Atatürk’ün din anlayışı ve İslama hizmetleri
İslam alemi zaman zaman Allah’ın bir lutfu olarak tecdit (Kur’an ile yeniden yapılanma) hareketleri yaşar ve bu sayede kendisini ve imanını tazeler. Dinde sil baştan yapabilmek ve kaynağa geri dönebilmek pek çok insan ve toplum için kolay değildir ve ancak büyük milletlerin başarabildiği bu tecdit, reformdan öte, rönesanstan başka bir aydınlanma ve aslına dönüş hareketidir. Çünkü din değişmez ve reform, din eksik veya demode olamayacağı için yalandır.
Tecdit ise kısmi ve zorunlu içtihattan (aklın yorumuyla dini çağa uydurmak) farklı ve büyük milletlere nasip olan Kur’an ile yeniden yapılanma fırsatıdır. Ne mutlu ki bu nimet, son yüzyılda Allah’ın bir lutfu olarak Türk milletine nasip olmuştur.
Atatürk’ün din anlayışına ve İslam’a hizmetlerine bu pencereden bakmak en doğru olanıdır.
Atatürk din eğitimini ancak sıradan okullardaki kadar ve aileden almış, askeri okullarda yetişmiş birisidir lakin çok sayıdaki değişik ülkelerde görev yapması, sayısız kitap okuması ve özellikle gençliğinde farklı kültürlere aşina olması nedeniyle dini yakından tanıma şansı bulmuş, dinden ziyade dinin hayata yansımasını gözlemleyebilmiş birisidir. Yani o asla fıkıhla veya kelamla ilgilenmemiş ama dinin topluma tam yansımasını ve toplumun o dini arı ve duru olarak yaşamasını hayal etmiştir.
Varlık mücadelesinin en kahırlı günleri ancak bu iman ve inançla başarıya ulaşmış, ardından gelen inkılaplar dönemi ilk başta dinin anlaşılır ve arındırılmış olmasıyla meşgul olmuştur. Nitekim yakalanan başarı rüzgarları ve inanç seli yardımıyla halk çok kısa zamanda lisanından ibadetine, zihniyet,inden kıyafetine kadar pek çok olumlu değişikliği kabullenmiş ve hayatına dahil etmiştir.
Din konusu Atatürk’ün bildiği ve eğitim aldığı bir konu olmadığı için o icradan ziyade yönlendiren olmuş, maalesef din alanında tecdit, maksatlı ve aykırı din adamlarının mevcudiyeti ve dine su karıştırmalarından korkulması sebebiyle, yakın civardaki güvenilir hafız ve hocalara teslim edilmiş, bilgisi yeterli gelemeyen bu hocaların insanüstü gayretlerine rağmen tecdit hedefine tam ulaşamamıştır.
O çağda merhum Elmalılı Hamdi Yazır gibi bir şahsiyetin bulunması, Mehmet Akif gibi bir dindarın kalemiyle inkılaba destek vermesi Allah’ın lutfudur. Çünkü İslam’ın yeni kana kavuşması en başta merhum Yazır’ın on bir senelik emeği ile olmuştur.
Atatürk, dindeki kurtuluş ve öze dönmeyi Kur’an’ın anlaşılır olmasına bağlayarak en can alıcı noktayı yakalamış, doğru tercihle Akif ve Elmalı’yı seçmiş, meclis kararıyla ve kendisi mali destek sağlayarak bu muazzam eseri (Elmalılı Tefsir ve meali) hayata geçirtmiştir. Hala dinde bir numaralı kaynak olan bu eser akıllardaki yozlaşmaları, dindeki hurafeleri temizlemiş, kalpleri Allah’a açarken, tekke ve zaviyelerin kirli mantığı önüne de set çekmiştir.
Atatürk bu çağdaş ve şart hamle yanı sıra camilerin bakım ve onarımını (çoğusunu kendisi ödeyerek) yaptırmış, camiler inşa ettirmiş, din eğitimi için askerlere ve okullara yönelik basit ve anlaşılır eserler yazdırmış ve dağıtmıştır.
