Atatürk ilkelerinin toplumsal yansımaları ve gafletler
Atatürkçülük ilkeleri; Cumhuriyetçilik, laiklik, halkçılık, devletçilik, milliyetçilik, inkılapçılık diye bilinen ana prensip ve yollardır. Ayrıca bu altı ana ilkeden başka tamamlayıcı ilkeler adıyla da anılan yedi ilke daha vardır ki bunlar; tam bağımsızlık, milli egemenlik, bilimsellik, barışçılık, milli birlik, çağdaşlaşma, insan sevgisi (anti bağnazlık – taassupsuzluk) ilkeleridir.
Bu ilkelerin ana olanları anayasa ile teminat altına alınmış, tamamlayıcı olarak anılanlar ise ana ilkelerin uygulanmasından ortaya konmuş ve yardımcı ilkeler olarak da anılan prensipler olarak yaygınlaşmıştır.
Toplumda genişçe yer bulan ve yasalarla da korunan bu ilkelerin bazı kesimlerce reddedilmek istenmesi ise Atatürkçülük dava ve ilkelerini savunma azmindeki bizleri üzmektedir. Çünkü yaşamsal öneme sahip bu ilkelerin ne denli önemli ve beka ve çağdaşlaşma için ne denli hayati olduğu malumdur.
Toplumun bazı kesimlerince anlaşılmayan, sevilmeyen veya reddedilen bu ilke ve anlayışın tüm kesimlerce kabullenmesine engel olarak ise maalesef cehalet, menfaat beklentisi, siyasi fanatizm ve gaflet ön sıradadır.
Bu kesimlerin akılcı ve başarısını ispat etmiş Atatürkçülük ilkelerine husumeti toplumsal birliği bozan ve ilerlemeyi engelleyen en mühim meseledir ve maalesef bu nedenledir ki milli birlik de anlaşılmaz vaziyette sağlanamamaktadır.
Bu ilkeleri reddedenlerin sesine kulak verildiğinde ise karşımıza başlıca birkaç itiraz konusu çıkar ki bunlar Atatürkçülüğü bizlerin anlatamamasından ve onların fanatizm ile anlamaktan kaçışından kaynaklanmaktadır.
İlkelere karşı çıkanların durumu
Öncelikle bu ilkelerin hayata egemen olmasına karşı çıkanlara bakacak olursak, bu kesimin Nutuk ve Milli Mücadele ile İnkılap yıllarına ait diğer yazılı kaynakları okumaktan özellikle uzak kaldığını, bırakıldığını görürüz ki bu davayı anlamamanın en temel sebebidir. Yani sistemin ne denli uygun ve başarılı, nasıl temiz ve milli, ne kadar uygulanabilir, sürekli, değişmez ve organik olduğunu inatla öğrenmek istemeyen kitlelerin direnişleri bu sayede sürmektedir.
En büyük oyun ise maalesef din konusunda yaşanmaktadır ki Türkçe ibadeti dahi dine ihanet olarak tanımlayan bir grup yobazın güdümündeki kitleler, Atatürkçülük ilkelerini dine karşı görmekte, okumadıkları, dinledikleri için yobaz tayfa tarafından sunulan yalan haber ve belgeleri gerçek sanmakta, Atatürk davasının milliliğinden, akılcılığından, sağladıklarından ve haklılığından habersiz kaldıkları için Atatürk gibi bir ulusal kahramana bile karşı durmaktadırlar.
Dini anlaşılabilir, öğrenilebilir ve yaşanabilir duruma getirerek meal ve tefsirler hazırlatan Atatürk ve arkadaşlarının, İslam’a ne denli büyük hizmet yaptıkları ortadayken, din düşmanlarınca dinin ve Kur’an’ın değil Arapçanın kutsal hale getirilmesi tamamen Siyonist bir hamledir ve fakat kitleler bu oyuna sıkça ve kolayca geldiği için hem de dini savunmak adına en kutsal İstiklal harbine dahi karşı gelebilmektedir.
Bir diğer kritik başlık ise sistemden değil kişilerden kaynaklanan sorunların ilkelere mal edilmesidir ki yanlış anlaşılan, farklı yorumlanan veya bizzat yanlış yapılan şeyler sisteme bilinçli olarak mal edilerek Atatürk ilkelerine olan husumet maksatlı olarak körüklenmektedir.
Nihayet ihanet meselesi can alıcı bir diğer konudur ki gerek manda ve himaye dileyenlerin, gerekse yurt içindeki saltanat ve hilafet tutkunlarının, kaybettikleri iltimas ve menfaatlerin hıncıyla Atatürk ve ilkelerine saldırması, bunu sistemli bir şekilde siyaset haline getirmeleri ve kaybettikleri menfaatleri geri kazanma arzuları neticesinde cahil halk kitleleri kandırılmakta, milli egemenlik ve tam bağımsızlık uğruna canlarını ortaya koyan vatan evlatları düşman gösterilmektedir.
Son olarak akla ve bilime karşı duranlar ve eskinin karanlık, merdiven altı, batıl ve demode yaşam tarzı tutkusuyla yanıp tutuşanlarca hilafete ve saltanata dayalı, sözde şaşalı Osmanlı yaşam tarzı savunulmakta ancak duraklama ve çökme zamanlarındaki Osmanlının geldiği durum göz ardı edilerek, kıtalara yayılan bezdirici, korkutucu etki ve gövde gösterisi aranırken, misakı milli ile belirlenen milli sınırlar bu hayallerine engel gösterilmektedir.
Keza dini ve Türklüğü yaymak özlemiyle yanlış yere Osmanlı’yı örnek alan kitlelerce, Osmanlı’nın aslında bu gayretler yerine devşirme hatunlar getirmeyi ve vergi adı altında ganimet almayı tercih ettiği göz ardı edilmektedir. Yani dinen cihat değil bir işgal olan bu savaşların dine hizmeti de Türklüğe hizmeti de yoktur ki İslam ve Türk düşmanlığı o zamanlardan kalmadır.
Türkçe ve milli tarih konusunda da Orta Asya’dan itibaren filizlenen Türk kültürüne dönüş ancak Atatürk ilkeleri ile mümkün olabilmiştir ki halen bu çalışmalar tamamlanmış bile değildir. Turanizm yani Türki devletleri aynı bayrak altında toplamak özlemi bir ortak arzu olmakla beraber Atatürk ilkelerinde temel gaye olarak yer almıyorsa bunun sebebi, ilkeleştirildiği takdirde pek çok tehlikeye gebe bu hayalin hayata geçirilmesinin de zor olduğu içindir.
Aynı şekilde Türkçe’nin çok eski ve kadim bir dil olduğunu, tüm Latin dillerine esas teşkil ettiğini anlamaktan aciz çevrelerin, Türkçe’nin akıl ve bilimle yakın ilişkisini anlamakta yetersiz kalmaları da normaldir. Çünkü din dahil tüm meselelerde öğrenmenin ilk şartı anlamak ve anlamanın ilk şartı da bu işin bilinen dille yapılmasıdır. Maalesef bu alanda en büyük zafiyet din alanında yaşanmaktadır ki Arapçaya mahkûm bir din yaşamak arzusundakiler Kur’an’dan habersiz değişik bir din yaşamakta ve yobazlıktan kurtulamamaktadır.
Kadınların mal olarak anıldığı, mirastan mahrum bırakıldığı, nüfus sayımında yok sayıldığı, kara çarşaf ve peçelere mahkûm edildiği, iş hayatına sokulmadığı, tek başına sokağa çıkamadığı, on üç yaşında yaşlı dedelere karı yapıldığı, okuma hakkının elinden alındığı bir düzen arzusuyla yanıp tutuşanlarca kadınlara Cumhuriyet’in verdiği haklar hala hazmedilememiştir ve bu Atatürk ilkelerine ayrı bir itiraz konusu yapılmaktadır. Oysa dinen de, yasal olarak da kadın ve erkek adalet önünde eşittir, haklar eşittir, gasp olunamaz.
Çare
Aydınların mesuliyeti
Bu anlaşılmaz itiraz ve gereksiz muhalefetlerin önüne geçilmesi elbette kolay değildir ve yoğun arabizm ve israiliyat (küresellik ve siyonizm) altında inleyen ülkemizde bunları düzeltmek için uzun zamana ve kuvvetli bir istikrarlı yaklaşıma ihtiyaç vardır. Bu azim ve kararlılık gösterilebilirse bu takdirde de görev hem cahil halka ve hem de aydın Atatürk dostlarına düşmektedir.
Bunun için aydınlarca yapılması gereken en mühim şey en başta kendi bilgilerini tazelemek, şekilcilikten uzak Atatürkçülük ruhunu anlayarak kitlelere anlatabilmektir. Rozet Atatürkçülüğü, Atatürkçülüğün en büyük düşmanıdır. Dindeki karşılığı münafıklık olan bu durum öyle görünüp ama öyle olmamakla kardeştir ve maalesef bu zihniyet Atatürkçülüğü tören geçişleri, resim sergileri, rakı balık sofraları, dekolteler, estetik ameliyatlar, burslar ve yurt imkânları ile eşitleniş vaziyettedir.
Tarihi gerçekleri saptırmadan anlatabilmenin yolu ise evvela araştırmak ve öğrenmektir ki maalesef daha Türk Tarih Tezi ve Türk Dil Tezi üzerine araştırmalar yok denecek kadar azdır. Ulu Önderin ömrünün neredeyse son sekiz senesini ayırdığı bu meseleler üzerine kafa patlatmak yerine kopya makaleleri Türkçeleştirerek prim yapan sözde aydınların Atatürkçülük davasına da katkıları elbette olmayacaktır. Hatta zarar vereceklerdir.
Başta barbar anılan Türklerin medeniyetin anası olduğuna kendileri inanmak zorunda olan aydınlar bunu ispatla uğraşmalıdır. Türk dilinin tüm dillerin anası olduğunu araştırıp ispat etmek mecburiyetindeki sözde aydınlar halen Türkçe’yi yabancı diller boyunduruğuna sokmakla, türedi kelimeler üretmekle ve entelektüel olma edasıyla ekranlarda boy göstermekle meşguldür.
Milli Tarih ve milli-asli dil olan Türkçe bu denli savunmasız bırakılınca da arapça ve İngilizce başta olmak üzere yabancı diller milli kültürü delik deşik etmekte, milli tarihimiz başkalarınca kaleme alınırken sayısız hata ve hakaret serbestçe yapılmakta, aydınlar da buna çanak tutmaktadır.
Atatürkçülüğe karşı duranların saflara çekilmesi için evvela milli olma şuuru, milli tarih, milli kültür, milli dil öne çıkmalı ve halka da anlatılmalıdır. Bu yapılmadığı içindir ki kendisiyle övünmeye bir vesile bulamayan halk kopya şahsiyetlerle başkaca maceralara taraftar olmakta, Türk olmakla adeta utanmaktadır. Bu da Türklükle neredeyse eş anlamlı olan Atatürkçülüğü savunmasız hale getirmektedir.
Atatürkçülüğün gerçek manasını anlatan araştırmacı yazılı kaynaklar da bir hayli azdır ve hatta bu gayeye yönelik hazırlanan film ve yayınlar sponsor bulmakta dahi zor durumdadır. Öte yandan abuk subuk film ve kitaplar için tüm servet sahipleri sıraya geçmiş vaziyettedir. Aydınlara düşen ne pahasına olursa olsun milli davada gerekirse tüm servetini feda ederek bu kutsal davada hiç değilse birkaç kimseyi ikna edebilmek için para harcamaktan çekinmemektir.
Atatürkçülüğe yapılan sözlü ve yazılı saldırılara, Atatürk heykellerine veya Türk bayrağına yapılan tacizlere sessiz kalan devasa bir Atatürkçü kitle vardır. Oysa sarı öküz hikâyesinde olduğu gibi küçük tavizler büyük tavizleri doğurur ve ağız birliğiyle tüm aydınlar bu hakaret ve saldırılara en şiddetli şekilde karşılık vermelidir ki müteakip saldırı ve tacizler engellenebilsin.
Nihayet aydın kesim, İstiklal harbinin ve inkılapların ruhunu anlamak ve anlatmakla mükelleftir. Sözde değil özde Atatürkçülük de bunu gerektirir.
Atatürkçülüğe karşı duranların vebali
Akıl insana bahşedilen en büyük nimetlerden ve bilim insanlık medeniyetinin vardığı noktadır. Her insan fikirleri ne olursa olsun akıl ve bilime değer vermek zorundadır ve yukarıda da belirtildiği gibi Atatürkçülük konusunda da herkes ikna olmasa ve istemese dahi hiç olmazsa bir kez yaşananları anlamaya çalışmalıdır. Çünkü düşman diye tanımlananın tanınmıyor olması akla karşıdır ve haksızdır ve zaten güdüktür. Bu sebeple yakın tarihi her akıl sahibi okumak ve anlamakla mükelleftir.
Bu dahi yapılmıyorsa durum zaten vahimdir ve batıl bir körlükle yanan beyinler zaten akılla değil güdülerle hareket ediyordur ki onların ıslahı zaten olası değildir.
Akıl sahipleri Atatürkçülüğü anlamaya çalışmak ve aynı zamanda savundukları dincilik veya Osmanlıcılık akımlarını da tanımaya çalışmak mecburiyetindedir. Eminiz ki Atatürkçülüğü karşı çıkan her yüz kişiden en az doksan beşi Kur’an’dan da, Osmanlı tarihinden de, genel insanlık tarihinden de habersizdir. Oysa en savundukları tezleri dahi ezbere yaşamak akıl sahibi insana hiç yakışmayandır.
Bu savunulan veya düşman kesilinen akımlar araştırıldığında doğru ve yanlışlar ortaya çıkacak ve Atatürkçülük ile yapılmaya çalışılanların hakiki bir kurtuluş hikâyesi olduğu görülecektir. Yine görülecektir ki Atatürkçülük ne ecdada ve ne de dine düşmanlıktır. Aksine çok eski çağlardan beri süregelen Türk milliyetçiliğini ayağa kaldıran, Türklüğün unutulmuş meziyetlerini gün ışığına çıkaran Atatürkçülüktür. Aksine dini yobazlıktan kurtaran anlaşılır kılan Atatürkçülüktür. Ancak bu sezi kabiliyetine varmanın şartı araştırmak ve öğrenmektir.
Din Kur’an’dan öğrenilirse, anlaşılırsa, bilinir hale gelirse en dinci tayfa dahi Atatürkçü olmak zorundadır çünkü Atatürk tezleri dine tamamen uygundur, din ile istenen ahlak, ferdi hürriyet, eşitlik, adalet gibi tüm temel kavramlar Atatürkçülüğün korumaya aldığı temel değerlerdir.
Osmanlı tarihi incelenirse, Atatürkçülüğün duraklama ve çökme döneminden önceki dirilişe sadık ve fakat sonraki zamanlarda huy haline getirilen bilim düşmanlığına da karşı olduğu görülecektir. Evlatlarını tahtlarını korumak adına katleden padişahlar hem de bunu din adına yaparken biri çıkıp dine göre bunun cinayet olduğunu söyleyemiyorsa, devşirme hatunlardan olan çocuklar Türk İmparatorluğuna Sultan diye dayatılıyor ve kimse karşı duramıyorsa son zamanlarındaki Osmanlı tanınmıyor demektir. Savaşlarda ganimet ve hatun sevdasıyla toprak işgal edenler servetler içinde yaşarken, Türkler üçüncü sınıf vatandaş muamelesi görüyor ise Türkçülük sevdasındakiler Osmanlı’ya karşı koymalıdır.
Padişahı aynı zamanda halife kılan, halifeyi haşa Allah’ın gölgesi diye tanıtan, halkı kul olarak gören bir anlayış din adına pazarlanıyorsa evvela buna din adamları karşı çıkmalıdır.
Cumhuriyet ile laiklik ilkesi kabul edilmiş, vicdanlar hür bırakılmış, devlet işleri dini buyruklar yerine akıl ve bilime yaslandırılmıştır. Küresel dünya, çağdaş medeniyet ve refah için şart olan bu durum Atatürk ilkelerinin de savunduğu en temel ilkelerdendir.
Atatürk ilkelerinin önemi en çok şöyle anlaşılır;
Bir an için düşünelim; Atatürk ve dava arkadaşları olmasaydı, kurtuluş savaşı hiç yaşanmasaydı ve inkılaplar hiç yapılmasaydı bugün geldiğimiz noktada durumumuz ne olurdu? Din nerelerdeydi, hangi dine mensuptuk, camiler ayakta kalır mıydı, memleketin köylerinde ezan ve cami olur muydu? Kadınlar ne durumdaydı, ekonomi nasıldı? Ordumuz olur muydu? Ramazan ayında ülkede oruç tutmak serbest olur muydu? Kurban kesilebilir, hacca gidilebilir miydi? İstanbul’da, Sivas’ta hangi ülkelerin bayrakları dalgalanırdı? Sokaklarda hangi dil konuşulur, vatandaşlar hangi işlerde kaç para maaş ile çalışırdı? Yeraltı kaynaklarından halka düşen hisse olur muydu? Taciz ve tecavüzler, çocuk istismarları engellenebilir miydi? Kızlarımız serbestçe okula gidebilir, erkeklerimiz istediği alanlarda tahsil görebilir miydi? Irzına geçilen kızlarımızın hesabı sorulabilir miydi?
