Atatürk’ün Çankaya Köşkü

Atatürk'ün Çankaya Köşkü

Atatürk’ün Çankaya Köşkü

Çankaya Köşkü’nü Fikriye seçti.

Üç seçenek vardı.

Biri Etlik’te, biri Keçiören’de, biri Çankaya’daydı. Mustafa Kemal’in gezip görmeye vakti yoktu. Ruşen Eşrefle beraber Fikriye’yi gönderdi.

Çankaya’daki bağ eviydi, iki katlıydı, bodrumu vardı. Kaba yontu, taşla inşa edilmişti.

Döşemeleri ve çatısı ahşaptı, kiremitliydi.

Pencereleri ahşap kepenkliydi.

Altta ve üstte ikişer oda bulunuyordu.

Giriş katının ortasında fıskiyeli süs havuzu vardı. Bahçesi kavak ve meyve ağaçlarıyla kaplıydı. Diğerlerine nazaran daha bakımlıydı.

Fikriye bunu beğendi.

Ankara müftüsü Börekçizade Rıfat ahaliden bağış topladı. 4 bin 500 liraya satın aldı, armağan etti.

Mustafa Kemal kendi adına kabul etmedi.

Tapusunu Türk Ordusu adına kaydettirdi.

Yol yoktu, atla gidiliyordu.

Sonradan bir tarla yolu açıldı.

Satın alındığında elektrik yoktu.

Gaz lambasıyla aydınlatılıyordu.

Gösterişten uzaktı, yalındı.

Ama “manevi mücevher kutusu”ydu.

Çalışma odasının duvarında Osmanlı’nın kurucusu Osman Gazi’nin karakalem portresi asılıydı.

Kütüphanesinde Timur’un 530 yıllık Kur’an-ı Kerim’i vardı, İran’ın hediyesiydi.

Masasında altın işlemeli kama duruyordu.

Yerde, devasa boyutlarda bembeyaz bir ayı postu bulunuyordu, Rus elçisi Aralov getirmişti.

Hadi isterseniz gelin, sizi 1930’a götüreyim… Mustafa Kemal’in Çankaya Köşkü’nde şöyle bir gezdireyim.

Çalışma odasında Hereke halısı seriliydi.

Lacivertti, kenarları badem çiçekliydi.

Masa telefonu beyazdı, Ericsson markaydı.

Koltuğu siyah marokendi.

Yazı takımı tunçtu.

Telefunken marka radyosu vardı.

RSA marka sinema makinesi vardı.

Ayaklı, seyyar sinema perdesinde seyrederdi.

General Electric marka mini buzdolabı kullanıyordu. “Lokomobil” dedikleri ilkel bir jeneratör bağlanmıştı. Elektrikli sobayla ısınıyordu.

Bir sehpanın üzerinde Wagner’in tunçtan heykeli, bir başka sehpanın üzerinde Shakespeare’in tunçtan heykeli bulunuyordu.

Yemek salonundaki masa, maun cilalıydı.

Açılır kapanır üç parçaydı, 10 kişilikti.

Sandalyeleri kırmızı kumaş kaplıydı.

Çatal bıçak takımı sarı yaldızlı, gümüştü.

Peçeteler G.M.K. armalıydı.

Altışar mumlu gümüş şamdanlar vardı.

Büfe, masa gibi maun cilalıydı.

Büfenin üzerinde Longines marka “mayın” şeklinde masa saati bulunuyordu. Ayrıca, büyük boy deniz kabukları süs eşyası olarak sergileniyordu.

Perdeler bej rengiydi.

Yemek salonunun halısı da Hereke’ydi.

Krem zemin üzerine pembe çiçekliydi.

Gramofon vardı.

İçki servisi için kullanılan servis arabası üç tekerlekliydi. Top arabası şeklindeydi.

Yatak odası duvardan duvara keçe kaplıydı.

Yerden ısıtma sistemi gibi sıcak tutuyordu.

Üzerinde, kırmızı zeminli, çiçekli Hereke seriliydi.

Sekiz kollu, sekiz ampullü avizeyle aydınlanıyordu.

Karyolası, sarı cilalıydı, ahşaptı.

Şezlongu vardı. Gün içinde yorgunluk hissederse, yatağa veya kanepeye uzanmaz, şezlongunu kullanırdı, krem kadife kaplıydı.

