Atatürk’ün fihristli veciz sözleri – Ekonomi
EKONOMİ, İKTİSAT, İKTİSADİ, MALİ, TİCARET
Tam bağımsızlık ancak ekonomik bağımsızlık ile mümkündür. (1922, Ankara) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. I, Ankara, 1997, s. 243)
Siyasi, askerî zaferler ne kadar büyük olursa olsunlar ekonomik zaferlerle taçlandırılmazsa kazanılan zaferler kalıcı olmaz az zamanda kaybedilir. (1923, İzmir) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 111)
Milletimizin siyasî, toplumsal hayatında, milletimizin fikrî terbiyesinde rehberimiz ilim ve teknik olacaktır. Mektep sayesinde, mektebin vereceği ilim ve teknik sayesindedir ki Türk milleti, Türk sanatı, ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı, bütün güzelliğiyle gelişir. (1922)
Bugün için ticaretimiz hakkında ne düşünüyorsun diye sorarsanız, bu suale bir tek cevap vereceğim. Bugün için düşündüğüm tek şey, kapitülâsyonlardır. Maddeten, fiilen, kanla kaldırılmış olan kapitülâsyonların, bir daha dirilmemek üzere yokluğa gömülmesini temin etmektir. Ticaretimizin de, sanayimizin de, her nevi ekonomimizin de gelişme ve yükselmesi, ancak buna bağlıdır. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 136)
“Prensip olarak, devlet, ferdin yerine kaim olmamalıdır. Fakat ferdin inkişafı için umumî şartları göz önünde bulundurmalıdır. Bir de, ferdin şahsî faaliyeti, iktisadî terakkinin esas menbaı olarak kalmalıdır. Fertlerin inkişafına mâni olmamak, onların her noktai nazardan olduğu gibi, bilhassa iktisadî sahadaki hürriyet ve teşebbüsleri önünde devlet kendi faaliyeti ile bir mâni vücuda getirmemek, demokrasi prensibinin mühim esasıdır”
Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsî faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak.(1936)
“Medeniyetin esası, ilerlemesi ve kuvvetin temeli, aile hayatındadır. Bu hayattaki fenalık mutlaka toplumsal, ekonomik ve politik beceriksizliği doğurur.” (1924, Dumlupınar) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 187)
“Halk Partisi, ulusa eğiticilik yapacak, bilim, iktisat, siyaset ve güzel sanatlar gibi bütün kültür sahalarında vatandaşları yetiştirmek için önderlik edecektir.”1931, Aydın Türk Ocağı.
Medeniyet yolunda muvaffakiyet, yenileşmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, iktisadî hayatta, ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegâne gelişme ve ilerleme yolu budur. Hayat ve yaşayışa hâkim olan hükümlerin zaman ile değişme, gelişme ve yenileşmesi zarurîdir. Medeniyetin icatları, fennin harikaları, cihanı değişiklikten değişikliğe sürüklediği bir devirde asırlık köhne zihniyetlerle, maziye düşkünlükle mevcudiyetin muhafazası mümkün değildir. Medeniyetten bahsederken şunu da kesinlikle söylemeliyim ki, medeniyetin esası, ilerleme ve kuvvetin temeli aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak sosyal, iktisadî, siyasî güçsüzlüğe sebep olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurların tabiî haklarına malik olmaları, aile vazifelerini yürütmeye yetenekli bulunmaları lâzımdır. 1924 (Atatürk’ün B.N., s. 85)
Süngü ile, silâhla, kanla elde ettiğimiz zaferden sonra, kültür, ilim, fen, ekonomi gibi alanlarda zafer kazanmak için çalışacağız. Milleti refah ve mutluluğa götürecek bu alanlarda güvenle, başarıyla yürüyebilmek ise, yalnız bir şarta bağlıdır. Bu şart bulunmazsa o alanlarda başarımız imkânsızdır. Bu şart şudur: Milletin, doğrudan doğruya kendi egemenliğine kendisinin sahip olmasıdır! 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.135)
“Gelecek yıllar içinde Hazine’nin kudretini muhafaza etmek, sizin en mühim işiniz olacaktır. Millî paramızın fiilen müstekar olan kıymeti, muhafaza olunacaktır” 1 Kasım 1936
“Şimdi arkadaşlar, ekonomik hayatımızı gözden geçireceğim. Derhal bildirmeliyim ki ben ekonomik hayat denince, ziraat, sanayi faaliyetlerini ve bütün nafia (bayındırlık) işlerini birbirinden ayrı düşünülmesi doğru olmayan bir kül (bütün) sayarım. Bu vesile ile şunu da hatırlatmalıyım ki, bir millete müstakil (bağımsız) hüviyet ve kıymet veren siyasî varlık makinesin de, devlet, fikir ve ekonomik hayat mekanizmaları, birbirine tâbidirler. O kadar ki cihazlar birbirine uyarak aynı âhenkte çalıştırılmazsa, hükûmet makinesinin motris (önde gelen sürükleyici) kuvvet israf edilmiş olur; ondan beklenen tam verim elde edilemez. Onun içindir ki, bir milletin kültür seviyesi üç sahada, devlet fikir ve ekonomi sahalarındaki faaliyet ve başarılar neticelerinin hâsılası ile ölçülür” 1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 379)
Türkiye’nin gerçek sahibi efendisi, gerçek üretici olan köylüdür. O halde herkesten daha çok refah, saadet ve servete müstehak (en çok lâyık) olan köylüdür.. Binaenaleyh, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümetinin iktisadi siyasi aslî gayeyi gözetir. (1 Mart 1922, Ankara) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. I, Ankara, 1997, s. 240)
Gelecekte, millet hayatını tehdit edecek tehlikelere düşmemek için, ona göre şimdiden hazırlanmak ve çalışmak, vatanını seven bütün millet fertlerinin borcudur. Gerçekten, vatanımıza ve bağımsızlığımıza göz dikenlere yalnız askerlikçe üstün gelmek kâfi değildir. Memleketimiz hakkında istilâ emelleri besleyecek olanların her türlü ümitlerini kıracak şekilde siyaset, idare ve ekonomi bakımlarından kuvvetli olmak lâzımdır. 1922 (Atatürk’ün S.D.II, s. 46)
Kanaatim odur ki muhakkak surette birleşmede kuvvet vardır. Kooperatif yapmak, maddî ve mânevî kuvvetleri, zekâ ve maharetleri birleştirmektir. Yoksa, bir zayıf ile bir kuvvetlinin birleşmesinden bahsetmiyorum. Birleşmenin böylesi, zayıf olanın kuvvetliye esir olması demektir. .. Türkiye’nin çalışma hayatı ve mevcudiyetini mütalâa edince birleşmeden doğan fayda ve menfaatlerin çok büyük olacağı kanaatine varacağımızdan şüphe etmiyorum. Böyle bir girişim olurken, birtakım şikâyetçiler olabilir. Üreticilerin birleşmesinden şahsî menfaatleri bozulacağını düşünenler, tabiî şikâyet edeceklerdir. Fakat, memleketimiz el değmemiş bir sahadır. Görülecek çok iş vardır. Onları da tatmin edcek birçok meşguliyetler bulunabilir. Gerçek ticaret erbabı için hiçbir zarar tasavvur etmiyorum. 1931 (Vakit ve Cumhuriyet gazeteleri, 1. 1. 1931)
Tarih, milletlerin yükseliş ve çöküş sebeplerini ararken birçok siyasî, askerî, toplumsal sebepler bulmakta ve saymaktadır. Şüphe yok, bütün bu sebepler, toplumsal hâdiselerde rol oynarlar. Fakat bir milletin doğrudan doğruya hayatıyla, yükselişiyle, çöküşüyle ilişkili ve ilgili olan, milletin ekonomisidir. Tarihin ve tecrübenin tespit ettiği bu gerçek, bizim millî hayatımızda ve millî tarihimizde de tamamen belirmiş bulunmaktadır. Hakikaten Türk tarihi tetkik olunursa bütün yükseliş ve çöküş sebeplerinin bir ekonomi meselesinden başka bir şey olmadığı anlaşılır.
