bütün dünyanın milletlerini şahsen tanırım ve bu tanışmam da harp sahalarında olmuştur, ateş altında olmuştur, ölüm karşısında olmuştur. Yemin ederek size temin ederim ki, bizim milletimizin manevî kuvveti bütün milletlerin manevî kuvvetinin üstündedir. 1920 (Atatürk’ün S.D.I, s. 81)
Büyük davamız, en medenî ve en rahata kavuşmuş millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu, yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli bir inkılâp yapmış olan büyük Türk milletinin dinamik idealidir. Bu ideali, en kısa bir zamanda başarmak için, fikir ve hareketi beraber yürütmek mecburiyetindeyiz. Bu teşebbüste başarı, ancak, türeli bir plânla ve en rasyonel tarzda çalışmakla mümkün olabilir. Bu sebeple okuyup yazma bilmeyen tek vatandaş bırakmamak, memleketin büyük kalkınma savaşının ve yeni çatısının istediği teknik elemanları yetiştirmek; memleket davalarının ideolojisini anlayacak, anlatacak, nesilden nesile yaşatacak fert ve kurumları yaratmak; işte bu önemli ilkeleri en kısa zamanda temin etmek, Milli Eğitim Bakanlığı’nın üzerine aldığı büyük ve ağır mecburiyetlerdir. İşaret ettiğim ilkeleri, Türk gençliğinin kafasında ve Türk milletinin bilincinde daima canlı bir halde tutmak, üniversitelerimize ve yüksek okullarımıza düşen başlıca vazifedir. 1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 386)
Bugün milletçe hedefimiz, en medenî milletlerin gelişme seviyesine ulaşmak, hatta bu seviyeyi aşmaktır. Bu asla imkânsız değildir. Türk’ün zekâsı, Türk’ün doğuştan vasıfları buna müsaittir. Yeter ki Türk milleti hedefini iyice seçsin ve bu hedefe varmaya azmetsin! 1932 (Âdile Ayda, Cumhuriyet gazetesi, 10. 11. 1963, s.4)
Milletimiz en yüksek medenileşme derecesinde, en parlak gelişme basamağında, en şanlı ve kudretli devresinde iken, diğer bir takım milletler, ancak milletimizin darbeleri karşısında kendi benliklerini bularak o darbeleri geçirdikten sonra bugünkü vaziyetlerini bulmuştur. Biz ise onlardaki uyanışa karşı, çok derin gafletler içinde kendini kaptırıp gelmişizdir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 138)
Memleketin, fikrî ve ekonomik gelişmeye, yüksek ilerleme sahası olmasına çalışmak idealimizdir. Fakat bu gelişmenin, medenî ve millî sınır haricinde cereyan almasını ilkelerimize uygun bulamayız. 1929 (Ayın Tarihi, Sayı: 68, 1929, s. 5024)
Bizim başka milletlerden hiçbir eksiğimiz yok. Cesuruz, zekiyiz, çalışkanız, yüksek maksatlar uğrunda ölmesini biliriz. (Makbule Atadan Anlatıyor. Nükte, Fıkra ve Çizgilerle Atatürk III, Der: N.A. Banoğlu, S. 79)
Atatürk tarafından yazdırılmıştır :
Güzel sanatlarda muvaffakiyet, bütün inkılâpların muvaffak olduğunun en kesin delilidir. Bunda muvaffak olamayan milletlere ne yazıktır! Onlar, bütün muvaffakiyetlerine rağmen medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan daima mahrum kalacaklardır. 1936 (Cevat Abbas Gürer, Cumhuriyet gazetesi, 10. 11. 1941)
Devlet memurları, bütün milletin kıyafetlerini düzeltecektir. İlim, sıhhat açısından pratik olmak itibariyle her görüş noktasından tecrübe edilmiş medenî kıyafet giyilecektir. Bunda, tereddüde yer yoktur. Asırlarca devam eden gafletin acı derslerini tekrarlamaya takat yoktur. Biz, medenî insan olduğumuzu ispat ve gösterme için gerekeni yapmakta asla tereddüt etmeyeceğiz. 1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün fi.D.K. ve İ.S., s.61)
