Atatürk’ün fihristli veciz sözleri – Cumhuriyet
CUMHURİYET, CUMHURİYETÇİLİK
Millî kültürün her çığırda açılarak yükselmesini Türkiye Cumhuriyeti’nin temel dileği olarak temin edeceğiz. (1932, Ankara) ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. I, Ankara, 1997, s. 390)
Ey yükselen yeni nesil! Gelecek sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz. (1924, Dumlupınar) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 179-188)
Cumhuriyet yüksek ahlaki değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir. Cumhuriyet idaresi faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir. (1925, İzmir) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 242)
“Alçak girişimin, benim şahsımdan ziyade mukaddes Cumhuriyetimize ve onun dayandığı yüksek ilkelerimize yönelmiş bulunduğuna şüphe yoktur. Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacaktır. Ve Türk milleti, güven ve mutluluğuna kefil bu ilkelerle uygarlık yolunda, tereddütsüz yürümeye devam edecektir. ” (1926, İzmir) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. III, Ankara, 1997, s. 119)
“Biz bu müesseseyi (Cumhuriyeti) hacılara, hocalara terk etmek için meydana getirmedik. Cumhuriyet müessesesinin bir müstebit (zorba) eline geçeceğini mezarımda bile duysam, Millete karşı haykırmak isterim. Cumhuriyetin milletin kalbinde kök saldığını görmek, yegâne emelimdir.”
“Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük uygar vasfı ve büyük uygar kabiliyeti bundan sonraki gelişimi ile geleceğin yüksek uygarlık ufkundan yeni bir güneş gibi doğacaktır. Ne mutlu Türk’üm diyene!”
“Kadın denilen varlık, kendiliğinden yüksek bir varlıktır. Onun yoksulluğu olamaz. Kadına yoksul demek, onun bağrından kopup gelen bütün beşeriyetin yoksulluğu demektir. Eğer insanlık bu halde ise, kadına yoksul demek layık görülebilir. Gerçek bu mudur? Eğer kadın dünyada çalışan, başarı kazanan, zengin olan, maddi ve manevi zengin eden insanları yetiştirmiş ise ona yoksul sıfatı verilebilir mi? Verenler varsa, onlara nankör denilirse doğru olmaz mı? Bizce Türkiye Cumhuriyeti anlamınca kadın, bütün Türk tarihinde olduğu gibi, bugün de en Muhterem mevkide, her şeyin üstünde yüksek ve şerefli bir varlıktır.”
Asla şüphe yoktur ki Cumhuriyetin gelecek evlâtları, bizden daha çok rahata kavuşmuş ve bahtiyar olacaklardır. 1927 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 435)
“Ey Türk gençliği! Birinci vazifen, Türk bağımsızlığını, Türk Cumhuriyeti’ni, ilelebet muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin en kıymetli hazinendir. İstikbalde dahi, seni, bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahili ve haricî, düşmanların olacaktır. Bir gün, bağımsızlık ve cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şartlarını düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şartlar, çok elverişsiz bir nitelikte belirebilir. Bağımsızlık ve cumhuriyetine kastedecek düşmanlar, bütün dünyada emsali görülmemiş bir galibiyetin mümessili olabilirler. Zorla ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şartlardan daha acıklı ve daha korkunç olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, memleketi ele geçirenlerin siyasî emelleriyle birleştirebilirler. Millet, fakirlik ve yoksulluk içinde harap ve bitkin düşmüş olabilir. Ey Türk istikbalinin evlâdı! İşte, bu durum ve şartlar içinde dahi vazifen; Türk bağımsızlık ve cumhuriyetini kurtarmaktır! Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda, mevcuttur!” 1927 (Nutuk II, s.897-898)
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Türk vatanında asırlardan beri ferdî ve hususî teşebbüslerde yapılamamış olan şeyleri bir an evvel yapmak istedi ve görüldüğü gibi kısa bir zamanda yapmaya muvaffak oldu. Bizim takip ettiğimiz yol, görüldüğü gibi liberalizmden başka bir sistemdir”
Cumhuriyet Hükümeti’mizin bir Diyanet İşleri Başkanlığı makamı vardır. Bu makama bağlı müftü, hatip, imam gibi görevli birçok memurları bulunmaktadır. Bu vazifeli kişilerin ilimleri, faziletleri derecesi malûmdur. Ancak burada* vazifeli olmayan birçok insanlar da görüyorum ki, aynı kıyafeti giymekte devam etmektedirler. Bu gibiler içinde çok cahil, hatta okuma yazması olmayanlara tesadüf ettim. Bilhassa bu gibi bilgisizler, bazı yerlerde halkın mümessilleri imiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya temasa âdeta bir mâni teşkil etmek sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum: “Bu vaziyet ve yetkiyi kimden, nereden almışlardır?” Millete hatırlatmak isterim ki, bu laubaliliğe müsaade etmek asla doğru değildir. Herhalde yetki sahibi olmayan bu gibi kişilerin, görevli olan kimselerle aynı kıyafeti taşımalarındaki mahzur bakımından hükûmetin dikkatini çekeceğim. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, S. 215-216)
Afyonkarahisar – Dumlupınar Meydan Muharebesi ve onun son devresi olan 30 Ağustos Muharebesi, Türk tarihinin en mühim bir dönüm noktasını teşkil eder. Millî tarihimiz çok büyük ve çok parlak zaferlerle doludur. Fakat Türk milletinin burada kazandığı zafer kadar kesin neticeli ve bütün tarihe, yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine yeni yön vermekte kesin tesirli böyle bir meydan muharebesi hatırlamıyorum. Hiç şüphe etmemelidir ki, yeni Türk Devleti’nin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı; ebedî hayatı burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu semada uçan şehit ruhları, Devlet ve Cumhuriyetimizin ebedî muhafızlarıdır. Burada temelini attığımız “Şehit Asker” abidesi, işte o ruhları, o ruhlarla beraber gazi arkadaşlarını, fedakâr ve kahraman Türk milletini temsil edecektir. Bu abide, Türk vatanına göz dikeceklere, Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, hücumunu, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır. 1924 ( Atatürk’ün S.D. II, s. 178-179)
Cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesidir.
Türkiye Cumhuriyeti yalnız iki şeye güvenir: Biri millet kararı, diğeri en elim ve en güç şartlar içinde dünyanın takdirlerine hakkıyla lâyık olma niteliği kazanan ordumuzun kahramanlığı; bu iki şeye güvenir. Arkadaşlar! Kumandamız altında bulunan ordular, gerçekten kahramanlığına güvenilir ordulardır. Bu ordular tarihte benzeri görülmemiş kahramanlıklar, fedakârlıklar göstermiştir. Şanlı zaferler kazanmıştır. Millet ve memleketin gerçekten minnet ve teşekkürüne hak kazanmıştır.
Millî kararlılık ve bilincin kıymetli eseri olan aziz Cumhuriyet’in, bugünkü ve yarınki neslin demir ellerinde her an yükselip sağlamlaşacağına itimadım tamdır. 1927 (Atatürk’ün S.D. II, s. 188)
“Cumhuriyet ulusal egemenlik temeline dayanan halk hükümetidir.” (ATATÜRK, Nutuk, AKDTYK., Atatürk Araştırma Merkezi, Yay. Haz. Prof.Dr. Zeynep Korkmaz, Ankara, 2000, s.300)
“Başkanlığını taşımakla gurur duyduğum Cumhuriyet Halk Partisi, diğer ülkelerde olduğu gibi basit sokak politikası yapan bir Parti değildir. Saygıyla tekrar edeceğim ki Halk Partisi, Müdafa-yi Hukuk Cemiyeti gibi bütün milleti aydınlatma ve bütün ulusa kılavuzluk göreviyle sorumludur. Partimize basit politikacılık yükleyenler nankör insanlardır.” 10. 10. 1925, Akhisar.
Büsbütün yeni kanunlar meydana getirerek eski hukuk esaslarını temelinden sökmek teşebbüsündeyiz. Ve yeni hukuk esaslarıyla, alfabesinden tahsile başlayacak bir yeni hukuk neslini yetiştirmek için bu müesseseleri açıyoruz. Cumhuriyetin desteği ve yardımcısı olacak bu büyük müessesenin açılışında hissettiğim mutluluğu, hiçbir teşebbüste duymadım. 1925 (M.E.İ.S.D.I, s. 30-31)
Cumhuriyet’in kara, deniz ve hava kuvvetleri, her hususta kıymetli takdirinize ve itimadınıza lâyıktır. Bunu, tam ve kesin kanaatle söyleyebilirim. 1929 (Atatürk’ün S.D.I, s. 3-7)
Millî ordu, millet birliğinin ve devlet varlığının en göze çarpan örneğidir. Ordu, harice karşı devletin varlığını temin ve icabında dahilde büyük asayişsizliği ortadan kaldırır. Her ferdin, devlet içinde yerine girmek vazifesi ve her ferdin devlet için mesuliyeti, ordu hayatında fiilen aşikâr bir surette görülür. Ordu, cumhuriyet aleyhine teşebbüslere karşı, devlet ve hükûmetin irade ve kuvvetini belirtir. Bu suretle herkesi devlet düzeninden, devlet emniyetinden hissedar kılmak vazifesini yapar.Devlet ve hükûmet gibi ordu dahi kendisi için bir varlık değil, belki, milletin yaşamak ve var olmak iradesinin bir şeklidir. Ordunun devlete karşı en birinci vazifesi, azamî kudret ve kabiliyete malik olmaya çalışmaktır. Devletin büyüklük ve şerefi bununla yükselir. 1930 (Afet inan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 116)
Ölülerden yardım istemek, medenî bir toplum için ayıptır. Mevcut tarikatların gayesi kendilerine bağlı olan kimseleri dünyevî ve manevî olan hayatta saadete eriştirmekten başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin, bütün genişliğiyle medeniyetin alevi karşısında filân veya falan şeyhin yol göstermesiyle maddî ve manevî mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye topluluğunda varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat, medeniyet tarikatıdır. 1925 (Atatürk’ün S.D.II, S. 215)
Atatürk’ün Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile Dinin Siyasete Alet Edilişi Hakkındaki Görüş ve Düşünceleri; “Parti, dinî düşünce ve inançlara saygılıdır” kuralını bayrak olarak eline alan kimselerden, iyi niyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, asırlardan beri, cahil ve bağnazları, hurafelere inananları aldatarak hususî maksatlar teminine kalkışmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk milleti, asırlardan beri nihayetsiz felâketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakârlıklar gerektiren pis bataklıklara hep bu bayrak gösterilerek yöneltilmemiş miydi? Cumhuriyetçi ve ilerici olduklarını zannettirmek isteyenlerin, aynı bayrakla ortaya atılmaları, dinî bağnazlığı coşturarak, milleti, cumhuriyetin, ilerleme ve yeniliğin tamamen aleyhine teşvik etmek değil miydi? Yeni parti, dinî düşünce ve inançlara saygı perdesi altında: Biz hilâfeti tekrar isteriz; biz yeni kanunlar istemeyiz; bizce Mecelle kâfidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar, şeyhler, müritler, biz sizi himaye edeceğiz; bizimle beraber olunuz. Çünkü Mustafa Kemal’in partisi hilâfeti kaldırdı. İslamiyet’i bozuyor. Sizi gavur yapacak, size şapka giydirecektir diye bağırmıyor muydu? Yeni partinin kullandığı formül, bu gerici feryatlarla dolu değildir denilebilir mi? 1927 (Nutuk II, s. 889-890)
Vicdan hürriyeti mutlak ve taarruz edilmez, ferdin tabiî haklarının en mühimlerinden tanınmalıdır. Medeniyetin geri olduğu cehalet devirlerinde, fikir ve vicdan hürriyeti tahakküm ve baskı altında idi. İnsanlık bundan çok zarar görmüştür. Bilhassa din muhafızlığı kisvesine bürünenlerin, gerçeği düşünebilenler, söyleyebilenler hakkında reva gördükleri zulüm ve işkenceler, insanlık tarihinde daima kirli facialar olarak kalacaktır. Türkiye Cumhuriyeti’nde, her reşit dinini seçmekte hür olduğu gibi, muayyen bir dinin merasimi de serbesttir; yani ayin hürriyeti korunmuştur. Tabiatıyla, ayinler asayiş ve umumî adaba aykırı olamaz; siyasî nümayiş şeklinde de yapılamaz. Mazide çok görülmüş olan bu gibi hallere, artık, Türkiye Cumhuriyeti asla tahammül edemez. Bir de, Türkiye Cumhuriyeti dahilinde, bütün tekkeler ve zaviyeler ve türbeler kanunla kapatılmıştır. Tarikatlar kaldırılmıştır. Şeyhlik, dervişlik, çelebilik, halifelik, falcılık, büyücülük, türbedarlık vb. yasaktır. Çünkü bunlar gericilik kaynakları ve cehalet damgalarıdır. Türk milleti, böyle müesseselere ve onların mensuplarına tahammül edemezdi ve etmedi. 1930 (Afet inan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 471-472)
Tekkeler mutlaka kapanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, her şubede doğru yolu gösterecek kudrete sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin uyarmasına muhtaç değiliz. Biz medeniyetten, ilim ve fenden kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımayız. Doğru yoldan sapmışların gayesi, halkı kendinden geçmiş ve abdal yapmaktır. Hâlbuki halkımız, abdal ve kendinden geçmiş olmamaya karar vermiştir. Bunlar basit bir iş görünür; fakat ehemmiyeti vardır. Biz dünya ailesi içinde medenîyiz. Her görüş noktasından medeniyetin gereklerini tatbik edeceğiz. 1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ.S.s.68)
“Hilâfet ve din meseleleriyle meşgul olunduğu sıralarda, kamuoyu ve bilhassa aydın kamuoyu için Anayasa’da bir noktanın düğüm teşkil ettiğini öğrendik. Cumhuriyet ilânından sonra da, kanunda, aynı düğüm muhafaza edildikten başka, düğüm teşkil edecek ikinci bir noktanın daha konulduğunu görenler, şaşkınlıklarını gizlememişlerdi ve bugün de gizlememektedirler. Bu noktaları izah edeyim; 20 Ocak 1921 tarihli Anayasa’nın 7. ve 21 Nisan 1924 tarihli Anayasa’nın 26. maddesi, Büyük Millet Meclisi’nin vazifelerinden bahseder. Madde’nin başında, Meclis’in ilk vazifesi olmak üzere “şeriat hükümlerinin yürütülmesi” vardır. İşte, bunun nasıl bir vazife ve şeriat hükümlerinden maksadın ne olduğunu anlamakta tereddüde düşenler vardır. Çünkü Büyük Millet Meclisi’nin, adı geçen maddede, “kanunların yapılması, değiştirilmesi, yorumu ve kaldırılması ve diğer” sayılan ve belirtilen vazifeleri o kadar geniş ve açıktır ki, “şeriat hükümlerinin yürütülmesi” diye ayrıca ve bağımsız olarak bir klişenin mevcudiyeti gereksiz görülmektedir. Çünkü şer’ demek kanun demektir. Şeriat hükümleri demek, kanun hükümleri demekten başka bir şey değildir ve olamaz. Başka türlüsü, çağdaş hukuk telâkkileriyle uyuşamaz. Bu böyle olunca, “şerit hükümleri” tabiriyle kast olunan mana ve anlamın büsbütün başka bir şey olması icap eder. Efendiler, ilk Anayasa’yı hazırlayanlara bizzat başkanlık ediyordum. Yapmakta olduğumuz kanunla, “şeriat hükümleri” tabirinin bir münasebeti olmadığını anlatmaya çok çalışıldı. Fakat, bu tabirden, kendi zanlarınca, bambaşka mana tasavvur edenleri ikna mümkün olmadı. İkinci nokta Efendiler, yeni Anayasa’nın ikinci maddesinin başında.. “Türkiye Devletinin dini, İslâm dinidir” cümlesidir. Bu cümle, daha Anayasa’ya geçmeden çok evvel, İzmit’te, İstanbul ve İzmit basın mensuplarıyla uzun bir görüşme ve konuşmamız esnasında, muhataplarımdan bir zatın, şu suali ile karşılaştım: “Yeni hükûmetin dini olacak mı?” İtiraf edeyim ki, bu suale muhatap olmayı hiç de arzu etmiyordum. Sebebi, pek kısa olması lâzım gelen cevabın o günkü şartlara göre ağzımdan çıkmasını henüz istemiyordum. Çünkü, tebaası içinde çeşitli dinlere mensup unsurlar bulunan ve her din mensubu hakkında adilane ve tarafsız muamelede bulunmak ve mahkemelerinde tebaası ve ecnebiler hakkında eşit adalet uygulamakla görevli olan bir hükûmet, fikir ve vicdan hürriyetine riayete mecburdur. Hükûmetin bu tabiî sıfatının, şüpheli mana verilmesine sebep olacak sıfatlarla kayda bağlanması elbette doğru değildir.
