ŞİMŞEKLERİ GÖĞÜSLEYEN ŞERİF
Van Gölü’nün batısına kadar sızan Ruslarla, ölüm kalım savaşı yapılıyor. Çıkacak yangından, kopacak kıyametten habersiz olarak ışıldamaya başlayan bir ufuk, göreceği kanlı olayları önceden sezmiş gibi yavaş yavaş yükselmeye başlayan bir güneş…
Aylardan beri top, tüfek ve bomba sesleri. Birbirlerinin boğazlarına sarılan insanların naraları ile sağırlaşmış bir toprak. Tepecikler, çalılıklar, fundalıklar…
İleri hatlarımıza yakın bir yerde, tümsekler arasında gizlenmiş toprakların yanında nişancı Şerif Onbaşı, yanına yaklaşan takım komutanından habersiz, dalgın dalgın Rusların tarafına bakıyordu. Çok sevdiği Takım Komutanının sesini işitince hemen ona dönerek verdiği sert selamla, emirlerini yapmaya hazır olduğunu anlatan bir durum aldı. Takım Komutanı ile aralarında şu kısa konuşma geçti:
– Şerif, bugün seni pek düşünceli görüyorum. Bir şeye mi canın sıkıldı ?
– Evet Komutanım. Sıkılıyorum. Şu Ruslar karşısında epey zamandan beri savunmada kalıyoruz. Geceleri gözüme uyku girmiyor. İki günden beri de hiç bir hareketleri sezilmiyor. Arı gibi çokluklarına rağmen tarla faresi gibi gömülmüşler toprağa.
– Onbaşı, bu sessizlik kopacak bir fırtınaya işarettir. Bu da yakın.
Takım Komutanı, bataryanın kahraman yıldızı. Şerif’i sevgiyle süzerek yanından ayrılmış ve gerideki ateş idare yerine gitmişti.
Güneş oldukça yükselmiş, savaş sahnesi sıcak bir ışıkla örtülmüştü. Yarım saat geçmeden muharebe ileri karakollarının şiddetli ateşi duyuldu. Hemen arkasından siperlere yağan top mermileri ile beraber Rus taarruzu başlamış ve Takım Komutanının tahmini doğru çıkmıştı. Kâh kapanan kâh açılan araziden, kudurmuş dalgaların bıraktığı köpükler gibi beliren ve kaybolan Rus askerlerinin başları siperlere doğru yaklaşıyordu.
– Top başına…
Bu gür sesle sığınaklarından fırlayan erler bir anda yerlerini almışlardı. Şerif Onbaşı nişangâhın yanına oturmuş, Komutanın ateş emrini bekliyordu. Birbirini kovalayan ateş komutu ile çelik ağızlardan fışkıran alevler Rus hatlarını yakıyor, sel gibi akan taarruz dalgalarını toprak girintilerine gömüyordu.
Bir ara ölüm yağdıran toplarımız, Rusların karşılık açtığı ateş ile toz duman içinde kaldı. Takım Komutanı sallanan toprağın, uğuldayan semanın, ıslık çalan parçaların gürültüsünü sanki duymuyordu. Altı aydan beri bütün çarpışmalarda gözünü kırpmadan en doğru atışlarla Rus saflarını yere seren Şerif Onbaşı’nın şehit olmasından korkuyordu. Tam bu sırada onun, cephane yetiştirilmesini isteyen gür sesini işitti.
Ruslar karınca gibi kaynıyor yerlere serilen safların arkasından, yerden bitercesine yeni bir dalga daha çıkıyordu. Oldukça. kalabalık bir grup Şerif’in tam isabetiyle yine toprağa yapışmıştı.
Muharebe sahası bir cehennemi andırıyordu. Fakat Rus kuvvetleri bu çelik ağızları kapamaya yemin etmiş gibi mermi yağdırıyordu. Topların etrafına, bazen de aralarına düşen daneler birkaç kahramanı yere seriyordu.
Şerif hiçbir şey yokmuş gibi topunun başında, kopan kasırgaya aldırmadan ateş yağdırıyordu. Bu cehennemin sona ermesi için semanın kararması lâzımdı. Fakat sonunda, kulakları sağır eden bir gürültü ile topların çok yakınına düşen bir merminin dağılan parçaları Şerif Onbaşı’yı da karnından ağır bir şekilde yaralamıştı. Şerif, sevdiği topunun yanında yere uzanmış gözetleme yerine bakıyor, sanki yeni bir ateş komutu bekliyordu. Son bir gayretle solan yüzünü dürbün yanına geçen arkadaşına çevirerek:
– Hüseyin, sizleri Allah’a bırakıyorum. Top başından ayrılmayın, dedi ve beyazlanan dudaklarından uçan bir nefesle gözlerini kapadı. 14 Aralık 1916.
Künyesi:
36 ncı Tümen 36 ncı Topçu Alayı 1 nci Dağ Taburu 4 ncü Top Nişancısı Onbaşı Emin oğlu Şerif, Kerkük, Beyler Malı. Hane 112, 1305.