Perdeleri de aynı renk kadifeydi.

Elbise dolabı iki kanatlıydı.

Kravat, şapka gibi aksesuvarları burada dururdu.

Ayrıca, giyinme odası vardı.

Kıyafetleri ve boy aynası oradaki dolaptaydı.

Kenarları çiçekli, devetüyü renginde seccadesi vardı.

Çankaya Köşkü’ndeki tek kasa, Mustafa Kemal’in yata i odasındaydı. Madalyalarını, kendisine hediye edilen altın kalem, altın saat, incili kol düğmesi, pırlantalı kravat iğnesi gibi eşyaları bu kasada tutuyordu. Mücevherli, abartılı eşyaları özel hayatında asla kullanmazdı. Nezaketen kabul eder, milletin emaneti olarak saklardı.

5 kuruş’u da saklamıştı…

Cumhuriyetin ilk madeni parasıydı.

1924’te tedavüle çıkarılmıştı.

İstiklal Madalyası’nın tasarımcısı heykeltıraş Mesrur İzzet bey tarafından modellenen bu 5 kuruş, Osmanlıca harflerle basılmıştı.

Bir yüzünde paranın değeri, öbür yüzünde Türkiye Cumhuriyeti yazıyordu. Kenarlarında sembol olarak, tarımsal kalkınmaya atıfta bulunulmuş, “başak” kullanılmıştı.

Mustafa Kemal, hatırası paha biçilmez olan Cumhuriyet’in bu ilk madeni parasını “mücevher” gibi kasasına koymuştu.

Ama maalesef çok hazindir. .. Rahmetli olduğunda bu kasa açıldı, mücevherler arasında bulunan 5 kuruş’un manası kavranamadı, tedavülden kalkmış diye merkez bankasına gönderildi, yitip gitti!

(1938’den sonra Mustafa Kemal’e ait pek çok eşya aynı akıbete uğradı. Çankaya Köşkü’ndeki masaların sandalyelerin çoğu okullara dağıtıldı, alelade masa sandalye gibi kullanıldı, kıymeti bilinmeden heba oldu.

Tereke listesinde var olan halılar, yıllarca izbe depolarda çürüdü, 60’lı 70’li yıllarda “terkin edilmiştir” ibaresiyle imha edildi, tarihten silindi. Bazıları kamu kurumlarına verildi, kayıt tutulmadı, çarçur edildi.

Bizzat Mustafa Kemal tarafından kullanılan halılar, koltuklar, sehpalar, masa saatleri, avizeler, abajurlar, hatta heykeller “eski” diye satıldı! Kim aldı, kaç paraya aldı, listesi tutulmadı. Bugün Anıtkabir’de ve Çankaya’da gördüklerimiz, aslında Mustafa Kemal’in kullandığı eşyaların yarısı bile değildir, gerisi heba oldu.

Tereke listesinde bulunan altın köstekli saatinin, yemek odasındaki masa saatinin nerede olduğu bilinmiyor.

“Kayıp” durumundaki eşyaları arasında, elbiseleri, ayakkabıları, şapkaları, gözlükleri var.

Florya’da yüzerken çekilmiş o meşhur fotoğraflarındaki mayosu kayıp… Mutfağında kullanılan çatal bıçak, tencere kepçe gibi eşyaların neredeyse tamamı kayıp. Atatürk’ün takma dişleri bile kayıp… İnanmakta güçlük çekeceksiniz ama, tabancaları kayıp… )

 (Çifte tabanca taşırdı. Smith Wesson ve Colt’u vardı.

Özellikle seyahatlerinde sürekli belindeydi. Milli Mücadele sırasında uyurken bile yastığının altındaydı.

Gençliğinden beri mecburen yaşam biçimi haline gelen bu tabancalarını, cumhurbaşkanı olduktan sonra da taşımaya devam etti. Sıcak yaz gecelerindeki yemeklerde veya davetlerde resmi kıyafet giydiğinde, geçici olarak yaverine verirdi, davet bitiminde hemen geri alırdı.

Keskin nişancıydı.

Yurt gezilerinde müsait arazilerde otomobili durdurur, atış talimi yapardı, “elimiz paslanmasın” derdi.

Çankaya’da bir gece sofradayken tabancalar üzerine sohbet ediyorlardı, içişleri bakanı Şükrü Kaya “ampullere zor nişan alındığını” söyledi, “ışık gözü yanıltıyor” dedi.