Milletimizin kuvvetli seciyesi, sarsılmaz iradesi, ateşli milliyetçiliği, iktisadi muvaffakiyetinden doğacak feyizlerle de lârünüz, altı kaval üstü şişane diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de beynelmileldir. O halde kıyafetsiz bir millet olur mu, arkadaşlar? Böyle nitelendirilmeye razı mısınız, arkadaşlar? Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak dünyaya göstermekte mâna var mıdır? Bu çamurun içinde cevher gizlidir, anlamıyorsunuz, demek doğru mudur? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir, tabiîdir. Cevherin muhafazası için bir kap yapmak lâzımsa onu altından veya plâtinden yapmak gerekmez mi? Bu kadar açık gerçek karşısında tereddüt doğru mudur? Bizi tereddüde sevkedenler varsa onların ahmaklık ve kalınkafalığına karar vermekte hâlâ mı tereddüt edeceğiz? Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp diriltmenin yeri yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet, bizim için çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kıravat, yakalık, ceket ve elbette bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta kenarlıklı serpuş. Bunu açık söylemek isterim: Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, simokin gibi, frak gibi, işte şapkamız! Buna uygun değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim: Yunan serpuşu olan fesi giymek uygun olur da, şapkayı giymek neden olmaz? Ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının özel elbisesi olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler? 1925
Hakların en birincisi, yaşamak hakkıdır. Diğer bütün haklar ve bu haklara mukabil vazifeler, hep yaşamak hakkına dayanır. Bugünkü hukuk, insanları, her kim olursa olsun, herhangi memlekette bulunursa bulunsun, yaşamak hakkına sahip sayar. Şüphe yok, bir insanın yaşamak hakkı, onu diğerlerinin yaşamak hakkına saygı göstermek vazifesiyle bağlar. Bu fikri daha açık ifade edelim: Bir insanın hakkı, diğer bir insan için vazife olur ve yine bir insanın vazifesi de diğer insanın hakkı demektir. Hak, salâhiyet dediğimiz zaman hemen aynı şeyleri anladığımız gibi vazife, mecburiyet, yükümlülük, vecibe, borç da birbirinden ayrılmayan şeylerdir. Anlıyoruz ki, hakkın bulunduğu yerde vazife ve vazifenin bulunduğu yerde hak vardır. Yani, her insan aynı zamanda hem kendine ait birtakım haklara sahiptir, hem de başkalarına ait hakların kendine yüklediği birtakım vazifelere sahiptir. İnsanlar, toplumsal hayatta haklardan ve vazifelerden örülmüş bir şebeke içinde tasavvur olunabilir. İnsanlar, insan kaldıkça bu şebekeden çıkamazlar. Şunu da bilmelidir ki, bu söylediğimiz esas, insaniyetin tarihine nispetle yenidir ve hatta denilebilir ki, bu esas istenildiği derecede tam, kesin, mutlak olarak bütün insaniyetin ruhuna henüz girmemiştir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 43)
Başkasına olan bir iyilik bize de iyiliktir; başkasına olan kötülük bize de kötülüktür. Bu sebeple iyiliği sevmek ve kötülükten kaçınmak lâzımdır. Yaptığımız işler, etrafımızda sevinçler veya acılar halinde akisler uyandırır; bu hal bize vicdan vazifeleri duyurur. Bağlılık, bizi başkaları için hoşgörülü yapar. Çünkü, başkalarının kusurlarında bizim de istemeyerek ekseriya beraber suçlu olduğumuzu gösterir. Özetle, bağlılık, “herkes, kendi için” yerine “herkes, herkes için” düşüncesini koyar. Bu düşünce toplumsaldır, millîdir, geniş ve yüksek mânasıyla insanîdir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları,s. 73; 529-531)
Unutmamalıdır ki, bazı insanlar geleceği, mazinin arasından görmekte direnirler. Bunlar, alâkamızı kestiğimiz an’anelere karşı mutlaka, bağlılığın iadesini isterler. Bu gibi insanlar, kendi inandığı gibi inanmayan kimseleri istedikleri gibi ezemezlerse, kendilerini cenderede hissederler. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları s. 514-515)
Çağdaş demokraside ferdî hürriyetler, hususî bir kıymet ve ehemmiyet almıştır; artık ferdî hürriyetlere devletin ve hiç kimsenin müdahalesi söz konusu değildir. Ancak, bu kadar yüksek ve kıymetli olan ferdî hürriyetin, medenî ve demokrat bir millette, neyi ifade ettiği, hürriyet kelimesinin mutlak surette düşünülebilen mânasıyla anlaşılmaz. Söz konusu olan hürriyet, toplumsal ve medenî insan hürriyetidir. Bu sebeple ferdî hürriyeti düşünürken, her ferdin ve nihayet bütün milletin müşterek menfaati ve devlet mevcudiyeti göz önünde bulundurulmak lâzımdır. Diğerinin hak ve hürriyeti ve milletin müşterek menfaati, ferdî hürriyeti sınırlar. Ferdî hürriyeti sınırlama, devletin de âdeta esası ve vazifesidir. Çünkü, devlet ferdî hürriyeti temin eden bir teşkilât olmakla beraber, aynı zamanda bütün hususî faaliyetleri, umumî ve millî maksatlar için birleştirmekle vazifelidir. “Hürriyet, başkasına zararı dokunmayacak her türlü tasarrufta bulunmaktır” denildiği zaman vatandaş hürriyetinin, yalnız bunun gaye olduğu, devletin bu gayeyi temin için bir vasıta sayıldığı ifade edilmiş olur. Fakat bu vasıtadır ki, milletin umumî menfaat ve gayesini muhafaza edecektir. 1930 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B.,s.278)
İlerlemek yolunda yapılacak her mühim girişimin, kendine göre mühim mahzurları vardır. Bu mahzurların en az dereceye indirilmesi için tedbir ve girişimlerde kusur etmemek lâzımdır. 1921 (Nutuk II, s. 600)
İnsanlar, huzur ile, vicdan hürriyeti ile çalışmak ihtiyacındadır. Bu ise, toplumu idare eden devlette ve hükûmette adaletin mutlak hâkim olmasıyla mümkündür. Bunu temin edecek şey, adliyemizdir. Bir memlekette adalet olmazsa, o memlekette anarşi var demektir, orada hükûmet yok demektir. Adalet kanunlarla yerine getirilir. Bu memlekette adaletin emniyetle, süratle dağıtılıp dağıtılmadığını anlamak için bir defa da mevcut kanunlarımıza bakmak lâzımdır. Bu kanunların memleket dahilindeki tatbikatına ve sonuçlarına bakmak lâzımdır. Bu noktada kendimizi yermek istemem. Herhalde bağımsızlığın temel direği olan adalet dağıtımında bir ecnebi parmağı bulundurmayacağız. Bu noktadaki kararımız kesindir. Fakat aynı zamanda insafla, akıl ve mantıkla ve aynı kesin karar ile kabule mecburuz ki, kanunî ve hukukî mevzuatımız fenadır. Onları esaslı surette değiştirmek, yeni hayata ve ihtiyaca uydurmak lâzımdır. Adalet Bakanlığı’nı işgal eden bütün arkadaşlarımız aynı görüştedirler. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 10-11.1.1930)
Mektebin müstakbel faaliyetinde, Türk inkılâp ve medeniyetinin ruhuna uygun öğretimde bulunmak suretiyle vatanımıza yararlı olmasını temenni ederim. 1925 (Atatürk’ün S.D.V, s. 156)
Türk Milleti, ancak varlığını derin ve sağlam kültür sınırlarıyla çizdikten sonradır ki onun yüksek kapasitesi ve fazileti milletlerarasında tanınır. Türk Milletine fıtrî rengini veren bu inkılâplardan herbiri çok geniş tarihi devirlerin öğünebileceği büyük işlerden sayılsa yerindedir. (1935)
Kültür dediğimiz zaman bir insan cemiyetinin, devlet hayatında fikrî hayatında, iktisat hayatında yapabilecekleri şeylerin muhassalasını (toplamını) kastediyoruz ki, medeniyet de bundan başka bir şey değildir. (1929)
Gelecek için hazırlanan vatan evlâdına, hiçbir güçlük karşısında baş eğmeyerek tam sabır ve dayanma ile çalışmalarını ve öğrenimdeki çocuklarımızın anne ve babalarına da yavrularının tahsillerinin tamamlanması için her fedakârlığı göze almaktan çekinmelerini tavsiye ederim. Büyük tehlikeler önünde uyanan milletlerin, ne kadar kararlı olduklarını tarih doğrulamaktadır. Silâhıyla olduğu gibi kafasıyla da mücadele mecburiyetinde olan milletimizin, birincisinde gösterdiği kudreti ikincisinde de göstereceğine asla şüphem yoktur. 1921 (Atatürk’ün M.A.D., s. 4-5)
Çalışma, insanların bedensel kuvvetlerini geliştirir ve hayat için gerekli olan şeyleri temin eder. Çalışmaksızın, fikrî gelişme ve ahlâkî olgunlaşma da mümkün değildir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 535)
İnsanlar ferdî olarak çalışırlarsa muvaffak olamazlar. Çünkü Allah insanları yaratırken onlara öyle bir muhtaçlık vermiştir ki, her insan hemcinsi insanlarla çalışmaya mecbur ve mahkûmdur. Bu iştirak faaliyeti, âdeta bir ilâhî ihtiyaç olunca, maksatları birleştirmenin nasıl zorunluk olduğunu kolayca anlarız. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 125)
İnsanlar âdetlerini, ahlâklarını, hislerini, eğilimlerini, hattâ fikirlerini geliştirme ve eğitmede içinde yetiştiği toplumun umumî eğilimlerinden kurtulamazlar. Fakat bazı büyük yaratıklar vardır ki, onlar yalnız mensup oldukları topluma karşı kalplerini ve ruhlarını aynı halde tutarlar. 1922 (Atatürk’ün S.D.II, s. 34)
Tarih söz götürmez bir şekilde ispat etmiştir ki, büyük meselelerde muvaffakiyet için kabiliyet ve kudreti sarsılmaz bir başkanın varlığı şarttır. Bütün devlet adamlarının ümitsiz ve acizlik içinde.. Bütün milletin başsız olarak karanlıklar içinde kaldığı bir sırada, her vatanseverim diyen binbir çeşit kimsenin, binbir hareket ve görüş şekli gösterdiği gürültülü anlarda danışmalarla, birçok hatırlı ve sözü geçer kişilere bağlılık gereğine inanmakla, sağlam ve esaslı ve özellikle etkili yürümek ve en nihayet çok güç olan hedefe erişmek mümkün müdür? Tarihte, bu yolda şeref kazanmış bir toplum gösterilebilir mi? 1927 (Nutuk I, s. 70)
Şef, görüşünü ve düşüncesini en üstün kabul ettiren, işi yönetendir. Şef. niteliği ve değeri en yüksek olan adamdır. Şef, şef olmalı; ister sivil ister asker… (Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk T. ve D.K.H., s. 46)
Hoşgörünün arzu edildiği gibi, umumîleşmesi, huy haline gelmesi fikrî terbiyenin yüksek olmasına bağlıdır. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 515)
Muhtelif inanışlı kimseler, birbirlerine kin, nefret besliyorlarsa, birbirlerini hor görüyorlara ve hatta sadece birbirlerine acıyorlarsa, bu gibi kimselerde hoşgörü yoktur; bunlar bağnazdırlar. Hoşgörü o kimsede vardır ki, vatandaşının veya herhangi bir insanın vicdanî inanışlarına karşı, hiçbir kin duymaz; bilâkis hürmet eder. Hiç olmazsa, başkalarının, kendininkine uymayan inanışlarını bilmemezlikten, duymamazlıktan gelir. Hoşgörü budur. Fakat, hakikati söylemek lâzım gelirse diyebiliriz ki, hürriyeti hürriyet için sevenler, hoşgörü kelimesinin ne demek olduğunu anlayanlar, bütün dünyada pek azdır. Her yerde umumî olarak geçerli olan bağnazlıktır. Her yerde görülebilen barış manzarasının temeli, bağnazlık ile hür fikrin, birbirine karşı kin ve nefreti üstündedir. Temelin devrilmemesi, kin ve nefret zeminindeki dengeyi tutan fazla kuvvet sayesindedir. Bu söylediklerimizden şu netice çıkar ki, aramızda, hürriyet engellerinin ortadan kalktığına, bizim gibi düşünen ve hissedenlerle birlikte yaşadığımıza hüküm vermek müşküldür. O halde görülen, hoşgörü değil, zaafın dermansız bıraktığı bağnazlıktır. Şüphesiz, fikirlerin, inançların başka başka olmasından, şikayet etmemek lâzımdır. Çünkü, bütün fikirler ve inançlar, bir noktada birleştiği takdirde, bu hareketsizlik belirtisidir, ölüm işaretidir. Böyle bir hal elbette arzu edilmez. Bunun içindir ki gerçek hürriyetçiler, hoşgörünün umumî bir haslet olmasını temenni ederler. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları s. 509-512)
Güzel vatanımızı fakirliğe, memleketimizi haraplığa sürükleyen çeşitli sebepler içinde en kuvvetli ve en önemlisi, ekonomimizde bağımsızlıktan mahrumiyetimizdir. Memnunluk ve övünmeye değer ki, bu bağımsızlığı bugün fiilen elde etmiş bir durumda bulunuyoruz. Ancak, fiilen sahip olduğumuz bu bağımsızlığı, düşmanlarımıza şeklen ve resmen de onaylatmak gerekmektedir. Devletin ve milletin son hedefi, işte bu noktayı temine yönelmiştir. Kuvvetle ümit ediyoruz ki, bu noktayı teminde başarı kazanılacaktır. Bu nokta o kadar önemli ki, onu mutlaka elde edeceğiz! 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 119)
Bazı yerlerde kadınlar görüyorum ki, başına bir bez veya bir peştamal veya buna benzer bir şeyler atarak yüzünü gözünü gizler ve yanından geçen erkeklere karşı ya arkasını çevirir veya yere oturarak yumulur. Bu tavrın mâna ve anlamı nedir? Efendiler, medenî bir millet anası, millet kızı bu garip şekle, bu vahşi vaziyete girer mi? Bu hal milleti çok gülünç gösteren bir manzaradır. Derhal düzeltilmesi lâzımdır. 1925 (Atatürk’ün, B.N., S. 95)
İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. Halbuki bizim milletimiz, gerçek nitelikleriyle medeni ve ileri olmaya layıktır ve olacaktır. (1923, Bursa) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 71)
Fikirler; zorla, şiddetle, topla ve tüfekle kesinlikle öldürülemez. (İNAN Arı, Düşünceleriyle ATATÜRK, AKDTYK., s.324)
Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz Cumhuriyet’i kurduk; o, on yaşını doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. 1933 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 251)
Millete efendilik yoktur. Hizmet etme vardır. Bu millete hizmet eden, onun efendisi olur. 1921 (Atatürk’ün S.D. I, S. 195)
Çağdaş bir cumhuriyet kurmak demek, milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir. (Gazinin N.A.V., Muhit Mec.,Sene: 3, No: 32, 1931, s. 7-8)
Hayatta en fena şey riyakârlıktır. Hakikat ne olursa olsun riyakârlar, onu temizlik ve saflık kisvesine bürünerek saklamaya çalışırlar ki, bu büyük bir tehlikedir. (Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955, s. 118)
Yeni Türkiye Devleti kesinlikle emin olasınız ki, eski muazzam Osmanlı İmparatorluğu’ndan daha çok kuvvetlidir. Bunun böyle olduğunu ispat için, yakın olaylara müracaat etmeye de hacet yoktur; akıl, mantık bize gerçeği gösterebilir. Efendiler! Gerçi gayet geniş bir sınıra ve o sınır içinde muazzam bir imparatorluğa sahip bulunuyorduk. Fakat o sonu gelmez sınır içindeki insan kütleleri, hiçbir vakit temel unsurun lehine bir mevcudiyet değillerdi; belki aleyhine! Bu küçük unsur, geniş bir sahaya dağılmaya ve hepsinin üzerinde bir baskı gibi bulunmaya, onları ve sınırları muhafazaya mecburdu; yani, bekçilik ediyordu. Herhangi bir maddeyi gayet geniş bir sahada dağıttığımız zaman o madde yoğunluktan, kuvvetten mahrum olur. Fakat aynı unsuru kendisiyle, mevcudiyetiyle orantılı boyutlarda bir tabiî çevreye koyarsanız elbette daha yoğun ve kuvvetli olur. Bundan başka asıl, milleti ve memleketi kudretli yapan bir şey daha vardır ki, o da idare tarzıdır. Görülüyor ki Yeni Türkiye Devleti’nin teşekkülünden evvel, millet hiçbir vakit kendi tarihine, kendi hayatına, kendi refah ve saadet araçlarına malik olamamıştı. Hatta bu, kendisine düşündürülmemişti bile.. Sanki milletin vazifesi, herhangi bir padişahın hırs ve hevesini, herhangi bir serdarın geniş ve şaşaalı hayatını temin için sürüler halinde şuraya buraya gitmekten ibaretti. Fakat bugün böyle değildir! Bugün bütün halk, hepimiz benliğimizi anlamış bulunuyoruz. Mukadderatımıza hâkim bulunuyoruz. Tekrar Viyana’ya gitmek, Mısır’ı fethetmek, Hindistan’da imparatorluk kurmak gibi hayallere kapılacak kimse kalmamıştır. Bütün dimağımızı, çalışmalarımızı bu memleketin bayındırlığına, refahına ayıracağız. Gayemiz budur ve bu gaye için mevcudiyetimizi bile ortaya atmaya hazırız. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 4. 2. 1930)
Çok namuskâr olmalıdır! Şimdiye kadar işlenen hataların en büyüğü, müteşebbislerimizin, aydınlarımızın, özellikle âlimlerimizin en büyük günahı namuskâr olmamaktır. Milletin karşısında namuskâr olmak ve namuskârane hareket etmek lâzımdır. Milleti aldatmayacağız! Millete, daima ve daima gerçeği söyleyeceğiz. Belki hata ederiz, yanlış şeyleri gerçek zannederiz; fakat millet onu düzeltsin. Kendimizi kimsenin üstünde görmeye de hakkımız yoktur Efendiler! 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi 13. 1. 1930)
Gizli iş gizli kalamaz; er geç meydana çıkar. İyisi mi başından açık olun, açık açık! (Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk, T. ve D.K.H., s. 48)
Bir toplantıda, kendi partisinden bir bucak başkanının çekinmeden tenkitlerde bulunması üzerine söyledikleri:
– Bu genç doğru söylüyor, tebrik ederim. Biz, her yaptığımızı methedenlerden değil, gerçekleri olduğu gibi görenlerden fayda göreceğimize inanmalıyız. Bu genç, doğru düşünüyor; söylediklerinde, ben de dahil olduğum halde hepimiz için ibret alınacak şeyler mevcuttur. 1930 (Atatürk’ten B.H., s. 54)
Demokrasi prensibinin en çağdaş ve mantıkî tatbikini temin eden hükûmet şekli, cumhuriyettir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 410-411)
Büyük, mühim bir inkılâp oldu. Bu inkılâp, milletin selâmeti namına, hak namına yapıldı. Milletimiz, demokratik bir hükûmet tesis etmek sayesinde düşman ordularını imha etti. 1924 (Atatürk’ün S.D. II, s. 165)
Cumhuriyet, düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimî ve meşru olmak şartiyle her fikre hürmet ederiz. Her kanaat bizce muhteremdir. Yalnız, muarızlarımızın insaflı olması lâzımdır. 1923 (Atatürk’ün S.D. III, s.71)
Dünyada herşey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fenin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen lisanının koyduğu kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir. 1924
İnsanların yaşamına, çabalarına egemen olan güç; yaratma, yeni bir şey bulma yeteneğidir. (ÂFETİNAN, A., Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, İş Bankası Yayınları, s.272)
Millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşiflerinden, gelişmelerinden yararlanalım, ama unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız. (1923, Konya) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 145)
Milliyetin çok açık niteliklerinden biri dil’dir. Türk Milletindenim diyen insan, her şeyden önce ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk düşüncesine bağlı olduğunu iddia ederse, buna inanmak doğru olmaz. (Önder Mehmet, Atatürk’ün Yurt Gezileri, Türkiye İş Bankası Kültür yayınları, Ankara, 1998, s.8)
Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk’ten çok geriydi. Mânada, fikirde, tarihte bu, böyleydi. Eğer bugün, Batı nihayet teknikte bir yükselme gösteriyorsa, ey Türk çocuğu, o kabahat senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz ihmalinin bir neticesidir. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin, bu belli! Fakat zekânı unut, daima çalışkan ol! (Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, AKDTYK., Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1999, s.213)
Uydurma hikayeler ve boş fikirler kafalardan tamamen çıkarılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyinlere gerçeğin nurlarını sokmak imkansızdır. (1925, Kastamonu) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 224)
Ülkeler çeşitlidir, fakat medeniyet birdir ve bir milletin ilerlemesi için de bu tek medeniyete katılması gerekir. (AKDTYK., Atatürk Araştırma Merkezi, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara, 1997, Cilt III, s.91)
Öğretmenler! Yeni nesli, cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister! Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir… Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır. (25.08.1924, Öğretmenler Birliği Kongresi Üyelerine)
Bağımsızlık ve hürriyetlerini her ne bahasına ve her ne karşılığında olursa olsun zedeleme ve kayıtlamaya asla müsamaha etmemek; bağımsızlık ve hürriyetlerini bütün mânasiyle koruyabilmek ve bunun için gerekirse, son ferdinin, son damla kanını akıtarak, insanlık tarihini şanlı örnek ile süslemek; işte bağımsızlık ve hürriyetin hakiki mahiyetini, geniş mânasını, yüksek kıymetini, vicdanında kavramış milletler için temel ve ölmez prensip… Ancak bu prensip uğrunda her türlü fedakârlığı, her an yapmaya hazır milletlerdir ki, devamlı olarak insanlığın hürmet ve saygısına lâyık bir topluluk olarak düşünülebilirler. 1928 (Atatürk’ün S.D. II, S. 249)
Ne kadar zengin ve müreffeh olursa olsun, bağımsızlıktan mahrum bir millet, medenî insanlık karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye liyakat kazanamaz. (Nutuk)
Basının tam ve geniş hürriyeti iyi kullanması ne derece nazik bir vaziyet olduğunu da beyana lüzum görmem. Her türlü kanunî kayıtlardan ziyade bir kalem sahibinin ilme, ihtiyaca ve kendi siyasî telâkkilerine olduğu kadar vatandaşların hukukuna ve memleketin her türlü hususî telâkkilerin üstünde olan, yüksek menfaatlerine de dikkat ve hürmet etmek manevî mecburiyeti, asıl bu mecburiyettir ki, umumi düzeni temin edebilir. Ancak, bu yolda yanılma ve kusur olsa bile bu kusuru düzeltecek tesirli vasıta, asla mâzide sanıldığı gibi basını kayıtlar altına alan rabıtalar değildir. Bilâkis basın hürriyetinden doğacak mahzurların izale vasıtası da, yine bizzat basın hürriyetidir. (1924)
Bir insan topluluğunun müşterek ve umumî hisleri ve fikirleri vardır. İnsan topluluklarının kıymetleri, medeniyet dereceleri, arzu ve temayülleri ancak bu umumî his ve fikirlerin ortaya çıkma ve belirtilme derecesiyle anlaşılır. Bir insan topluluğunu sevk ve idare eden insanlar için, insan topluluklarının talihi üzerinde hüküm vermek mevkiinde bulunan dostlar veya düşmanlar için milyar, bu insan topluluğunun efkâr-ı umumîyesinden anlaşılan kabiliyet ve kıymettir. Binaenaleyh milletler, ekâr-ı umumîyesini cihana tanıtmak mecburiyetindedir. Bütün cihan efkâr-ı umumîyesini cihana tanıtmak mecburiyetindedir. Bütün cihan efkâr-ı umumîyesini tanımak ise hayatın gereklerinin tanzimi için şüphesiz lâzımdır. Bu hususta ise mevcut vasıtaların birincisi ve en mühimi basındır. Önem ve yüceliği cihan medeniyetinde açıkça kendisi gösteren basına, hükümetimizin birinci derecede önem vermesi; bu hususta sarf edeceği mesaiyi, millete ifa ile mükellef olduğu hayırlı hizmetlerin baş tarafına koyması yüksek Meclisin kesinlikle isteyeceği hususlardandır. (1 Mart 1922)
Türk basını milletin gerçek sesinin ve isteminin belirdiği Cumhuriyet etrafında çelikten bir kale meydana getirecektir. Bir fikir kalesi, anlayış kalesi. Basından bunu beklemek, Cumhuriyetin hakkıdır. Bugün milletin içtenlikle birleşmiş ve dayanışmış bulunması zorunludur. Kamunun esenliği ve mutluluğu bundadır. Mücadele bitmemiştir. Bu gerçeği milletin kulağına, milletin vicdanına gereği gibi ulaştırmada basının görevi çok ve önemlidir. (Şubat 1924, S.D. II)
Bir toplumun müşterek ve umumî hisleri ve fikirleri vardır. Toplumların kıymetleri, medenileşme seviyeleri, arzu ve eğilimleri ancak bu umumî his ve fikirlerin belirme ve görünme derecesiyle anlaşılır. Bir toplumu sevk ve idare eden insanlar için, toplumun talihi üzerinde hüküm vermek mevkiinde bulunan dostlar ve düşmanlar için ölçü, bu topluluğun kamuoyundan anlaşılan kabiliyet ve kıymettir. Bundan ötürü milletler, kamuoyunu dünyaya tanıtmak mecburiyetindedir. Bütün dünya kamuoyu hakkında bilgi sahibi olma ise, yaşam gereklerinin düzenlenmesi için şüphesiz lâzımdır. Bu hususta ise mevcut vasıtaların birincisi ve en mühimi basındır. Basın, milletin umumî sesidir. Bir milleti aydınlatma ve uyarmada, bir millete muhtaç olduğu fikrî gıdayı vermekte, özet olarak bir milletin mutluluk hedefi olan müşterek istikamette yürümesini teminde, basın başlı başına bir kuvvet, bir mektep, bir rehberdir. 1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 224-225)
Gazetelerden korkmamak icap eder. Gazetelere gelince: Onlar, mevcut kanunlar dairesinde hürdür. Kanunun haricine çıkarlarsa kanunî sorumluluğa maruz kalırlar. Basın da, kanun dairesinde hürriyetinin saklı olduğuna emin olunca şu veya bu zatın veya memurun bir gazeteyi mahkemeye vermesinden korkmamalı. İlmî ve toplumsal tenkitler için kimsenin bir şey demeye hakkı yoktur. Şahsî tenkitler de haklı noktalara yöneltilmiş olmalı. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 4. 12. 1929)
Özel maksatla yayın yapan bazı gazetelerin, halkın ekseriyeti üzerinde yaptığı tesir, her memlekette olduğu gibi o gazetelerin lehinde değildir. 1924 (Atatürk’ün S.D.III, s. 78)
Aşağı insanların para ile yaptırdıkları basın mücadeleleri vardır. En adî yalanları yaymada basının kullanıldığı görülmüştür. Basın ve fikir hürriyetinin maruz kaldığı başka tehlikeler de vardır. Basının ve hatta fikir cemiyetlerinin, millî hükûmetin tesirinden kurtularak, siyasî ve iktisadî gizli maksatlara âlet olmasından korkulur. Basının para ile satın alınabilmesi, milletlerarası yüksek para âleminin basın üzerinde gizli tesiri veyahut sadece ecnebi devletlerin örtülü ödeneklerinin tesiri, işte bunların kamuoyunu aldatma ve yanıltmasından gerçekten korkulur. Fakat, hürriyetten çıkacak bu fenalıklar, asla çaresiz değildir. Evvelâ, basın hürriyetine