Bir milletin doğrudan doğruya hayatiyle, yükselmesiyle, düşkünlüğüyle ilgili olan en önemli faktör, milletin iktisadiyatıdır. (1930)
Yeni Türkiyemizi lâyık olduğu yüceliğe ulaştırabilmek için mutlaka iktisadiyatımıza birinci derecede ve en çok ehemmiyet vermek mecburiyetindeyiz. Zamanımız tamamen bir iktisat devrinden başka birşey değildir. (Şubat 1923)
Türk milleti, bütün tarihinde harp meydanlarında birçok zafer taçları giymiştir. Bununla övünür, daima övünecektir. Ancak, bu övünç tacını daha çok süsleyerek milletin başında tutabilmek için, diğer bir sahada da mutlaka muvaffak olması lâzımdır; o da iktisattır. 1923 (Vakit gazetesi, 29. 1. 1931)
Bilirsiniz ki, ekonomisi zayıf bir millet fakirlik ve yoksulluktan kurtulamaz; toplumsal ve siyasî felâketlerden yakasını kurtaramaz. Memleketin idaresindeki muvaffakiyet de ekonomisindeki kazançların derecesiyle orantılı olur. Hiçbir medenî devlet yoktur ki, ordu ve donanmasından evvel ekonomisini düşünmüş olmasın. Memleket ve bağımsızlık müdafaası için varlığı gerekli olan bütün kuvvetler ve vasıtalar, ekonomik hayatın açılma ve gelişmesiyle olabilir. 1924 (Atatürk’ün S.D.II, S. 182)
Memleketin, fikrî ve ekonomik gelişmeye, yüksek ilerleme sahası olmasına çalışmak idealimizdir. Fakat bu gelişmenin, medenî ve millî sınır haricinde cereyan almasını ilkelerimize uygun bulamayız. 1929 (Ayın Tarihi, Sayı: 68, 1929, s. 5024)
Kültür dediğimiz zaman bir insan cemiyetinin, devlet hayatında fikrî hayatında, iktisat hayatında yapabilecekleri şeylerin muhassalasını (toplamını) kastediyoruz ki, medeniyet de bundan başka bir şey değildir. (1929)
Milletimiz, kuvvetli karakter, sarsılmaz sistem, ateşli milliyetçilik, iktisadî muvaffakiyetlerden doğup çoğalacak imkânlarla da kuvvetlendirilmelidir. (1924)
Teknik vasıtalara sahip olmayan bir ordu ile, teknik vasıtalara sahip olan ordulara karşı muharebe etmek imkânı hemen kalmamıştır. Bu sebeple ordu teşkilinde çağdaş vasıtalar ve silâhlar, mutlaka göz önüne alınmalıdır. Bu bir mecburiyettir. Memleketin iktisat ve sanat vaziyeti ne kadar müsait ise muharebede o kadar muvaffak olunur. Bu sebeple harp, yalnız cephelerde muharebe eden askerlerin faaliyeti demek değildir. Bir memlekette, bütün vatandaşların her türlü çalışma ve faaliyeti demektir. Barış zamanında da bu umumî faaliyetin müşterek hedefe yöneltilişi mühimdir. Müşterek hedef, bağımsızlığın dokunulmazlığını temindir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 114)
Muharebe meydanlarında düşmanlara üstün gelenler ve zafer kazanmış olan milletler çoktur. Fakat gerçek zafer, gerçek zafere daima aday olabilmek, zaferde lâzım gelen kuvvetlerin kaynaklarını yükseltmekle, güçlendirmekle mümkündür. 1923 (Taha Toros, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, s. 17)
Bir milletin yükselmesi için ilim, sanat, fikrî ve iktisadî ilerlemeler ne derecede mühim ise, ordu da bu ehemmiyete paralel ehemmiyette tanınmalıdır. Mazide nice yüksek medeniyetler görülmüştür ki, muhafaza ve müdafaasında kusur edildiği için, istilâlar altında çiğnenmiş ve yıkılmıştır. Bir yenilgiden sonra, ordunun kıymet ve lüzumu kolay anlaşılır. Mağlubiyetten ders alan böyle bir millet, dört elle orduya sarılır. Fakat ordunun ehemmiyetini anlamak için mağlûbiyet tecrübesi geçirmeyi beklememelidir. Bir millet için takdire değer olan şudur ki, galibiyetten sonra hiç gurur göstermeyerek ve düşmanı önemsiz görmeyerek ordusunun mükemmeliyetine çalışır ve çocuklarını, askerlik vazifesini fedakârlıkla yapabilecek yüksek his ve kabiliyette yetiştirir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 122-123)
Ordunun beslenmesi ve bundan başka tekniğin ve sanatların her türlü ilerlemelerine uygun olarak yapılan silâhlar ve muharebe malzeme ve vasıtaları, memleketin ekonomisiyle alâkadardır. Ordunun saydığımız ihtiyaçlarını, memleket içinde hazırlamak esas olmalıdır; her zaman, ordunun muhtaç olduğu silâh, cephane ve benzerlerini hariçten satın alarak temin etmek mümkün olmayabilir. 1930 (Afetinan, M.B.ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 114)
Sosyal ve ekonomik hayatımız, medenî milletlerin eriştiği derecelere göre düzeltilmelidir. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 4. 12. 1929)
Memleketin, fikrî ve ekonomik gelişmede, yüksek ilerleme sahası olmasına çalışmak, idealimizdir. Fakat bu gelişmenin, medenî ve millî sınırlar haricinde cereyan almasını prensiplerimize uygun bulamayız. 1929 (Atatürk’ün S.D. I, 346)
Büyük milli disiplin okulu olan ordunun; ekonomik, kültürel, sosyal savaşlarımızda bize aynı zamanda en lüzumlu elemanları da yetiştiren büyük bir okul haline getirilmesine, ayrıca itina ve himmet edileceğine şüphem yoktur. (1937)
Islah olunacak şeyler iktisat ve maariftir. Bu sayede memleket imar edilecek, millet refah sahibi olacaktır. Hiçbir millet ve memlekete karşı tecavüz fikri beslemeyiz. Fakat varlığımızı ve istiklâlimizi korumak için, emniyet içinde çalışarak müreffeh ve mesut olmasını temin için her vakit memleket ve milletimizi müdafaaya gücü yeten bir orduya sahip olmak da emelimizidir. (10.12.1922)
Medeniyetin ne olduğunu başka başka tarif edenler vardır. Bence medeniyeti, kültürden ayırmak güçtür ve lüzumsuzdur. Bu görüşümü izah için kültür ne demektir tarif edeyim : Bir insan cemiyetinin a- Devlet hayatında, b- Fikir hayatında yani ilimde, içtimaiyatta ve güzel sanatlarda, c- İktisadî hayatta yani ziraatte, sanatta, ticarette kara, deniz ve havaya ait ulaşım işlerinde yapabildiği şeylerin bileşkesidir. Bir milletin medeniyeti denildiği zaman, kültür namı altında saydığımız üç nevi faaliyet bileşkesinden hariç ve başka bir şey olamayacağını zannederim. Şüphesiz her insan cemiyetinin kültürü, yani medeniyet derecesi bir olamaz. Bu farklar, devlet, fikir, iktisadî hayatların her birinde ayrı ayrı göze çarptığı gibi bu fark, üçünün bileşkesi üzerinde de görünür. Mühim olan bileşkeler üzerindeki farktır. Yüksek bir kültür, onun sahibi olan millette kalmaz, diğer milletlerde de tesirini gösterir, büyük kıtalara şamil olur. Belki bu itibarla olacak, bazı milletler yüksek ve kapsamlı kültüre, medeniyet diyorlar. Avrupa medeniyeti, şimdiki çağ medeniyeti gibi. 1930 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 267)
