Atatürk ilkelerinin anlamı ve gerekleri nelerdir
Atatürk veya Atatürkçülük ilkeleri temel altı ve bütünleyici sekiz ilke ile tanımlanır ve fakat ilkelerin tamamı bir bütündür ve birbirini tamamlar mahiyettedir. Yani Atatürkçüyüm diyen birisi için bunların tamamına istisnasız saygı ve sevgi besleyip rehber edinmek, Atatürk’ün izinde olduğunu iddia edenler için kaçınılmazdır.
Çünkü bu dinamik ilkeler zamanın hoyratlığına karşı kendisini kanunlar ve bilimsel ilkeler ile tekamüle sokan, zamanın düşman nevileri ile baş edecek güce sahip, milletten ve imandan feyz alan tarihi ve kültürel bağlar, mahiyetler, kurallar, inançlar ve gayretlerdir.
Her bir ilkenin özü esasen medeniyet yolunda kültür ve benlikte deformasyon yaşamadan ilerlemeyi öngörür ki bu anlamda inkılapçılık ilkesi tamamına ev sahipliği yapar. Ancak her bir ilke ayrı ayrı ele alındığında ise karşımıza farklı nüanslar ve eylemler çıkar ki kamu ve ferdin refah ve mutluluğu da buna bağlıdır.
Avrupa’yı kasıp kavuran feodalite anlayışına ve faşist yaklaşımlarına karşılık demokrasi ve Cumhuriyet aydınlanması sağlayan bu ilkeleri takip etmek, sadece millet ve devlet için değil aynı zamanda kaderin yüklediği bir mesuliyet olarak mazlum devletlerin tamamına ışık ve umut olmak bakımından da Türk milletine Yüce Allah’ın yüklediği bir görevdir.
Atatürk ve Atatürkçülüğe sürekli ve mesnetsiz saldıranlara bu gözle bakmak gerekir ki iman ve akıl eşlemesiyle haysiyetli ve dürüst bir gelecek temin etmeyi hedefleyen bu ilkelere karşı olmak şirke, yobazlığa, akılsızlığa, haysiyetsizliğe teslim ve razı olmaktır ki adı ne konursa konsun bu ilkelerden en ufak bir sapmaya razı geliş çok kötü sonuçları doğuracak kadar vahimdir.
O halde ilkeleri yakından tanımak ve gereklerini bilmek lazım gelir.
Cumhuriyetçilik ilkesi;
Temel katsayısı Cumhuriyet ve demokrasi olan bu ilke, halkın egemenliğini ve egemenliğin kayıtsız şartsız olmasını esas alır. Yani özeti demokratik süreçteki takvimli seçimler ile belirlenen vekiller ve bu vekillerin anayasaya uygun işleyişi şeklindedir. Özetle halkın idaresinde yetkili tek merci TBMM’dir.
Çağdaş ve hakkaniyetli anayasa teşkili ve idamesi meclisin en büyük görevi ve Cumhuriyetin bekası için de şart olandır. Kuvvetler ayrılığını kesin olarak öngören bu ilkede kimse vazgeçilmez değildir ve asıl olan devletin çıkarları, halkın mutluluğudur.
Milli iradeyi esas alan bu ilke, kişileri değil devleti, azınlığı değil çoğunluğu baz alır ve kamunun yararlarını fertlerden üstün tutarken hukukun üstünlüğü ilkesine imza atar.
Milli olmayı ve milliyetçiliği savunan bu ilke, azınlıklara ve etnik gruplara asla ırkçılık yapmaz iken, Türk olan ve bununla iftihar edenlere haklı gurur yaşatır.
Bu ilke, hürriyet ve istiklal uğruna ölmeyi gerektirir ve bağımsızlığı her alanda ön şart kabul eder ki tarım, ekonomi gibi alanlarda dahi tam bağımsızlık gerektirir.
İnkılapçılık ilkesi;
İnkılap ve devrim aynı anlamda kullanılıyorsa da aynı değildir. İnkılap çok daha köklü, kalıcı, milletin ihtiyaçlarından doğan ve faydalı değişimlerdir ve devrim gibi bir kez yapılıp bitmez, devam eden ve kendisini yenileyen bir süreçtir.
Atatürk veya Türk milleti inkılabı ise tüm dünyadan çok daha farklıdır çünkü içerisinde planlı bir direniş, esarete başkaldırı ve sayısız devrim içerir. Halkın bu inkılaplar ve aydınlanmalar için canını ortaya koyması, dünyada hemen hiçbir inkılapta rastlanılmayan bir şeydir ve bir diğer fark ise bu inkılapların her alanda sonsuzluğa kendisini zamana uydurarak akışı ve milletin tabiatına uygun yani milli olmasıdır.
En hakiki yol gösterici olarak bilim, alan İnkılapçılık bu anlamda; bilim ve aklı egemen kılmayı, doğruluk ve dürüstlükten ayrılmamayı, hukuk ve yasaların üstünlüğünü, meclisin tek yetkili merci olmasını, aydınlanmayı, kültüre, bilme ve dine aykırı yobazlık ve çağdışılıkları ortadan kaldırmayı hedef alır.
İlke, araştırmayı, çalışmayı, öğrenmeyi ve yurda hizmet etmeyi esas alır, beyin göçüne karşıdır, milletin kalkınmasını ve refahını temine çalışır. Bu yüzden de bu ilke gençlere emanettir ve onlara görevler verir.
Milliyetçilik ilkesi;
Ne mutlu Türk’üm diyene şeklinde özetlenebilecek bu ilke ırkçılığa, faşizme tamamen karşı ama öte yandan tarihi ve kültürel şerefi taşımakta kararlı ve bunda da haklı olan ulusa Türk temel katsayısı etrafında toplanmayı emreder.
Anadolu ve devlet, ulus ve millet, bayrak ve tüm milli olan şeylerin temeli bu Türklük bilincidir ve ilke asırlardır baskılanmış ve üçüncü sınıf insan muamelesi görmüş Türklüğü ayağa kaldırmak gayesini güder.
Milli ve beraber olmayı, Türklük etrafında kenetlenmeyi öngören ilke, sınırlar ve bayrak altında yaşayan herkesi kardeş kılar ve aynı ideale hizmete çağırır.
Yurtta ve dünyada sulhu herşeye rağmen değil şartlara bağlı olarak öngören bu ilkede tam bağımsızlık ve egemenlik vazgeçilmez öğeler olup, bunlara uygun barış tekliflerine her zaman kapılar açıktır. Yani karşılıklı çıkarlar, görev ve sorumluluklar, hassasiyetler esastır yani mütekabiliyet ön plandadır.
Türk tarih tezi ve Türk dil tezi bu ilkenin belkemikleridir. Asırlarca yanlış öğretilen bu bilgileri tanzim bu ilkenin esas gayesidir. Dolayısıyla milli olmak üzere; eğitim, ekonomi, sanat, tarih, kültür vs. esastır.
Türki Cumhuriyetler başta olmak üzere, tüm dost ve kardeş ülkelerle ilişkiler de bu esaslar üzerine tesis edilmelidir.
Devletçilik ilkesi;
Devletçilik ilkesi aslen ekonomi ile ilgili görünse de yasama ve yürütmeden, ekonomi ve ticarete kadar her alanda söz sahibidir ve özü küçük ama etkili devlet modelidir. Bu modelde devlet kritik ve zorunlu üretim ve projeleri yürütmekten, diğer alanlarda özel sektörü teşvik, destek ve kontrol etmekten mesuldür.
Devletin kendisi küçük ama etkili olacak, kurumsallaşacak, yasalara uygun işleyecek, gücünün yetmediği alanlarda özel sektörü devreye sokacak, teşvik edecek, prim verecek, kredi imkanı sağlayacak ama öte yandan kontrol ve denetimi aksatmayacaktır. İlke tüm tesis, teşkil ve icrada namus kavramını ön planda tutar.
İlke, devletin iyi niyetli kişisel teşebbüslere yardımını öngörürken, yabancı veya çok uluslu şirketlere de davet çıkaracak lakin milli üretim, milli işçi ve milli yasaları egemen kılacak, sonuçta milli menfaati koruyacaktır.
