YUSUF ÇAVUŞ

YUSUF ÇAVUŞ

Birinci Dünya Savaşı’nda, Filistin’de 158 nci Alayın siperleri ilerisinde Turumusa adında yıkık bir köy vardı. Bu köyün bir ucu İngiliz kuvvetlerinin baskın için gizlenebileceği Zeytinlidere’ye karşı idi. Buraya Yusuf Onbaşı’nın idaresinde bir makineli tüfek yerleştirilmişti. 1918 yılının yağmurlu bir ilkbahar günü idi (13 Mart). Akşama doğru, karşıdaki sisli tepelerden İngilizlerin bir tabur kuvveti hücuma kalktı. Köyün yan tarafındaki düzlüğe yayılan bu kalabalık İngiliz kuvvetine karşı köyde bulunan yalnız 15 piyade eri ile dört hafif makineli tüfek ateş açıyordu. Biraz sonra İngilizlerin “Hurra!” sesleri susmuş, ölüm tırpanı 10 dakika içinde ayakta tek bir insan bırakmamıştı.

Birden köyün öte ucundan boğuk bir ses duydum. “Aman ne oluyor?” diye arkama döndüğümde karşımda Yusuf Onbaşı’nın tüfeği başında Durmuş’u gördüm. Durmuş telaşlı telaşlı:

– Komutanım, dedi, Yusuf Onbaşı gitti…

– Yusuf Onbaşı mı? Nereye gitti, çabuk söyle…

Durmuşun dili tutulmuş, “Yusuf Onbaşı gitti!” demekten başka bir şey söylemiyordu. Yoksa tüfeğe de mi bir şey oldu? Anlamak için Zeytinlidere’ye doğru koşmaya başladım Çamurlara bata çıka makineli tüfeğin bulunduğu çukura geldim. Baktım, tüfek yerinde. Oradaki askerler anlatmaya başladılar:

– Komutanım, demincek karşımıza bir İngiliz subayı çıktı. Şu dereden gelmiş olsa gerek akşamın karanlığında gözlerimiz iyi görmüyordu gayri…

– Sonra?

Tam bu sırada omuzları yüklü Yusuf Onbaşı karşıdan göründü. İngilizlerin bulunduğu taraftan geliyordu. Elindeki çanta, tabanca ve dürbünü bana uzatarak anlatmaya başladı:

– İşte komutanım, bunları demin kovaladığım İngiliz subayından aldım. Adam öyle sessiz sedasız, gizlice buraya, tüfeğin önüne kadar sokuldu. Ne yapmak için sokuldu bilmiyorum amma hemen üzerine atıldım. Kaçmaya başladı. Canlı olarak yakalamak için ardından koştum. İleriye Zeytinlidere’nin içine doğru koştu. Onu orada yakaladım. Kucaklayıp getirmek istedim ancak gücüm yetmedi. Çekip getireyim dedim. Silkinmeye başladı. Meğerse elli adım ötemizde İngiliz askerleri bizi gözetliyorlarmış amma hiçbiri cesaret edip yanımıza yanaşmadı. İngiliz subayı beni kandırmak istedi. Bana çıkarıp şu paraları verdi. Kendi siperlerini gösterdi ve yürüdü. Oraya gidelim demek istiyordu. Ben ise onu kolundan çektim. Haydi yüz geri dedim. Elimden kurtulmaya çabalıyordu. Ben de batırdım bıçağı göbeğine. Yere yuvarlandı ve bağırmaya başladı. Hemen apoletlerini söktüm. İşte şu üç yıldızlar.

Yusuf Onbaşı’nın getirdiği çantadan kıymetli şeyler, nişanlar, haritalar, yazılar çıktı. Bunları raporla alaya gönderdim. Yusuf Onbaşı’ya da tabanca ile dürbünü bıraktım. Alay komutanlığı Yusuf Onbaşı’nın bu kahramanlığını takdir etti. Bugünden sonra bu yiğit Yusuf Çavuş diye anıldı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir