Atatürk’e saldıranlara cevaptır
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, tarihte sadece ülkesi için değil tüm dünya için de hiçbir lidere nasip olmayacak emsalsiz ve faydalı işler yaptığı halde, haksız bir vaziyette en ağır ithamlara, mesnetsiz yalanlara, hatta kötü sözlere maruz kalmıştır. Yetmemiş aradan yüzyıl geçtiği halde heykellerine dahi saldırılmış, resimleri gözlerden, ismi kulaklardan silinmek istenmiş, O’na hakaret modalaşmış, eserleri yerle bir edilmek istenmiştir. Ve tüm bunlar O’nun nasıl ve neden dünyanın en büyük lideri olduğuna da delildir.
O’na saldıranların sayısız ama mesnetsiz iddiası vardır ki tarihi hiçbir gerçeğe dayanmayan bu ithamlar birer yalan olmaktan başka bir şey değildir. Maddeler halinde listelenirse de tüm bunların öncelikle din kisvesi altında tezgâhlandığı ve tamamen dış kaynak odaklı olarak hayat bulduğu aşikârdır.
Bu dipsiz saldırıların tamamına burada belgeleriyle cevap vermek elbette zordur bu yüzden başlıklar halinde değinecek ve hakikati zamanın adil mahkemesine bırakacağız.
Başlamadan evvel dipnot olarak şunu hatırlatmak gerekir ki maalesef O’nu savunanlar ve saldıranların neredeyse hiçbiri O’nu tanımamaktadır ve tartışma bu yüzden sürüp gitmektedir.
Saldırı ve iftiralar incelendiğinde karşımıza şunlar çıkmaktadır;
- Dine mesafeli hatta düşman olduğu,
- Masonlukla alakalı, sabetay hatta mason olduğu
- Eşcinsel olduğu
- Saltanata ihanet ettiği, milli mücadeleyi saltanatın verdiği parayla sürdürdüğü
- Ana dile zorlamakla, camilere saygısız davranmakla İslam’a aykırı davrandığı
- Sarhoşluğu sevdiği, haramdan çekinmediği
- Hayvanları sevmediği
- Pek çok şeyi sanki tek başına başarmış izlenimi verdiği
- Diktatör olduğu
- Arkadaşlarını ezdiği
- Zamparalık ettiği
- Devlet malına tamah ettiği, zimmetine para geçirdiği
- Dersim olaylarında suçlu olduğu
- (Komik ama gerçek) İngiliz casusu olduğu
- Aile kökeninin Ermenistan’a filan dayandığı
- Çocuğu olduğu
Bu örnekleri uzatmak ve yenilerini eklemek mümkündür. Bunları anlamak için ekranlarda boy gösteren cibiliyeti belli olmayan azılı Atatürk düşmanlarının programlarını yarım saat izlemek yeterlidir.
Bu arada elbette merhum İsmet İnönü’de nasibini bolca almakta, hatta Atatürk’e uzanamayan bazı kalleş diller, üstü kapalı Atatürk’ü ima ederek İnönü’ye saldırmaktadır. Doğrudur, ismet İnönü özellikle Atatürk’ün vefatından sonra bazı stratejik hatalar yapmıştır lakin bunlar O’nun Atatürk gibi deha olmadığından ve zamanın gereklerinden, abartı ve anlam bozmalardan ibarettir ve tamamının kasıtsız olduğuna inanmak lazım gelir.
Öte yandan şunu çok iyi bilmek lazım gelir ki Atatürk’ten sonraki liderlerin neredeyse tamamı dış güçlere gerekli dik duruşu sergileyememiş, önüne konan anlaşmaları imzalamak zorunda kalmıştır. Bu durum o kişilerin itibarsızlığından ziyade, ülkenin milli gücünün zayıf olması ile de alakalıdır. Yani bazı şeyler ihanet değil mecburiyettir.
Atatürk’e saldıranlar işte bu mecburiyetleri veya gizli manalara uzak olduğundan ve resmi tam göremediklerinden saldırmaya devam etmekte ve kimlere hizmet etmekte olduğunu da asla düşünmemektedir.
Tüm dünya Atatürk’ü örnek alırken onların bu hali gafletten öte birşeydir.
Oysa Atatürk, bambaşka biridir. Komutandır, liderdir, önderdir, gazidir, vekildir, meclis başkanıdır, Cumhurbaşkanıdır, baş öğretmendir, devlet adamıdır, aydındır, alimdir, iman sahibidir, Peygamberimizi herkesten iyi tanıyan birisidir, dehadır.
Yukarıdaki maddelerin özünü teşkile den din meselesi saldırıların odak noktasıdır ve dinde bir kişiyi din dışı ilan etmenin günahı büyük iken bu cahiller gerçeği bilmeden iftira atmakla hem fâsık hem de iftiracı durumuna düşerler. hatta O’nun heykellerine konan çiçekleri kurban yerine sayan ve çiçek koyanları da putperest ilan eden bu zihniyet dini tanımadığını da, Kur’an okumadığını da hareketleriyle belli eder.
Çünkü; Atatürk İslam’ın yaban otlarını temizleyerek gerçek mahiyetine kavuşturmuş, köhne tekkeleri kapatarak camilerin selametini sağlamış, ezan sesinin baki kalması için ülkeyi bağımsızlığına kavuşturmuş, zulüm ve tecavüzleri sonlandırarak halkına ibadet özgürlüğü sağlamış, kadınlara haklar tanıyarak onları davarlıktan kurtarmış, cehalet ve zulme savaş açarak aydınlanma ve Kur’an’a dönüş sağlamış, düşmanlara karşı şehadeti göze alarak vuruşmuş yani cihat etmiş, sayısız cephede görev yaparak hicret vazifesini yerine getirmiş, Peygamberin hayatını ve savaşlarını ezberleyerek O’nun insanüstü olduğunu ifade etmiş, hutbelerinde, konuşmalarında dine, Kur’an’a ve Peygambere methiyeler düzmüş, bedelini cebinden ödediği ve öncülük ettiği meal ve tefsir ile Kur’an’ı anlaşılır kılmış, kanunlarla suçların önüne engel koymuş, eşitliği sağlamış, hukukta adaleti temin etmiş, azınlıkların ve diğer dinlerin ibadet özgürlüğünü de temin etmiş, masonluk ve misyonerlikle sonuna kadar mücadele etmiş, yeşili ve çevreyi korumuş, diyanet işleri başkanlığını kurdurarak din işlerini bilimle kardeş kılmış, sünni mezhebine uygun davranmış, yurt içi ve dışında sayısız cami onarttırarak ve hatta yaptırarak, yurt dışında yapılan camilere maddi destek sağlayarak ve bu yardımları maaşından ödeyerek zekatını da ödemiş, yalan ve yanlış konuşmamış, doğru sözlü, namuslu ve dürüst olmuş, şeffaflık ve namusu ön planda tutmuş, iç ve dış siyasette devletin haysiyet ve şerefini korumuş, ölmeyi göze almış, kültür ve tarih araştırmalarıyla ilime değer vermiş, toplumun huzuruna katkı sağlamıştır. Annesine mevlitler okutmuş, dualar etmiş, göğsünden minik Kur’an’ı ve bir zaman muskayı çıkarmamış, mektuplarına Allah ismiyle başlamış veya bitirmiş, konuşmalarında KUR’AN İLE HATIRLATMAK İSTERİM Kİ şeklinde sayısız demeç vermiştir.
Ve tüm bunlar hem Türklük’le hem İslam’la tamamen uygun şeylerdir. Yani Atatürk hepimizden çok daha Türk ve Müslümandır.
Din meselesinde aykırı tek bir durum vardır ve o da alkol meselesidir. Burada da içkinin haramlık sınırını bilmeyenler öne çıktığı için hatırlatmakta yarar vardır ki dinen haram olan şarap ve diğer tüm içkilerin sarhoşluk miktarının üstüdür. Oysa Atatürk’ün tek bir sarhoş resmi yoktur, kustuğu görülmemiştir, önemli günler arifesinde ve dini günlerde ağzına koymamıştır. Kurban kesilmesine bakamadığı halde vecibelerini yerine getirmiş, sadakalar vermiş, yakınlarının çocuklarına burslar ve nafakalar sağlamış, vasiyetinde dahi bazı ihtiyaç sahiplerini varis kılmıştır.
Şimdi ortada bu gerçekler varken iki tane Kur’an bilmezin iddialarına göre toplumu aleyhte kandırmaya çalışmak dine uygun ama yukarıda dinen uygun halleri fazlasıyla yerine getiren Atatürk dine aykırı öyle mi? Sırf iki kadeh içti diye hem de!
Bu düpedüz haksızlık ve insafsızlıktır ki bunların neden böyle davrandığını anlamak zor değildir.
Din namazdan ve anlamını bilmeden Kur’an okumaktan, sakal bırakmaktan çok daha farklı birşeydir ve bunu anlamak için Peygamberin hayatına bakmak lazım gelir.
Dine bu kadar saygılı ve yakın Atatürk’ün savaşlarda kendisinin ve askerlerinin imanına güvenerek öne atılması ise imanına delildir. Çanakkale ruhunu bu iman gücü olarak tanımlayan Atatürk, Kurtuluş savaşında askerlerimizin kahramanlıklarına da aynı ruhu temel göstermektedir ve bu ruh en fazla da kendisinde vardır.
Sonuçta bugün namaz kılınabiliyorsa, işgal ve tecavüzler bittiyse, diyanet işleri başkanlığı varsa ve çalışabiliyorsa, Türk ve Müslüman adı saygıyla anılıyorsa, ezanlar susmuyorsa bunların hepsi Atatürk sayesindedir.
Bu insanın bu nedenle mason veya sabetay olması da mümkün değildir. Üstelik onüç yıl aralıksız mason localarını kapatan bırakın ülkede, dünyada başka bir lider yoktur. Onlara hitaben kullandığı kelimeler ise gerçek hislerine şahittir.
Bugün Atatürk’ün mozelesine çiçek koyanları putperestlikle suçlayanlar ise dinen cehaletin en koyu karanlıklarında dolaşan zavallılardır ki bir şeyin ilah olması için halkın (tebanın) o kimseden ilahlık beklemesi ve o kişiye ilah gibi davranması lazım gelir. Bu da o kişiye kurbanlar kesmek, tütsüler yakmak, önünde vaya gıyabında ona atfen namaz kılmak, vs. şeklinde olur. Yani bir şeyin ilahlık mertebesine yükseltilmesi tamamen dini maksatlı işlerle, dini maksatlı haller iledir. Atatürk’e ilahlık yakıştırma heveslilerinin evvela dinen şirk ne demek onu bilmesi gerekir.
Atatürk heykellerini put diye kıranlar mesela başka kimselerin heykellerini asla kırmazlar, bu kimseler riya ile Anıtkabir’e de gider timsah gözyaşları da dökerler, bu kimseler her türlü haksızlık ve hırsızlığı yaptıktan sonra namazla veya hac ibadeti ile resetleneceklerini sanırlar ve bunlar Allah’a da değil paraya ve makama taparlar, canlı nüfuslu kişileri ilahlaştırırlar.
Özetle, Atatürk’e çiçek koyan veya törenlerde saygı duruşunda bulunan halkın bu işleri dini maksatlı değil minnet ve şükran maksatlıdır. Kendi şeyhlerinin ayaklarını yıkadığı suyu iştahla içenlerin bu yakıştırmaları bu nedenle dipsiz ve komiktir. Tarikat mantığına ve merdiven altı din eğitimlerine savaş açan Atatürk her alanda olduğu gibi din alanında da aydınlanmayı öngören birisidir ve vicdan hürriyetini tesis ederken, devlet ve toplum işlerini de birbirinden ayırmakla bilime olan saygısını da göstermiştir.
Yani Atatürk hem dindar hem aydındır. Türk ve Müslüman olmak da zaten bundan başka bir şey değildir.
Saltanat sevdalıları ise hain saltanatın itibarını geri kazandırmak umuduyla mesnetsiz yalanlar düzerken, Cumhuriyet’in baş mimarı Atatürk’e de saydırmaktan geri kalmazlar. Bunlara göre saltanat masumdur, yapılan ihanet değildir, İngiliz veya Amerikan mandasını istemek suç değildir, Kuvayi Milliye’nin tamamı dinsizdir, Ulusal mücadeleye katılmak dine savaş açmaktır, milli mücadeleye katılanların tamamının katli vaciptir.
Görüldüğü gibi ihanet çok büyük boyutlardadır.
Atatürk’e eşcinsel, zampara, vefasız gibi yakıştırmalar yapanların, devlet malına tamah ettiğini iddia edenlerin ise hiçbiri O’na yakın dahi değil hatta çoğusu O’nu görmemiştir bile. Karalamaların çoğunun Atatürk’ün vefatından sonra gün ışığına çıkmasının sebebi de budur. Çünkü Atatürk’e cevap hakkı verilmeyecek, delil ve ispat aranmayacak, ama çamur atılabilecektir.
Anılan iddialara esas konulara bizzat şahit olan mesela Latife hanım, İnönü, Nuri Conker, Salih Bozok, Mim Kemal Öke gibi isimler tek kelime etmezken, konuya tamamen yabancı birilerinin karalama çalışmaları elbette doğru ve gerçek değildir. Yurt dışında bazı kalemlerin Atatürk’e sözde yakınmış da yazdıkları gerçekmiş de diye kitaplaştırdığı yalanlar ise Türklerden intikam almaktan ve İslam düşmanlığından başka bir şey değildir.
Maalesef en yakınlarının Cevat Abbas, Makbule Atadan gibi maddi sıkıntılar veya beklentiler nedeniyle sonradan iddia ettikleri bazı şeyleri doğru kabul edip bayraklaştırmak bu işin en acı tarafıdır ki o isimler, Atatürk’ün en yakınında olup O’ndan feyz almış olanlardır. Buna rağmen yalan ve iftiraları, Atatürk düşmanlarına da çanak tutmakta ve Atatürk tartışma konusu edilebilmektedir. O isimler ihanet ve yalanlarının cezasını elbet çekecektir lakin halk yeterince okumadığından dolayı sözlere çokça itibar etmekte, mesnet aramamakta ve yalana kanmaktadır. Böyle olunca da inkılapların geliştirici ve kendisini yenileyen ruhu yeterince canlanamamaktadır.
Cumhuriyetin kuramcısı, kurucusu ve koruyucusu durumundaki Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, mü’min bir anneden dünyaya gelen, sayısız görev ve ülkede bulunan, çokça okuyan, farklı görev ve protokollerde bulunan, beşe yakın dil bilen bir dehadır. Sağlıklıdır, yakışıklıdır, karizma sahibidir.
Bu görevleri esnasında gönül ilişkilerinin olması da bu yüzden normaldir. Ama o asla muta nikahı kıymamış, evlilik vaadiyle aldatmamış, evlilerle ilişkiye girmemiş, harama uçkur çözmemiş, başkasının ailesine veya yakınlarına fena gözle bakmamış birisidir. Bunları sayıyoruz ki zamanımızda bunları eda edenler ile arasındaki fark daha iyi anlaşılabilsin.
Maddiyat konusu ise zavallı iftiracıların asla tutturamayacakları bir yalandır çünkü maaşını eline dahi almadan yaverlerine veren, maaşı yüksek olan, uçarı düşkünlükleri olmayan, devletin konutlarında ikamet eden, makam aracı kullanan, pahalı zevkleri olmayan Atatürk’ün devlet malına tamah etmesi mümkün değildir, yurt dışından Cumhuriyete destek için verilen paraları zimmetine geçirmesi söz konusu değildir. yakınlarına bolca burs veren, maddi yardım yapan, bu arada onların haysiyetlerini de koruyan, kendisine hediye edilen ev ve arsayı devlete iade eden, servetini halkına ve İş bankasına (TDK ve TTK’nca neması kullanılmak üzere) bırakan, vefatında neredeyse tek kuruşu olmayan Atatürk’e yapılan bu iftiralar çok ağır ve haksızdır.
Milli mücadelenin en kahırlı zamanlarında (Ankara’da) parasızlık derdine annesinin daha İstanbul’dan hareket etmeden verdiği birkaç altın bilezik ile deva bulan birisinin, devletin lüks ve israfını engellemek adına verdiği mücadele takdire şayan iken bu iftiralar maya tutmayan süt gibi kalmaya mahkûmdur.
Kütüğünün sakıncalı, kendisinin Ermeni veya İngiliz olduğu yalanları ise çaresizlik kokan karalama gayretleridir ki şahsiyetine yönelik bu yalanlar hakaretten öte bir şeydir ve cezaya müstehaktır. Fikir beyanından ileri giden bu yalanlara işlem yapmayanlar ise aynı fikriyata sahip görünmektedir.
Atatürk’ü koruma kanunu diye de bilinen bir kanun vardır ama bu kanun nedense işletilmez ve ortalık cahil ama maksatlı sayısız zibidiyle dolar, taşar. Ulu Önder’in şahsiyetini ve hatta heykellerini hedef alan bu sapıklıklara imza atanlar ellerini sallayarak dolaşırlar ve bu yüzden Atatürk’e saldırılar asla bitmez. Çünkü bu saldırgan grup Atatürk’ün inkılaplarından nasiplenememiş cahillerdir ve çoğusu dış kaynaklardan mamalanmaktadır.
Milleti bir ve beraber yapmaya çalışan Atatürk’e rağmen etnik ve dini azınlıklar yaratarak, bu yarayı kaşıyarak mesela Dersim’i saptırırlar ve sözde tarihi belgeler icat ederek mesnet bulmaya çalışırlar. O’nun iç ve dış siyasette kazandırdığı haysiyeti bilmeyen, yabancı liderlerin ayağına geldiği, kıskançlıkla izlediği lider olan deha Atatürk’e saldıranlar daha O’nun okuduğu kitapların yüzde birini okumamış olanlardır. Yani yalan ve iftiranın temelinde de cehalet vardır.
Harf inkılabı, laiklik, halkçılık, barışçı siyaset, bilime değer vermek bu yüzden mühimdir ve Atatürk’ü tanımayan ve anlamayan bir neslin de bu iftiralardan sakınması mümkün değildir. Bu nedenle gençlik Atatürk’ü tanımak ve bilmek zorundadır.
O’nun öngörülerinin hiçbiri boş çıkmamıştır ve maalesef Gençliğe hitabesinde de acı bir öngörüsü vardır. İşte bu öngörü nedeniyle yeni nesiller çok daha Türk ve Müslüman olmalıdır.
Atatürk sadece ülkenin değil tüm insanlığın eşsiz dehasıdır. O’nu tanımamaya direnmek ise sadece gaflet veya delalet değildir.
O’na saldırmak, Atatürkçüleri adeta kurşuna dizmek için fırsat kollamak ise yapılabilecek en büyük hata ve bu millete en büyük kötülüktür.
Çünkü O’nu görmek demek, O’nun bedenini görmek demek değil, fikirlerini anlamak demektir.
Minnet ve şükranla.
Aziz Atatürk.
Ayrıca bakınız;