Bu örnekler çoğaltılabilir. Görülür ki şayet Çanakkale harbiyle başlayan Atatürk destanı olmasaydı ortada ne memleket kalırdı ve ne de din ve vatan. Ne hürriyet kalırdı ve ne de istiklal. Ezan olmaz, bayrak olmaz, huzur ve refah hiç olmazdı. Tacizler, zulümler, tecavüzler sokakları sarar, korku evlere egemen olurdu.
Sonuç
O halde Atatürkçülük davası tamamen milli ve şart bir hamledir.
O halde herkes davayı önce öğrenmek ve sonra inanmak ve mevcudiyetini borçlu olduğu bu sisteme ve bu sistemin dava insanlarına minnet duymak zorundadır.
O halde herkes oynanan oyunun farkına varmalı, arabizm ve israiliyat altında sahnelenen zararlı akımlardan uyanmalı ve gerçeğe dönmelidir.
Cehalet ve gaflet mazeret değildir, olamaz. Kandırılmak ve aldatılmakta. Para ile satın alınmakta, mevkiler ile taraf değiştirmeye zorlanmakta.
Türk kelimesi Türk ve Müslüman anlamındadır. Bu ikisini ayırmaya ve birbirine düşman etmeye çalışan herkes istisnasız düşmandır, birlik ve beraberliğimize engel olmaya çalışandır.
Atatürkçülüğü dine, vatana, Osmanlı’ya düşman göstermek isteyenler maksatlı çevrelerdir ve dini hissiyatları zedeleyen, din ile aldatanlardır. İnkılapların baş düşmanı cehalet ve yobazlık maalesef hala yaşamaktadır ve yenilmesi de ancak aydınlanma iledir. Bu aydınlanma ise ancak akıl ve bilimle olur ki Atatürkçülükte en gerçek yol gösterici bu ikisidir.
O kadar ki ulu önder mealen “bir zaman sözlerin bilim ve akıl ile çelişiyorsa, dediklerimi unutun, bilimin dediğini yapın” diyecek kadar yüce bir önderdir, akla değer verendir.
Dine hizmetleri çoğu sahabeden dahi fazla olan Atatürk’ü dine düşman göstermek, modern ve çağdaş Türkiye’ye karşı olmak, ülkeyi Araplaştırmak gayesidir.
Aydınlar Atatürk’ün davasını tam anlamak ve halka anlatmak, yaşayarak göstermek, halk bu ilkeleri tanıyarak desteklemek zorundadır.
Her türlü yolsuzluğa, haksızlığa, adaletsizliğe karşı olan, devleti yücelten, fert hürriyetlerini esas alan, toplumsal topyekûn kalkınmayı esas alan, kadın erkek eşitliğini öngören, aydınlanmayı hedef edinen, tam bağımsızlık ve milli egemenliği şart koşan Atatürkçülüğü farklı göstermeye çalışmak seksen iki milyona yapılmış haksızlık ve saldırıdır.
Bugün bayrak hür dalgalanabiliyor, ezan hür okunabiliyorsa bu Atatürk ve dava arkadaşları sayesindedir ki vatan toprağı binlerce şehit kanıyla kutsanmış mübarek yurdumuzdur. Nasıl ki Çanakkale’de, İstiklal harbinde bu ulus sırt sırta kardeşçe savaşmış ve şehadet şerbetini koyun koyuna içmişse bugün de kardeş ve birlik olma zamanıdır, Atatürk ve davası etrafında toplanma ve toparlanma zamanıdır.
Oyun büyük ve tehlikelidir, sonuçları vahimdir. Oyunları boşa çıkarmanın yolu ise rehber Atatürk’tür, rozetçi değil gerçek Atatürkçü olabilmektir.
Sevgiyle kalın, Atatürk’le kalın.