Tek Allah ve iki Mustafa
Yüce Allah, ümmetlerin tamamına bir Elçi göndermiş, zaman ve coğrafyalarına, azgınlık durumlarına bağlı olarak değiştirdiği haram ve helaller dışında dini ilk günkü (fıtrattaki) gibi değişmeden buyurmuş ve kendisine ibadet ve kulluk etmesini istemiştir.
O, Tek’tir, Bir’dir.
Maalesef din konusunda gözler hep Mekke’ye ve dolayısıyla Ortadoğu’ya çevrilidir ve din adeta arap örfleri ile harmanlanarak İslam diye savunulur. Oysa o zaman ve coğrafyada yaşananlar sadece o halka ve zamana aittir, evrensel İslam’ı o dar kalıba mahkum etmek de Allah’ın dinine hakarettir.
O ortam ve şartlara mahkum edilen İslam’ın da Hz. Peygamberin yaşadığı ve örnek olarak gösterdiği ilkelerden ziyade sadece şekil bazında anılıyor olması zaten İslam’ın bugünkü keder dolu haline sebeptir. Çünkü İslam alemi hele ki vefatından sonra Peygamberini izlemeyi bırakmış, toplu irtidatlar yaşanmış, yerine dört halife ile kısmen ama Adud Melikler döneminde ise tamamen zalimlere mahkum olmuş, Peygamber evlatlarını öldürebilmiş, Hz. Ali’ye, ehlibeyte 70 yıl cuma hutbelerinde beddua etmiştir. Hem de bunu dinden sayarak.
Peygamberin insanlar arasında ve hatta Peygamberler arasında seçkin bir yere sahip olması Allah’ın ayetidir ve burada kullanılan kelime ıstıfa yani seçilme, arınarak gelmedir.
Fıtrat ruhlar aleminden itibaren başlayan insan serüveninde Peygamberimizi seçerek getirmiş ve son nebi yapmıştır ki dünya sınavında akıl verilen insanın gösterdiği reaksiyonlar (iyi veya kötü) diyaneti yani şeriati etkilemiş (dini değil) ve yaşanan dinin çağa uygun halini bu sayede evrensel kılmıştır.
Peygamberimizin ilk cihat emreden peygamber olması, yaptığı evliliklerin sayı ve mahiyeti, itidalli ama gerektiğinde sert üslubu hep bu sebepledir.
Çünkü o insan denen muamma varlığın çağlar boyu süren serüveninin ve bilmediğimiz nice hikmetlerin mahsulüdür ve genler veya başka şekilde bir süzme ile ortaya çıkmış, risaletten önce dahi örnek ve emin insandır. O Arap şirki içerisinde şeytana düşman kalabilmiş belki de tek kişidir.
Hz. Peygamber, melek veya cin değil insandır, nebi olsa da arkadaştır (efendi değil) ve yaşayan Kur’an’dır, Kur’an ahlakının simgesidir.
Istıfa yoluyla seçilerek geldiği için de adı Mustafa (seçilmiş)’dır.
İslam alemi ve Türkler için Muhammed Mustafa kutsaldır, örnektir, yücedir, sünneti ve risaleti her zaman kalplerde yaşayandır ve ahir zamanın tutamaklarından birisidir.
Çünkü O, sadece Allah’a kul olmayı öğretmiş, istemiş, emretmiştir.
Yüce Allah, kendisine adeta ordusu olmak üzere var ettiği Türklere rahmet ve sevgisini bir ikinci Mustafa ile daha göstermiştir ki o Mustafa Kemal’dir. Vahiy almayan, ilham ve rüya yolu ile asla dinsel bir tema arz etmeyen, aksine dini bilgilerinin azlığı sebebiyle dinle alakalı işleri bilenlere devreden Mustafa Kemal, yol ve istikamet göstermiş, gerisini işin ehline bırakmıştır ki ehliyet ve liyakat zaten dinin şartıdır. (Aksi haramdır)
Mustafa Kemal, beşeri hayatın acımasızlıklarını yaşamış, Osmanlı’nın son dönemlerdeki sefaletine şahit olmuş, değişik ortam ve azınlıklar arasında bulunarak pişmiş, çok sayıda cephede çarpışarak o insanları ve inanç kuvvet veya zayıflıklarını görmüş, kar üstünde de uyumuş, padişahla birlikte yurt dışı gezilerine de gitmiş, sayısız hastalıkla boğuşmuş, yaralanmış, binlerce kitap okumuş, birden çok lisan öğrenmiş, askeri eğitim almış, özgür ve aydın bir Türk’tür ki buraya kadar anılanlar sadece O’nun ıstıfa yoluyla nasıl ortaya çıktığının hikayesidir ve o yüzden Mustafa’dır.
Neden Mustafa olduğunun izleri ise Balkanlarda, Çanakkale de, Sofya’da, Trablusgarp da, Sakarya da kendisini göstermiş, İzmir’de yeniden dalgalanan şanlı Türk sancağı ile birlikte (kurtuluşla birlikte) başlayan inkılaplar döneminde de zirve yapmıştır.
Atatürk düşmanları için bu bir mana teşkil etmese de hakikat budur ve O seçilmiş bir Türk ve ulusa nimet-rahmettir.
İslam’ı karanlıklardan aydınlığa çıkaran, ezan seslerinin hür şekilde devamını sağlayan, namus ve haysiyeti düştüğü yerden kaldıran, zulme isyan eden-ettiren, yedi düveli dize getiren, münafık ve kafirleri ve masonları tespit edip etkisizleştiren, hainleri bertaraf eden, halka dönüşü, egemenlik ve bilgiyi yeniden armağan eden, yapısal değişikliklerle ülkeyi ve dinin özgürce yaşanmasına imkan sağlayan O’dur. Çünkü O, Türk ve İslam olmak dışında bir alternatifi asla düşünmeyendir, bu ikisini birbirinden ayırmaya veya düşman etmeye çalışanlara prim vermeyendir.
O;
“Bütün dünyanın Müslümanları Allah’ın son peygamberi Hz. Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmeli. Tüm Müslümanlar Hz. Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli; İslamiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler.” (Atatürk, Nedim Senbai, A.Ü. Dil, Tarih, Coğrafya Yay. s. 102, 1979) diyebilecek kadar ilme ve inanca sahip birisidir.
Yine O Peygamberin yüceliğine akıl ve kalp yoluyla da şahit olabilenlerdendir.
M. Şemseddin Günaltay bir hatıratında şöyle demiştir: “Atatürk masanın üzerinde serili haritaya dikildi ve beni kolumdan tutarak masanın başına çekip parmağını bir noktaya dikti. Bu, kendi elleriyle çizdikleri bir askeri harita idi ve Hz. Muhammed’in büyük Bedir Cengi’ni adım adım gösteriyordu. Hz. Muhammed’e ve O’nun peygamberliğine kadar, büyük askeri dehasına hayran olan eşsiz Sakarya galibi, Bedir Galibi’ni göklere çıkarırken, ‘O’nun hak Peygamber olduğundan şüphe edenler, şu haritaya baksınlar ve Bedir destanını okusunlar’ diye heyecanlandı. Hz. Muhammed’in bir avuç imanlı Müslümanla mahşer gibi kalabalık ve alabildiğine zengin Kureyş ordusuna karşı Bedir meydan muharebesinde kazandığı zafer, fani insanların kârı değildir, O’nun Peygamberliğinin en kuvvetli delili işte bu savaştır.” (Atatürk ve Din Eğitimi, Ahmet Gürbaş, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, s.28).
“Büyük bir inkılap yaratan Hazreti Muhammed’e karşı beslenilen sevgi, ancak O’nun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla tecelli edebilir.” (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, sayı 100, s. 4).
Atatürk, 1926 yılında Hazreti Muhammed’in adının unutulmayacağını vurgulayan konuşmasında: “O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. O’nun izinden bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir fakat sonsuza kadar O, ölümsüzdür” ifadelerini kullanmıştır.
Atatürk 1 Kasım 1924’te yaptığı konuşmada, Hz. Muhammed’i şöyle anlatmıştır: “Son peygamber olan Muhammed Mustafa, 1394 sene evvel Rumi nisan içinde rebiülevvel ayının on ikinci pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu. Hazreti Muhammed eyyam-ı sabavet (çocukluk günleri) ve şebabeti (gençliği) geçirdi. Fakat henüz peygamber olmadı. Yüzü nuranî (ışıklı, saygı uyandıran) sözü ruhanî, reşit, rüiyette bibedel (görünüşte emsalsiz), sözüne sadık ve halim, mürüvvetçe (iyilikseverlikte) saire faik (başkalarına üstün) olan Muhammed Mustafa, evvela bu evsaf-ı mahsusa (özel nitelik) ve mütemayizesiyle (sivrilmesiyle…) kabilesi içinde Muhammed’ül-Emîn (güvenilir Muhammed) oldu.
Muhammed Mustafa, peygamber olmadan evvel kavminin muhabbetine, hürmetine, itimadına mazhar oldu. Ondan sonra ancak 40 yaşında nübüvvet ve 43 yaşında risalet (peygamberlik) geldi. Fahr-i âlem Efendimiz namütanahî (sonsuzca) tehlikeler içinde, bipayan (tükenmez) mihnetler ve meşakkatler karşısında 20 sene çalıştı ve din-i İslam’ı tesise ait vazife-i peygamberisini ifaya muvaffak olduktan sonra vasıl-ı ala-yı illiyyin (cennetin en yüce yerine erişen) oldu.”
Atatürk’ün dinine sımsıkı bağlı olduğu ve Müslüman Türk milletini esaret altında yaşamaktan kurtardığı bu kadar bariz ortada iken ve onun Peygamber’ine bu derece hayranlığı varken O’nun ıstıfa yoluyla seçilmiş olduğu da ortadadır.
Atatürk’ün dine hizmetlerini, gerçek Atatürk’ün yüceliğini Müslüman Türk milleti elbet öğrenecektir. Bu milletin mayasında iki Mustafa vardır. Biri Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa, diğeri ise O’nun ismini hakkıyla, şerefiyle, namusuyla taşıyan Mustafa Kemal Atatürk’tür.
Biri İslam dinini müjdeleyen, Allah’ın sevgilisi olan ve sadece Allah’a kulluğu öğütleyen son peygamberdir. Diğeri ise Müslüman Türk milletini esaret altında kalmaktan kurtaran, dinine sımsıkı bağlı, kula kulluk etmekten kurtaran Atatürk’tür.
Hz. Peygamber’e inanmak imanın şartıdır. Vatan sevgisi de imandan gelir. Atatürk de Türkiye’dir, vatandır. Onu sevmek de milli şuurumuzun gereğidir.
O halde, bu topraklarda yaşayan her müslümanın Tek İlahı Allah’tır, olmalıdır.
Bu topraklarda yaşayanların iki Mustafa’sı vardır ve her ikisi de adı gibi seçilmiştir.
Bu topraklarda yaşayanların ahde vefa ve vatana sadakat yemini vardır ki her iki Mustafa’ya da sadık kalamayanlar ahde vefasızlardır.
Bu topraklarda yaşayanların Allah’a kulluğu Muhammed Mustafa’dan, kula kulluk etmemeyi Mustafa Kemal’den öğrendiği ortadadır.
Tek Allah’a ve iki Mustafa’ya tabi olamayanlar için tehlike çanları çalıyor demektir ki bugün hür ve korkusuzca namazlar kılınabiliyorsa, bu namazı sevdiren Muhammed Mustafa ve namazın güven içinde kılınabilmesi için canını ortaya koyan Mustafa Kemal sayesindedir.
Vatana, bayrağa, İstiklal marşına vurgun olanların Mustafa Kemal’i dışlama gayretleri masumane değildir. İki Mustafa’ya da sadakat gösteremeyenlerin durumu ihmalden öte gaflettir.
Kadınlarımız namusunu koruyabiliyorsa, düşman askerleri kızlarımıza tecavüz etmiyorsa, erkek evlatlarımız köleleştirilemiyorsa, din laik bir şekilde vicdan hürriyetine bağlı olarak yaşanabiliyorsa, akıl ve bilim dine kardeş olabildiyse bunlar Mustafa Kemal sayesindedir.
Esaretten, kölelikten, öldürülmekten, başka dine zorlanmaktan, kendi dininde kalsa da hür olamamaktan, vergiye bağlanmaktan, aşağılanmaktan kurtulanların dini ve vatanı kurtaranlara vefa borcu, reklamdaki gibi asla ödenemez.
Çünkü bazı borçlar asla ödenemez.
Muhammed Mustafa (sav)’ya ve Mustafa Kemal’e, biri ilahi manada diğeri beşeri manada bu ülke çok şey borçludur ve Ülkemiz bugün İslam aleminin çağdaş önderi, batının hayran olduğu bir laik İslam devleti ise bu muazzez peygamber ve Atatürk iledir.
Birini nazarı dikkate almamak Türklük ve İslam bilincini yok etmektir, dini hurafelere ve arap örflerine teslim etmektir. yahut dini yok sayıp dine mesafeli bir Türklük bilinci yaratmaktır ki bu kutupların her ikisi de (ikisinden biri olsa da fark etmez) siyonizmin tek gayesidir.
Allah düşmanlarının gayesinin hak olamayacağını en ufak beyinliler dahi anlayabilir ve yahudileşmemişlerse Türk Müslümanların, Yahudiler ile aynı şarkıyı söylemesi mümkün değildir.
Bir ve birlik olmayı engellmek gayeli bu iki Mustafa arasından birisini seçmek zorunluluğunu ortaya koyanlar, bu siyonist fikre tutsak olanlar, ondan nemalananlar veya bizzat onlardan olanlardır.
Tek Allah’ı yıkamayan, ama iki Mustafa’nın arasını açarak çarpıştırmayı hedefleyenler, iman kardeşliğini ancak bu sayede yok edeceklerini bildikleri için muhafazakarlara Allah adını kullanarak, demokratlara bilim masallarıyla yalan söyleterek ve fakat sürekli düşmanlık ederek ve mevcut ayrımcılık ve düşmanlıkları destekleyip körükleyerek başkaca devlet ve inançların bekası için çalışmakta, kendi vatan ve uluslarının bekasını ise yok saymaktadır.
Oysa beka Allah’ın yeryüzü muradının gayesidir, huzur, barış ve esenliktir, zulme çarpana kadar merhamettir. İslam, kıyamete dek baki kalacak din ise bu dini duyuran ilk ve yaban otlarından temizleyen ikinci Mustafa’ya İslam alemi çok şeyler borçludur ki Mustafa Kemal sadece Türk ulusunun değil, tüm İslam aleminin parlayan yıldızı, kurtuluş umudu, tecdit önderidir.
Tecdit eri Mustafa Kemal, İslam’ı yeniden Kur’an rayına oturtan, hurafe ve batılları temizlettiren, Kur’an’ın anlaşılarak okunmasına ve tefsirine imkan sağlayan, din eğitimini yasalaştıran, diyanet işleri başkanlığını kuran, sayısız dini kitap ve söylevlerle dini öven, KUR’AN İLE ÖĞÜT VEREN, mektup ve konuşmalarına Allah’ın adını anmadan başlamayan veya bitirmeyen Mustafa Kemal hepimizden daha müslümandır.
Mesele iki bardak rakı ise onun günahı kendisinedir ve o ki rakı dinden çıkarmaz. Çıkarsaydı tüm padişahlar, tüm yöneticiler, tüm imparatorlar, tüm sanatçılar, tüm banka sahipleri, tüm doktorlar, tüm öğretmenler … dinden çıkardı. Haram olan “azı dahi olsa şarap ve her türlü içkinin sarhoşluk veren miktardan sonrası”dır.
Kaldı ki Allah’ın haramları sadece şarap değildir. Zinadır, tefeciliktir, yalandır, aldatmadır, takiyyedir, muta nikahıdır, küçük çocukları organları için kaçırıp parçalamaktır, bebek yaştaki anneleri evliliğe zorlamak (yani diri diri toprağa gömmek)’tır, yaşlılara eziyettir, kamu mallarına talandır, hırsızlık, hortumculuktur, taciz ve tecavüzdür, şiddet ve terördür …
Bunların her birini bir kez dahi işleyen, tadan herkesi din dışı ilan edeceksek memlekette bir tek Müslüman kalmaz. Zaten kimse bu haramzadelere tek ses bile çıkarmaz. Ama sıra Mustafa Kemal’e gelince, yaptığı tüm hizmet, mücadele ve eserler yok sayılır ve hayatı sadece iki kadeh rakıya endekslenir. maksat açıktır, Allah herkese akıl vermiştir, Mustafa’lara düşman olanları derin ve koyu bir akibet beklemektedir.
Akıl ve kalp iki Mustafa’da buluşmalı, kolkola Tek Allah’a yönelinmelidir.
Atatürk aşkı ilahi değil beşeri bir aşktır. Bu aşkı ilahileştirip sonra putlaştırmak ise kendi imansızlıklarını başkalarına çamur atarak kapatmayı dileyenlerin nasibidir. Heykele minnet borcuyla koyulan bir karanfili puta tapmak olarak niteleyenlerin, kişiler önünde secde etmesi, paraya, makama, kadına, nefse, mala, servete tapması ise nedense söz konusu dahi değildir!
Konu nettir, barizdir.
Mü’min, Tek Allah ev iki Mustafa için yaşayan ve ölendir.
Rabbim her iki Mustafa’dan da razı olsun.
Bizler onlardan razıyız, tüm melekler ve peygamberler de razı olsun. Amin!