Atatürk ve Fikriye hanım
Fikriye 1887 doğumluydu.
Zübeyde’nin ikinci eşi Ragıp beyin yeğeniydi.
Mustafa Kemal’i dokuz yaşından beri tanıyordu.
Anne babası rahmetliydi.
İki kardeşi vardı.
Selanik kaybedilince İstanbul’a göçmüşlerdi. Büyükada’da yaşıyorlardı.
Ağabeyi Enver Milli Mücadele’ye katılmak üzere Anadolu’ya geçti, kız kardeşi Jülide veremden hayatını kaybetti. Tek başına kalakaldı.
Cevat Abbas, Mustafa Kemal’in yaveriydi.
Cevat Abbas’ın eşi Memduha, Fikriye’nin samimi arkadaşıydı. Memduha’mn yanına yerleşti.
Sık sık Beşiktaş Akaretler’e geliyordu.
Zübeyde’yle Makbule’yi ziyaret ediyordu.
Mustafa Kemal’in arkadaşı Fuat Bulca, dayısının oğluydu. Fuat’a mektup yazdı.
Ankara’ya gelmek istediğini söyledi.
Direksiyon binasına kadın eli değmesine ihtiyaç vardı. Fuat ve Cevat’ın desteğiyle Mustafa Kemal’den onay çıktı.
Balıkçı motoruyla İnebolu’ya geçti.
At arabasıyla Ankara’ya ulaştı.
Uzun boylu, narin, kara kaşlı kara gözlüydü.
Halide Edip’in, Salih Bozok’un, Kılıç Ali’nin, Sabiha Gökçen’in hatıralarındaki ortak özelliği “çok güzel” olmasıydı.
Babası albaydı, çağdaş fikirli adamdı, kızlarına özel öğretmenlerle eğitim aldırmıştı, bu sayede Fransızca ve Rumca biliyordu.
Kitap kurduydu, özellikle tarih okumayı çok severdi.
Piyano ve ud çalıyordu, Rumeli türküleri söylerdi.
İstediği zaman en kalabalık ortamlarda pırıl pırıl parıldar, etrafına ışık saçarak herkesi mıknatıs gibi üstüne çeker… İstediği zaman da adeta şeffaf hale gelir, tenha odada bile varlığı hissedilmezdi.
(Mustafa Kemal’in yakın çevresinde yer alan insanlara dair binlerce sayfa okudum… Fikriye’yi sevmeyen, Fikriye hakkında olumsuz görüş belirten, hatta Fikriye’ye hayran olmayanı görmedim.)
Başından evlilik geçmişti.
16 yaşındayken Mısırlı bir tüccarla nikâhlamışlardı.
Bir yıl dolmadan baba evine dönmüştü.
O incecik bedende cengâver ruhu taşıyordu.
At biner, silah kullanırdı.
Milli Mücadele’nin sonu belirsiz günlerinde, en çetin savaş şartlarında Anadolu’ya geçme cesaretini göstermişti
Âşıktı.
Mustafa Kemal’in ketaibar tespihinden kolye yaptırmıştı. Boynundan çıkarmazdı.
Mustafa Kemal’in ilk görev yeri Şam’dan kendisine hediye olarak getirdiği tepsiyi, mücevher gibi saklıyordu.
Cumhuriyet’ten önceki yıllara ait fotoğraflarında bile saçı açıktı. Yaverlerin, askerlerin yanındayken bile başörtüsü takmazdı. Sokağa çıktığında başını bağlamamak için genellikle bere kullanırdı, bereyle bile saçının tamamını örtmezdi. Kadınlar için ayıp sayıldığı dönemlerdi ama, umursamazdı, pantolon giyerdi.
Direksiyon binasındaki odası ikinci kattaydı. Sadece bir gaz lambası, bir koltuk ve bir mektep karyolası vardı, saman yatak seriliydi, başka eşya yoktu, bomboştu.
Kilim bile yoktu.
Binada tek tuvalet vardı. Gün boyunca komutanlar, yaverler kullanıyordu. Mecburen gece yarısını bekliyor, el ayak çekildikten sonra o tek tuvaleti kullanıyordu.
18 ay bu halde yaşadı.
Direksiyon binasından sonra, bir yıl Çankaya’da kaldı.
Askeri fotoğrafçı Esat Nedim Tengizman tarafından çekilmiş çok sayıda fotoğrafı var ama, Mustafa Kemal’le birlikte çekilmiş bir tane bile olsun fotoğrafı yok.
Bu kadar uzun süre Mustafa Kemal’in yakınında bulunup, bir kare bile hatırası olmayan tek kişi o’ydu.
Mutfağı, çamaşırı, temizliği organize ediyordu.
Nöbetçilere dağıttığı irmik helvası pek meşhurdu.
Perdelik kumaşlar aldı, elleriyle dikti.
Bahçeye çiçekler ekti.
Çankaya sofralarının ilk ev sahibesiydi.
Aile ortamı oluşturmuştu. Evli komutanlar Çankaya’ daki toplantılara misafirliğe gelir gibi eşleriyle gelmeye başlamıştı.
“Hala” dediği Zübeyde hanıma öz kızı gibi bakardı.
Mustafa Kemal’in hediye ettiği “Zater” isimli atıyla Çankaya sırtlarında dolaşırdı. Yanına koruma almazdı, tüfeğini alır giderdi.
Sağlığı bozuldu.
Verem teşhisi kondu.
Maalesef çok sigara içerdi.
Avrupa’ya tedaviye gönderilmesine karar verildi.
Aslına bakarsanız, tedavi süreci vesile olmuştu …
Çünkü, Mustafa Kemal evlenmeye karar vermişti.
Latife gelecekti.
Fikriye’yle aynı çatı altında bulunması doğru olmazdı.
Tren istasyonuna kadar Mustafa Kemal tarafından getirildi.
Tesadüfen karşılaştıkları Halide Edip Adıvar, o vedalaşma anını şöyle tasvir etmişti: “Kürkünün içinde pek zayıf görünüyordu, hastaydı, gülümsemek için bile güçlük çekiyordu, yüzü ıstırap maskesi”ydi.
Paris üzerinden Münih’ e sanatoryuma gidiyordu.
“Gitmek istemedim ama Paşa ısrar etti” dedi.
Mustafa Kemal’in evlendiğini Münih’teyken öğrendi.
Ağladı ağladı ağladı. . .
Tedavisini yarım bıraktı, apar topar İstanbul’ a döndü.
Bambaşka bir atmosferle karşılaşmıştı.
Daha düne kadar fıldır fıldır etrafında dönen, kendisini çay partisinde ağırlamak için adeta merasim yapan harnmlar, aniden yüz çevirmişti.
Ne arayan vardı ne halini soran.
Artık Latife modaydı.
Latife ilgi odağıydı.
Fikriye yalnızlaştırılmıştı. Bu vefasızlık, bu ikiyüzlülük, zaten hassas olan duygularını iyice darmadağın etti.
14 ay boyunca akrabalarının yanında kaldı.
Gerçekleri kabullendi diye düşünülüyordu ki…
Gizlice trene bindi, Ankara’ya gitti.
Çankaya’nın kapısına dayandı.
Latife köşkteydi.
Dedikodular zaten tahammül sınırını zorluyordu.
“Gözüm görmesin bu kadını” diye bağırdı.
Mustafa Kemal’le görüşmesine izin verilmedi.
Kapıda bekleyen faytonla geri döndü.
Kederi gözlerinden okunuyordu, tükenmişti.
Az biraz gittiler. .. Mustafa Kemal’in armağanı olan sedef kabzalı Browning tabancayı çantasından çıkardı, kalbine dayadı, tetiğe bastı.
Kanlar içinde faytondan düştü.
Yaşıyordu.
Numune hastanesine götürdüler. Başhekim Ömer Vasfi Aybar’ın anlatımına göre, mermi sol akciğeri delmişti, kalbin dış zarını zedelemişti, nefes alırken zorlanıyordu ama, kurtulmasına kesin gözüyle bakılıyordu.
Bir haftayı atlattı.
Normale dönüyordu.
Maalesef yüksek ateş başladı.
Zatürree nüksetmişti.
Komaya girdi.
İki gün dayanabildi…
Tetiği çektikten dokuz gün sonra son nefesini verdi.
37 yaşındaydı.
O tarihli Hakimiyeti Milliye ve Vatan gazetelerinde “Zeynep Fikriye namında bir kadının intihar ettiği” yazıyordu.
“Reisicumhur hazretlerine uzak akrabalığı olup, kimsesizliği ve hastalığı dolayısıyla iki buçuk sene evvel Gazi Paşa’nın mazharı himaye ve muavenetine nail olmuş” deniyordu.
Üçüncü sayfada tek sütundu.
Hepsi bu’ydu.
Mezarının nerede olduğu bilinmiyor.
Çankaya’ya çıkan derenin kenarında bir söğüt ağacının dibine, bugünkü Kuğulu Park civarında toprağa verilmişti.
Defin işlemini Mustafa Kemal’in karakutusu Salih Bozok yapmıştı. Salih’in akrabalarına anlattığı detaylar, bu adresi teyit ediyordu.
Latife de kulaktan kulağa duyduklarını kendi yakınlarına anlatmıştı, Latife de “Çankaya’ya çıkan dere kenarı”nı söylemişti.
Mustafa Kemal’in kız kardeşi Makbule’ye göre…
Latife Atatürk’ü, Fikriye Mustafa Kemal’i sevmişti.
Biri sonuca, öbürü sebebe âşıktı.
Sabiha Gökçen daha açık konuşuyordu…
“Sofrada arkadaşlarına anlatırken dinlediklerim var, şahit olduklarım var. Hiç şüphesiz Atatürk’ün de Fikriye hanıma karşı ilgisi vardı ama evlenmeyi düşünmemişti. Düşünmüş olsaydı saklamaz evlenirdi. Ben kendimce hep şöyle düşünürüm, keşke Fikriye hanımla evlenseydi.”
Latife ise, her zamanki gibi gerçekçiydi… Fikriye’nin intiharını “aşık kadının deliliğe varan gücü” diye yorumladı.
Mustafa Kemal iki kadın arasında kalmıştı.