Atatürkçülük ve İslam mukayesesi
Maalesef İslam dini gibi Atatürkçülük de toplumun çoğu kesimi hatta aydınlar tarafından tanınmadığı ve bilinmediği için halk arasında zaman zaman yanlışlar yapılmakta, bilinçli veya bilinçsiz haksız ithamlar yoluyla kardeşlik bağları zayıflatılmaktadır.
Oysa İslam ve Atatürk tanınırsa her ikisinin de aynı istikamette yol aldığı ve Atatürk felsefesinin tüm detaylarıyla İslam’a tamamen uygun ve hatta İslam’ın emri gereği hayata geçirildiği görülecektir.
Türk İnkılap tarihi ve İslam literatürüne yabancı olmayanların kolayca anlayabileceği bu hususta evvela dinin ve sonra inkılapların anlaşılması lazım gelir ki halkın pek çoğunun Arapçaya mahkum dinden yeterince feyz alamaması sebebiyle Atatürkçülüğü de layıkıyla yaşayamadığı ve sırf cehaletten laiklik ilkesine karşı çıktığı alenen ortadadır.
Evvela İslam dinini temel prensipleri hatırlanacak olursa karşımıza şunlar çıkar;
İslam; tek Allah, tek Kur’an ve tek Peygamber (diğer kitap ve peygamberlere saygıyı emretse de) esasına dayanır ve iman kardeşliğini esas alırken, maruf yani ortak insani değerleri yüceltir, hür irade ve özgürlüğü emreder, zulmü yasaklarken zulme karşı cihadı zorunlu kılar, hakkaniyeti kaçınılmaz kabul eder, öksüzleri ve şehitleri yüceltir, kamunun ihtiyaçlarını kişilerden önce tutar, haram ve çirkini yasaklar, affetmeyi ve hoşgörüyü telkin eder, cihadı sadece zulme karşı ve yeterli miktarda emreder, Kur’an’ın anlaşılarak okunmasını ve dinin mahiyetinin vicdani bir mesele olarak ele alınmasını ister, paylaşma ve yardımlaşmayı öngörür, yöneticiler dahil her kesimin hak ve adalete sadık kalmasını diler, akıl ve bilimin hayata rehber edinilmesini ve bu suretle insan olmanın verdiği mesuliyet ile iç ve dış Peygamberin aynı doğru yola kılavuzlanmasının ister.
Ahde vefayı, imanı, inancı, idealler uğruna ölümü göze almayı emreden Kur’an, vatan, bayrak, bağımsızlık, namus ve şeref gibi konularda bilakis cihattan kaçınanları yerer, cehalet, kibir, hurafe ve batılı yasak eder, tarikatlaşmayı men eder, din kardeşliğini yüceltir ve vicdan hürriyeti içinde dinin baskı ve zorlama olmadan edasını zorunlu kılar.
Zaten İslam’ın kelime olarak anlamı da; huzur, barış ve esenlik ile sadece Allah’a teslim olmaktır. Bu ise zorluk ve zorbalara teslim olmama, yanlışa uymama ve zulme karşı ölüm pahasına karşı durma demektir.
Milli mücadeleye gelirsek;
Kurtuluş savaşı öncesi durumun izahı şu şekildedir; yurt toprakları işgal edilmiş, tersanelere girilmiş, ordu dağıtılmış, baskı ve zulüm her yeri kaplamış, analar ve kızlara tecavüzler edilmiş, ezanlar susmuş, bayraklar inmiş ve tüm Anadolu kan ağlarken saltanat kendisini kurtarma derdine düşmüş, halk unutulmuş, halk fakir, halk hastalık ve yokluklarla boğuşuyor. İlaç yok, yol yok, elektrik yok, mektep yok, umut ve çare yok.
Derken;
Birileri zulme karşı sesini yükseltiyor, haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır diyerek şehit olma arzusuyla halkından ve imanından aldığı güçle yedi düvele meydan okuyor, cihadın en şanlısını gerçekleştirip ağlayan anaların yarasına, kirletilen kızlarımızın gönül yasına, öksüz evlatların göz yaşlarına merhem oluyor.
Derken yıllarca ‘Allah’ın yeryüzündeki gölgesi’ sıfatıyla tebayı kandıran ve halka kul muamelesi eden hilafeti ortadan kaldırıyor, insan iradesinin kaçınılmaz bir mesuliyeti olan seçme ve seçilme hakkına dayalı çoğulcu demokrasi modeli olan Cumhuriyeti getiriyor ve tek kişilik yönetimi fesh ediyor, ana dili anlaşılır hale getirip, kıyafetten sanata, ekonomiden eğitime her alanda akıl ve bilim yolunu açıp uzak köylere yol ve su götürüyor, okul ve elektrik götürüyor.
Yine birileri susan ezan seslerini yeniden duyulur kılıyor, halkın Kur’an’ı anlayarak okuması için meal yazdırıyor, tefsir yazdırıyor, Buhari’ye hadisleri tercüme ettiriyor, din bilgilerini ders kitabı olarak okullara mecburi kılıyor, camileri onartıp yeni camiler inşa ediyor, diyanet işleri başkanlığını kurup tüm mezhep ve kesimlere dini öğretip rehberlik ettiriyor, vicdan hürriyetini sağlayıp dindeki baskı ve zorlamayı ortadan kaldırıyor. Din içindeki hurafe ve batılı temizliyor, merdiven altına inmiş hurafeler İslam’ını Kur’an dinine geri döndürüyor.
Tekke ve zaviyelerde verilen sözde dini eğitimi engelleyerek akla ve sadece Kur’an’a dayalı dinsel eğitimi mecbur kılıyor, vakıflar yoluyla sömürülen halkın gelirlerini sisteme bağlıyor, maaş sistemi ve kadro imkanları tanıyarak devletin işlerliğini kalıcı hale getiriyor.
Kurbanlar, kandiller, ramazanlar hür ve özgür vaziyette kutlanabilir hale geliyor.
Birileri kadın ve kızların ikinci sınıf vatandaş hallerine son verip onları çağdaş ve erkeklerle eşit vaziyete getiriyor. Azınlıklara hürriyetler sağlıyor, devleti haysiyetli bir raya oturtup kalkınma ve refahı sağlıyor, gelir adaletini temin ediyor.
Bu birileri, hırsızları, hainleri, yolsuzluk yapanları, ihanet edenleri adil olarak yargılayıp cezalandırıyor.
Kara çarşafa mahkûm edilmiş kadınları modern kıyafetlerle dolaşır hale getirip, okuma yazma oranını altı ayda iki milyona çıkartıyor, aklı ve bilimi hayata egemen kılıp okullar, üniversiteler açıyor.
Birileri, ölçü ve tartıda adalet sağlamak için modern ölçüleri zorunlu kılıyor, mahkemeleri bağımsızlaştırıyor, yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerini birbirinden ayırıp, halkın çoğunluğuna hitap eden meclisi tek yürütme organı yapıyor, tek kişilik saltanatlara son veriyor.
Keyfi idareleri nizama bağlayıp anayasa yaptırıyor, medeni kanunu getirip halkın kullanımına sunuyor, kadıların yarı adaletli sistemi yerine tam bağımsız mahkemeler ile şahit ve ispat mecburiyetini getirip, masumiyet karinesi ile herkesi aksi ispat edilene kadar masum kabul ettiriyor, özel hayatları ve haneleri dokunulmaz kılıyor.
Hastalıklara, cehalete, imkansızlıklara dair ne varsa elden geldiğince mücadele ediyor, faydalı ve kalıcı işler yapıyor. Yurt dışında zulüm gören Yahudilere dahi kucak açıp insanlık vazifesini yapıp, cihana merhamet ve İslam örnekliği gösteriyor.
Birileri bu sayede iman kardeşliğine uzanan yolda milli birlik ve beraberliği sağlıyor.
***
Durum aynen budur ve Kurtuluş savaşı ile inkılapları yapan kadronun tamamı bizlerden çok daha Müslüman ve imanlıdır. Çünkü onlar; en büyük ibadet olan cihadı layıkıyla yerine getirmiş, sabretmiş, yokluklardan dolayı pes etmemiş, zulme sessiz kalmamış, esir ve haysiyetsiz yaşamaktansa ölmeyi göze alarak çarpışmayı seçmiş, hurafe ve batıllara savaş açarak Türkçe yaşanan ve anlaşılan İslam’ın kapılarını açmış, İslam’ı yeniden Kur’an mihverine sokmuştur.
O halde Milli mücadele kahramanlarının hepsi saygı ve minneti hak eder ve onlara söz söylerken dikkatli olmak gerekir.
Meseleye bu pencereden değil de kasıtlı olarak iki kadeh rakı penceresinden bakanlara da iki çift sözümüz olacaktır elbet.
Saltanat idaresindeki padişahların neredeyse tamamı alkol kullanır, çok sayıda evlilik yapar, hareminde yüzlerce kadın bulundurur, evlatlarını dahi tahtlarını korumak bahanesiyle öldürür haldedir. Yine bunların bir kısmı ilk alkol (Bira) fabrikalarını yurt içinde kurduran, yurt dışından getirttiği içkileri (Rom) içerken dini sıfatları nedeniyle bunları saklı olarak yapanlardır.
Zaferin mukayesesi yapılırsa Kurtuluş savaşı kahramanları zaferin en yücesini kazanmış ve kaybedilen vatan topraklarını geri kazanmış olmakla daha muteberdir.
İslam mukayesesi yapılırsa, milli mücadele komuta heyetinin eylem ve emelleri saltanat idaresinden çok daha Kur’ani ve iman doludur.
Devlet yönetimi ve aydınlanma mukayesesi yapılırsa asırlarca matbaayı dahi halk bilinçlenmesin diye yurda sokmayan saltanat idarelerine karşılık milli mücadele yöneticilerinin başarıları çok daha göz kamaştırıcıdır.
Yani ne yönden bakılırsa bakılsın iki kadeh içkiyle kirletilemeyecek büyük başarılar söz konusudur ve dinen malumdur ki günah kişiseldir ve günah işlemek kişiyi dinden çıkarmaz. Çünkü insan günah işlemek için yaratılmıştır. Öbür taraftan dinin en kıymetli cevheri ibadetten de önce imandır ki Atatürk ve silah arkadaşlarının imanına kimse laf söyleyemez, söylerse kendisi dinden çıkar. Çünkü ölüm pahasına vatan için seferber olmak ancak imanlı ve Türk olmakla övünen vatan evlatlarına mahsustur.
Dolayısıyla din ve Atatürk meselesine bu pencereden bakmak lazım gelir.
Kelam ve fıkıh konularının derinliklerine inilince de karşımıza münafıklık ve müşriklik dolu bir köhne yönetimden, mü’minlik ve Müslümanlık dolu bir aydınlığa çıkış rast gelir ki bu aydınlanma kutsallara sadakatten, Kur’an ile yaşayıp ölmekten kaynaklanır.
Bağımsızlık ve egemenlik için hayatını ortaya koyup Anadolu kadınının ahlak ve faziletini, Türklüğün namus ve şerefini kurtarmak gayesiyle yola çıkanları, din dışıdır diye lanetleyip ’Katli vaciptir’ diye etiketleyerek fetva verenler ise malumdur ki dinden değildir.
Kaldı ki Milli mücadele yıllarında sayısız din adamı Atatürk ve dava arkadaşları yanında yer almış, sayısız fetva ile desteklemiş ve ilk meclis dahil din adamları bizzat mücadele ve yönetimlerde yer ve rol almıştır.
En basitinden konunun izahı ise şudur;
Allah Türk milletine yardım etmiş ve muvaffak olmasını dilemiştir ki bu Çanakkale’de de, Dumlupınar ve Sakarya’da da böyledir. O halde Allah kahraman ordumuzun başkomutanı Atatürk’e yardım etmiştir. Demek ki Allah Atatürk’ü sevmekte ve başarılı olmasını dilemektedir. Peki o zaman Atatürk’ü din dışı gösteren ve karalamaya çalışanların durumu nedir?
Çanakkale’de destansı başarılara imza atanları ‘büyük iman sahibi olmakla’ tarif eden Atatürk’ün ön cephelerde muharebelere katılması başkaca izah edilebilir mi? Pek çok kere vurulmuş olsa da hayatta kalması Allah’ın dilemesi ile değil midir?
Mektuplarında Allah’ın ismini anmamazlık etmeyen Atatürk’ü din dışı göstermek gayreti sonuçsuz bir yalan değil midir?
Tekfir yani din dışı ilan etme yetkisi kimsede yok iken birilerinin Atatürk ve silah arkadaşlarını sırf şahsi çıkarları adına kirletmeye ve aforoza çalışması tarif edilebilir mi?
Düşmanlarına dahi zulmetmeyen, ahde vefalı olan, Peygamberi sürekli yücelten Atatürk’ü dini noksanları yüzünden yermek, ilahlık iddiasında olmayanlardan başkasınca yapılabilir mi?
***
Mü’min haset etmez, gıpta eder. Mü’min gıybeti dedikodu yapmaz, açık aramaz, aşırı ve kötü zanda bulunmaz, iftira ve yalana uzanmaz, tuzaklar kurmaz, delilsiz karalamaz, meleklik veya peygamberlik mevkine soyunmaz, günahsızlık iddiasında hiç olmaz, din ve iman kardeşliğine zarar vermez, mücahitleri karalamaya cesaret edemez. Mü’min merhumların arkasından kötü söz etmez, ahde vefadan taviz vermez, vatan sevdasının imandan olduğunu bilerek vatan evlatlarına ve şehitlerimize (bu arada gazilerimize) minnet ve şükranda zafiyet göstermez.
***
Bir diğer ve önemli nokta ise kanaatimizce şudur ve üzerinde durulması gerekir;
Cumhuriyetçi kesim, aydın olmasına, farklı kültürleri tanımasına, eğitimli ve tecrübeli olmasına rağmen inatla dine mesafeli durmakta ve bu yüzden Cumhuriyeti yeterince müdafa edememektedir.
Cumhuriyete karşı ve hatta düşman olanlar ise kısmi ve Arapçaya mahkum dini bilgileriyle, bilgi ve tecrübeden yoksun olmalarına rağmen Cumhuriyet ve O’nun sistemlerini haksız ve insafsızca yargılamaktadır.
Bunun orta yolu ise şudur;
Aydın Cumhuriyetçi kesim bilgi ve teknolojiye verdiği kıymetin hiç olmazsa bir kısmı kadar dine ehemmiyet vermeli ve gereklerini yapamasa da dinden öcü gibi korkmamalıdır. Bu sayede Cumhuriyet aleyhtarlarını daha iyi anlayacak ve yapılmak istenen oyunu daha en baştan bozacaktır. Çünkü Türk ve İslam demek dahi ayrımcılığın daniskasıdır ki Türk demek Müslüman demektir.
Dini ağırlıklı olarak yaşayan kesim ise nankörlük etmeyerek ve bugünkü hür ibadet imkanlarını sağlayan atalarına minnet duyarak Cumhuriyet ve İnkılap tarihini araştırıp öğrenecek ve yanlışlarından dönecektir.
Yani orta yol Türk ve Müslüman olmak, kardeşliği tesis etmek, laikliğin kıymetini anlayabilmektir.
Yoksa laikliği dinsizlik ve dinsizliği laiklik olarak algılayanların hiçbiri ne bu dünyada ne ahirette rahat yüzü görmeyecektir. Çünkü;
“İslam’ın göz yaşlarından laikliği dinsizlik sananlar kadar, dinsizliği laiklik sananlar da mesuldür.”