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti, aldatılır bir varlık değildir. Onu aldatabilirim düşüncesinde bulunanların, işte asıl onların kendileri için telâfisi çok güç olacak derecede aldanmış olduklarına ve olacaklarına şüphe edilmemelidir. 1937 (Asım Us, G.D.D., s. 160 – 161)
İş Bankası Kurumu, Cumhuriyet tarihinde ekonomi bakımından başlı başına yer alacaktır. Bu kurum, değersiz bir servetin bile, ekonomik hayatta fert menfaatlerine kullanılmayıp ulus menfaatine kullanılmasından çıkabilecek olan büyük neticeleri, az bir zamanda ve özellikle yepyeni bir devlet kuruluşunun türlü inkılâp güçlükleri içinde evrensel bir surette fiilen göstermiştir. 1936 (Türkiye İş Bankası, Kuruluşu, Çalışmaları, Eserleri, 1942, s. 7)
Cumhuriyetin iç siyaseti, vatandaşın yaşayışını hiçbir nüfuz ve sataşmanın tesirinde bırakmaksızın temin etmektir. Bu siyaset dikkatle takip olunmaktadır. 1929 (Ayın Tarihi, sayı: 68, 1929, s. 5024)
Demokrasi ilkesi, egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olamayacağını gerektirir. Bu suretle demokrasi ilkesi, siyasî kuvvetin, egemenliğin kaynağına ve meşruiyetine temas etmektedir. Demokrasinin tam ve en belirgin hükûmet şekli Cumhuriyettir. 1930 (Afet inan M.B.ve M.K. Atatürk’ün El Yazılar, s. 29; 397-398)
Siyaset sahasında karşılıklı faaliyetin verimli gelişmeleri, ancak vatandaşlar arasında düşmanlık meydana gelmesine yer verilmemesiyle temin olunabilir. Bunun çareleri: Partilerin içine girebilecek samimiyetten uzak ve gizli maksatlı unsurların, kanun dışında netice isteyen emel sahiplerinin bütün milletçe iğrenç görülmesi ve bir de cumhuriyet esası üzerinde çalışan partilerce bu gibilerin faaliyetlerinden daima uzak kalınmasıdır. 1930 (Atatürk’ün S.D.I.s. 352)
Serbest Cumhuriyet Partisi Lideri Fethi Okyar’a verdiği cevaptan: Büyük Millet Meclisi’nde ve millet karşısında ulus işlerinin serbest münakaşası ve iyi niyet sahibi kişilerin ve partilerin özel görüşlerini ortaya koyarak milletin yüksek menfaatlerini aramaları, benim gençliğimden beri âşık ve taraftar olduğum bir sistemdir. Memnuniyetle görüyorum ki, lâik cumhuriyet esasında beraberiz. Zaten benim siyasî hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur. Bundan ötürü büyük Meclis’te aynı temele dayanan yeni bir partinin faaliyete geçerek millet işlerini serbest münakaşa etmesini, cumhuriyetin esaslarından sayarım. 1930 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 544)
“Efendiler, vatanın birliğini, hürriyet ve istiklâlini temin eden milletimizi Cumhuriyet idaresine kavuşturan inkılâbımız; iktisadi refah ve saadetimizi, medeniyet aleminde lâyık olduğumuz yeri de temin edecektir.”16.09.1924, Trabzonlularla Konuşma
Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dini yoktur. Devlet idaresinde bütün kanunlar, nizamlar ilmin çağdaş medeniyete temin ettiği esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve tatbik edilir. Din telâkkisi vicdanî olduğundan, Cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca muvaffakiyet etkeni görür. 1930 (Afet inan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 56)
Cumhuriyetçi ve milliyetçi olmakla beraber partimiz programından başka bir programla ve partili olmanın tabiî kayıtları dışında serbest çalışacak samimî yurttaşların millet kürsüsünden yapacakları tenkitler ve söyleyecekleri düşüncelerle millî çalışmanın kuvvetleneceği kanaatinde bulunuyoruz. 1935 (Atatürk’ün T.T.B. IV, S. 570)
Hudutlarının mühim ve büyük kısımları deniz olan Türk Devleti’nin donanması da mühim ve büyük olmak gerektir. O zaman Türk Cumhuriyeti, daha gönlü rahat ve emin olacaktır. Mükemmel ve güçlü bir Türk Donanması’na sahip olmak gayedir. Buna ilk gidiş noktası, harp gemileri tedarikinden evvel onları muvaffakiyetle sevk ve idareye muktedir komutanlara, subaylara, uzmanlara sahip olmaktır. 1924 (Raşit Metel, Atatürk ve Donanma, 1966, s. 90)
Yenileşme çalışmalarında ve halkçı demokratik kuruluşlara yönelik gelişmelerinde genç Türkiye Cumhuriyeti, Fransız demokrasisini doğurmuş olup o zamandan beri her milletin gelişimine ve kendi teşkilâtına uydurduğu inkılâpçı büyük hak ve adalet ilkelerinde sağlam bir dayanak bulmuştur. 1928 (Atatürk’ün S.D.V, s. 50)
Millî egemenlik esasına dayanan ve bilhassa cumhuriyet idaresine malik bulunan memleketlerde siyasî partilerin mevcudiyeti tabiîdir. Türkiye Cumhuriyeti’nde de, birbirini denetleyen partilerin doğacağına şüphe yoktur. 1924 (Atatürk’ün S.D.III. s. 77)
Demokrasi ilkesi, egemenliğin millette olduğunu, başka yerde olamayacağını gerektirir. Bu suretle demokrasi ilkesi, siyasî kuvvetin, egemenliğin kaynağına ve meşruiyetine temas etmektedir. Demokrasinin tam ve en belirgin hükûmet şekli Cumhuriyet’tir. 1930 (Afet inan M.B.ve M.K. Atatürk’ün El Yazılar, s. 29; 397-398)
Atatürk tarafından yazdırılmıştır: Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk’ten çok geriydi. Manada, fikirde, tarihte bu, böyleydi. Eğer bugün, Batı nihayet teknikte bir yükselme gösteriyorsa, ey Türk çocuğu, o kabahat senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz ihmalinin bir neticesidir. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin, bu belli! Fakat zekânı unut, daima çalışkan ol! (1936) (Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, AKDTYK., Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1999, s.213, Cevat Abbas Gürer, Cumhuriyet gazetesi, 10. 11. 1941)
Türkiye basını, Cumhuriyet’in etrafında çelikten bir kale vücuda getirecektir. Bir fikir kalesi, zihniyet kalesi. Basın mensuplarından bunu istemek, Cumhuriyet’in hakkıdır… (1924, İzmir) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 171)
Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyeti’dir. (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Cilt II, s.318)
Türk milletinin yapısına ve ilkelerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir. (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt III, s.106)
Türk Milletinin yeteneği ve kat’î kararı, cumhuriyet, medeniyet ve gelişme yolunda durmadan, yılmadan ilerlemektir. (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1989, Cilt I, s.351)
Cumhuriyet düşünce özgürlüğünden yanadır. (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt III, s. 94)
Cumhuriyet millî egemenlik temeline dayanan halk hükûmetidir. (ATATÜRK, Nutuk, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Yay. haz. Prof.Dr. Zeynep Korkmaz, Ankara, 2000, s.300)
Cumhuriyet, yeni ve sağlam esaslarıyla, Türk milletini emin ve metin bir bağımsızlık yoluna doğru koyduğu kadar, asıl fikirlerde ve ruhlarda yarattığı güvenlik itibariyle, büsbütün yeni bir hayatın müjdecisi olmuştur. Seneler geçtikçe, millî ideal verimleri, güvenle çalışmada, ilerleme hevesinde, millî birlik ve millî irade şeklinde, daha iyi gözlere çarpmaktadır. Bu, bizim için çok önemlidir; çünkü, biz, esasen millî varlığımızın temelini, millî bilinçte ve millî birlikte görmekteyiz. (01 Kasım 1936) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri S. 372, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt I, s.404-405)
On yaşını bitiren Cumhuriyetimiz, daha kurulurken kendine çizdiği hareket hattını adım adım takip etmiş ve kısa müddet içinde yakın mazinin biriktirdiği karanlıkları dağıtmaya muvaffak olmuştur. 1933 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 560)
Memlekette Cumhuriyet devrinin kendi zihniyet ve ahlâkını taşıyan basını yine ancak Cumhuriyetin kendisi yetiştirir. Bir taraftan geçmiş devirler gazetelerinin ve müntesiplerinin ıslahı imkânsız olanları milletin nazarında belirirken öte taraftan Cumhuriyet basınının temiz ve feyizli sahası genişleyip yükselmektedir. Büyük ve necip milletimizin yeni çalışma ve medeniyet hayatını kolaylaştırıp teşvik edecek işte ancak bu zihniyetteki basın olacaktır. (1925)
29 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in kabulü ve Cumhurbaşkanı seçilmesi üzerine Meclis’te yaptığı konuşmadan: Son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, istidat, idrak, kendi hakkında kötü fikir besleyenlerin ne kadar gafil ve ne kadar tetkikten uzak, görünüşe düşkün insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz, haiz olduğu özelliklerini ve liyakatini, hükûmetinin yeni ismiyle, medeniyet dünyasına daha çok kolaylıkla göstermeye muvaffak olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği yere lâyık olduğunu eserleriyle ispat edecektir. Daima muhterem arkadaşlarımın ellerine çok samimî ve sıkı bir surette yapışarak, onların şahıslarından kendimi bir an bile ayrı görmeyerek çalışacağım. Milletin teveccühünü daima dayanak noktası sayarak hep beraber ileriye gideceğiz. Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır. 29 Ekim 1923 (Nutuk II, s. 814-815)
Bir akşam sofrada, Kılıç Ali tarafından kaydedilen bir sözü: Cumhuriyetçilik ve toplumsal inkılâp, lâiklik ve yenilikseverlik Türk’ün öz malı ve özelliği haline geldiğini görmek, benim için büyük bir bahtiyarlık olacaktır. Onun meydana gelişi çok yaklaşmıştır. O günden sonra medeniyet ve inkılâp yolunun azimkâr yolcuları arasında, elbette görüş ve düşünüş farkları, tedbir ayrılıkları tabiî olarak ortaya çıkar. Bu ayrılıklarında millet için, memleket için, devlet için daima hayır ve rahmet doğacak. (Kılıç Ali, Atatürk ve Cumhuriyet, Milliyet gazetesi, 2. 11. 1970)
Basının, umumî hayatta ve Cumhuriyet’in ilerleme ve gelişmesinde sahip olduğu vazifeler yüksektir. 1930 (Afet inan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 62; 492)
Cumhuriyet’in sağlamlaştırılması ve yükseltilmesi hususunda kalem ve fikir sahiplerinin yapacağı hizmet, şüphesiz pek geniş ve etkili olur. Bu yoldaki çalışmaların daima beğeni ve takdir ile karşılanacağı da şüphesizdir. 1924 (Florinalı Nazım’ın yazısına verdiği cevaptan)
Dışişlerinde dürüst ve açık olan siyasetimiz, özellikle barış fikrine dayalıdır. Milletlerarası herhangi bir meselemizi barış vasıtalarıyla çözümlemeyi aramak, bizim menfaat ve anlayışımıza uyan bir yoldur. Bu yol dışında bir teklif karşısında kalmamak içindir ki, güvenlik ilkesine, onun vasıtalarına çok ehemmiyet veriyoruz. Milletlerarası barış havasının korunması için, Türkiye Cumhuriyeti yapabileceği herhangi bir hizmetten geri kalmayacaktır. 1929 (Ayın Tarihi, Sayı: 68, 1929, s. 5025)
Ömür boyu Cumhurbaşkanlığı teklifi söylentileri üzerine gazetecilere söyledikleri: Bana öteden beri bu ve buna benzer tekliflerde bulunanlar çok olmuştur. Siz ve kamuoyu bilmelisiniz ki bu yoldaki teklifler hoşuma gitmemiştir ve gitmez. Benim gayem Türkiye’de, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde millet egemenliğini takviye etmek ve ebedileştirmektir. Dediğiniz gibi bir teklifi, benim idealimi cidden rencide eden bir manada telâkki ederim. Bu noktada şu veya bu tefsirlere giden sözlerin manasını, beni iyi tanımış olan Türk milleti benden daha iyi takdir eder. 1930 (Cumhuriyet gazetesi, 26. 9. 1930)
Alemdar Mustafa Paşa ile Mustafa Reşit Paşa’yı severim, fakat Alemdar’ın biraz kültürü olsa idi Cumhuriyet ilân ederdi. Mustafa Reşit Paşa’nın biraz kültürü, Alemdar’ın kudreti birleştirilseydi, ben tarihe başka bir vazife ile girerdim. (Enver Behnan Şapolya, Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, S. 532)
Milletlerin güvenliği ya iki taraflı veyahut çok taraflı umumî müşterek anlaşmalarla, uzlaşmalarla temin edilebilir diye mutlak mahiyette ortaya atılan ve her biri diğerlerine zıt sayılan ilkeler, barışın korunması emrinde bizim için kesin ve isabetli değildir ve olamaz. Bunların her birini coğrafî ve siyasî icap ve vaziyetlere göre kullanarak barış yolundaki özenli çalışmayı gerçeklere dayandırmak, her millet için ayrı ayrı bir vazifedir. Cumhuriyet Hükûmeti, bu gerçeği görmüş, tatbik etmiş, en yakın komşuları ile olduğu kadar en uzak devletlerle olan münasebetlerini, dostluklarını, ittifaklarını ona göre düzenlemeyi bilmiş ve bu sayede dış siyasetimizi sağlam esaslara dayandırmıştır. 1938 (Atatürk’ün S.D.I, s. 396)
27 Ocak 1937 tarihinde Cenevre’de yapılan Milletler Cemiyeti toplantısında, Hatay’ın bağımsızlığının kabul edilmesi üzerine Başbakan İsmet İnönü’ye gönderdiği telgraftan: Başarılmış olan millî davada izlenen medenî usule, uluslararası lâyık olduğu kıymetin verileceğine şüphe yoktur. Bu eser, Cumhuriyet Hükümeti’nin millî meseleler üzerinde ne kadar şaşmaz bir dikkatle durduğunu ve onları en makul tarzlarda sonuçlandırmak için, cesaret ve feragatle hareket ve faaliyete geçebilecek enerji ve kabiliyette bulunduğunu gösteren yeni bir örnek olmuştur. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin bu siyaset kavrayışının, dünyada barış ve huzur isteyen ve bunun tabiî gereği olan hakseverliği benimsemeyi fazilet bilen bütün dünya milletlerince takdirle karşılanacağına şüphem yoktur. Türkiye Cumhuriyeti, haklı olduğuna inandığı davasını, büyük ve âdil hakem kurulu olmasını daima arzu ettiği ve bu sıfat ve yetkisinin daha çok çetin meselelerin çözümlenmesinde en yüksek kudret ve kuvvete sahip olmasını temenni ettiği Milletler Cemiyeti’ne bırakmakla insanlık adına isabetli bir harekette bulunmuştur. Bu suretle medeniyet adına da yüksek bir vazife yapmış olmakla, sadece takdir ve tebrike değerdir. 1937 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 579-580)
Büyük Millet Meclisinde ve millet karşısında millet işlerinin serbest münakaşası ve iyi niyet sahibi kişilerin ve partilerin özel görüşlerini ortaya koyarak milletin yüksek menfaatlerini aramaları benim gençliğimden beri âşık ve taraftar olduğum bir sistemdir. Memnuniyetle görüyorum ki, lâik cumhuriyet esasında beraberiz. Zaten benim siyasî hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur. Bundan ötürü Büyük Mecliste aynı temele dayanan yeni bir partinin faaliyete geçerek millet işlerini serbest münakaşa etmesini cumhuriyetinin esaslarından sayarım. (1930)
Bugünkü hükûmetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet teşkilâtı ve hükûmettir ki, onun ismi Cumhuriyettir. Artık hükûmet ile millet arasında mazideki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millettir ve millet hükûmettir. Artık hükûmet ve hükûmet mensupları kendilerinin milletten ayrı olmadıklarını ve milletin efendi olduğunu tamamen anlamışlardır. 1925 (Atatürk’ün S.D. II, S. 230)
Son senelerde milletimizin fiilen gösterdiği kabiliyet, istidat, idrak, kendi hakkında kötü fikir besleyenlerin ne kadar gafil ve ne kadar tetkikten uzak görünüşe düşkün insanlar olduğunu pek güzel ispat etti. Milletimiz haiz olduğu özelliklerini ve liyakatini hükûmetinin yeni ismiyle medeniyet dünyasına daha çok kolaylıkla göstermeğe muvaffak olacaktır. Türkiye Cumhuriyeti, cihanda işgal ettiği mevkiye lâyık olduğunu eserleriyle ispat edecektir.
Türkiye Cumhuriyeti mesut, muvaffak ve muzaffer olacaktır. 29 Ekim 1923 (Nutuk II, S. 814-15)
Gelecek nesillerin Türkiye de Cumhuriyetin ilanı günü, ona en merhametsizce hücum edenlerin başında, cumhuriyetçiyim iddiasında bulunanların yer aldığını görerek şaşıracaklarını asla farz etmeyiniz! Bilâkis, Türkiye’nin münevver ve cumhuriyetçi çocukları, böyle cumhuriyetçi geçinmiş olanların hakikî zihniyetlerini tahlil ve tespitte hiç de tereddüde düşmeyeceklerdir. Onlar, kolaylıkla anlayacaklardır ki, çürümüş bir hanedanın, halife unvanıyla başının üstünden zerre kadar uzaklaşmasına imkân kalmayacak surette muhafazasının mecburî kılan bir devlet şeklinde, cumhuriyet idaresi ilân olunsa bile, onu yaşatmak mümkün değildir. 1927 (Nutuk II, S. 831)
Beliren Millî Mücadele, dış istilâya karşı vatanın kurtuluşunu biricik hedef saydığı halde bu Milli Mücadele’nin muvaffakiyete ulaştıkça, safha safha bugünkü devre kadar millî irade idaresinin bütün esaslarını ve şekillerini gerçekleştirmesi tabiî ve kaçınılmaz bir tarihî seyir idi. Bu önüne geçilmez tarihî seyri, geleneksel alışkanlığıyla derhal hisseden padişah hanedanı, ilk andan itibaren Millî Mücadele’nin amansız düşmanı oldu. Bu kaçınılmaz tarihî seyri ilk anda ben de gördüm ve hissettim. Fakat, nihayete kadar devam eden bu hislerimizi ilk anda tam olarak göstermedik ve ifade etmedik. Gelecek ihtimaller üzerine fazla demeç, giriştiğimiz gerçek ve maddî mücadeleye, hayal niteliğini verebilirdi; dış tehlikenin yakın tesirleri karşısında, etkilenenler arasında, geleneklerine ve fikrî kabiliyetlerine ve ruhî durumlarına uymayan muhtemel değişikliklerden ürkeceklerin, ilk anda mukavemetlerini tahrik edebilirdi. Muvaffakiyet için pratik ve sağlam yol, her safhayı vakti geldikçe uygulamaktı. Milletin gelişme ve yükselmesi için selâmet yolu bu idi. Ben de böyle hareket ettim. Ancak bu pratik ve emin muvaffakiyet yolu, yakın çalışma arkadaşım olarak tanınmış kimselerden bazılarıyla aramızda, zaman zaman görüşlerde, davranışlarda, yapılan işlerde önemli veya ikinci derecede birtakım anlaşmazlıkların, gücenmelerin ve hatta ayrılmaların da sebebi ve izahı olmuştur. Millî Mücadele’ye beraber başlayan yolculardan bazıları, millî hayatın bugünkü Cumhuriyet ve Cumhuriyet kanunlarına kadar gelen gelişmelerinde, kendi fikrî ve ruhî yeteneklerinin kavrayış hududu bittikçe, bana karşı direnişe ve muhalefete geçmişlerdir. Bu son sözlerimi özetlemek lâzım gelirse, diyebilirim ki, ben milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme istidadını, bir millî sır gibi vicdanında taşıyarak yavaş yavaş, bütün toplumumuza uygulatmak mecburiyetinde idim. 1927 (Nutuk I, s. 15-16)
