Atatürkçülüğün ve dinin neresindeyiz
Atatürkçü olmak en basit tarifiyle altı ilke ile belirlenen ana esaslara riayet ve bunu en azından felsefe olarak ama tamamını bir arada benimsemektir. Yani bir tanesini reddetmek ilkelerin tamamını reddetmektir ve bu riayet cılız değil kalbi olmalıdır, dilde kalmamalıdır.
Konuşulur ve yazılır ki balkan Harbi, Çanakkale harbi ve hatta İstiklal harbinde milyonlarca evladımız daha doğrusu dedelerimiz cephelere koşmuş ve savaşmıştır. Denilir ki yurdun dört yanından gelen Mehmetçikler aynı siperde koyun koyuna can vermiştir. Yine sayfalar dolusu anlatılır ki Atatürk inkılap ve aydınlığı çok kısa sürede ve halkın tamamınca derhal ve şevk ile karşılık bulmuştur.
Olması gereken ve doğrusu budur ama gerçek biraz daha farklıdır.
Savaş yıllarında nasıl bir kesim cepheden kaçtıysa, nasıl kadınlar ve çocuklarla geri bölgede saklanmayı gururuna yedirebildiyse, hatta nasıl askerleri cepheye gitmekten alıkoymak için her türlü hile ve tehdide başvurduysa, inkılaplar sürecinde de nasıl birileri feryat feryat aydınlanmaya karşı çıkıp, yandaş medya ve fetvalarla milli mücadele ve bağımsızlığa karşı çıktıysa, Cumhuriyet ışığının köylere kadar uzanmasına nasıl yobaz tayfa engel olmaya çalıştıysa tarihsel süreçte Cumhuriyet fikri ve beraberinde gelen medenileşme süreci tepki almış, engellenmeye çalışılmış ve maalesef halkın bir kesimince adaletsiz, bilgisiz ve gafil vaziyette reddolunmuştur.
Rakam vermek elbette mümkün değildir ama en azından şu kesindir ki bu vatanda yaşamakta olan herkesin topyekun aynı fikirde olduğunu söylemek ve demokrasiden yana olduğunu söylemek asla doğru ve mümkün değildir.
Bu süreç İstanbul’un işgalinde, işgal ordularını davullarla karşılayanların ruh haliyle 21nci yüzyıla kadar yaşayabilmiştir. İnkarcı, nankör ve cahil kesimin bu tür ayak diremeleri karanlık ve cehalet hastalıklarından çıkıp iyileşmeye çalışan halkın iyileşme sürecini de uzatmıştır. ne yazık ki görünen durumda mikroplar hala bedenden atılabilmiş değildir. Bastırılmış, aşılarla hastalık yapamaz hale getirilmiş ama ortadan kaldırılamamıştır. Dahası bu salgın hastalık çıkartacak kadar vahim bu mikroplar sadece maddi değil manevi anlamda da hastalık yapmaya muktedirdir ve daha çok da bu usulü benimser.
Diyeceğimiz şudur ki Cumhuriyet tarihinin her safhasında aydınlanmaya ve güzel yaşama aykırı davranan, benimsemeyen ve hatta düşman olan bir tayfa daima vardır. Aklın ve bilimin rehberliğini kabulde zorlanan bu kesim eskinin köhne ve erkek egemenliğine dayalı, teokratik düzenini bilinçsizce savunurken bir yandan Kur’an’a ve bir yandan da insan haklarına aykırı davrandığının farkında dahi olamayarak insanlık suçu işlemeye devam etmektedir. Çünkü benimsedikleri ve taraftarı oldukları zihniyet eşitliğe aykırı bir düzen ve seçkinler sınıfı yaratmaya imkan tanıyan bir adaletsizlik sistemidir.
Kadının yok sayıldığı, bilimin inkar edildiği, çalışarak kazanmanın reddedildiği, himaye ve mandaya razı bu zihniyetlerin gafletlerindeki ana gaye ise Türklük ve Müslümanlığı silmek, dini ve milliyeti unutturarak veya en azından yoğunluğunu azaltarak hobi seviyesine düşürmek ve direnme arzusunu kırarak teslimiyetçi politikalar üretmektir.
Hayata da, yönetimlere de, yasalara da bu inancın egemen olmasını dileyenler karşısında manevi olarak Kur’an’ı ve maddi olarak Atatürk ilkelerini buldukları için de hedeflerinde daima bu ikisi vardır. Dil ucuyla İslam’a tabi olduğunu söyleyenlerin hal ve davranışları, Atatürkçü olduklarını rozetleriyle ispat etmeye çalışanların gafletleri bu nedenle inandırıcı değildir.
Yıkalım gerisini sonra düşünürüz zihniyetiyle demokratik ve inançlı sistemleri yok etmeye çalışanların yobazlıklarının cahil halk kesimlerinde taraftar bulması da normaldir ve bunda suç sadece kandıran veya kananlarda değil aynı zamanda İSLAM’I VE TÜRKLÜĞÜ anlatamayanlardadır.
Bugün en derin Atatürkçülerin, Atatürk hakkında bildikleri sayfalarla sınırlıdır. Atatürk’ün dil ve tarih tezleri üzerine bir kitap dahi yazamamış Atatürkçüler’in dolayısıyla Atatürk’ü savunması ve tanıtması da imkânsızdır.
Aynı şey İslam için de geçerlidir ve halkın tamamına yakını Yasin suresini ölüler duası, fetih suresini sınav duası, Mülk suresini tebarekeden ibaret sanırken, Kur’an’ın erdiriciliği de güdük kalmaktadır. Fatiha’nın mealini bilmekten uzak toplum Kur’an’ı anlayarak okumaya adeta ayak direrken imansız vaziyette yaşamaya da mahkûmdur ki Allah ile kandırılmasının asıl sebebi budur.
Atatürkçülüğe karşı olanların iknası, başarının çabuk ve kalıcı olması kolay değildir. Çünkü o cahil zihinler çoktandır karanlık fikirlerle doldurulmuş vaziyettedir ve beyinlerine ve kalplerine ulaşmak neredeyse imkânsızdır. Ve mesele onların Atatürkçü yapılmasından da önce Atatürkçü geçinenlerin Atatürkçü olabilmesidir.
Atatürk’ü takım elbise, veciz sözler, orman çiftliği, anıtkabir ve nutuklarından ibaret sanan Atatürkçülerin O’nun davasını anlayamamış olması nedeniyle başkalarını ikna edip döndürebilmesi de bu sayede zorlaşmaktadır. Savaşları, inkılapları, barış görüşmelerini yüzeysel geçerek, zaferleri sıradanlaştırarak, ekonomik hamlelerin mantığına hiç değinmeyerek, on yılda başarılan insanüstü atılımların dehasına ve gayesine vurgu yapmadan üretilen izahların bu nedenle kalıcı etki yaratması da olası değildir.
Atatürk, bedenden değil aynı zamanda ve daha çok fikirden ibarettir. Atatürkçülük gençliğe emanet edilen bu aydınlanma sürecinin ortak adıdır ve devamlı bir süreçtir. Atatürk inkılapları olmuş bitmiş bir şey değildir.
Bugün maaşına yüz lira zam için günlerce eylem yapanların hiçbiri Atatürk ilkeleri ve Cumhuriyet adına bir kuruş harcamaya yanaşmıyorsa bunun sebebi sahiplenmediği ve savunmaya hazır olmadığı içindir.
Sözde kalan Atatürkçülük ise dilde kalan din gibi erdirici değildir, zayıflamaya mahkûmdur ve topluma katkısı sınırlıdır.
Toplum din konusunda nasıl vurdumduymaz vaziyette kanmayı tercih ediyor ve hakikati araştırmadan şeytanlara teslim oluyorsa, Atatürk konusunda da okumak ve anlamak yerine aleyhte fikirleri benimsemeyi en azından yüzeysel bilgilerle yetinmeyi tercih ederek bilim ve akla karşı cephe almayı yeğlemektedir.
Din ve Atatürk düşmanlarının sistemli ve katı propogandalarına karşılık, Kur’an ve Atatürkçülük davasını savunanların tembel ve ürkek sessizlikleri ise ortalığı yobazlara bırakmakta, doğru tarafta olanlar gerçeği halka anlatamadığı için karanlık yanlışlar doğru kabul edilmektedir.
Bu arada din ve Cumhuriyet ile alakalı gerçekten yoğun emek sarf eden aydınlarımızı burada tenzih ederiz. Lafımız asla onlara değildir ki bu güzel insanlar toplumu aydınlatmak için var güçleriyle çalışmakta ama sayıları az olduğu için geniş kitlelere ulaşmakta sıkıntı yaşamaktadırlar.
Aydın ve demokratik geçinenlerin çoğunluğu ise davalarına yeterince sahip çıkamamakta ve hatta inandıklarını söyledikleri sisteme aykırı davranarak kötü örnek teşkil etmektedir ve bu ikna edilmesi gerekenleri daha da uzaklaştırmaktadır.
Gemi ortaktır. Türk halkı maneviyatıyla, tamamıyla bu vatan topraklarında aynı gemide, aynı su üstünde, aynı yöne kader ortaklığı ile seyahat etmektedir. Bilimsel ve dini açıdan ikna edilemeyenlerin verdiği tahribat ise gemiyi batıracak denli güçlüdür ve tedbir alınmaz ise gemi batacak, herkes sulara gömülecektir.
Cumhuriyet’in neredeyse yüzüncü yılında gelinen bu nokta ise acıdır ve inkarcılar kadar bunda ikna etmesi gerekenlerin de vebali vardır.
Aydın ve sosyal olmayı rakı balıktan ibaret sananların, demokratik olmayı savunurken oy vermek yerine mangala gitmeyi tercih edenlerin, laik olmayı dinsizlikle eş anlamda kullananların Atatürkçülüğe hizmetleri de maalesef yok denecek kadar azdır hatta bunların kötü örnekleri aydınlatılması gerekenlerin eğitimine de zarar vermektedir.
Şu bir kere net anlaşılmalıdır, Türklük ve İslamiyet birbirinden ayrılmaz iki kıymettir ve Türk demek, Türk ve Müslüman demektir. Buradan hareketle bunlardan birisine verilen zarar diğerini de etkiler ki kutuplaşmaların başı vaziyetindeki bu durumun ilk hedefi Türklük ve Müslümanlığı birbirine düşmanmış gibi göstermektir.
Bu şu sıralar maalesef başarılmak üzeredir ve yazık ki toplumun bir kesimi yobaz ve batıl İslam’ıyla (Kur’an’sız İslam) dini yanlış yaşar ve Cumhuriyetçileri (Tüm laik Türkleri) dinsizlikle suçlarken, laikler bu kesimi yobaz olmakla suçlamaktadır. Bu aşı elbette dışarıdan yapılan müdahaleler iledir ve fakat tesiri büyüktür. Siyonizmin elleri işte bu kadar uzundur ve bir ve beraber olması gereken toplum bu nedenle kardeş olamamaktadır.
Bu anlamsız direnç ve yanlış sadakatin kuvveti o kadar büyüktür ki inanışlarına saldırıldığını düşünen her iki kesim de karşı tarafa haksız ve adaletsiz olarak saldırmakta sakınca görmemektedir. Bu ise ülke üzerinde oynanan Türk – İslam cepheleri oluşturma oyununun başarılı olduğunu yazık ki gösterir.
Sağduyu çoğu zaman kazansa da kesimler bel altı vurmaktan dahi çoğu zaman çekinmiyorsa bu husumet çokça ilerlemiş demektir ve artık uyanma zamanıdır.
Demokratik hak ve hürriyetlere yapılan müdahaleleri kendi canı yansa da Atatürkçülere verilen zarar olarak körlemesine hem de sevinçle kabul edenler, inançlarına yapılan müdahalelere karşı isyan ve feryat etmekle adaletli olmaktan da uzaktırlar.
Fanatik bir idrakle aynı topraklarda, aynı bayrak altında, aynı Allah, Kur’an ve Peygambere tabi yaşamakta olanların kutuplaşması bu nedenle çok acıdır. Yukarıda anlatıldığı gibi bu yeni bir şey de değildir ve tarihsel süreçte pek çok örneği vardır. Lakin bu yüzyılda, Ortadoğu ve dünyada gerginlik bu seviyedeyken bu inat ve ısrarı sürdürmek akıl alır bir şey değildir.
Sadece kendisi için değil paylaşılan coğrafya ve tüm mazlum ülkeler adına Türkiye Cumhuriyeti, modern ve laik yapısıyla örnek, Kur’an İslam’ına olan yatkınlığı ile emsaldir. Bu aynı zamanda büyük bir de vebal yükler ki Türk halkı demokratik ve laik ama inançlı olmak mecburiyetindedir. Ancak bu sayede bir ve birlik ruhu teşkil edilebilir ve diğer ülkelere de örnek olunabilir.
Ama entrikalarla, kişisel çıkarlarla, haram makam ve servetlerle, fitne ve fesatlarla, yalan ve iftiralarla birbirine çoktandır düşman edilmiş kesimlerin kutuplaşmalardan sıyrılarak yeniden kardeş olması da kolay değildir. Çare ise önce Kur’an’da ve sonra Nutuk’tadır ki bu iki kaynak ülke üzerinde oynanan oyunların aynasıdır, eğiticidir, gözleri açma özelliğine sahiptir.
Okumak yerine dinlemeyi tercih eden bir toplum ise araştırmadan, kopya teknolojilerle, kitaplarına mesnetsiz uydurma bilgiler yükleyerek bu bataklıktan çıkamaz.
Akıl ve kalp işbirliği şarttır ve aslen meşruluk ve vicdan rahatlığı esastır. Halk gidilen yolda uzun farlarını açık tutmak mecburiyetindedir ki uzağı görebilmek tedbir almanın da ilk şartıdır. Sisli havada veya gece farları sönük gitmekte direnenlerin ise sonu kazadır, uçuruma yuvarlanmaktır.
Türk halkı halen gündelik çekişmelerle, gelişmeyi engelleyici çıkar çatışmalarıyla boğuşur vaziyette ise bunun sebebi birlik olmayı engelleyen güçlerin karanlık dokunuşları sebebiyledir. Bu gerçek anlaşılmadığı sürece de tedaviye başlanamaz.
Dinin ve Atatürkçülüğün bugün geldiği nokta bu nedenle vahimdir.
Bir yanda hurafeler ve İsrailiyat-arap örfleri ile yoğrulmuş İslam’a, diğer taraftan şekilci Atatürkçülüğe mahkûm edilmiş toplumun bu badireleri atlatması ve aydınlık düzlüklere çıkabilmesi bu nedenle zordur.
Öze temas edemeyen, şekilde kalan, anlatamayan, savunamayan, kendisini ifadeden yoksun kitlelerin anlaşmazlıkları anlaşarak çözmesi de bu sebeple zordur. Toplumun hiddet ve şiddet meylinin asıl sebebi de budur. Kendisini ve davasını anlatamayanların acizliği ve çaresizliği, karşı tarafı ikna edemediği gibi sinirleri de germekte ve anlaşma sağlanamayınca da çatışma kaçınılmaz olmaktadır.
Yazık ki bu çatışma çoğu zaman kanunsuz hatta vicdansız boyutlara varabilmekte, dinin en kutsalları başarı uğruna feda edilebilmektedir. Gündelik başarı ve kazanımları zafer diye niteleyenler şunu unutmamalıdır ki zafer düşmanlara karşıdır. Başarı ise rekabette kazanan tarafı tarif eder.
Kutuplaştırılan toplum maalesef sıradan işlerde dahi kendi kazançlarını zafer diye nitelendirirken, karşı kutbu düşman gösterdiğinin farkında dahi değildir. Hırs, kin ve nefret tohumları bu denli güçlüdür.
Paraya tutsak, makamlara köle, suistimale açık hale getirilen halk kitleleri bu alevli halleriyle karşısındakini yakıp yıkmakta sakınca görmüyorsa ve usulsüzlüklere müracat etmekte sakınca görmüyorsa din ve devlet zaten çökmüş, ahlak sükût etmiş demektir.
Dinin erdiriciliğinden, Atatürk ilkelerinin aydınlatıcılığından mahrum kitlelerin de gün ışığını görmesi kolay değildir.
İnsanlar, hayatlarını sosyal-beşeri ve manevi-dini olarak ikiye ayırmak, her bir alanda gereklerini yerine getirmek zorundadır. Lakin bu zorlama ve baskıdan uzak bir tercihtir. Herkes herkese saygı duymak, fikirlere katılmasa da saygılı olmak zorundadır. Nihayetinde herkes layık olduğu akibeti görecek ve dünya ve ahirette hesaba çekilecektir.
Meşruluk ile caizlik terimlerini idrak edebilmiş olanlar için yasalara uygunluk ve Kur’an’a sadakat ayrılmaz bir bütündür ve olması gereken de budur. Buna rağmen kişi bunlardan birine veya her ikisine katılmayabilir ve bu bile muteberdir.
Yöneticilerin ve kanaat önderlerinin durumu doğal olarak farklıdır ve onlar çok daha sağduyulu olmak, saygılı davranmak, hoşgörüyü ispatlamak ve adaletten ayrılmamak zorundadır. Bu kesim aynı zamanda halkı eğitmek, doğruyu göstermek, yanlıştan döndürmekle mükelleftir. İmkânlara ve sistemlere sahip bu kimseler kendilerine emanet edilen yetki ve hakları doğru kullanmak zorundadır ve bunlardaki gaflet kişisel gafletlerden çok daha etkili olduğu için de veballeri daha büyüktür.
Toparlarsak;
Atatürkçülük bu toplumun vazgeçilmezi, hayat damarıdır.
İslam toplumun maneviyatının sesidir, kıymetli ve emanet değerdir.
Bunların her ikisinde de doğru, tarafsız, hoşgörülü ve yeterli olmak, bunlarla hükmetmek asıl olandır.
Asıl yük ve sorumluluk yönetenlerde, aydınlardadır.
Mesele bir ve birlik olmak içte ve dıştaki nifak tohumlarına karşı bölünmeden omuz omuza vermektir.
Sorun toplumun manevi mikropları ayırt edememesindedir.
Bilenlerin bilmeyenlere anlatması, nasihat etmesi elzemdir.
Art niyetliler ve kardeşlik bağlarına düşman olanlar karanlık akıbetlere mahkûmdur.
Suç ve gaflet kananlardan ziyade kandıranlar da ve hakikati anlatamayanlardadır.
Bu toplum Türk ve İslam’dır, Türk ve İslam kalacaktır.
Türklük ve İslam’ı birbirine düşman etmeye kalkanlar ayıklanırsa toplum zaten huzur ve refahı çok geçmeden bulacaktır.
Bunun için eğitim şart, iyi niyet esas ve sağduyu elzemdir.
Yoksa gemi batarsa herkes batacak, bugünler dahi aranacaktır.
Zaman kısır çekişmelerden bir an önce kanuna ve imana dönmek zamanıdır.