Bir milletin yaşama gereklerini, refah ve mutluluğunu teşkil eden ekonomi ile meşgul olamaması, olmaması, dikkati çeken bir durumdur. Fakat biz itiraf etmeye mecburuz ki, ekonomik hayatımıza lüzumu kadar ehemmiyet vermemiş bulunuyoruz. Bir milletin doğrudan doğruya yaşama gerekleriyle meşgul olamaması, o milletin yaşadığı devirler ile ve devirleri tespit eden tarihiyle çok ilgilidir. Bundan ötürü biz de eğer uğraşamamış isek, gerçek sebeplerini geçirdiğimiz devirlerde ve bilhassa tarihimizde arayabiliriz. Fakat böyle bir tetkik yaptığımız zaman, üzülerek itirafa mecburuz ki, biz henüz şimdiye kadar gerçek, ilmî, olumlu anlamıyla millî bir devir yaşayamadık. Bundan ötürü millî bir tarihe malik olamadık. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 100-101)
Daha endişesiz ve korkusuzca, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır: Büyük Türk kadınını çalışmamızda ortak yapmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmî, ahlâkî, sosyal, ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve koruyucusu yapmak yoludur. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 150-151)
Bu vatan, çocuklarımız ve torunlarımız için cennet yapılmaya değer bir vatandır. İşte bu memleketi böyle bayındır hale, cennet haline getirecek olan, ekonomik etkenler ve ekonomik faaliyettir. Bu sebeple, öyle bir ekonomi devri lâzımdır ki, artık milletimiz insanca yaşamasını bilsin, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrensin ve o gereklere başvursun. Hepimizin arzusu şudur ki, bu memleketin fertleri ellerinde örnekleriyle tarımın, ticaretin, sanatın, çalışmanın, hayatın bir temsilcisi olsun. Ve artık bu memleket böyle fakir ve bu millet yoksul değil, belki memleketimize zengin memleketi, zenginler memleketi, bu yeni Türkiye’nin adına da çalışkanlar diyarı denilsin. İşte millet böyle bir devir içinde bulunuyor ve böyle bir devre yükselecektir. Ve böyle bir devrin tarihini yazacaktır. Ve böyle bir devirde, böyle bir tarihte en büyük yer, en büyük hak çalışkanlara ait olacaktır. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 108)
Eğer, bugüne kadar iktisadî sahada arzu ettiğimiz derecede büyük gelişmeler görülemiyorsa, bunu tabiî bulmak lâzımdır. Bu demek değildir ki Türk milleti iktisadiyat sahasında kabiliyetsizdir. Bunu diyenler belki vardır.Bunlar, Türk milletinin hakikî tarihini bilmeyenler ve onu gerçek kıymetiyle tanımamış olanlardır. Bütün insanlığa ziraatı, sanatı ilk öğreten Türk milletidir. Türk milletinin dünyaya eğiticilik etmiş olduğuna artık, gerçek âlimlerin şüphesi kalmamıştır. Türk milletinin, bundan sonra da lâyık olduğu derecede iktisadiyat sahasında yükseleceğine kimsenin şüphesi olmamalıdır. Partimizin vazifesi, bu hedefe bir an evvel erişebilmek için millete yol göstermek ve yardım etmektir. Biz bunu bir vicdan borcu, bir insanlık borcu biliriz. Borcumuza sadığız; daima sadık olacağız. 1931 (Vakit gazetesi, 29. 1.1931)
Paramızı, hayatımızı dış düşmanların sataşmasından kurtarmak, bu memleketin dış düşmanlara esir olmasına müsaade etmemek ne kadar lâzımsa, aynı zamanda ve onlardan daha fazla bir uyanıklıkla iç düşmanlara, içerdeki zararlı adamlara da dikkatle bekçilik yapmak ve onların her hareketlerini gözden kaçırmamak mecburiyetindeyiz. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 132)
Memleketimizin ekonomik kaynakları, bütün dünyanın hırslarını çekecek verim ve servete maliktir. Halkımızın çiftçi olması, topraklarımızın dünyanın en bereketli topraklarından bulunması, maddî hayat için hiçbir endişeye yer bırakmamaktadır. 1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 229)
Eğer tüccarlar bizden olmazsa, millî servetin ehemmiyetli bir kısmı şimdiye kadar olduğu gibi, yine yabancılarda kalacaktır. Onun için millî ticaretimizi yükseltmeye mecbursunuz. 1932 (Atatürk’ün S.D.II, s. 132)
Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılamaz; bununla beraber, hiçbir piyasa da başıboş değildir. 1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 381)
“Efendiler, vatanın birliğini, hürriyet ve istiklâlini temin eden milletimizi Cumhuriyet idaresine kavuşturan inkılâbımız; iktisadi refah ve saadetimizi, medeniyet aleminde lâyık olduğumuz yeri de temin edecektir.”16.09.1924, Trabzonlularla Konuşma
Küçük esnafa ve büyük sanayi erbabına muhtaç oldukları kredileri kolayca ve ucuzca verecek bir teşekkül vücuda getirmek ve kredinin, normal şartlar altında, ucuzlatılmasına çalışmak da çok lâzımdır. 1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 382)
Millî ihtiyaç ve menfaatlerimizin kaçınılmaz kıldığı sanayi şubelerinin bir an önce gerçekleştirilmesine, hassasiyetle çalışıyoruz. 1932 (Atatürk’ün S.D.I, s. 358)
Sanayideki girişimler de, teşvik edecek ve cesaret verecek niteliktedir. Fakat memleketin zorunlu sanayiinin kurulması bitmedikçe, her görüş noktasından yürek istirahati duymamıza imkân yoktur. Bu sebeple, memleketin sanayi donanımını tamamlamak için, bütün gayret ve dikkatimizi toplamayı yerinde bulurum. 1932 (Atatürk’ün S.D.I, s. 359)
Banka, memleketimizin iktisadiyatına çok yararlı hizmetler yapmıştır. Bence, bütün bu hizmetlerin üstünde daha büyük olan bir hizmeti de bankacılığa gençlerimizi yetiştirmiş olmasıdır. En çok bununla iftihar ederiz. 1933 (Akşam gazetesi, 27. 8. 1933, s.2)
En güzel coğrafî vaziyette ve üç tarafı denizle çevrili olan Türkiye, endüstrisi, ticareti ve sporu ile, en ileri denizci millet yetiştirmek kabiliyetindedir. Bu kabiliyetten istifadeyi bilmeliyiz; denizciliği, Türk’ün büyük millî ülküsü olarak düşünmeli ve onu az zamanda başarmalıyız. 1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 382)
Endüstrileşmek, en büyük millî davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük, küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz. En başta vatan müdafaası olmak üzere, mahsullerimizi kıymetlendirmek ve en kısa yoldan, en ileri ve refahlı Türkiye idealine ulaşabilmek için, bu bir zarurettir. 1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 381)
Ekonomik faaliyeti dayandıracağımız esaslar, her türlü bilgiyle beraber bilhassa doğrudan doğruya memleketimiz topraklarını koklayarak ve bu topraklarda bizzat çalışan insanların sözlerini işiterek tespit olunacaktır. Sanayi ve ticaretimiz için de aynı görüş geçerli olacaktır. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 56)
İçinde olduğumuz halk devrinin, millî devrin millî tarihini de yazabilmek için kalemlerimiz, sabanlar olacaktır. Bence halk devri, “ekonomi devri” kavramı ile ifade olunur. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 108)
Memleketimiz baştan nihayete kadar hazinelerle doludur. Biz, o hazineler üstünde aç kalmış insanlar gibiyiz. Hepimiz bütün bu hazineleri meydana çıkarmak ve servet ve refahımızın kaynaklarını bulmak vazifesiyle yükümlüyüz. Bu vazifelerin kolaylıkla yapılabileceğini kabul etmek doğru değildir. Eminim ki, gençler yalnız nazariyatla meşgul değillerdir. Sanatın, ziraatın, ticaretin ne olduğunu anlayan ve bunları fiilen uygulayan gençlerdir. Gerçek zaferlere, ancak bu gibi verimli sahalardaki faaliyetle varacağız. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.114)
Vatanın her köşesinde, kamu huzurunu bozan hâdisenin, yalnız oradaki vatandaşları değil, en uzak yerlerdeki vatandaşların rahatını, mutluluğunu ve çalışma hayatını ve ekonomik durumunu ve üretimini etkilediği ve zarar verdiği açıktır. Bundan dolayı, her saadetin ve her faaliyetin ve bilhassa iktisadî ve ticarî gelişimin ilk şartı, huzur ve sükûn ile emniyet ve asayişin, bozulması mümkün olmayan bir emniyet ve kuvvette bulunmasıyla kabildir. Bu sebeple de Cumhuriyet polis ve jandarmasının ve Cumhuriyet ordusunun şeref ve itibarı, her düşüncenin üstündedir. Bu şeref ve itibara saygı için vatandaşlarımın dikkat ve uyanıklığını isterim. 1925 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 520)
Görüyorsunuz ki, Balkan milletleri yakın maziden ziyade uzak ve derin mazinin kırılmaz çelik halkalarıyla birbirine pekâlâ bağlanabilir.Binbir türlü beşerî ihtiraslarla, dinî ayrılıklarla, bazı tarihî hâdiselerin bıraktığı dargın izlerle, geçmiş zamanlarda gevşetilmiş, hattâ unutturulmuş olan gerçek bağların kuvvetlendirilmesi lüzumlu ve faydalı olduğu, yeni insanî devre girdik. Bir an için, bütün bu maziye gömülmüş olan hatıralardan vazgeçsek bile, bugünün gerçek gerekleri, Balkan milletlerinin, devrin hürmet ve riayete mecbur kıldığı yepyeni şartlar ve kayıtlar ve geniş bir zihniyet altında birleşmelerindeki faydanın büyük olduğunu göstermektedir. Balkan birliğinin temeli ve hedefi, karşılıklı siyasî bağımsız varlığa saygı ile dikkat ederek ekonomik sahada, kültür ve medeniyet yolunda işbirliği yapmak olunca, böyle bir eserin bütün medenî insanlık tarafından takdirle karşılanacağına şüphe edilemez. 1931 (Atatürk’ün S.D.II, s. 272 – 273)
Dünyada şimdiye kadar, başka başka milletlerin birlik yaptıkları ve asırlarca beraber yaşadıkları, tarihte görülmüştür. Bizim kurmak istediğimiz birliğin, tarihte geçmiş olan birliklerin çok üstünde olmasını isteriz. Tarihi bu kadar yüksek bir idealin esas temel taşı, yalnız geçici politika esaslarında kalmaz. Bunun, esas temel taşları lâzımdır ki, kültür ve ekonomi cevheriyle dolu olsun. Çünkü kültür ve ekonomi, her türlü siyasete yön veren esaslardır. 1937 (Atatürk’ün S.D.II, s. 285)
Bu millet, ekonomik bağımsızlığını elde ederse o kadar kuvvetli temel üzerinde yerleşmiş ve ilerlemeye başlamış olacaktır ve artık bunu yerinden kımıldatmak mümkün olmayacaktır. İşte düşmanlarımızın, hakiki düşmanlarımızın bir türlü rıza göstermedikleri budur. (1923, İzmir) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 114)
Ekonomik hayatın etkinlik ve canlılığı ancak ulaştırma vasıtalarının, yolların, demir yollarının, limanların durumu ve derecesiyle orantılıdır. 1922 (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri I, S. 221, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt I, s.242)
Büyük Türk kadınını çalışmalarımıza ortak yapmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını bilimsel, ahlaki, sosyal ve ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve destekçisi yapmak yoludur. (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt II, s.154-155)
Büyük millî disiplin okulu olan ordunun; ekonomik, kültürel, sosyal savaşlarımızda bize aynı zamanda en lüzumlu elemanları da yetiştiren büyük bir okul hâline getirilmesine, ayrıca itina ve dikkat edileceğine, şüphem yoktur. (1937, Ankara) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. I, Ankara, 1997, s. 420)
Hiçbir medeni devlet yoktur ki, ordu ve donanmadan evvel ekonomisini düşünmüş olmasın. (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt II, s.188)
Aşağı insanların para ile yaptırdıkları basın mücadeleleri vardır. En adî yalanları yaymada basının kullanıldığı görülmüştür. Basın ve fikir hürriyetinin maruz kaldığı başka tehlikeler de vardır. Basının ve hatta fikir cemiyetlerinin, millî hükûmetin tesirinden kurtularak, siyasî ve iktisadî gizli maksatlara âlet olmasından korkulur. Basının para ile satın alınabilmesi, milletlerarası yüksek para âleminin basın üzerinde gizli tesiri veyahut sadece ecnebi devletlerin örtülü ödeneklerinin tesiri, işte bunların kamuoyunu aldatma ve yanıltmasından gerçekten korkulur. Fakat hürriyetten çıkacak bu fenalıklar, asla çaresiz değildir. Evvelâ, basın hürriyetine yasal bir sınır çizilir. İkinci olarak, gazeteler, hususî bir teşkilât yaparak, bununla kendi üzerlerinde ahlâkî bir tesir icra ederler. İlk zamanlarda bir kazanç işinden başka bir şey olmayan gazetecilik, toplumsal bir kurum haline gelebilir. Bundan başka, halkın fikrî ve siyasî eğitimi de bir teminattır. Halk, birçok gazeteleri okumaya ve onları birbirleriyle kontrol etmeye ve gazetecilik yalanlarına inanmamaya alışırlar. Bütün bunların üstünde, her şeyin açık olması sayesinde, iyi niyetin gelişeceğini ve hayatî meseleler üzerinde iyi niyet sahibi insanların daima ekseriyeti teşkil edeceklerini kabul etmek uygun olur. Çünkü her zaman dünyanın yarısını ve bir zaman dünyanın hepsini aldatmak mümkündür. Fakat bütün dünyayı her zaman aldatmak mümkün değildir. Tecrübe göstermiştir ki, her şeyi söylemekten insanları menetmek, asla mümkün değildir. Fakat millî terbiye ve büyük manevî kuvvetlere karşı hükûmetin münasip hareket tarzı sayesinde, isyankâr fikirlerin yayılmasına müsaade etmeyecek toplumsal bir ortam yaratmak mümkündür. Fakat herhalde, her şeyin söylenmesine müsaade etmek ve bunun karşısında söyleyenlerin fiile geçmesini bekleyerek tedbir almakla yetinmek de manasızdır. Bütün halkın fiile geçtiği gün, onları durduracak kuvvet yoktur. Tıbbî bir hıfzıssıhha olduğu gibi, toplumsal bir hıfzıssıhha da vardır. Her ikisi aynı ilkeye dayanır. Maddî mikropları yok etmek mümkün olmadığı gibi manevî mikropları da yok etmek mümkün değildir. Fakat şahsın vücudunda maddî bir sağlamlık yaratmak mümkün olduğu gibi, toplumsal bünyede de manevî bir sağlamlık yaratmak ve bu suretle bir karşı koyma zemini hazırlamak mümkündür. 1930 (Afet İnan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 61-62; 488-492)
Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. Biz, bunu temin etmeden barış ve sükûna erişeceğimiz inancında değiliz. 1921 (Nutuk II, S. 623-624)
Güzel vatanımızı fakirliğe, memleketimizi haraplığa sürükleyen çeşitli sebepler içinde en kuvvetli ve en önemlisi, ekonomimizde bağımsızlıktan mahrumiyetimizdir. Memnunluk ve övünmeye değer ki, bu bağımsızlığı bugün fiilen elde etmiş bir durumda bulunuyoruz. Ancak, fiilen sahip olduğumuz bu bağımsızlığı, düşmanlarımıza şeklen ve resmen de onaylatmak gerekmektedir. Devletin ve milletin son hedefi, işte bu noktayı temine yönelmiştir. Kuvvetle ümit ediyoruz ki, bu noktayı teminde başarı kazanılacaktır. Bu nokta o kadar önemli ki, onu mutlaka elde edeceğiz! 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 119)
“Efendiler, vatanın birliğini, hürriyet ve istiklâlini temin eden milletimizi Cumhuriyet idaresine kavuşturan inkılâbımız; iktisadi refah ve saadetimizi, medeniyet aleminde lâyık olduğumuz yeri de temin edecektir.” (16.09.1924, Trabzonlularla Konuşma)
Güzel vatanımızı fakirliğe, memleketimizi haraplığa sürükleyen çeşitli sebepler içinde en kuvvetli ve en önemlisi, ekonomimizde bağımsızlıktan mahrumiyetimizdir. Memnunluk ve övünmeye değer ki, bu bağımsızlığı bugün fiilen elde etmiş bir durumda bulunuyoruz. Ancak, fiilen sahip olduğumuz bu bağımsızlığı, düşmanlarımıza şeklen ve resmen de onaylatmak gerekmektedir. Devletin ve milletin son hedefi, işte bu noktayı temine yönelmiştir. Kuvvetle ümit ediyoruz ki, bu noktayı teminde başarı kazanılacaktır. Bu nokta o kadar önemli ki, onu mutlaka elde edeceğiz! 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 119)
Milli ekonominin temeli, ziraattır. Bunun içindir ki, ziraatte kalkınmaya büyük önem vermekteyiz. Köylere kadar yayılacak programlı ve pratik çalışmalar, bu maksada erişmeyi kolaylaştıracaktır. Fakat, bu hayatî işi, isabetle amacına ulaştırabilmek için, ilk önce ciddî etütlere dayalı bir ziraat siyaseti tespit etmek ve onun için de, her köylünün ve bütün vatandaşların kolayca kavrayabileceği ve severek tatbik edebileceği bir ziraat rejimi kurmak lâzımdır. Bu siyaset ve rejimde, önemli yer alabilecek noktalar başlıca şunlar olabilir: Bir defa, memlekette topraksız çiftçi bırakılmamalıdır. Bundan daha önemli olanı ise, bir çiftçi ailesini geçindirebilen toprağın, hiçbir sebep ve suretle, bölünmez bir mahiyet alması. Büyük çiftçi ve çiftlik sahiplerinin işletebilecekleri arazi genişliği, arazinin bulunduğu memleket bölgelerinin nüfus kesafetine ve toprak verim derecesine göre sınırlandırmak lâzımdır. (1937) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt I, s.412) Bir devletin maliyesi bağımsızlıktan yoksun olunca, o devletin bütün hayati kısımlarında bağımsızlık felç olmuştur. (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt I, s.243)
Milletimiz çiftçidir. Milletin çiftçilikteki emeklerini asrî, iktisadî tedbirlerle azamî haddine çıkarmalıyız. Köylünün çalışmalarının netice ve semeresini kendi menfaati lehine azamî haddine yükseltmek, iktisadî siyasetimizin temel taşıdır. Onun için, bir yandan çiftçinin emeğini arttıracak ve semereli kılacak bilgi, vasıta ve fennî aletlerin kullanma ve yapılmasına, öte yandan onun çalışmalarının neticelerinden azamî derecede faydalanmasını temin edecek iktisadî tedbirlerin alınmasına çalışmak lâzımdır. (1922)
Halk, köylüler bana her yerde iş programını şu iki kelime ile ihtar ettiler: Yol, mektep. Hattâ yoldan bahsederlerken ’yol köylünün kanadıdır’ demeleriyle her şeyden evvel ona ehemmiyet verdikleri anlaşılıyor. Gerçekten bütün ekonomi birinci kelimenin ve her şey ikinci kelimenin içindedir. 1934 (Atatürk’ün S.D. II, S. 193 – 194)
Memleketi ilim, kültür, iktisat ve bayındırlık sahasında da yükseltmek, milletimizin her hususta pek verimli olan kabiliyetlerini geliştirmek, gelecek nesillere sağlam, değişmez ve olumlu bir karakter vermek lâzımdır. Bu kutsal amaçları elde etmek için savaşan aydın kuvvetlerin arasında öğretmenler en mühim ve nazik yeri almaktadırlar. 1923 (Atatürk’ün T.T.B. IV, S. 487)
Öğretmenler! Erkek ve kız çocuklarımızın, aynı suretle bütün tahsil derecelerindeki talim ve terbiyelerinin pratik olması mühimdir. Memleket evlâdı, her öğrenim aşamasında ekonomik hayatta verimli, etkili ve başarılı olacak surette donatılmalıdır. (25.08.1924, Öğretmenler Birliği Kongresi Üyelerine)
Tam bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız vazifenin temel ruhudur. Bu vazife, bütün millete ve tarihe karşı yüklenilmiştir. Bu vazifeyi yüklenirken, tatbik kabiliyeti hakkında şüphe yok ki çok düşündük. Fakat netice olarak edindiğimiz görüş ve iman, bunda, muvaffak olabileceğimize dairdir. Biz, böyle işe başlamış adamlarız. Bizden evvelkilerin işledikleri hatalar yüzünden, milletimiz sözde mevcut zannolunan bağımsızlığında kayıtlı bulunuyordu. Şimdiye kadar Türkiye’yi, medeniyet dünyasında kusurlu gösteren neler düşünülebilirse, hep bu hatadan ve bu hataya uymadan doğmaktadır. Bu hataya uyma neticesi; mutlaka, memleket ve milletin bütün haysiyetinden ve bütün yaşama kabiliyetinden soyunma ve uzaklaşmasını gerektirebilir. Biz; yaşamak isteyen, haysiyet ve şerefiyle yaşamak isteyen bir milletiz. Bir hataya uyma yüzünden bu özelliklerden mahrum kalmaya tahammül edemeyiz. Bilgin, cahil, istisnasız bütün millet fertleri, belki içinde bulundukları güçlükleri tamamen anlamaksızın, bugün yalnız bir nokta etrafında toplanmış ve fakat sonuna kadar kanını akıtmaya karar vermiştir. O nokta; tam bağımsızlığımızın temini ve devam ettirilmesidir. Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. Biz, bunu temin etmeden barış ve sükûna erişeceğimiz inancında değiliz. 1921 (Nutuk II, S. 623-624)
Bir yandan bilgisizliği ortadan kaldırmaya uğraşırken, bir yandan da memleket evladını toplumsal ve ekonomik hayatta aktif şekilde etkili ve verimli kılabilmek için zorunlu olan ilk bilgileri, uygulamalı bir biçimde vermek metodu eğitimimizin temelini oluşturmalıdır.
Cahillik yok edilmedikçe, yerimizdeyiz… Yerinde duran bir şey ise geriye gidiyor, demektir. Bir taraftan genel olan cahilliği yok etmeye çalışmakla beraber, diğer taraftan toplumsal yaşamda bizzat faal ve faydalı, verimli elemanlar yetiştirmek lazımdır. Bu da ilk ve orta öğretimin uygulamalı bir şekilde olmasıyla mümkündür. Ancak bu sayede toplumlar iş adamlarına, sanatkârlarına sahip olur. Elbette milli dehamızı geliştirmek, hislerimizi layık olduğu dereceye çıkarmak için yüksek meslek sahiplerini de yetiştireceğiz. Çocuklarımızı da ayni öğretim derecelerinden geçirerek yetiştireceğiz.
Memleketi ilim, irfan, ekonomi ve bayındırlık alanlarında da yükseltmek, milletimizin her hususta çok verimli olan kabiliyetlerini geliştirmek, gelecek nesillere sağlam, değişmez ve olumlu bir karakter vermek lazımdır. Bu kutsal amaçlar elde etmek için mücadeleye atılanların arasında öğretmenler en önemli ve en hassas yeri almaktadır.
Milletimizin siyasî, toplumsal hayatında, milletimizin fikrî terbiyesinde rehberimiz ilim ve teknik olacaktır. Mektep sayesinde, mektebin vereceği ilim ve teknik sayesindedir ki Türk Milleti, Türk sanatı, ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı, bütün güzelliğiyle gelişir.
Ferdî mesai ve faaliyeti esas tutmakla beraber mümkün olduğu kadar az bir zaman için de milleti refaha ve memleketi mamuriyete eriştirmek için milletin umumî ve yüksek menfaatlerinin icap ettirdiği işlerde, bilhassa iktisadî sahada devleti fiilen alâkadar etmek mühim esaslarımızdandır. Ben, memleket ve milleti düştüğü felâketten çıkarabileceğim inancıyla Anadolu’ya geçtiğim ve amacın gerektirdiği teşebbüslere giriştiğim zaman cebimde, emrimde beş para olmadığını söyleyebilirim. Fakat, parasızlık benim milletle beraber atmaya muvaffak olduğum hedefe yönelik adımları durdurmaya değil, zerre kadar azaltmaya dahi sebep teşkil edememiştir. Yürüdük, muvaffak olduk; yürüdükçe, muvaffak oldukça maddî güçlükler, kendiliğinden ortadan kalktı. Ankara’da, mukaddes topraklarımızı her taraftan sarmış ve fiilen işgal etmiş düşman ordularını, bu mukaddes topraklardan atmak imkânından bahsettiğim zaman bana, en şuurlu, ileri görüşlü oldukları iddia olunan kimseler, bütün bu teşebbüslerin paraya bağlı olduğundan bahsediyor ve “Ne kadar paran vardır?” veya “Nereden, nasıl para bulabilirsin?” gibi sualler soruyorlardı. Benim verdiğim cevap şu idi: “Türk milleti kendi hayat ve kurtuluşuna yönelmiş olduğuna kanaat edeceği teşebbüsleri başarabilecek bir kudrete maliktir. Bu teşebbüsün ciddiyetine kanaati halinde onun gerektirdiği kadar servet kaynağını, işe girişenlerin emrine hazır hale koyar”. Bu dediklerim, sözden işe geçmiş hakikatler değil midir? Bu noktada hemen şunu da ilâve edeyim ki, Ankara’da ilk millî hükûmet kurulduğu zaman etraf ve çevrelerin tereddüdünden bahsetmeyeceğim. Fakat, o hükûmeti teşkil eden kimselerin dahi bana “Hükûmet teşekkül etti. Fakat devlet ve hükûmeti idare için nereden para alacağız?” dediklerini hatırlarım. Verdiğim cevap pek sade olmuştur: “Çalışmalarınız, devleti, milleti kurtarmaya yönelmişse ve bu çalışma hedefiniz büyük Türk milletince belli olunca sualiniz tekrar etmeyecektir. Türk milleti, kendisi için, kendi geleceği ve kurtuluşu için çalışan müteşebbisleri, heyetleri güçlükler karşısında bırakmayacak kadar yüksek vatanseverlik ve yüksek şeref hisleriyle donanmıştır”. 1926 (Atatürk’ün B.N., s. 103-104)
Memleketimizi demiryolları ile ve üzerinde otomobiller çalışır muntazam yollarla şebeke haline getirmek mecburiyetindeyiz. Çünkü Batının ve dünyanın araçları bunlar oldukça, trenler oldukça, bunlara karşı merkepler ve kağnı ile ve tabiî yollar üzerinde yarışa girişmenin imkânı yoktur. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, S. 111)
Demiryolları bir ülkeyi medeniyet ve refah nurlarıyle aydınlatan kutsal bir meşaledir. 1937 (Atatürk’ün K.A.N., S. 20)
Ekonominin gelişmesinde başlıca lüzumlu olan, yollar, demiryolları, limanlar, kara ve deniz ulaştırma vasıtaları millî mevcudiyetin maddî ve siyasî kan damarlarıdır. Refah ve kuvvet vasıtasıdır. 1930 (Afet İnan, Atatürk Hakkında H.B., S. 266)
Memleketimizi demiryolları ile ve üzerinde otomobiller çalışır muntazam yollarla şebeke haline getirmek mecburiyetindeyiz. Çünkü Batının ve dünyanın araçları bunlar oldukça, trenler oldukça, bunlara karşı merkepler ve kağnı ile ve tabiî yollar üzerinde yarışa girişmenin imkânı yoktur. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, S. 111)
Milleti uzun asırlar dalgın bırakan çeşitli sebepler arasında hakikî noktayı, bir kelime ile ifade etmiş olmak için diyebilirim ki, bütün yoksulluklarımızın kesin sebebi, zihniyet meselesidir. İnsanlar ve insanlardan meydana gelen topluluklar her şeyden evvel bütün fertleriyle doğru bir zihniyete sahip olmalıdırlar. Zihniyeti zayıf, çürük, hasta olan bir toplumun bütün çalışması boşadır. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 138)
Hayat demek ekonomi demektir. Yaşayabilmek için mutlaka kazanan olmalıdır. Bu millet şimdiye kadar imparatorluklar kurmuştur. Cihangirler yetiştirmiştir. Hâlbuki bazı devirler oldu ki, ekonomi ile uğraşmaya tenezzül etmemiştir! İktisadiyatı aşağı bir şey telâkki ederek onu başka unsurlara bırakmıştır. Bunun neticesi olarak bugün o unsurlar, o yabancılar esas unsurun fiilen efendisi olmuştur. Onlar, nihayet bu memleketi müstemleke telâkki etmişler, onu bir istismar sahası yapmışlardır. Hem nasıl müstemleke? Kendi evlâdıyla, kendi parasıyla idare olunan bir müstemleke… Ürünleri, bütün kazancı harice gitmek şartıyla…. Efendiler! Yaşamak için, kuvvetli bir devlet yapmak için iktisadiyat esastır. Onun için görüş noktamızı, çalışmalarımızı mutlaka bu merkezin etrafında toplamalıyız. Her mesai şubesini, mutlaka bu esas noktaya dayandırmalıyız. Meselâ maarif programımız ne olacaktır? Maarif programımız şu olacak ki, onu takip eden insanlar, güzel çiftçi, kunduracı, fabrikacı, tüccar olacak. Pratik, yararlı, verimli adam olacak… Bunları öğreten programların, bunları öğreten memleketlerin ve kuruluşların tümü maarif olacaktır. 1923 (Gazi ve İnkılâp Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 9. 1. 1930)
Güzel vatanımızı fakirliğe, memleketimizi haraplığa sürükleyen çeşitli sebepler içinde en kuvvetli ve en önemlisi, ekonomimizde bağımsızlıktan mahrumiyetimizdir. Memnunluk ve övünmeye değer ki, bu bağımsızlığı bugün fiilen elde etmiş bir durumda bulunuyoruz. Ancak, fiilen sahip olduğumuz bu bağımsızlığı, düşmanlarımıza şeklen ve resmen de onaylatmak gerekmektedir. Devletin ve milletin son hedefi, işte bu noktayı temine yönelmiştir. Kuvvetle ümit ediyoruz ki, bu noktayı teminde başarı kazanılacaktır. Bu nokta o kadar önemli ki, onu mutlaka elde edeceğiz! 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 119)
Bence, yeni devletimizin, yeni hükûmetimizin bütün esasları, bütün programları iktisat programından çıkmalıdır; çünkü her şey bunun içinde bulunmaktadır. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 111)
Eğer harp bir bomba patlaması gibi birdenbire çıkarsa milletler, harbe mâni olmak için, silahlı mukavemetlerini ve malî kudretlerini saldırgana karşı birleştirmekte tereddüt etmemelidirler. En hızlı ve en müessir tedbir, muhtemel bir saldırgana, taarruzun yanına kâr kalmayacağını açıkça anlatacak uluslararası teşkilâtın kurulmasıdır. Mamafih, bugün için en acele ihtiyaç, komşu memleketlerin, birbirlerinin hususî ihtiyaçlarını ve meselelerini görüşmeleridir. Bundan başka bölgesel antlaşmalar, barışın korunması için kıymetlerini şimdiden ispat etmişlerdir. 1935 (Ayın Tarihi, Sayı: 19, 1935)
Nazilli Kumaş Fabrikası’nda, işleyen makineleri incelerken söylediği söz: İşte, halka hayat veren gerçek musiki! 1937 (Afet İnan, Ayın Tarihi, No: 47, 1937, s. 52)
17 Şubat 1923’de İzmir’de toplanan Türkiye İktisat Kongresi’ni açılış konuşmasından: Efendiler; Yüksek heyetinizin bugün yapmış olduğu Türkiye İktisat Kongresi çok önemlidir, çok tarihîdir. Nasıl ki Erzurum Kongresi, Sivas Kongresi felâket noktasına gelmiş olan bu milleti kurtarmak hususunda Misak-ı Millî’nin ve Anayasa’nın ilk temel taşlarını bulmada etken olmuş, etkili olmuş, girişici olmuş ve bundan dolayı tarihimizde, millî tarihimizde ve millî hayatımızda en kıymetli ve yüksek hatıraya erişmiş ise, kongreniz de milletin ve memleketin hayatını ve gerçek kurtuluşunu temine aracı olacak kuralın temel taşlarını ve esaslarını gösterip ortaya koymak suretiyle tarihte en büyük üne ve çok kıymetli bir hatıraya erişecektir. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 112)
Ekonomik kalkınma, Türkiye’nin, hür, bağımsız, daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye idealinin, belkemiğidir. Türkiye bu kalkınmada, iki büyük kuvvet dizisine dayanmaktadır: Toprağının iklimleri, zenginlikleri ve başlı başına bir servet olan coğrafî vaziyeti ve bir de, Türk milletinin, silâh kadar, makine de tutmaya yaraşan kudretli eli ve millî olduğuna inandığı işlerde ve zamanlarda, tarihin akışını değiştirir yiğitlikle beliren, yüksek sosyal benlik duygusu… (1937) (Atatürk’ün S.D.I, s. 383, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt I, s.416)
Bizi diğer medeni milletler arasında geri bıraktıran adlî, siyasî, iktisadî, malî zincirler kırılmıştır. Parçalanmıştır… Bugüne kadar kazandığımız muvaffakıyet, bize ancak terakki ve medeniyete doğru bir yol açmıştır. Yoksa terakki medeniyeti henüz ulaşılmış değildir.