Bu kitapların bedelini kendisinin ödemesi ve yurdun dört köşesine ulaştırılması aydınlanmayı mümkün kılmış, dinini Kur’an’dan, ilk ağızdan öğrenen halk hem Allah’ı hem de düşman şeytanları tanıma fırsatı yakalamıştır.
Askerler ve okul çocukları, basitleştirilmiş anlatımlar ile kitaplaştırılan dini ders kitapları ile, dine yakınlaşmış ve özü yakalayabilmiştir.
Mübadele zamanı Trakyadaki müslümanlar ile ülkedeki rumların mübadelesi için anlaşmaya yazılan “müslümanların” (Türklerin değil) ibaresi Atatürk’ün konuya bakışını anlatan muazzam bir örnektir.
Allah, Allah’ın adıyla diye dini temennilerle biten mektupların sahibi Atatürk, tüm meselelerde tevekkülü esas almış, elden geleni yaptıktan sonra sonucu Allah’a bırakmış ve Allah’a güvenmekten asla geri kalmamıştır.
Dahası kurtuluş mücadelesinde de en güvendiği güç milletin iman ve şehit olma arzusudur ki kendisi de bu arzu ile savaşmış, ön cephelerde olmaktan asla çekinmemiştir.
Peygamberin hayatını ve savaşlarını ezberlercesine okuyan, Bedir savaşını sıradan bir insanın Allah’ın yardımı olmadan başaramayacağını bildiren, Peygamberi çok iyi bir komutan olarak tanımlayan, İslam’ın kurtuluşunu arınmakta gören Atatürk annesi Zübeyde hanımdan başlamak üzere taassup bir aile eğitimi almakla Allah’ın bir lutfu olarak Türk milletine önder olabilmiştir.
O’nun görevi ve ışığı sadece Türk halkı ile de sınırlı değildir çünkü özellikle o dönemde kahır altında inleyen tüm İslam alemine örnek olan Türk aydınlanma hareketi ile dünyaya yayılı vaziyetteki müslümanlar umudu yakalamış ve dine olan saygı ve sevgi artmıştır.
Van şehrine ilahiyat fakültesi yapımı için önderlik etmesini istediği bir din aliminin, sırf Atatürk namaz kılmıyor diye bu teklifi reddetmesi ve o projenin hayata geçememesi bugünkü pek çok sorunun da başını çekmektedir. Vebal o halde kimedir?
Kurtuluş savaşında milli ve aydın din adamlarının varlığı en büyük desteklerdendir ve tamamı hürriyet ve namus uğruna şehit olmayı göze alan mehmetçiklerin din adına savaştığını da bilen insanlardır ve Atatürk’ün gayretlerini anlayan bu insanlar fetvalar ve hutbeler yoluyla sayısız insana ulaşabilmiştir.
Bizzat Atatürk’ün kendisi konuşmalarında sıkça dinden ve gereklerinden bahsederek imanı işaret etmiş, dinin arı ve laik yaşanmasına önderlik etmiştir.
Laiklik ilkesinin, Cumhuriyetin ana ilkeleri arasına konması da Atatürk sayesindedir. laiklik dinsizlik ve dinsizlik laiklik asla değildir. Ama laiklik din ve dünya işlerinin birbirinden ayrılması, vicdan hürriyetinin sağlanması, dinin aracı olmadan ve sadece Allah ile kul arasına (olması gereken yere) teslim edilmesi demektir.
Hurafe ve rivayetleri, kültür, örf ve alışkanlıklardan kaynaklanan kabulleri din dışına atan (paranteze alan) dini sadece Allah’a teslim eden laiklik anlayışı hak ve adalete en tepede yer ayırmakla İslam’ın toplumsal hayatta hak ettiği yere gelmesine de imkan tanımıştır.
1940-1950 arası şeflik döneminin yanlışlarını, önceki dilime ve Atatürk’e mal etmek isteyenlerin Atatürk düşmanlığı birkaç başlık ile özetlenebilir;
1. Öncelikle tekke ve zaviyeleri kapatarak, dinde tekelciliği engelleyen Atatürk’e düşmanlık,
2. Yaban otlarını (hurafe, rivayet, örf, gelenek ve alışkanlıklar)temizleyen, dini arı ve duru hale getiren Atatürk’e düşmanlık,
3. İbadet ve ezanı ana dilde yaptırarak halkın ne okuduğunu ve dinlediğini sağlayan Atatürk’e düşmanlık,
4. Arapçaya hapsedilen Kur’an’ı ana dilde tercüme ettirerek anlaşılır kılan Atatürk’e düşmanlık.
5. Atatürk’ün bu anlamda dava arkadaşı olan ‘din adamlarına’ Atatürk’le bir oldukları için düşmanlık.
6. Okullarda okutulan ve duru din İslam’ı tanıtan din dersi kitaplarına düşmanlık,
7. Riya ve dinciliğin ipini pazara çıkartan aydınlanmaya düşmanlık.
8. Atatürk’ü, milli mücadeleyi ve Kur’an’ı tanımayanların cehalet dolu düşmanlığı.
9. İnat olsun diye düşmanlık.
Görüldüğü üzere düşmanlıkların temelinde Atatürk’ü ve dini tanımamak, gerçekten iman etmemek ve münafıklıkla tesis edilen makamların muhafazası yatmaktadır.
Oysa Atatürk tüm hizmet ve gayretini zamanın mevcut ve muteber din adamları eliyle yapmış, yaptırmıştır. Önsöz’ünde adı yer alsa da muhteviyatta tek kelimesi yoktur ve tüm içerik din adamlarının onayından geçtikten sonra halka ulaştırılmıştır. (Malesef son baskılarda Atatürkün emriyle hazırlandığını izah eden bu önsöz de kaldırılmıştır) Yani burada suçlanan sadece Atatürk değil, aynı zamanda bu kutsal davada onunla işbirliğine giden din adamlarınadır.
Oysa o karşı olunan din adamlarınca kaleme alınan tefsir ve meal bugün hala bir numaralı dini kaynaktır, tarafsızdır, uygundur, mükemmele yakındır ve herkes tarafından kullanılan ana müracat eseridir. Demek ki kaynak ve iş doğrudur ve düşmanlık yersiz ama maksatlıdır.
Türklük ve İslam’ın bir arada anılmasına rıza gösteremeyenlerin bu ayırma gayretleri elbet muvaffak olamayacak ve Türk halkı dinine ve vatanına sadakatle bağlı kalmayı sürdürecektir. Laik ortam bunun en yüce kıymetidir ki yıkılmaya çalışılan, tarifi sulandırılmaya çalışılan laiklikliğin ortadan kaldırılmasını isteyenler, laiklik öncesi tekke ve zaviyelerin kahredici hurafe İslam’ını geri getirmek özlemiyle köleleştirilen bir halk yaratma gayesindekilerdir.
Atatürk’e kurtuluş savaşı veya mesela devletçilik ilkesi ile saldıran yok gibidir ama tüm saldırılar ilkelerden sadece biri olan laiklik üzerindendir ve bu da maksatlarını ortaya koymaktadır.
Tecdit Atatürk’ün eseridir ve şimdi yeniden yapılanma ihtiyacı bir kez daha hasıl olmuştur. Türk halkı arapçılığın ve israiliyatın etkisiyle dinini tepelerden aşağılara çekmiş, hürriyeti dış mihraklara teslim etmiş haldedir ve İslam’ın sokaklarda rastlanan görüntüleri içler acıtmaktadır. Bunun sebebi laik devlet anlayışı değil laiklikten uzaklaşmadır.
Ulu önder tefsir ve meal ile Türkçe (ana dilde) ibadet ile lazım olan ilk iki adımı atabilmiş ama ömrü yetmediği için sonraki adımlar eksik kalmıştır ki bunlar zararlı otların (!) imhası, arı dinin diyanet işleri başkanlığı eliyle kalıcılaştırılması ve diyanetin tüm mezhepleri kucaklayacak ama üstte sadece Kur’an ile konuşur bir mevkiye getirilmesi, din eğitiminin doğru ve yeterli ama her halukarda Kur’an paralelinde verilmesidir.
Diyanet, şeriat veya dine getirilen yorum demektir ve Kur’an sabit ama yorumlar süreklidir. Diyanet bir mezhebe mal edilemez ve din mezhepler üstüdür. Peygamber din adına tartışma üstü tek kişi, Kur’an tartışma üstü tek dini kaynaktır. Bu laikliğin teminatıdır.
Sırf diyanet işleri başkanlığının tesis edilmiş olması dahi Atatürk’ün dine verdiği hizmetleri anlamak için yeterlidir. Hilafetin kaldırılması ve “Yeryüzünde Allah’ın gölgesi” (bu kelime dahi şirktir) olarak dolaşanların engellenmesi imana yapılan en büyük hizmetlerdendir. Ayrıca sürüleşen (raiyye) halkın yeniden itibara kavuşturulması da ancak bu sayededir. Kul olan insanın da padişaha değil ancak Allah’a kulluğu yine bu sayededir.
Meclisi dualarla cuma günü açan, ağzından Allah adını düşürmeyen, mektuplarını Allah’ın yardımıyla diyerek bitiren Atatürk’ün dine ve imana hizmetleri saymakla bitmez.
Türk halkı durumun ciddiyetini anlamak için Kur’an’ı ve nutku okumak mecburiyetindedir, baş ucu kitabı yapmak zorundadır. Türk halkı artık İslam’ı tercüme etmek ve anlamak lüzumundadır.
Türk halkı, kurtuluş savaşının sadece askeri deha ile değil Allah’ın yardımıyla kazanıldığını idrak etmek zorundadır. Allah, dostu olmayanlara da yardım etmeyeceğine göre, Atatürk’e yapılan düşmanlıkların ilahi katta karşılık bulamayacağı da açıktır.
Allah Türklerin ve en başta da Atatürk ve silah arkadaşlarının, dava arkadaşlarının muzaffer olmasını dilemiş, Anadolu halkının İslam’a olan saygısına mükafat vermiş, Türk ve İslam olabilmeyi nasip ederek tüm İslam alemine ve dünyaya laik ve müslüman olunabileceğini göstermiş, Kur’an’ın ilk üç emri olan zulümle savaşmak, anlayarak Kur’an okumak ve aklı kullanmak emrini yerine getiren kahraman Türk ordusunu ve davasını galibiyete taşımıştır.
Göklerde dalgalanan bayrak ve dinmeyen ezan sesleri bu zaferin burçlarıdır.
O halde Atatürk ve arkadaşlarınca hayata geçirilen dini zaferlerde Allah’ın yardımı vardır ve tamamı mukaddes işlerdir.
İslam’a on dört asırdır hizmeti bulunanların Atatürk’le mukayesesi durumu daha iyi anlaşılır kılacak ve Atatürk’ü ilk on arasına mecburen yerleştirecektir.
Maneviyata ve imana güvenen, ibadeti görev ve statüsü gereği noksan olsa da ameli salih olan Atatürk hepimizden daha müslümandır, mücadelesinin mükafatını elbette cennetlerdeki köşkler ile alacaktır.
O’na düşmanlık edenler ise hakkı ve Hakk’ı anlamayarak veya saptırarak İslam düşmanlığı etmekle şeytana hizmetten başka bir şey yapmış olmaz.
Atatürk sadece bir başlangıç yaptırmış, ilk adımı atmıştır. Halk ve İslam alemi bu adımın gerisini getirmek ve Kur’an nuruyla ilerlemek zorundadır. Kafir ve müşriklerin oyununa gelmeden, içteki hainlere aldanmadan, imansan sapmadan Allah yolunda yürümek Peygamberinde vasiyetidir.
Dindarlık amellerle, mü’minlik kalplerle belli olur. Lakin amele her zaman riya bulaşma tehlikesi vardır ve Allah’ın ilk emri ibadetten önce imandır. Cennetler bu yüzden iman edenlerin hakkıdır, ibadetle yetinenlerin değil.
Atatürk’ün imanını bilen Allah ve ilim sahipleridir. Sıradan veya münafıklık ederek müslüman görünenlerin O’nu eleştirebilmesi için evvela O’nun icra ettiği hizmetlerin benzerini yapması ve sonra Kur’an ile kendisini hesaba çekmesi lazımdır.
Dine hizmet, iki rekat namaz kılmak, dine ihanet iki kadeh içmekten çok ötedir.
İman bu nedenle baş tacıdır. Şeytan da ibadet eder ama içerisinde iman olmadığı için hükümsüzdür.
Atatürk, Allah sevgisi ve iman zırhıyla korunmuş, sayısız mermi yarasına rağmen hayatta kalabilmiştir. Önderlik ettiği Çanakkale ve Kurtuluş savaşlarında meleklerin yardım ettiği ise kaçınılmazdır çünkü Allah’ın orduları hak ve iman yolunda yürüyenlerin yanındadır.
Atatürk’ün savaşlarda ve inkılaplarda muvaffak olmasının sırrı da buradadır.
O yüzden Atatürk’e düşmanlık edenler, Kur’an’a savaş açtığının, Peygamber sünnetine aykırı davrandığının, akla ihanet ettiğinin, kalplerin sesini kestiğinin farkına varmalıdır.
Atatürk bir din adamı değildir lakin dine çoğu din adamından çok daha fazla hizmet etmiş, sadece o zamanı değil ileriki zamanları da düşünerek İslam’ın önünü açmış, dini (vahyi) akılla buluşturmuştur.
Zamanın aklı dışlayan zalimlerinin anlayamadığı hakikat budur.
O’nun sırf İslam ahlakına verdiği hizmet ve yaşayarak örnekliği dahi alkışlanmaya değerdir.
Atatürk’ü alkışlaması ve ruhuna dua etmesi gerekenler, O’na küfür etmekle büyük bir gaflet içindedir.
Minnet duygusuyla, heykelinin önünde gözyaşı dökenleri puta tapıcılıkla suçlayan zalimler ise, dinden habersiz müşriklerdir. Dini gayelerle değil sadece minnet duygusuyla akıtılan o yaşlara küfür damgası vuranlar elbet bunun vebalini dünyada ve ahirette görecektir.
Laikliği suistimal adına, Atatürk’e düşmanlık adına ulu önderin annesine bile dil uzatmaya kalkışanlar bilmelidir ki O’nun annesi zamane müslümanların çoğundan daha müslüman bir Kur’an mü’minidir ve Atatürk gibi bir evlat yetiştirdiği için inşallah cennetliktir.
Diğer yandan Atatürk; hayırlı bir evlat olduğu için, asker olması nedeniyle her görev ve nöbeti ibadet olduğu için, vatana sadakat imandan olduğu için, çalıp çırpmadığı için, güzel işler yaptığı için, İslam’ı özüne döndürdüğü için, tüm İslam alemine örnek ve umut olduğu için ve en mühimi Kur’an’ın tek düşmanı olan zulme karşı sürekli mücadele verdiği için inşallah cennetliktir.
İşte laiklik ve Atatürk düşmanlığı bu çerçevede gelişen, İslam’ı araplaştırmaya çalışan, israiliyata boyun eğdirmeye niyetli şeytani yaklaşımdır ve daha Atatürk’ü ve Kur’an’ı tanımayanların böyle bir iftira atma hakkı yoktur.
Çünkü yalan ve iftira ancak münafıkların ve şeytanların işidir.
Tek Allah ve iki Mustafa (Hz. Peygamber ve Mustafa Kemal) izindeki iman yolcuları Türklük ve Müslümanlıkla evvelallah tüm düşmanların hakkından gelmeye de muktedirdir. Çünkü Allah bizimledir.
Atatürk’ün büyüklüğünü ve hizmetlerini sadece maddelere ve kitaplara sığdırmaya çalışmak ve bunları küçümsemek ise maneviyattan yükselen ilahi övgüye kulak tıkamaktır.
Bir askerin hem devlet hem din işlerinde öğretmen rolü üstlenmesi insan kabiliyetinin çok üzerinde bir lütuftur.