Saltanat devrinden Cumhuriyet devrine geçebilmek için, herkesin bildiği gibi, bir geçiş devresi yaşadık. Bu devirde, iki fikir ve görüş, birbiriyle mütemadiyen mücadele etti. O fikirlerden biri saltanat devrinin devam ettirilmesiydi. Bu fikrin taraftarları belli idi. Diğer fikir, saltanat idaresine son vererek cumhuriyet idaresi kurmaktı. Bu bizim fikrimizdi. Biz, fikrimizi açık söylemekte mahzur görüyorduk. Ancak görüşümüzün uygulanma kabiliyetini saklı tutup münasip zamanında tatbik edebilmek için, saltanat taraftarlarının fikirlerini tatbik sahasından uzaklaştırmak mecburiyetinde idik. Yeni kanunlar yapıldıkça, bilhassa Anayasa yapılırken, saltanat taraftarları padişah ve halifenin hak ve yetkilerinin belirtilmesinde ısrar ederlerdi. Biz, bunun zamanı gelmediğini veya lüzum olmadığını bildirerek o ciheti söylemeden geçmekte fayda görüyorduk. Devlet idaresini, cumhuriyetten bahsetmeksizin, millî egemenlik esasları dairesinde, her an cumhuriyete doğru yürüyen biçimde şekillendirmeye çalışıyorduk. Büyük Millet Meclisi’nden daha büyük makam olmadığını aşılamada ısrar ederek, saltanat ve hilâfet makamları olmaksızın, devleti idare etmek mümkün olduğunu ispat etmek lüzumlu idi. Devlet Başkanlığı’ndan bahsetmeksizin, onun vazifesini fiilen Meclis Başkanı’na gördürüyorduk. Fiiliyatta, Meclis’in Başkanı, İkinci Başkan idi. Hükûmet vardı; fakat “Büyük Millet Meclisi Hükûmeti” unvanını taşırdı. Kabine sistemine geçmekten kaçınıyorduk; çünkü hemencecik saltanatçılar, padişahın yetkisini kullanma lüzumunu ortaya atacaklardı. İşte, geçiş devresinin bu mücadele safhalarında, bizim kabul ettirmek mecburiyetinde bulunduğumuz aracı şekli, Büyük Millet Meclisi Hükûmeti sistemini, haklı olarak eksik bulan, meşrutiyet şeklinin açıkça ifadesini temine çalışan muhaliflerimiz, bize itiraz ediyorlar, diyorlardı ki, “Bu yapmak istediğiniz hükûmet şekli neye, hangi idareye benzer?” Maksat ve hedefimizi söyletmek için yöneltilen bu nevi suallere, biz de, zamanın gereğine göre cevaplar vererek saltanatçıları susturmak zaruretinde idik. 1927 (Nutuk II, s. 838-839)
Yeni nesil, en büyük cumhuriyetçilik dersini bugünkü öğretmenler topluluğundan ve onların yetiştirecekleri öğretmenlerden alacaktır. 1924 (Büyük Tarih Trabzon’da, S. 11)
Öğretmenler! Yeni nesli, cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister! Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir… Sizin başarınız, Cumhuriyetin başarısı olacaktır. (25.08.1924, Öğretmenler Birliği Kongresi Üyelerine)
Türkiye Cumhuriyeti, sanat mekteplerinin tam gelişmesine çok muhtaçtır. 1924 (Maarif Vekilliği Dergisi, sayı: 21-21, Şubat 1939)
Arkadaşlar! Yeni Türkiye’nin birkaç yıla sığdırdığı askeri, siyasi, idari inkılâplar sizin, sayın öğretmenler, sizin sosyal ve fikri inkılâptaki başarınızla pekiştirilecektir. Hiçbir zaman hatırlarınızdan çıkmasın ki, Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür ” nesiller ister. (1924, Ankara) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 178-179
Gençler! Cesaretimizi takviye ve devam ettiren sizsiniz. Siz, almakta olduğunuz eğitim ve kültür ile insanlık meziyetinin, vatan sevgisinin, fikir hürriyetinin en kıymetli sembolü olacaksınız. Ey yükselen yeni nesil! İstikbal sizindir. Cumhuriyeti biz kurduk; onu yükseltecek ve devam ettirecek sizsiniz! 1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 182)
Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür. Bu sözü burada ayrıca izaha lüzum görmüyorum. Çünkü bu, Türkiye Cumhuriyetinin okullarında birçok vesilelerle eser halinde tespit edilmiştir. 1936
Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların gayesi, Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün mana ve şekliyle uygar bir toplum haline getirmektir. İnkılâplarımızın ana ilkesi budur. Bu gerçeği kabul edemeyen zihniyetleri darmadağın etmek zaruridir. Şimdiye kadar milletin, beyinlerini paslandıran, uyuşturan bu zihniyette bulunanlar olmuştur. (1925)
Milletlerin tarihinde bazı devirler vardır ki, muayyen maksatlara erebilmek için maddî ve manevi ne kadar kuvvet varsa hepsini bir araya toplamak ve aynı istikamete yöneltmek lâzım gelir. Yakın senelerde milletimiz böyle bir toplanma ve birleşme hareketinin mühim neticelerini kavramıştır. Memleketin ve inkılâbın içeriden ve dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı korunması için, bütün milliyetçi ve cumhuriyetçi kuvvetlerin bir yerde toplanması lâzımdır. Aynı cinsten olan kuvvetler müşterek gaye yolunda birleşmelidir. 1931 (Atatürk’ün S.D. III, S. 90)
Bütün dünya bilsin ki benim için bir taraflılık vardır: Cumhuriyet taraftarlığı, fikrî ve sosyal inkılâp taraftarlığı. Bu noktada, yeni Türkiye topluluğunda bir ferdi, hariç düşünmek istemiyorum. 1924 (Atatürk’ün S.D. II, S. 189)
Cumhuriyet’in temelinin laik bir dünya görüşüne dayalı olduğu hiçbir zaman unutulmamalı ve bu gerçek gözden kaçmamalıdır. Zira Türk halkı teokratik yönetimden çok ızdırap çekmiştir. Geri kalışının nedenleri arasında bunun önemli bir yeri vardır. (1930, Kırklareli) (Utkan Kocatürk, Doğumundan Ölümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü, AKDTYK. Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1999, s. 437)
Türk milleti! Kurtuluş Savaşı’na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun! Şu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim. Yurttaşlarım! Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir. Bundaki muvaffakiyeti Türk Milleti’nin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak kararlı bir şekilde yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi görmeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Millî kültürümüzü çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk Milleti’nin karakteri yüksektir. Türk Milleti çalışkandır, Türk Milleti zekidir. Çünkü Türk Milleti millî birlik ve beraberlikte güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk Milleti’nin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle belirtmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyet olan Türk Milleti’nin tarihî vasfı da güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür. Asla şüphem yoktur ki; Türklüğün unutulmuş büyük medenî vasfı ve büyük medenî kabiliyeti bundan sonraki inkişafıyla atinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. Türk Milleti, Ebediyete akıp giden her on senede bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene! 1933 (Atatürk’ün S.D. II, S. 272)(Onuncu yıl nutku)
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına, Türk milleti denir. 1930 (Afet inan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 351)
Milletin uyanıklığına, milletin ilerleme ve gelişme istidadına güvenerek, milletin azminden asla şüphe etmeyerek Cumhuriyetin bütün gereklerini yapacağız. Birçok güçlükler ve engeller karşısında bulunduğumuzu biliyoruz. Bunların hepsini tetkik ile, azim ve iman ile ve millet aşkının sarsılmaz kuvvetiyle birer birer çözüp sonuçlandıracağız. O millet aşkı ki her şeye rağmen sinemizde sönmez bir kuvvet, dayanıklılık ve ateş kaynağıdır. 1924 (Atatürk’ün S.D.II,166)
Türk milletinin tabiat ve âdetlerine en uygun olan idare Cumhuriyet idaresidir. 1924 (Atatürk’ün S.D. III, S. 74)
Cumhuriyet, Türk milletinin refah ve yükselmesi yolunda asırların görmediği muvaffakiyetlere erişti. Milletin eğilimlerini ve ihtiyaçlarını bularak ve öğrenerek onun refah ve inkişafı gereklerini gerçekleştirmekte Cumhuriyetin az zamanda elde ettiği neticeler, Cumhuriyet idaresinin milletimize hazırladığı istikbalin daha ne kadar parlak olduğunu tahmin ettirmeye kâfidir. Asla şüphe yoktur ki, Cumhuriyetin müstakbel evlâtları, bizden daha çok müreffeh ve bahtiyar olacaklardır. 1927 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s.435)
Cumhuriyet, ahlâkî fazilete dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir. Sultanlık, korku ve tehdide dayanan bir idaredir. Cumhuriyet idaresi, faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir. Sultanlık korkuya, tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir. Aradaki fark bunlardan ibarettir. 1925 (Atatürk’ün S.D.II, s.231)
Biz yurt emniyeti içinde fertlerin emniyetini de, lâyık olduğu derecede göz önünde tutarız. Bu emniyet, Türk Cumhuriyeti kanunlarının, Türk hâkimlerinin teminatı altında, en ileri şekilde mevcuttur. 1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 378)
Türk’ün tabiatında, beyzadelik ananesi yerleşmemiştir. Türk, Türk olduğu için asildir. Bu Anadolu’nun en ücra köyündeki Mehmetçik, vaktiyle dünyanın yarısını titretmiş bir sınır beyinin nesli olabilir; ama, bundan dolayı hiçbir iddiası yoktur. Çoğumuz, büyük babamızın babasını hatırlayamayız. Bütün soy gururumuzu, Türk olmanın içinde buluruz. İşte onun içindir ki, cumhuriyet Türk’ün en tabiî idare şeklidir. (Atatürk’ten B.H., s. 69)
Vatanın her köşesinde, kamu huzurunu bozan hâdisenin, yalnız oradaki vatandaşları değil, en uzak yerlerdeki vatandaşların rahatını, mutluluğunu ve çalışma hayatını ve ekonomik durumunu ve üretimini etkilediği ve zarar verdiği açıktır. Bundan dolayı, her saadetin ve her faaliyetin ve bilhassa iktisadî ve ticarî gelişimin ilk şartı, huzur ve sükûn ile emniyet ve asayişin, bozulması mümkün olmayan bir emniyet ve kuvvette bulunmasıyla kabildir. Bu sebeple de Cumhuriyet polis ve jandarmasının ve Cumhuriyet ordusunun şeref ve itibarı, her düşüncenin üstündedir. Bu şeref ve itibara saygı için vatandaşlarımın dikkat ve uyanıklığını isterim. 1925 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 520)
Milli Eğitim´in gayesi yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok memlekete ahlâklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılâpçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun için de öğretim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti sadece iki şeye güvenir. Biri millet kararı, diğeri en elim ve güç şartlar içinde dünyanın takdirlerine hakkıyla layık olma niteliğini kazanan ordumuzun kahramanlığı. Bu iki şeye güvenir. Bu ordular tarihte benzeri görülmemiş kahramanlıklar, fedakarlıklar göstermiştir. Şanlı zaferler kazanmıştır. Millet ve memleketin gerçekten minnet ve teşekkürüne hak kazanmıştır.
Memleketin genel hayatında, orduyu siyasetin dışında tutmak prensibi, Cumhuriyet’in daima dikkat ettiği önemli bir noktadır. Şimdiye kadar takip edilen bu yolda; Cumhuriyet orduları vatanın güvenilir ve sağlam koruyucusu olarak saygınlığını muhafaza etmiştir. (1924, Ankara) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. I, Ankara, 1997, s. 348)
Cumhuriyet adliyesine mensup olanların en küçük memurlarına kadar ilmen yeterliliği ve cumhuriyet ülküsüne sahip olmaları için sarf olunan gayret, memnuniyet vericidir. Bir taraftan ilmî yeterliliği temin eden kurumlara önem verirken, diğer taraftan Cumhuriyet adliyesinin dayanağı olacak kanunların bir an evvel oluşturulması göz önüne alınmalıdır. 1925 (Atatürk’ün S.D.I, s. 327)
Adliyemizin emin olduğumuz yüksek gücü sayesindedir ki Cumhuriyet, kaçınılmaz gelişimi izleyebilecek ve türlü şekil ve kılıktaki tecavüzlere karşı vatandaşın hukukunu ve memleketin düzenini korunmuş tutabilecektir. 1930 (Atatürk’ün S.D.I, s. 351)
Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısının ruhu, millî egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir. Bir milletin egemenliğini anlayabilmesi ve onu güvenle koruyabilmesi, birtakım hususi vasıflara ve üstün terbiyeye sahip olmasına bağlıdır. Bir milletin ki siyasî terbiyesinde, sosyal terbiyesinde, vatan sevgisinde noksan vardır, öyle bir millet, egemenliğini lüzumu derecede kuvvetle elinde tutamaz. 1923 (Atatürk’ün S.D. I, s. 299-300)
Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk topluluğudur. Bu topluluğun fertleri ne kadar Türk kültürüyle dolu olursa, o topluluğa dayanan cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur. (İlköğretim Mecmuası, Cilt: 4, Sayı:61, 1940)
Türk milleti, halk idaresi olan cumhuriyetle idare olunur bir devlettir. Türk Devleti lâiktir. Her reşit dinini seçmekte serbesttir. 1930 (Afet inan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 352)
Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemi ile devlet şekli demektir. Biz Cumhuriyet’i kurduk; o, on yaşını doldururken demokrasinin bütün icaplarını sırası geldikçe uygulamaya koymalıdır. 1933 (Afet İnan, Atatürk Hakkında H.B., s. 251)
Çağdaş bir cumhuriyet kurmak demek, milletin insanca yaşamasını bilmesi, insanca yaşamanın neye bağlı olduğunu öğrenmesi demektir. (Gazinin N.A.V., Muhit Mec.,Sene: 3, No: 32, 1931, s. 7-8)
Demokrasi prensibinin en çağdaş ve mantıkî tatbikini temin eden hükûmet şekli, cumhuriyettir. 1930 (Afet İnan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 410-411)
Bu kadar matemler ve felâketler geçirdikten sonra elbette Türk öğrenmiştir ki, vatanı yeniden yapmak ve orada mesut ve hür yaşayabilmek için mutlaka egemenliğine sahip kalmak ve Cumhuriyet bayrağı altında bütün evlâtlarını toplu ve dikkatli bulundurmak lâzımdır. 1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 180)
Cumhuriyet, düşünce serbestliği taraftarıdır. Samimî ve meşru olmak şartıyla her fikre hürmet ederiz. Her kanaat bizce muhteremdir. Yalnız, muarızlarımızın insaflı olması lâzımdır. 1923 (Atatürk’ün S.D. III, s.71)
Cumhuriyetimiz öyle zannolunduğu gibi zayıf değildir. Cumhuriyet bedava da kazanılmış değildir. Bunu elde etmek için kan döktük. Her tarafta kırmızı kanımızı akıttık. İcabında müesseselerimizi müdafaa için lâzım olanı yapmağa hazırız. 1923 (Atatürk’ün S.D. III, S. 71)
Medeniyetin coşkun seli karşısında mukavemet boşunadır ve o, gafil ve itaatsizler hakkında çok amansızdır. Dağları delen, göklerde uçan, göze görünmeyen zerrelerden yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan, tetkik eden medeniyetin kudret ve yüksekliği karşısında, ortaçağa ait zihniyetlerle, iptidaî hurafelerle yürümeye çalışan milletler, mahvolmaya veya hiç olmazsa esir ve aşağı olmağa mahkûmdurlar. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti halkı, yenileşen ve olgun bir kütle olarak ilelebet yaşamaya karar vermiş, esaret zincirlerini ise tarihte görülmemiş kahramanlıklarla parça parça etmiştir. 1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ.S., s. 47)
Temeli büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlâtlarından mürekkep büyük ordumuzun vicdanında akıl ve şuurunda kurulmuş olan Cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan mülhem prensiplerimizin bir vücudun ortadan kaldırılması ile bozulabileceği fikrinde bulunanlar, çok zayıf dimağlı bedbahtlardır. Bu gibi bedbahtların, Cumhuriyetin adalet ve kudret pençesinde lâyık oldukları muameleye maruz kalmaktan başka nasipleri olmaz. Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır, fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan prensiplerle medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeğe devam edecektir. 1926 (Atatürk’ün S.D. III, S. 80)
Türk basını milletin gerçek sesinin ve isteminin belirdiği Cumhuriyet etrafında çelikten bir kale meydana getirecektir. Bir fikir kalesi, anlayış kalesi. Basından bunu beklemek, Cumhuriyetin hakkıdır. Bugün milletin içtenlikle birleşmiş ve dayanışmış bulunması zorunludur. Kamunun esenliği ve mutluluğu bundadır. Mücadele bitmemiştir. Bu gerçeği milletin kulağına, milletin vicdanına gereği gibi ulaştırmada basının görevi çok ve önemlidir. (Şubat 1924, S.D. II)
“Türkiye Devletinin resmî dili Türkçedir” dediğimiz zaman, bunu herkes anlar. Hükûmetle resmî muamelelerde, Türk dilinin geçerli olması lüzumunu herkes tabiî bulur. Fakat “Türkiye Devletinin dini, İslâm dinidir” cümlesi aynı suretle mi anlaşılıp kabul edilecektir? Bu şüphesiz açıklama ve yoruma muhtaçtır. Efendiler, gazeteci muhatabımın sualine, hükûmetin dini olamaz! diyemedim; aksini söyledim. “Vardır Efendim; İslâm dinidir” dedim. Fakat hemen arkasından “İslâm dini fikir hürriyetine sahiptir” cümlesiyle cevabımı açıklama ve yorumlama lüzumunu hissettim. Demek istedim ki, hükûmet, fikir ve vicdana riayetle kayıtlı ve görevli olur. Muhatabım, verdiğim cevabı, şüphesiz, mâkul bulmadı ve sualini şu tarzda tekrar etti: “Yani hükûmet bir dine bağlı olacak mı?” “Olacak mı, olmayacak mı bilmem!” dedim. Meseleyi kapatmak istedim. Fakat mümkün olmadı. O halde, denildi; herhangi bir mesele hakkında itikadım ve düşüncelerim dairesinde bir fikir ortaya atmaktan hükûmet beni menedecek veya cezalandıracaktır. Hâlbuki herkes, kendi vicdanını susturmaya imkân görecek mi?
O zaman, iki şey düşündüm. Biri: Yeni Türkiye Devleti’nde her ergin kişi dinini seçmekte serbest olmayacak mıdır? Diğeri: Hoca Şükrü Efendi’nin : “Bazı din âlimi arkadaşlarımızla birlikte düşündüklerimizi şeriat kitaplarında mevcut belli ve değişmez İslâmî hükümleri yayımlayarak… yanıltıldığı maalesef görülen efkâr-ı İslamiye’yi aydınlatmayı gerekli bir vazife saydık” girişini takiben ifade edilen “İslâm Hilâfeti, din emrini koruyup yaymakta Peygamberliğin yerini almaktır; şeriat hükümleri koymak hususunda Resulü Ekrem Efendimiz’in vekilidir.”
Oysaki Hoca’nın sözlerini tatbike kalkışmak, millî egemenliği, vicdan hürriyetini kaldırmaya çalışmaktı. Bundan başka Hoca’nın malûmat hazinesi, Yezitler zamanında yazdırılmış ve istibdat idaresine mahsus formülleri kapsamıyor muydu? O halde kavramı ve anlamı, artık herkesçe tamamen anlaşılmış olan devlet ve hükûmet tabirlerini ve millet meclisleri vazifelerini, din ve şeriat kisvelerine bürüyerek kim ve ne için aldatılacaktır? Hakikat bundan ibaret olmakla beraber, o gün İzmit’te, basın mensuplarıyla bu konu üzerinde, daha fazla karşılıklı konuşma gerekli görülmedi.
Cumhuriyetin ilânından sonra da, yeni Anayasa yapılırken, lâik hükûmet tabirinden dinsizlik mânası çıkarmaya eğilimli ve vesileci olanlara fırsat vermemek maksadıyla, kanunun ikinci maddesini manasız kılan bir tabirin girişine müsamaha olunmuştur. Kanunun, gerek 2. ve gerek 26. maddelerinde, gereksiz görünen ve yeni Türkiye Devleti’nin ve Cumhuriyet idaremizin çağdaş karakteriyle uyuşmayan tabirler, inkılâp ve cumhuriyetin o zaman için sakınca görmediği tavizlerdir. Millet, Anayasamızdan, bu fazlalıkları ilk münasip zamanda kaldırmalıdır. 1927 (Nutuk II, s. 714-717)
Türk milletinin başında belâ olduğu asırlardan beri sabit olan hilâfetin kaldırılmasıyla Türk Cumhuriyeti, tarihin akışında lâyık olduğu temiz ve kuvvetli itibar mevkiini hakkıyla elde etti. Cumhuriyet Halk Partisi, Türk bağımsızlığı gibi Türk Cumhuriyeti’ni de hilâfetten ve her türlü iştirak ve müdahalelerden uzak olan güvenli şeklinde ilelebet muhafazaya vücudunu vakfetmeyi, vatanın birinci derecede mevcudiyet sebebi saymaktadır. 1927 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s.530)
Millî egemenlik kuralı, hilafetsiz Türk Cumhuriyeti ile en mükemmel şekline ulaştırıldı. 1927 (Atatürk’ün T.T.B. IV, s. 531)
Cumhuriyet, imkân demektir. Cumhuriyet, yalnızca adıyla bile fert hürriyetini aşılayan sihirli bir aşıdır. Görülecektir ki, Cumhuriyet imkânları olan her memleket, hürriyet davasında er geç muvaffak olacaktır. Cumhuriyet, kendisine bağlı olanları en ileri zirvelere götüren imkânları verir. Bağımsızlık ve hürriyetine sahip olan milletler, ilerleme yolunda imkânlara sahip demektirler. O halde cumhuriyet, her alanda ilerlemenin de en belirgin teminatıdır. Cumhuriyeti bu manasıyla ve bu kapsamıyla anlamak lâzımdır. (Atatürk’ten B.H., s. 45)
İzmir suikast teşebbüsünden sonra milletin binlerce telgrafla bu iğrenç girişimi lânetlemesi ve üzüntülerini bildirmesi münasebetiyle Anadolu Ajansı’na verdiği demeçten: Temeli büyük Türk milletinin ve onun kahraman evlâtlarından oluşan büyük ordumuzun vicdanında, akıl ve şuurunda kurulmuş olan Cumhuriyetimizin ve milletin ruhundan mülhem prensiplerimizin, bir vücudun ortadan kaldırılması ile bozulabileceği fikrinde bulunanlar, çok zayıf dimağlı bedbahtlardır. Bu gibi bedbahtların, Cumhuriyet’in adalet ve kudret pençesinde lâyık oldukları muameleye maruz kalmaktan başka nasipleri olamaz. Benim naçiz vücudum, bir gün elbet toprak olacaktır; fakat, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet yaşayacaktır. Ve Türk milleti emniyet ve saadetinin kefili olan prensiplerle, medeniyet yolunda, tereddütsüz yürümeye devam edecektir. 1926 (Atatürk’ün S.D. III, s. 80)
Efendiler! Size şunu söyleyeyim ki, inkılâpçı Türkiye Cumhuriyeti’ni benim şahsımla var zannedenler çok aldanıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti, her mânası ile, büyük Türk milletinin öz ve aziz malıdır. Kıymetli evlâtlarının elinde daima yükselecek, ebediyen yaşayacaktır. (Hasan Rıza Soyak, Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, 1965)
Atatürk’e ait el yazısı metin: Benim için bir tek hedef vardır: Cumhuriyet hedefi! Bu hedefe vasıl olmak için, muayyen yolda yürüyen arkadaşların muvaffak olması için, başvurulan doğru yolda, namuskarane yolda çok çalışmak ve faal olmak lâzımdır. Arkadaşlar, benden iltimas beklenmemelidir. Hepiniz, benim nazarımda kıymetli, yüksek kardeşlersiniz. Ama hepinize gösterdiğim hedef kutsî bir hedeftir. Oraya yöneliksiniz. Hanginiz daha güzel yollarla, muvaffakiyetlerle oraya vasıl olursanız onu takdir edeceğim, alkışlayacağım. Benden iltimas ve tarafgirlik beklemeyiniz arkadaşlar! Adam olanlar, insan olanlar, fikirleri olanlar, yüksek ideali olanlar kıymetlerini göstersinler! Benim, size kardeşçe söyleyeceğim şey budur. (Afet inan, Atatürk’ün B.N.M., s. 38)
Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türk halkı, medenîdir. Tarihte medenîdir, hakikatte medenîdir. Fakat ben, sizin öz kardeşiniz, arkadaşınız, babanız gibi söylüyorum; medenîyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı, fikriyle, zihniyetiyle medenî olduğunu ispat ve gösterme mecburiyetindedir. Medenîyim diyen Türkiye Cumhuriyeti halkı, aile hayatı ile, yaşayış tarzı ile medenî olduğunu göstermek mecburiyetindedir. Nihayet medenîyim diyen Türkiye’nin hakikaten medenî olan halkı, baştan aşağıya dış görünüşüyle dahi medenî ve olgun insanlar olduğunu fiilen göstermeye mecburdur. Bu son sözlerini açık ifade etmeliyim ki, bütün memleket ve dünya ne demek istediğimi kolaylıkla anlasın. Bu izahatımı yüksek topluluğunuza, tüm topluluğa bir sualle yöneltmek istiyorum. Soruyorum: Bizim kıyafetimiz millî midir? Bizim kıyafetimiz medenî ve uluslararası mıdır? Size iştirak ediyorum. Tabirimi mazur görünüz, altı kaval üstü şişane diye ifade olunabilecek bir kıyafet, ne millîdir ve ne de uluslararasıdır. O halde kıyafetsiz bir millet olur mu, arkadaşlar? Böyle nitelendirilmeye razı mısınız, arkadaşlar? Çok kıymetli bir cevheri çamurla sıvayarak dünyaya göstermekte mana var mıdır? Bu çamurun içinde cevher gizlidir, anlamıyorsunuz, demek doğru mudur? Cevheri gösterebilmek için çamuru atmak elzemdir, tabiîdir. Cevherin muhafazası için bir kap yapmak lâzımsa onu altından veya plâtinden yapmak gerekmez mi? Bu kadar açık gerçek karşısında tereddüt doğru mudur? Bizi tereddüde sevk edenler varsa onların ahmaklık ve kalın kafalığına karar vermekte hâlâ mı tereddüt edeceğiz? Arkadaşlar, Turan kıyafetini araştırıp diriltmenin yeri yoktur. Medenî ve uluslararası kıyafet, bizim için, çok cevherli milletimiz için lâyık bir kıyafettir. Onu giyeceğiz. Ayakta iskarpin veya fotin, bacakta pantolon, yelek, gömlek, kravat, yakalık, ceket ve elbette bunların tamamlayıcısı olmak üzere başta kenarlıklı serpuş. Bunu açık söylemek isterim: Bu serpuşun ismine şapka denir. Redingot gibi, bonjur gibi, smokin gibi, frak gibi, işte şapkamız! Buna, uygun değil, diyenler vardır. Onlara diyeyim ki, çok gafilsiniz ve çok cahilsiniz. Ve onlara sormak isterim: Yunan serpuşu olan fesi giymek uygun olur da şapkayı giymek neden olmaz? Ve yine onlara, bütün millete hatırlatmak isterim ki, Bizans papazlarının ve Yahudi hahamlarının özel elbisesi olan cübbeyi ne vakit, ne için ve nasıl giydiler? 1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün Ş.D.K. ve İ.S., s. 46)
Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet ışıklarını taşıyan kahraman Türk ordusu! Memleketini en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felâket ve sıkıntılardan ve düşman saldırısından nasıl korumuş ve kurtarmış isen, Cumhuriyet’in bugünkü verimli devrinde de askerlik tekniğinin bütün modern silâh ve vasıtaları ile donatılmış bir şekilde vazifeni aynı bağlılıkla yapacağına hiç şüphem yoktur. Türk vatanının ve Türklük topluluğunun şan ve şerefini, içi ve dış her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret olan vazifeni her an yapmaya hazır ve hazırlanmış olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam bir inan ve itimadımız vardır. 1938 (Ulus gazetesi, 30. 10. 1938)
Milletimiz tam bir azimle toplumsal ve fikrî gelişimine çalışırken, onu yolundan alıkoyacak iç ve dış engellerin karşısında kuvvetli, kudretli, yüksek vazifesini anlamış kahraman ordumuzun hazır bulunduğunu düşünerek gönlü rahat olabilir. Bütün millete tereddütsüz ve kalpten inanarak söyleyebilirim ki, Cumhuriyet orduları cumhuriyeti ve mukaddes topraklarını güvenle koruma ve savunmaya güçlü ve hazırdır. 1925 (Atatürk’ün S.D.II, s. 229)
Türk Cumhuriyetinin en esaslı prensiplerinden biri olan yurtta barış, dünyada barış gayesi, insaniyetin ve medeniyetin refah ve ilerlemesinden en esaslı etken olsa gerektir. Buna elimizden geldiği kadar hizmet etmiş ve etmekte bulunmuş olmak bizim için övünülecek bir harekettir. 1933 (Atatürk’ün T.T.B. IV, S. 560)
Alemdar Mustafa Paşa ile Mustafa Reşit Paşa’yı severim, fakat Alemdar’ın biraz kültürü olsa idi Cumhuriyet ilân ederdi. Mustafa Reşit Paşa’nın biraz kültürü, Alemdar’ın kudreti birleştirilseydi, ben tarihe başka bir vazife ile girerdim. (Enver Behnan Şapolya, Atatürk ve Millî Mücadele Tarihi, S. 532)
Arkadaşlar, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâplar için nurun ve münevverin yoluna gideceğiz; hedef ve hünerimiz cahil kütleyi de nurlandırarak yolumuzda yürütmek ve onu aydınlığa çıkarmaktır. Cumhuriyetimizi, çağdaş medeniyet seviyesine ulaştırmak isteğimizi köstekleyecek herhangi bir referanduma gitmek yalnız cehalet değil hıyanet olur. Yüzde seksenine okuma yazma öğretilmemiş bir memlekette inkılâplar plebisitle olmaz!… 1984 (Bâki Vandemir, Yerli, yabancı 80 imza Atatürk’ü Anlatıyor, S. 172)
Bizce, Türkiye Cumhuriyeti anlamınca kadın, bütün Türk tarihinde olduğu gibi bugün de en muhterem mevkide, her şeyin üstünde yüksek ve şerefli bir varlıktır. (Perihan Naci Eldeniz, T.T.K. Belleten, Cilt : XX, Sayı : 80, 1956. s. 740)
Türkiye Cumhuriyeti’nin esas düşüncesi, kadınları değil, erkekleri dahi, savaş meydanına götürmemektir. Fakat, Türk ulusunun yüksek varlığına, herhangi taraftan olursa olsun, ilişildiği zaman, işte o vakit Türk kadınları Türk erkeklerinin bulunduğu yerde hazır ve uyanık ve faal olacaklardır. Bu, insanlığın yüksek huzuru, sükûnu ve dünya insanlığı için lâzım bir ödev olduğundandır ki, Türk kadını bunu yapacaktır ve yapagelmektedir ve yapar. (Perihan Naci Eldeniz, T.T.K. Belleten, Cilt: XX, Sayı : 80, 1956, s. 742)
“Efendiler, vatanın birliğini, hürriyet ve istiklâlini temin eden milletimizi Cumhuriyet idaresine kavuşturan inkılâbımız; iktisadi refah ve saadetimizi, medeniyet aleminde lâyık olduğumuz yeri de temin edecektir.” (16.09.1924, Trabzonlularla Konuşma)
“Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil fakat kişisel ve sosyal hayat için işbölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas prensiplerimizdendir.”(1923)
1933 Razgrad olayını protesto amacıyla yapılan gençlik gösterisinin izin alınmadan yapılması sebebiyle takibata geçilmesi üzerine, izinsiz gösteriyle ilgileri olmadığını bildiren Türk Talebe Birliği Kongresi daimî delegelerine cevap telgrafı : Gençliğin çalışkan, duyarlı ve milliyetçi yetişmesi esas dileklerimizdendir. Gençlik, her türlü faaliyetlerinde Cumhuriyet kanunlarına ve Cumhuriyet kuvvetlerinin usul ve kaidelerine riayetkâr bulunmaya da dikkatli olmalıdır. Cumhuriyet Hükümeti’nin millî meselelerde vazifesini bilir olduğuna ve kanunların ve adlî kuvvetlerin adaletine emin olunuz. 1933 (Cumhuriyet gazetesi, 28. 4. 1933)
Bizim dünya nazarında en büyük kuvvet ve kudretimiz, yeni şekil ve mahiyetimizdir. (1922)
Bizim bugünkü kuvvetimizin ruhu, aslı yeni şeklimizdedir. Biz bugün, doğrudan doğruya milletin ruhuna, vicdanına, eğilimlerine uygun olan maddî ve esaslı noktalara dayanıyoruz. Hükûmetimiz, yalnız bir şahsın görüşüne bağlı olmaktan uzaktır. 1923 (Gazi ve İnkılâp, Mahmut Soydan, Milliyet gazetesi, 6. 12. 1929)
Yurda hizmet, inkılâba inan ve Cumhuriyet ülküsüne bağlılık gibi yüksek ve yaratıcı kavramlarla beslenen bilinçli sevgi, bugünün ve yarının en muvaffakiyetli vazife erlerini yetiştirecek bir öz kaynaktır. Bunun Mülkiye Mektebi ve Mülkiyeliler arasında belirmesini görmek, beni pek sevindirdi. 1933 (Milliyet gazetesi, 8. 12. 1933)
Son günlerinde söylediği bir söz : Şayet ölecek olursam, memlekete ait söyleyecek hiçbir şeyim yoktur. Zira mevcut Cumhuriyet kanunları bu işleri temine kâfidir. 1938 (Kurun gazetesi, 16. 12. 1938)
Cumhuriyet Hükümeti’nin, doğuda izleyegelmekte bulunduğu dostluk ve yakınlık siyaseti, yeni bir kuvvetli adım attı. Sadabat’ta, dostlarımız Afganistan, Irak ve İran ile imza etmiş olduğumuz dörtlü antlaşma, büyük bir memnuniyetle kayda değer barış eserlerinden biridir. Bu antlaşmanın etrafında toplanan devletlerin, aynı gayeyi izleyen ve barış içinde gelişmeyi samimiyetle isteyen hükûmetleri arasında işbirliğinin, gelecekte de hayırlı neticeler vereceğinden emin bulunmaktayız. 1937 (Atatürk’ün S.D.I, s. 388)
Yeni esaslar ve anlayışlar çerçevesinde bütün cihan ile en yeni münasebetleri kurmuş olan Türkiye Cumhuriyeti, barış yolunda harcanmış büyük gayretlerin gelişmesini derin bir alâka ile takip etmekte ve beşeriyetin en büyük ideali olan barışın lâzım ve esaslı unsurlarını, iyi niyetle yapılan ve bilhassa doğrulukla tatbik edilen karşılıklı sözleşmelere uymanın teşkil ettiği kanaatinde bulunmaktadır. 1928 (Atatürk’ün S.D.V., s. 50-51)
Sebep ne olursa olsun vatandaşın derdine çare bulmak, yardım etmek ve destek olmak, Cumhuriyet hükûmetinin koşacağı bir vazifedir. Fakat hükûmetin yardımını isterken ona karşı, gerçek ahlâk sahibi olarak çıkmak tek çaredir. Yoksa birtakım küçük, adî menfaatlerini gizlemeye çalışmak, bu ferdî ıstırapları bütün milleti kapsayan ıstırap gibi göstermek ve bu suretle Cumhuriyet hükûmetini yanıltmak isteyenler bilsinler ki, daima aldanacaklardır. 1931 (Taha Toros, Atatürk’ün Adana Seyahatleri, s. 36)
İleri hükümetçiliğin ayırıcı özelliği, halkı kudretine olduğu kadar şefkatine de samimiyetle inandırabilmesidir. Büyük, küçük bütün cumhuriyet memurlarında bu zihniyetin, en geniş ölçüde gelişmesine önem vermek, çok yerinde olur. 1937 (Atatürk’ün S.D.I, . 378)
Beşeriyette, en müspet ilim ve en ince teknik esaslarına dayanan hayatla ve kanla karşılaşmak, kendileri için alında yazılı olan askerlik gibi yüksek bir idealist meslek dahi, kendini içinde bulunduğu topluma anlatabilmek ve bu büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğunu hazırlayabilmek için, uyandırıcı, hedeflendirici, yürütücü ve nihayet fedakâr ve kahraman yapıcı vasıtayı, edebiyatta bulur. Bu itibarla, edebiyatın her insan cemiyeti ve bu cemiyetin hal ve istikbalini koruyan ve koruyacak olan her teşekkül için, en esaslı terbiye vasıtalarından biri olduğu, kolaylıkla anlaşılır. Bunun içindir ki Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı, edebiyat öğretiminde şu noktalara, bilhassa ehemmiyet ve kıymet vermelidir:
a) Türk çocuğunun kafasını, fıtrî yaradılışındaki dikkat ve itinaya göre oluşturmak. Bu, Cumhuriyetin sıhhî düzeni ile alâkadar olan vekâlete de yönelen bir vazifedir.
b) Güzel muhafaza edilen Türk kafa ve zekâlarını açmak, yaymak, genişletmek. Bu, bilhassa Kültür Bakanlığı’nın vazifesidir. Bununla birlikte olarak, istidatlı Türk çocuk kafalarına müspet ilim ve maddî teknik mefhumlarını, yalnız nazarî olarak değil, aynı zamanda pratik vasıtalar ile de yerleştirmek.
c) Bir taraftan da, Türk kafalarındaki kabiliyetleri, Türk karakterindeki sağlamlıkları, Türk duygularındaki yükseklik ve genişlikleri, kendilerini hiç zorlamadan, tabiî bir tarzda ve olduğu gibi ifadeye onları alıştırmak. 1937 (Afet inan, Atatürk Hakkında H.B., s. 272-273)
Mimar Koca Sinan’ın eserlerinin en yoğun bulunduğu İstanbul’da ve son şaheserinin yapıldığı Edirne’de, ona bir anıt dikilmelidir. Ancak, Cumhuriyetimizin başkenti Ankara’da da bütün Türk büyüklerinin heykelleri ve anıtlarının dikilmesi, gelecek nesillere örnek olmaları bakımından lâzımdır. 1935 (Afet inan, Mimar Koca Sinan, s. 67)
Halkımızın estetik kabiliyetlerini aksettiren ve her günkü ihtiyaçlarımızın büyük bir kısmını karşılayan el ve ev küçük sanatlarının, cumhuriyet rejiminde lâyık olduğu seviyeye yükseltilmesi gerekir. Bunun için özendirmeler yapılmasını tavsiyeye değer bulurum. 1938 (Atatürk’ün S.D.I, s. 392)
Türkiye Cumhuriyeti, sanat mekteplerinin tam gelişmesine çok muhtaçtır. 1924 (Maarif Vekilliği Dergisi, sayı: 21-21, Şubat 1939)
Kendine devrimin ve devrimciliğin çeşitli ve yaşamsal görevler verdiği Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı her zaman üzerinde dikkatle durulacak ulusal sorunumuzdur. Çünkü Cumhuriyet, düşünsel, bilimsel ve bedensel bakımlardan güçlü ve yüksek düzeyli koruyucular ister.
Cumhuriyet Hükümeti’nin başlı başına bir ilke olarak başarıyla izlediği sağlık savaşımını gittikçe araçlarını artıran bir ölçüde sürdürmek gereklidir ve önemlidir. (2. Dönem 3. Toplanma Yılını Açarken, 1.11.1925, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Cilt 1 sf: 346)
Çankaya’da müzisyenlere söylemiştir: Osmanlı musikisi, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki büyük inkılâpları terennüm edecek kudrette değildir. Bize yeni bir musiki lâzımdır ve bu musiki özünü halk musikisinden alan çok sesli bir musiki olacaktır. İtiyat dediğiniz şeye gelince, sizin Osmanlı musikinizi Anadolu köylüsü dinler mi? Dinlemiş mi? Onda o musikinin itiyadı yoktur. 1934 (A.Adnan Saygun, Atatürk ve Musiki, s. 48-49)