İlke rekabete uygun, haysiyetli üretimleri ödüllendirecek ve fakat vergi politikasında haklı ve istikrarlı olacaktır. Çünkü bütçe devletin sermayesidir ve bu anapara doğru ve faydalı kullanılmalıdır. Yine devlet üretici ve tüketiciyi korumak, üretim esaslarını belirlemek için yasalar çıkartacak ve herkesin buna uymasını temin edecektir.
Muhakkak ki devletin özel sektöre desteği sadece şirket bazında değildir ve sanayiden tarıma her alanda bir destek söz konusudur. Bu destek sadece para ile de sınırlı değildir. Devlet tohum temininden, kanun çıkartmaya kadar her alanda öncü ve öngörülü olacak, halkın ihtiyaçlarına ve önerilerine kulak verecek, anılan üretimin belli alanlarını veya bazen tamamını özel sektöre bırakırken denetimi asla elden bırakmayacaktır. Hortumculuk, karaborsacılık, yolsuzluk ve kanunsuzlukları ise şiddetle cezalandıracak ve bu sayede adaleti sağlayacaktır.
Kendi kendine yeterliliği, yerli malı kullanmayı esas alan ilkeye göre sıkça yatırım yapmak ve istihdam sağlamak ana gayedir.
Halkçılık ilkesi;
Tek kelime ile izahı eşitlik olan bu ilke, halk içerisinde zümreciliğe, dini ve sosyal farklılıklara, etnik ayrımcılığa tamamen düşmandır ve sadece iş grupları türü sınıflaşmalara müsaade ederken tüm sınıf, zümre, grup ve fertleri kanun önünde eşit tutar.
Yukarıdaki ilkelerle de paralel vaziyette yargıdan ekonomiye kadar her alanda eşitliği bozacak yapılanma ve kayırmalara temelden karşı olan bu ilke, buna aykırı teşebbüsleri en ağır şekilde cezalandıracak yasaları da teşkilden mesuldür.
Nihayet halkçılık ilkesi, sendikalaşma türü işçi ve işveren haklarını da koruyan, üretim ve tüketimde adaleti sağlayan, ulusun refah ve mutluluğunu gaye edinen, milli olmayı öncelikli tutan ilkedir.
Sonuçta devlet ve vatandaş arasında karşılıklı hak, görev ve sorumluluklar olacak ve herkes bunlara uyacak, uymayanlar önce ikaz ve sonra cezaya muhatap olacaktır. Devlette kendisini dokunulmaz görmeyecek ve aynı hukuka uyacaktır. Bu karşılıklı sağduyu ve yapılanma en alt tabakada grev ve lokavt türü yapılanmalara kadar uzanacak ve maksat bağcıyı dövmek değil üzüm yemek olacaktır.
Adaleti mülkün temeli kabul eden bu ilke, her türlü kutuplaşmalara kapalıdır, kabul etmez, ayrımcılığa kesinlikle karşıdır. Milli irade etrafında kenetlenmeyi arzu eder.
Laiklik ilkesi;
Laiklik kelime anlamı olarak devlet ve din işlerinin farklı kurallara göre yürütülmesi demektir ki Atatürk ilkeleri ışığında bu ilkeyi; fert, toplum ve devletin vicdan hürriyeti, İslam’ın yobazlıktan kurtarılıp Kur’an’a geri döndürülmesi, devletin dini kurallarla değil akıl ve bilim rehberliğinde hukuka uygun ve bilimsel esaslarda kaidelerle yürütülmesini esas alır.
Kişilerin inançları bu ilke sayesinde tamamen özgürdür ve fakat devletin dini yoktur. Bu dinsizlik veya İslam düşmanlığı asla değildir çünkü Diyanet işleri başkanlığı bu yüzden vardır ve halkın en yaygın inancına uygun olarak teşkil edilen bu kurum mezhepsel ve dini gerekleri yürütmekten birinci derecede sorumludur.
Azınlıklar da bu ilke sayesinde ibadet ve inanç özgürlüğüne sahiptir. Kimse kimseye neden inandığına veya inanmadığına dair hesap soramaz fakat herkes diğer din ve inançlara saygılı olmak zorundadır.