İş iddiaya bindi. Mustafa Kemal Smith Wesson’u belinden çıkardı, oturduğu yerden iki el ateş etti, avizedeki iki ampulü patlattı, keyifle gülümsedi. Tavanı delen mermiler, üst katta, yatak odasındaki gardırobuna saplanmıştı . .. Parantezi kapatalım, gezmeye devam edelim.)

Poker salonu duvardan duvara keçe kaplıydı.

Masa yuvarlaktı, dört kişilikti, üstü mermerdi.

Sedef işlemeli tavla vardı.

Tavanda 21 ampullü billur avize asılıydı.

Bilardo salonu da duvardan duvara keçeydi.

Bilardo masası maundu.

(1960’ta satıldı.)

Cepsizdi, üç top oynanıyordu.

Toplar fildişiydi, istekalar sedef kakmalıydı.

Altı ampullü iki parçalı avizeyle aydınlanıyordu.

Bilardo salonunda da bir poker masası vardı, üzeri yeşil çuha kaplıydı, beş köşeli, beş çekmeceliydi, her köşede fişler için yuvalar bulunuyordu.

Banyosunda kübik şekilli küçük Hereke seriliydi.

Küvetin yanı sıra tıraş koltuğu vardı.

Muşamba kaplıydı.

Portatif bide vardı, seyahatlere giderken götürüyordu.

Kilo ve boy ölçen tartı aleti vardı.

Üç raflı, kapaklı ecza dolabı vardı.

Duvar aynası küçük ve ovaldi.

Boy aynası kapıya vidalanmıştı.

Sehpada, bronz, çıplak kadın heykeli duruyordu.

Edirne sabunu kullanıyordu.

Hamuruna amber, gül, misk kokusu karıştırılan, meyve şekli verilen geleneksel hoş kokulu Edirne sabunu, İstanbul’da çok popülerdi, Çankaya’ya da getirtiliyordu.

Nasıl büyük tehditler altında yaşadığını göstermesi açısından çok çarpıcıdır… Mecbur kalırsa yatak odasından banyosuna geçerek kendisini savunmaya devam edebilsin diye, tıraş sabununun muhafazası içinde yedek mermiler bulundurulurdu.

Üst katta, odaların açıldığı koridorda Hereke kilim seriliydi.

Üst kata çıkan merdivenler Hereke yolluk kaplıydı.

Diplomat, gazeteci gibi yabancı konuklarını ağırladığı misafir odası, büyüleyiciydi.

Duvarlarında eşsiz tablolar sergileniyordu.

“Fırtınalı deniz” tablosu, eserlerinin çoğu Versay Sarayı’nda bulunan Fransız ressam Henri Brager imzalıydı.

“Kırlarda dolaşan kızlar” ve “çıplak ayaklı kız” tabloları, Avusturyalı ressam Leopold Müller imzalıydı.

“Fesli süvari” tablosu, eserlerinin çoğu Rockefeller Ailesi’nde bulunan Alman ressam Adolf Schreyer imzalıydı.

Fransız ressam Ferdinand Humbert’e ait olan “Tarık bi n Ziyad’ı at üstünde gösteren” tablo, gerçekten etkileyiciydi.

Fransız Eduard Becher imzalı “bedevi” tablosu vardı.

Ve elbette Ayvazovski…

Fırtınaya tutulmuş yelkenli, mehtap, balıkçılar.

Rus ressamın üç tablosu bulunuyordu.

Misafir odasında kuyruklu piyano vardı.

Halısı, krem zemin üzerine köşeleri çiçekli Hereke’ydi.

Yüzeyi cam kaplı, sekiz kişilik oval masa vardı.

Koltuklar ve sandalyeler, dal desenli kumaş kaplıydı.

Perdeler koltuklarla aynı desendi.

Cam kapaklı vitrin vardı .

Tabloların yanı sıra, kılıç koleksiyonu sergileniyordu.

Yabancı konukların adeta bacaklarını titretiyordu.

Kını deriden, mine taşlı pala vardı.

Altın kabzalı, pırlanta işlemeli Rus kılıcı vardı.

Altın kakmalı kama vardı, Azerbaycan hediyesiydi. Kabzası fildişi hançer vardı.