Bundan sonra pek mühim zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zafer süngü zaferleri değil, ekonomi ve ilim ve kültür zaferleri olacaktır. Ordumuzun şimdiye kadar kazandığı zaferler, memleketimizi gerçek kurtuluşa yöneltmiş sayılamaz. Bu zaferler, ancak gelecek zaferimiz için kıymetli bir zemin hazırlamıştır. Askerî zaferlerimizle gururlanmayalım. Yeni ilim ve ekonomi zaferlerine hazırlanalım. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 72)
Yeni Türkiye Devleti temellerini süngü ile değil, süngünün de dayandığı ekonomi ile kuracaktır. Yeni Türkiye Devleti cihangir bir devlet olmayacaktır. Fakat yeni Türkiye Devleti, bir ekonomik devlet olacaktır. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 56-57)
İçinde olduğumuz halk devrinin, millî devrin millî tarihini de yazabilmek için kalemlerimiz, sabanlar olacaktır. Bence halk devri, “ekonomi devri” kavramı ile ifade olunur. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 108)
Biz, bu milleti bugünkü şeklinden daha yüksek derecelere çıkarmakla yükümlü adamlarız. Bu yükseliş, yalnız meydan muharebelerinde kazandığımız şereflerle olamaz; bu, buna kâfi değil. Asıl yükseliş, iktisat sahasında yükseliş olacak! (Türk Ziraat Tarihine Bir Bakış, 1938, s. 258-259)
Bütün dünyada olduğu gibi memleketimizde de en başta bulunan mühim işimiz, iktisat işidir. 1932 (Milliyet gazetesi, 13.9.1932)
Tüccar, milletin emeği ve üretimi kıymetlendirilmek için, eline ve zekâsına güvenilen ve bu güvene liyakat göstermesi gereken adamdır. 1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 381)
Ticarette çok kazanmak değil, sağlam ve temiz kazanmak kuralı hâkimdir. 1931 (Cumhuriyet gazetesi, 25. 7. 1931)
Yeni kuruluşlar için bina, para, ortam imkânlarından söz edilmesi üzerine söyledikleri: Gerekli sebeplerde hata ediyorsunuz! Bana, yeni bir tesis yapacağınız yerde cansız maddelerden bahsediyorsunuz; halbuki bana adamdan bahsetmelisiniz! Filân yerde Ali Bey var deyin; onu, bana tasvir eden! Eğer bu Ali Bey istenen adamsa binayı da, parayı da, etrafına toplanacak kitleyi de yaratır. Taşa toprağa değil, insana kıymet verin! 1933 (Atatürk’ten B.H., s. 59)
Türkiye İş Bankası’nın kuruluş gecesi (26 Ağustos 1924), Banka’nın İdare Meclisi üyelerine söyledikleri: Sermayenin azlığına bakarak cesaretiniz kırılmasın! Böyle kurumlar için en kuvvetli sermaye zekâ, dikkat, iffettir. Teknik ve metodik çalışmasını bilmektir. Bu kanaatle işe sarılınız, mutlaka başarırsınız! Bu işte başarılı olmayı, eğer şahsî bir izzetinefis meselesinden daha ileri, millî bir gurur, millî bir izzetinefis meselesi yaparsanız çalışmak için, hedefinize ulaşmak ve daha yükselmek için muhtaç olduğunuz ateşi, enerjiyi bol bol yüreklerinizde bulacaksınız! 1924 (Cumhuriyet gazetesi, 27. 8. 1934)
Muharebe meydanlarında kıymetli evlâtlarımızın süngü ve silâhlarının zaferi kâfi değildir. Bu zafer ve başarı çok büyüktür; ancak, gerçek refah ve mutluluğa sahip olabilmek için, asıl bundan sonra çalışmak gerekir. Sizin için zafer ve ilerleme sahası ekonomide, ticarettedir. Bunu takdir ediyorsanız, çok çalışmaya mecbursunuz. Aksi takdirde memleketin gerçek sahibi olduğunuzu söyleseniz bile, kimseyi inandıramazsınız. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 129)
Milletimizin kuvvetli seciyesi, sarsılmaz iradesi, ateşli milliyetçiliği, iktisadi muvaffakiyetinden doğacak feyizlerle de lârünüz, altı kaval üstü şişane diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de beynelmileldir. O halde kıyafetsiz bir millet olur mu, arkadaşlar? Böyle nitelendirilmeye razı mısınız, arkadaşlar? Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak dünyaya göstermekte mâna var mıdır? Bu çamurun içinde cevher gizlidir, anlamıyorsunuz, demek doğru mudur? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir, tabiîdir. Cevherin muhafazası için bir kap yapmak lâzımsa onu altından veya plâtinden yapmak gerekmez mi? Bu kadar açık gerçek karşısında tereddüt doğru mudur? Bizi tereddüde sevkedenler varsa onların ahmaklık ve kalınkafalığına karar vermekte hâlâ mı tereddüt edeceğiz? Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp diriltmenin yeri yoktur. Medenî ve beynelmilel kıyafet, bizim için çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kıravat, yakalık, ceket ve elbette bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta kenarlıklı serpuş. Bunu açık söylemek isterim: Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, simokin gibi, frak gibi, işte şapkamız! Buna uygun değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz ve onlara sormak isterim:
Yunan serpuşu olan fesi giymek uygun olur da, şapkayı giymek neden olmaz? Ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının özel elbisesi olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler? (1925)
Ekonomi demek, her şey demektir. Yaşamak için, mesut olmak için, insan varlığı için ne lâzımsa onların hepsi demektir. Ziraat demektir, ticaret demektir, çalışma demektir, her şey demektir. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 110-111)
Bizzat Anadolu içerlerinde yaptığım seyahatlerimde gördüm ki, biz Türkler misafirlerimizi ağırlama için onlara verdikleri ziyafetlerde çok sayıda yemek yapıyoruz. Bu ekonomiye aykırı olduğu gibi, takdir edersiniz ki sağlığı da zararlıdır. Milletimizin misafirperverlikteki bu geleneğini makul bir hadde çevirmeyi hepimiz vazife saymalıyız. 1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 221)