Devlet, sosyal, demokrat ve hukuksal olarak işleyecek, adalet temin edilecek, toplumun refah ve mutluluğu gaye olacak ama kişiler vicdanlarıyla baş başa bırakılacaktır. Devletin inanç boyutundaki görevi cami türü imar gereklerini yürütmek, atamalar ile ibadet faslına memur istihdamı sağlamak, yanlışlara müdahale etmek ve merdiven altı yapılanmalara müsaade etmemektir. Keza dindeki yanlış ve doğruları öğretmek de devletin en birinci görevlerindendir.
Vicdan hürriyetini dokunulmaz kılan bu ilke, Kur’ani İslam’ı gaye edinir, batılı yok etmeye çalışır ve devleti dine saygılı ama mesafeli bir mevkide tutar. Halifelik makamı gibi demode ve dinen yanlış organizmalara da karşı olan ilke, içerdiği insan sevgisi ve hoşgörü tabanıyla kişiler arası din ve millet kardeşliğine önem verir. Merhameti tüm beşeri ve kamu işlerinde ön planda tutar, Kur’an’ın da emri olan ortak insanlık değerlerini (Maruf) medeni yasalara aktarma gayreti içerisindedir.
Özetle;
Görüldüğü üzere tüm ilkelerin özü çağdaş ve demokratik bir sistem teşkilidir ve devlet modern ve dinamik yapıda evvela bekasını ve sonra refahı temin edecek kabiliyette olmalıdır. Akıl ve bilim gerçek yol gösterici olacak, kişiler ile devlet birbirine karşı hak, görev ve mesuliyetlerle meşru vaziyette konuşlanacak, demokrasi, hukuk, adalet ve sosyallik vazgeçilmez şart olarak masaya konacaktır. Cumhuriyet ve demokrasi ile hürriyetler ve doğal olarak adalet tüm seviyelerde ilk madde olarak ele alınacaktır.
Fert ve toplum yahut devlet arasında bir tercih söz konusu olduğu zamanlarda ise kamunun yararı üstün tutulacaktır ki bu dinin de emridir.
O halde Atatürkçülük veya Atatürk ilkeleri sadece altı maddeden ibaret veya sözle geçiştirilecek ilkeler değil, bütünleyici ilkeleri de esas alan devasa bir bütündür, tek parçadır ve anlaşıldığı takdirde zamanın tüm dert ve düşmanlarına karşı bir numaralı tedbirdir.
Öyleki tam bağımsızlık, milli egemenlik, bilimsellik, barışseverlik, milli birlik, çağdaşlaşma ve insan sevgisi temeline oturan bu ilkeler sadece Türk milleti için değil tüm cihan ve mazlum devletler için vazgeçilmez şartladır.
Çünkü bu ilkelerin kaynağı yaşanmış acı tecrübeler, ihtiyaçlar, dökülen şehit kanları, bilim ve din emirleridir. Böyle olunca da zaman yaşlansa da bu ilkeler yaşlanmadan ayaktadır ve tüm dünya hızla bu ilkelere göç etmektedir.
Nitekim zamanın güçlü devletlerinin tamamı Devletçilik ilkesini taklide çalışmakta, inkılapçılık ilkesi tüm cihanda aydınlanmaya sebep olmakta, halkçılık ve milliyetçilik eşitliğe adanırken, ırkçılık reddedilmekte, dünya devletleri teokratik devlet yapısından hızla medeni devlet yapısına dönüşmekte, laiklik esas alınmaktadır.
Çünkü Türk inkılabı yaşanmış ve başarıyla sonuçlanmış canlı bir örnektir, müspettir, uygulaması şahitler huzurunda görülmüştür. Dünyanın refah ve huzuru, barış ve kalkınması ancak bu ilkeler ışığında mümkündür ki Mustafa Kemal Atatürk deha olması sebebiyle tüm bunları yüzyıl öncesinden görebilmiş ve yasalarla çerçevesini teşkil ederek kurumsallaştırmış ve gençliğe emanet etmiştir.