yasal bir sınır çizilir. İkinci olarak, gazeteler, hususî bir teşkilât yaparak, bununla kendi üzerlerinde ahlâkî bir tesir icra ederler. İlk zamanlarda bir kazanç işinden başka bir şey olmayan gazetecilik, toplumsal bir kurum haline gelebilir. Bundan başka, halkın fikrî ve siyasî eğitimi de bir teminattır. Halk, birçok gazeteleri okumaya ve onları birbirleriyle kontrol etmeye ve gazetecilik yalanlarına inanmamaya alışırlar. Bütün bunların üstünde, her şeyin açık olması sayesinde, iyi niyetin gelişeceğini ve hayatî meseleler üzerinde iyi niyet sahibi insanların daima ekseriyeti teşkil edeceklerini kabul etmek uygun olur. Çünkü, her zaman dünyanın yarısını ve bir zaman dünyanın hepsini aldatmak mümkündür. Fakat, bütün dünyayı her zaman aldatmak mümkün değildir. Tecrübe göstermiştir ki, her şeyi söylemekten insanları menetmek, asla mümkün değildir. Fakat, millî terbiye ve büyük manevî kuvvetlere karşı hükûmetin münasip hareket tarzı sayesinde, isyankâr fikirlerin yayılmasına müsaade etmeyecek toplumsal bir ortam yaratmak mümkündür. Fakat herhalde, her şeyin söylenmesine müsaade etmek ve bunun karşısında söyleyenlerin fiile geçmesini bekleyerek tedbir almakla yetinmek de mânasızdır. Bütün halkın fiile geçtiği gün, onları durduracak kuvvet yoktur. Tıbbî bir hıfzıssıhha olduğu gibi, toplumsal bir hıfzıssıhha da vardır. Her ikisi aynı ilkeye dayanır. Maddî mikropları yok etmek mümkün olmadığı gibi manevî mikropları da yok etmek mümkün değildir. Fakat, şahsın vücudunda maddî bir sağlamlık yaratmak mümkün olduğu gibi, toplumsal bünyede de manevî bir sağlamlık yaratmak ve bu suretle bir karşı koyma zemini hazırlamak mümkündür. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 61-62; 488-492)
Bilerek veya bilmeyerek yabancı kaynakların ilhamına kapılanlar vardır. Bunlar fikirleriyle, sözleriyle toplumsal bütünlüğümüzü zaafa düşürebilecek faaliyette bulunuyorlar. Vatandaşlar, bu gibileri tanımalı ve onların sözlerindeki gerçek mânayı bulmaya çalışmalıdırlar. 1925 (Atatürk’ün S.D.V., s. 211)
KISALTMALAR
Anafartalar M.A.T: Anafartalar Muharebatına ait Tarihçe; Mustafa Kemal.
Atatürk Hakkında H.B.: Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler; Afetinan.
Atatürk’ten B.H.: Atatürk’ten Bilinmiyen Hatıralar; Nakleden: Eski Bir Atatürkçü (Münir Hayri Egeli).
Atatürk T. ve D.K.H.: Atatürk, Tarih ve Dil Kurumları (Hatıralar); Ruşen Eşref Ünaydın.
Atatürk’ün B.A.: Atatürk’ün Bana Anlattıkları; Falih Rıfkı Atay.
Atatürk’ün B.N.: Atatürk’ün Başlıca Nutukları; Derleyen: Herbert Melzig.
Atatürk’ün B.N.M.: Atatürk’ün Büyük Nutuk’unun Müsveddeleri Üzerinde Arkadaşlarının Eleştirilerini Dinlemesi ve Gençliğe Seslenişi; Afetinan.
Atatürk’ün M.A.D.: Atatürk’ün Maarife Ait Direktifleri.
Atatürk’ün S.D.: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri.
Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ.S.: Atatürk’ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Seyahatleri (1925); Mustafa Selim İmece.
Atatürk’ün T.T.B.: Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri.
A.Ü.R.İ.N.: Atatürk’ün Üniversite Reformu İle İlgili Notları; Utkan Kocatürk.
B.N.A.G.H.: Büyük “Nutuk”ta Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi; Afetinan.
E.Ö.K. Atatürk’le Beraber: Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber; Mazhar Müfit Kansu.
Gazinin N.A.V.: Gazinin Nutuklarından Alınmış Vecizeler; Muhit Mecmuası, No: 32, 1931.
G.C.Z.: Gizli Celse Zabıtları.
G.D.D. Gördüklerim, Duyduklarım, Duygularım; Asım Us.
M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları: Medenî Bilgiler ve M.Kemal Atatürk’ün El Yazıları; Afetinan.
M.E.İ.S.D.: Cumhurbaşkanları, Başbakanlar ve M. Eğ. Bakanlarının Millî Eğitimle İlgili Söylev ve Demeçleri.
M.K. Mütareke Defteri: Mustafa Kemal’in Mütareke Defteri; Falih Rıfkı Atay.
M.K. ve C.L.: Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü; Melda Özverim.
Z. ve K. Hasbıhal: Zâbit ve Kumandan ile Hasbıhal; Mustafa Kemal.