Kabzası pırlantalı İran kılıcı vardı.

Kabzası ay-yıldızlı, pırlanta işlemeli kılıç vardı.

Ahşap kın içinde Japon kılıcı vardı.

Libyalı mücahit şeyh Sünusi’nin mücevherli kılıcı vardı. 1241 tarihli pala vardı.

En önemlisi…

Kanuni Sultan Süleyman’a ait pala vardı.

Şu anda Anıtkabir’de.

İstiklal Savaşı’nda kullanılmış, kılıflı süngü vardı.

Taş balta vardı.

Filinta tabir edilen çakmaklı tüfek vardı.

Terastaki masa ve koltuklar hasırdı.

Bodrum katında ağırlıklı olarak Fransız ve Alman şaraplarından oluşan hayli zengin kav vardı.

Kütüphanede pusula vardı.

Pertavsız tabir edilen yuvarlak büyüteci vardı.

Ahşap kaide üzerinde dünya küresi vardı.

Harita sehpası vardı.

Müzeye dönüştürülen Topkapı Sarayı’ndaki envanter çalışması sırasında Piri Reis’in haritası bulunmuştu.

Bu haritayı 1929’da Ankara’ya getirtti, inceledi, devlet matbaasında çoğalttırdı, bir nüshasını kütüphanesine koydu.

Kül renginde Isparta halısı seriliydi.

Onun üzerinde, sarılı kahverengili Hereke yolluk vardı.

Masa on kişilikti, çuha kaplıydı.

Ayrıca, altı çekmeceli yazı masası vardı.

Koltuklar siyah deriydi.

Tavana kadar kitap olduğu için, seyyar merdiven vardı.

En dikkat çekici süs eşyalarından biri, sedef kakmalı kutucuktu, yanlarında Hacivat Karagöz resmi bulunuyordu, vitrinde duruyordu.

Perdeler kül rengi kadifeydi.

Duvar saati aslan figürlüydü.

Sekiz ampullü avizeyle aydınlatılıyordu.

Masalarda abajur vardı.

Hüseyin Avni Lifij imzalı “çıplak kadın” tablosu vardı.

Köşkün garajında, yaverler ve diğer personel tarafından kullanılan beş tane Chevrolet otomobil, bir de Ford kamyonet bulunuyordu.

(1924’te mimar Vedat Tek tarafından projesi çizildi, büyütüldü. Binaya bitişik, sekizgen kulesi olan iki katlı yeni bölüm eklendi. 1926’da kalorifer tesisatı döşendi. 1932’de hemen yanına, Alman mimar Holzmeister tarafından tasarlandı, Pembe Köşk inşa edildi.)

Çankaya’da sıkılıyordu.

Arkadaşlarına yakınıyordu.

“Beni reisicumhursun diyerek Çankaya’nın kayalıklarına hapsettiniz, siz istediğiniz gibi gezip dolaşıyorsunuz, halime bakın, özgürlüğüm kısıtlı, hadi gidin eğlenin, ben bunun hayaliyle avunurum” diyordu.

Çankaya Köşkü’nde halktan yalıtılmış şekilde yaşamaktan hiç hoşlanmıyordu, zamanla “duyarsızlaşmak”tan korkuyordu.

Bu endişesini dile getirirken Harbiye yıllarından örnek verirdi: “Harbiye’de öğrenciyken okulun sobaları yanmazdı, bütün kış titreşir dururduk, sonunda bir gün arkadaşlar beni müdüre çıkmak için temsilci seçtiler, izin aldık, müdürün huzuruna çıktık, Zülüflü İsmail Paşa adında bir saray adamıydı, önce padişaha sonra müdüre dualarımızı sunduk, sonunda amaca geldik, işi anlatmak istedik, müdür daha ilk cümlede kükredi, ‘ne soğuğu be nankörler, padişahımızın nimeti gözünüze dursun, görmüyor musunuz sobalar gürül gürül yanıyor, defolun’ diye bağırdı, hakikaten müdürün odasındaki sobalar gürül gürül yanıyordu, buram buram terliyordu, bütün okulun sobaları böyle yanıyor zannediyordu… Sanırım biz de bu Çankaya Köşkü’nde bazen Zülüflü İsmail Paşa gibi kendimizi aldatıyoruz!”

Kaynak; Mustafa Kemal, Yılmaz ÖZDİL

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir