Atatürk’ün basın toplantısı
Atatürk, 1923 yılı başındaki 35 günlük Batı Anadolu gezisinde, sadece gazetecilerle, yöneticilerle, komutanlarla ve halkla görüş alışverişinde bulunmamış, aynı zamanda bir devlet adamının gazetecilerle ve halkla nasıl konuşması gerektiğini de göstermişti.
Bugün sizi tam 95 yıl önceye; 15-17 Ocak 1923’e, Atatürk’ün Eskişehir ve İzmit basın ve halk toplantılarına götüreceğim. Sizi, halkın ayağına giderek halkın dertlerini dinleyen; gazetecilerin, yöneticilerin, esnafın, din adamlarının… herkesin hiç korkmadan ve çekinmeden özgürce soru sorabildiği bir liderle; Mustafa Kemal Atatürk’le tanıştıracağım.
ESKİŞEHİR KONUŞMASI
Atatürk, Anadolu’yu düşmandan temizledikten sadece 5 ay sonra bir Batı Anadolu gezisine çıktı. 15 Ocak 1923’ten 20 Şubat 1923’e kadar tam 35 gün süren gezide Eskişehir, Arifiye, İzmit, Bursa, Alaşehir, Salihli, Turgutlu, Manisa, Akhisar, Balıkesir ve İzmir’de gazetecilerle, yöneticilerle, komutanlarla ve halkla bir araya gelip görüş alışverişinde bulundu.
Atatürk, tam 95 yıl önce bugün, 15 Ocak 1923’te, Eskişehir’de mutasarrıf, orman, maarif, baytar müdürleri ve Eskişehir mebusu ile bir araya geldi. Atatürk, düşman tahribatı, tarım ve ekonomi, Eskişehir ormanları, eğitim, yollar, basın, adliye, Lozan Konferansı, yeni hükümet şekli, Osmanlı padişahlarının siyaseti, 1921 Anayasası, I. Dünya Savaşı, Meclis, İslam tarihinde halifelik gibi çok farklı konuda açıklamalar yaptı.
Çok değil, daha 5 ay önce emperyalizmi Anadolu’dan söküp atan Gazi-Mareşal Başkomutan Atatürk, Eskişehir’de küçük büyük ayırt etmeden halkın tüm sorunlarıyla ilgilendi.
TARIM, ORMAN, HAYVANCILIK
Mesela bir ara “Tohum paylaşımıyla ilgilenen daire hangisidir” diye sordu.
Sonra, “Bugünkü tarım durumumuzu nasıl buluyorsunuz?” dedi.
Daha sonra da “Eskişehir’de orman çok mu? Ne kadar orman var? Ne cins ormandır ve nerededir?” diye sordu.
Orman Müdürü Arif Bey, “Şehrimizde 225 bin hektar orman vardır” dedi.
Atatürk, “Nereden biliyorsunuz?” diye sordu.
Orman Müdürü, “İstatistiklerle” dedi.
Atatürk, “Bu istatistikler neye dayanıyor. Şehir haritası üzerinde işaret olunmuş mudur?” diye sordu.
Orman Müdürü, “Fen memurları tarafından yapılmıştır” dedi.
Atatürk, “Ne ormanları vardır?” diye sordu.
Orman Müdürü, “Çam ve meşe” diye cevap verdi.
Atatürk, “Peki bu ormanların harita üzerinde alanı, cins ve miktarı tespit edilmiş midir?” diye sordu.
Orman Müdürü, “Çalışıyoruz. Şimdilik memurlarımız azdır…” dedi.
Atatürk, “Siz bu meseleyi basit bir iş olarak görüyorsunuz. Önemli bir meseledir. Esaslı ve ciddi bir suretle çalışmak lazımdır” dedi.
Atatürk, tarım ve orman işleri kadar hayvancılığı da önemsiyordu. Mutasarrıfa hitaben, “Hayvanların miktarının çok azaldığından bahsetmişsiniz. Mevcut olanların durumu nasıldır, hastalıkları var mıdır?” diye sordu.
Mutasarrıf Nihat Bey, “Şehirde ara sıra hastalık ortaya çıkar, fakat şimdilik bir şey yoktur” dedi.
Atatürk, “Hastalık vebayı bakari midir?” diye sordu
Mutasarrıf, “Evet efendim” dedi.
Atatürk, “Bu hastalık ne zamandan beri başlamıştır ve serum nereden buluyorsunuz?” diye sordu.
Mutasarrıf, “Serumu İktisat Vekâlet’inden alıyoruz” dedi.
Atatürk, “Karantina halen devam ediyor mu? Ne kadar damızlık hayvan lazımdır? Şehirde ne kadar baytar vardır?” diye sordu.
Atatürk tarım, hayvancılıktan sonra eğitim konusuna geçti. Okulları, öğrencileri sordu. Sonra yolların durumunu sordu. Eskişehir’in tüm sorunlarını en ince ayrıntısına kadar öğrenmek istiyordu. Daha sonra genel ülke meselelerini anlattı.
Atatürk, Eskişehir’den İzmit’e geçti. 16/17 Ocak 1923’te İzmit’te İstanbul gazetecileriyle bir basın toplantısı yaptı. Bu, Atatürk’ün ilk basın toplantısıydı.
İZMİT BASIN TOPLANTISI
16 Ocak 1923 Salı günü, İzmit Kasrı’nın alt katındaki büyük salonda uzun bir masa hazırlanmıştı. Masanın etrafında İstanbul’dan gelen başyazarlar, muhabirler ile İstanbul Milletvekili Dr. Adnan (Adıvar) ve eşi Halide Edip (Adıvar) ve işgal yıllarında Ankara Hükümeti’nin İstanbul’daki temsilcisi Hilaliahmer (Kızılay) Başkanı Hamit Bey hazır bulunuyordu. Ayrıca Atatürk’ün konuşmalarını kaydetmek için Meclis’in dört katibi de oradaydı.
Saat tam 21.30’da Atatürk salona girdi. Hazır bulunanların ayrı ayrı ellerini sıkıp hatırlarını sorduktan sonra masadaki yerini aldı. “Hangi noktaları öğrenmek istiyorsunuz?” diye sordu.
Gazetecilerin Atatürk’e sorduğu sorulardan bazıları şunlardı:
Suphi Nuri Bey, “Barış meselesini, seçim meselesini…”
İsmail Müştak Bey, “İstanbul meselesini…”
Yakup Kadri Bey, “Halk Fırkası hakkındaki değerlendirmesini… TBMM’deki gurupları… İrticanın Meclis’te ne kadar kuvvetli olduğunu…”
Suphi Nuri Bey, “Merkezi hükümetin neresi olacağını…”
Atatürk gazetecilerin bütün bu sorularını not etti. Ancak daha önemli sorular beklediğini göstermek için gazetecilere, “İstanbul’da hilafet ve saltanat meselesi söz konusu oluyor mu?” diye sordu.
ATATÜRK’ÜN TARİHİ AÇIKLAMALARI
Atatürk kendisine sorulan sorulara özetle şu cevapları verdi:
– Dünya Savaşı’na girdikten sonra çok hatalar yapıldı. Savaşı yönetenler tamamen Almanların esiri olmuştur. Memleketin savunmasına yetmeyen kuvvetlerimizi Galiçya’ya, Makedonya’ya, İran ovalarına göndererek “serserilik” etmişlerdir. Bu hataların tek sorumlusu Enver Paşa’dır.
– Milli Mücadele’nin amacı milli bağımsızlık ve milli egemenliktir.
– Lozan Konferansı’nda anlaşmazlıklar devam ediyor. Sevr’den sonra burada da bizi yok etmek istiyorlar.
– Musul bizim için çok kıymetlidir. Birincisi, civarında zengin petrol kaynakları vardır. İkincisi, bunun kadar önemli Kürtlük meselesidir. İngilizler orada bir Kürt hükümeti kurarsa bu düşünce bizim sınırımızdaki Kürtlere de geçer. Musul, bizim için petrol değil, memleket meselesidir. Ancak Musul için savaşa devam etmek doğru bir karar mıdır?
– Kürtlük adına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek lazımdır. (…) Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim Teşkilat-ı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür mahalli muhtariyetler kurulacaktır. (Burada “bir tür mahalli muhtariyetler”le kastettiği, siyasi özerlik değil, 1921 Anayasası’nın 11. Maddesi’yle illere tanınan mahalli işlerde serbestlikti.)
– Pontus meselesi halledilmiş, ülkede asayiş sağlanmıştır.
– Çiftçilere gerekli yardım yapılıyor, yapılacaktır. Alet, edevat, tohum, özellikle hayvan verildi.
– Gelirlerimiz bizi idare diyor. Bütçemizin önemli bir bölümünü eğitime ve ekonomiye ayıracağız.
– Hükümet merkezi, güvenlikli olduğu için Ankara olacaktır.
– Aydınlarımız ülkenin her yanına, özellikle de Ziya Gökalp gibi Doğu’ya; Diyarbakır’a, Van’a, Erzincan’a, Bitlis’e gitmeli, halkı aydınlatmalıdır.
– Bütün Anadolu halkı 8 milyonu geçmez. Osmanlı’nın fetih siyaseti sonunda nüfusumuz azaldı. Yemen’e gidip ölen Anadolu çocuklarının miktarı, zannedersem 1.5 milyondur. Suriye’yi, Irak’ı, Afrika’yı korumak için öldürdüğümüz Türklerin adedini düşünürsek, toplamda milyonlara ulaşır. Nüfusu artırmak için sıhhi ve içtimai önlemler alacağız. Batı Trakya’daki Türkleri Anadolu’ya nakledeceğiz.
– Cehaletle savaşacağız.
– Sadece Ermeniler değil, Keldaniler, Asuriler de yurt istiyorlar. Bunların hepsine yurt vermek gerekirse bize yurt kalmaz.
– Meclis’in kendisi gibi yetkisi de büyük olsun istedim.
– Meclis’te muhalifler İkinci Grup adlı bir grup kurdular.
– İslam tarihinde tüm İslam dünyasını bir noktadan idare eden bir halifelik makamı olmamıştır. Hilafet, milletimize bir baş belasıdır. Osmanlı padişahlığı halifeliği almadan önce Osmanlı en parlak dönemini yaşamıştır. Hilafeti kaldıracağız.
– Hiç kimse hükümetin düşündüğü gibi düşünmek zorunda değildir.
– Mili irade devredilemez. Hakimiyeti vermek için milli iradenin felç olmasını kabul etmek gerekir. Bundan dolayı bir millet, hakimiyetini veremez.
– Taassup (bağnazlık) cehalete dayanır. Taassubu olan cahildir. İlim eninde sonunda cehaleti yener. O halde halkı aydınlatmak lazımdır.
– Hükümet dinsizdir demek, halka, hükümete hücum edin demektir. “Maddi” demeli, “cismani” demeli ve bu kelimeler varken “ladini” (dinsiz) dememeli.
– Millet hakimiyetini Meclis vasıtasıyla uygulamaktan daha iyi bir çare yoktur. Kanun Meclis’ten çıkar. İki Meclis olmaz. Millet en doğru, bir Meclis’le temsil edilir.
– Gayrimüslimler asker de mebus da olabilirler.
– Halk Fırkası adıyla bir parti kuracağım. Partinin programı, bütün milletin refah ve saadetini sağlamaya yönelik olacaktır.
– Kendimi düşünseydim, Milli Mücadele’den sonra hoşuma giden bir yerde otururdum.
– Biz gerçek bir devrim (inkılap) yaptık ve devrimimizi devam ettiriyoruz. Fransız Devrimi, 100 sene devam etmiştir. 3 senede esaslı bir devrimin son bulacağını zannetmek hata olur. Gelecek bizimdir. Herkesi memnun etmeye çalışarak amacımıza ulaşamayız. İdare-i maslahatçılar esaslı devrim yapamaz.
– Devrim kanunu mevcut kanunların üstündedir. Bizi öldürmedikçe ve kafalarımızdaki cereyanı boğmadıkça başladığımız yenilikçi devrim bir an bile durmayacaktır. Bizden sonraki devirlerde de hep böyle olacaktır.
– Meclis’i yenileyeceğiz.
– Kadınlara seçme seçilme hakkı verilmesine itiraz edenler var. Fakat eninde sonunda olacaktır… Bizde her yerden fazla mutaassıp var.
– Kuvvetli dış politika, kuvvetli iç politikaya dayanır. Biz yalnız kendi varlığımıza dayanarak yürümek istiyoruz. Ne Doğu’ya ne Batı’ya “rapt-ı kalp” edemeyiz.
Ahmet Emin (Yalman), 20 Ocak 1923’te Hakimiyeti Milliye Gazetesi’nde “Hedefe Mutlaka Varılacaktır” başlıklı yazısında şöyle diyecekti: “Mustafa Kemal Paşa bizimle, toplam 12 saat konuştu. Bize karşı, ‘Ben milli meseleler hakkında söz söylemek hakkına sizlerden bin defa fazla sahibim; benim sözlerimi hiç sorgulamadan doğrudan doğruya kabul ediniz’ der gibi bir tavır takınmadı. Mustafa Kemal Paşa, Büyük Millet Meclisi’nin Reisi ve Türkiye’nin kurtarıcı kurucusu olduğunu bize unutturmayı başardı…”
Demem o ki, Atatürk’ün bir “diktatör” olduğu, devrimlerini hiç kimseye sormadan, danışmadan, görüş alışverişinde bulunmadan gerçekleştirdiği; Atatürk’ün halktan kopuk olduğu iddiaları tamamen uydurmadır. “Atatürk devrimleri yaparken halka mı sordu?” diye soranlara, devrimleri gerçekleştirmeden önce, tam 35 gün süren Batı Anadolu gezisini ve özellikle Eskişehir-İzmir konuşmalarını okutunuz.
HALKA GİDİP HALKI DİNLEYEN DEVRİMCİ: ATATÜRK
Atatürk 35 gün süren Batı Anadolu gezisinin amacını Nutuk’ta şöyle açıklıyor: “Padişahlığın kaldırılması, halifelik makamının yetkisiz kalışı üzerine, halk ile yakından görüşmek, düşüncesini ve eğilimini bir daha incelemek önemliydi. Meclis son yılına girmiş bulunuyor. Yeni seçim dolayısıyla Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuk Cemiyeti’ni bir siyasal parti durumuna getirmeye karar verdim. (…) Bu konuda da halkla karşı karşıya gelip görüşmek uygun ve yararlı olacaktı. Zaferden sonra talim ve terbiyeye başlamış olan ordumuzu da yakından görmek istiyordum… Halkı uygun yerlerde toplayarak uzun görüş alışverişinde bulundum. Halkın bana diledikleri gibi serbest sorular sormalarını istedim. Sorulan sorulara 6-7 saat süren konuşmalarla cevap verdim.”
“Size hesap vermeye mecburum. Bana ne isterseniz sorun” diyen Atatürk, bazı yerlerde soru soran çıkmayınca heyecanla şunları söylüyor: “Bizde bu geleneksel bir kusurdur. Birçok fena şeyler biliriz, işitiriz, fakat onları bilen ve gerçeklerini bize öğretecek olanlara rastgelince acaba soralım mı diye tereddüt ederiz. Sormak hakkınızdır. Sorularınıza cevap vermek, sorunlarınızı çözmek de bizim vazifemizdir.” Bunun üzerine halkın arasından birçok kişi Atatürk’e istediği soruları soruyor. Atatürk, önce tüm soruları not alıyor, sonra da tek tek cevaplandırıyor. (Arı İnan, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Eskişehir-İzmit Konuşmaları s. 8).
Atatürk İzmit sinemasında halka, önceden bir konuşma hazırlamadığını, amacının halkla “doğrudan doğruya kardeşçe, arkadaşça, halkça fikir alışverişinde bulunmak” olduğunu söyleyerek şöyle diyor: “Sizden ricam, bugünkü hal ve şartlara göre kalbinizden, fikrinizden neler geçiyor? Neleri öğrenmek istiyorsunuz? Siz bana istediğiniz şeyleri soracaksınız ve ben de size bildiğimi söyleyeceğim ve ancak bu şekilde samimi bir hasbihal yapmış oluruz. Şimdi yerime oturacağım ve soruları dinleyeceğim.” (İnan, age, s. 90,91).
Anlayacağınız, her isteyen Atatürk’e soru sorabiliyordu. Atatürk “Bu nasıl soru?” diye hiç kimseyi azarlamıyordu. Atatürk’le tartışan gazeteciler, yöneticiler bile oluyordu. Örneğin, İzmit basın toplantısında “gayrimüslimler de milletvekili olabilir” diyen Atatürk’e, gazeteci Falih Rıfkı (Atay), “Asker de olmasınlar, mebus da olmasınlar” diye karşı çıkmıştı. Bunun üzerine Atatürk, “Hayır, asker de olabilirler, mebus da olabilirler” demişti. (İnan, age, s. 78).
Atatürk, milleti için yaşayan bir liderdi. Onun için millet işleri her şeyden önemliydi. Öyle ki 15 Ocak’ta Eskişehir’e giderken trende, annesinin ölüm haberini almasına rağmen programını değiştirmedi. Mahmut Soydan’ın ifadesiyle “Gazi çok üzüldü. Gözlerinden yaşlar aktı. Belli ki içi kan ağlıyordu…” Ama “Vatan vazifesinin yanında hiçbir hissin, hiçbir mülahazanın hükmü yoktur” dedi. (İnan, age, s. 8,9).
Atatürk, Eskişehir’de halkla konuşmasında, yöneticilerin halkı kandırmaması, halka mutlaka gerçeği söylemesi ve kendilerinin de “aldanmaması” gerektiğini belirtti: “Milleti yöneten insanlar, milletle açık kalple konuşmalıdırlar. Yapılacak işler olduğu gibi ifade olunmalıdır. Yoksa safsatalarla milleti iğfal etmek (olmaz). İlkemiz, daima millete gerçeği ifade etmek olmalıdır… Millete gerçeği açıklayanların kendisinin de aldanmadığına güveni tam olmalıdır.” (İnan, age, s. 38).
Sinan Meydan, Sözcü, 15 Ocak 2018