İstiklal Mahkemeleri
Kılıç Ali Bey, Antep kahramanıdır. Oradan Ankara’ya vekil olarak gelir ve ölümüne kadar da Atatürk’ün yanında en güvenilir ve sadakatli isim olur. Taşıdığı çift tabancasıyla kendisini ona siper eder.
Kılıç Ali Bey, anılarında İstiklâl Mahkemeleri’nin amacını şu ifadelerle anlatır: “İstiklâl Mahkemeleri vatandaşın kanını dökmek için değil, memleketin birliğini, dahili ve harici düşmana karşı milli müdafaayı korumak için kurulmuş bir inkılâp müessesi idi.” Nasıl vazife yaptıklarını ise şöyle anlatır: “Vazifemizi yaparken ne hatır dinledik, ne gönül ne de emir… Hissiyattan kendimizi uzak bulundurmak, inkılâbın, memleketin kurtuluşu, ordunun takviyesi, milli davanın her tesirden korunması başlıca hedefemizdi. (…)
Kılıç Ali’si Mahkeme’nin nasıl işlediğini ise şöyle anlatır: “İlk tetkikat hükümetçe yapılır; ondan sonra muntazam bir dosya halinde mahkemeye tevdi edilir, tevdi edilen dosya mahkeme heyeti tarafından ayrıca tetkik ve noksanları ikmal edildikten sonra hadise ile ilgili olanların açık muhakemelerine geçilir. Mahkemeler sureti mutlakada aleni (açık) olarak yapılırdı. Gizli yapılmış tekbir muhakeme yoktur. Mahkemelerin verdikleri hükümler temyiz kabil değildi. Bu nedenle kılı kırk yararcasına tetkik edilir ve büyük itina ile halk efkârı önünde açık olarak cereyan edilirdi.”
İstiklal Mahkemeleri, 1920 yılında Kurtuluş Savaşı ve sırasında ayaklanma çıkaran ve yağmaya girişenleri, bozguncuları, orduya ait silah ve mühimmatı çalanları, casus ve köstebekleri, asker kaçaklarını, Milli Mücadeleyi engelleme amacıyla propaganda yapanları yargılamak için özel kanunla kurulan mahkemelerdir.
Kurtuluş savaşı yıllarında görev yapan mahkemelere birinci dönem olarak adlandırılır. Birinci dönem İstiklal Mahkemeleri dışında daha sonraları da dönemlerine göre farklı vazifeler yürüten mahkemeler kurulmuştur. Sonradan kurulan mahkemeler birer Devrim mahkemesi niteliğindedir.
Devrim Mahkemeleri, savaş ve ihtilal gibi özel durumlarda isyancı, bozguncu ve karşı devrimcilerin yargılandığı infaz kurullarıdır. Bu mahkemeler Türk Devriminin bir parçasıdır ve bu devrimi gerçekleştirmek için çalıştıklarının unutulmaması gerekir.
İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluş nedenleri
Türkiye Büyük Millet Meclisi (T.B.M.M.)’nin açıldığı tarihlerde Anadolu’da iç ayaklanmaların etkisiyle olağanüstü zorluklar yaşanmaktaydı. Asayişsizlik, eşkiya, sefalet Anadolu’yu sarsıyordu. Yunan ordusunun ilerleyişi de moral çöküntü yaratmıştı. Asker kaçaklarının yarattığı tehlike büyük boyutlara ulaşmıştı. Silah altına çağrılanlar, İstanbul Fetvası’nın ve Padişah’ın askerliği kaldırıldığını bildiren ve T.B.M.M.’ni gayrı meşru ilan eden Ferman’ın etkisi altında kalarak ya askere gelmiyor veya şubelerden ve kıtalarından kaçıyorlardı.
Kaçarken kendisine verilmiş olan silah ve cephanesini de götürüyordu. Bunlar iç ayaklanmaların insan gücünü oluşturuyorlardı. Bu sebeple düşmanla savaşacak ordu bulamıyordu. Hatta cephanelikleri bile koruyacak nöbetçi bulmakta güçlük çekildiği durumlara rastlanıyordu. Ayrıca casus, bozguncu, aleyhte propaganda ajanları, düşman ve İstanbul Hükümeti ile işbirliği yapanlar, düzenli ordu kurulmasını engelleyenlerin yarattığı tehlike de Ankara’yı sarmıştı.
Bütün bu sorunları çözmek, Ankara’nın T.B.M.M. irade ve otoritesini bütün yurtta egemen kılması gerekiyordu. Yunan ordusu, önünde savaşacak düzenli bir askeri kuvvet olmadığı için kolayca ilerliyordu. Kuvay-ı Milliye ise düşmanı oyalamaktan başka bir şey yapamıyordu. Meşru olmayan ve merkezi otoriteden yoksun, sorumsuz kuvvetlerle devletin gücünü kurmak olanaksızdı. Yunan cephesi, yalnızca Aydın, Manisa ve Bursa cepheleri değil, işgale uğramış, uğramamış bütün vatan topraklarının kurtuluşu için, ulusun tüm varını ortaya koyup savaşması gerektiği bir vatan cephesiydi.
Bu sebeple bütün ulusun inanç birliği içinde ve bir otorite altında bütünleşmesi gerekiyordu. Mustafa Kemal Atatürk daha Kasım 1919’da ulusal güçlerin örgütlenmesini bildirmişti. Fakat Meclis’in açıldığı tarihte ulusal otorite bir türlü sağlanamıyordu. Padişah ve Hükümetin yarattıkları anarşi olağanüstü boyutlara ulaşmıştı. Ayaklanmalar, soygun ve askerden firar olayları karşısında, Müdafaa-i Hukuk Dernekleri, Kuvayı Milliye ve askeri birliklerin komutanları kendi güçlerine ve M. Kemal’in 17 Mart 1920’de yayınladığı “Vatanın çıkarlarına aykırı, memleketin huzur ve asayişini bozanların din ve millet farkı gözetmeksizin kanunen şiddetle cezalandırılmalarını.” ve 21 Nisan’da Feke Kaymakamı’na gönderdiği “Ulusal harekatı fırsat bilip çapulculuğa kalkışanlara karşı Kuva-yı Milliye komutanlarıyla irtibat kurarak en şiddetli cezaların verilmesi.”ni bildiren emirlerine dayanarak, suçluları asmaya kadar varan cezalar uygulanıyor, askerden kaçanların mallarına el konuyor ve evleri yıkılıyordu. Ancak bu yöntem Meclis açıldıktan sonra M. Kemal Paşa tarafından istenmiyordu. Çünkü kanuni yöntemlerden ayrılanlar bulunuyordu. Oysa M. Kemal, mutlaka yasaların üstün olmasını istiyordu.
Bazen casus, bozguncu, propagandacı ve kaçaklar için, 1914’de çıkarılmış bulunan “Esrar-ı Askeriyeyi İfşa ve Casusluk ve Hiyanet-i Harbiye Hakkında Kanun” uygulanıyordu. Ancak bu kanun Osmanlı kanunu olduğu için, Ferit Paşa ve Padişah aleyhine davrananların vatan haini olacağı anlamı çıkıyordu.
Ülkede iç güvenliği sağlamak, ulusal amaç çevresinde birleşmek ve T.B.M.M.’nin otoritesini egemen kılmak, huzur ve güvenliği sağlamak, kaçak olaylarının önüne geçip, düzenli orduyu kurmak için merkezi otoriteyi gerçekleştirecek bir yönteme ihtiyaç vardı. Özellikle Fransız Devrimi’nde devrim rejiminin, olağanüstü yöntemlerle ve yetkilerle donatılmış kuruluşlarca başarılı olduğu görülmüştü.
25 Nisan 1920’de Mehmet Şükrü Bey T.B.M.M.’nin otoritesine bütün “Osmanlı tebaasının” uyması için, “Ulusal Meclis’in kararları aleyhinde bulunanlar veya uymayanlar ancak vatan haini olabilirler ve bu gibilerin de vatana ihanetle suçlanmaları” gerekçesiyle bir önerge verdi. Osmanlı Kanunlarıyla işlerin yürütülmesini isteyenlerin karşı koymalarına rağmen Meclis 29 Nisan 1920’de “Hıyanet-i Vataniye Kanunu”nu kabul etti:
Buna göre;
Madde 1. Makam-ı mualla-yı hilafet ve saltanatı ve memalik-i mahrusa-i şahaeyi yed-i ecanipten tahlis ve taarruzatı def-i maksadına m’atuf olarak teşekkül eden Büyük Millet Meclisi’nin meşruiyetine isyanı mutazammın kavlen veya fiilen veya tahriren muhalefet veya ifsadatta bulunan kesan, hain-i vatan addolunur.
Madde 2- Bil-fiil hiyanet-i vataniyye’de bulunanlar salben idam olunur…. Bunun anlamı şuydu: Yüce hilafet ve saltanat makamını ve Padişah’ın topraklarını düşman elinden kurtarmak için kurulmuş bulunan B.M.M. nin meşruiyyetine fiilen veya yazı veya sözle karşı koyanlar vatan hainidirler. Bunların cezası idamdır.
Bu kanun, Meclis’in otoritesinin sağlanması ve birliğin kurulmasında çok önemli bir adımdı. Devrim kanunu idi. Hilafet ve saltanat makamının kurtuluşu sözleri ise, ulusun Padişah’a olan dinsel ve geleneksel bağlarının etkisi ve Meclisteki saltanatçıların isteği ile konmuştu. Ancak kanunun uygulaması için olağan mahkemeler görevlendirildi. Bu sebeple dört aylık uygulama sonucunda istenilen başarı elde edilemedi. Diğer yandan Kuvayı Milliye’nin kendi uygulamaları sürüyordu. Kitle halinde idamlar halkı Meclise karşı tepkiye itiyordu. Af dileyerek, Ulusal Mücadele’ye katılmak isteyenlere fırsat verilmiyordu.
Diğer yandan asker kaçaklarına hapis cezası verilmesi sebebiyle, birçok kişi cephede çarpışmaktansa, hapis yatmayı göze alarak firarı yeğliyorlardı. Asker kaçağına yardım edenlere ise bu kanunda bir ceza getirilmemişti. Hiyanet-i Vataniye Kanunu’nu uygulayan mahkemeler Osmanlı döneminin yöntemleriyle çalışıyorlardı. Ulusal Mücadele’nin koşullarına cevap veremiyorlardı. Mahkeme kararına itiraz bir üst mahkemeye başvurma, temyiz, olağan dönemlerin uygulamaları, davaların hızını düşürüyor, cezanın ibret yönünü ortadan kaldırıyordu. Ulusal otoritenin sağlanabilmesi için devrim yöntemlerine başvurulması zorunlu duruma geldi.
18 Ağustos 1920’de Dr. Tevfik Rüştü ve Mustafa Necati Beyler Meclis’te, “Telkin ve Tedhiş Kanunu” için bir öneri verdiler. Bu önerinin 3,4,5 inci maddeleri “Madde 3- Seferberlik emrine icabet etmeyenlerin emvali müsadere, hanesi ihrak (yakılır), ailesi tehcir (göç) edilir ve tevrüd (karşı koyma) edenler de derdestlerinde (ele geçirildiklerinde idam olunur.” çok ağır hükümler taşıyordu. Bu öneri tehlikenin olağanüstü boyutlarını ortaya koyması bakımından önemliydi. Cezalar ağır bulunduğu için red edildi. Fakat olağanüstü, devrim yöntemleri aranıyordu. Dr. Tevfik Rüştü Bey, çeteler ve kaçakların yarattığı tehlike karşısında, M. Kemal’e, “İhtilal Mahkemeleri” kurulması için bir öneri verdi. Fakat sonra isim “İstiklal Mahkemeleri” olarak değiştirildi.
İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluşu
Hiyanet-i Vataniye Kanunu, 4 aydır yürürlükte olduğu halde Dr. Tevfik Rüştü Bey, asker kaçakları, bozguncu ve casusların ve çoğunlukla firarilerden kurulu çetelerin önlenebilmesi için İhtilal Mahkemelerinin kurulmasını önerdi. Refik Şevki Bey bu fikre destek verdi ancak isminin İstiklal Mahkemeleri olmasının daha uygun olacağını bildirdi.
2 Eylül 1920 tarihinde “Firar Ceraimini İrtikap Edenler Hakkında Kanun Tasarısı” isimli Yasa teklifi incelenmek üzere Mili Savunma encümenine verildi. Encümen bir karara varamadığı için Milli Savunma Bakanı Ferik Fevzi meclise Şimdiki durum dolayısıyla ve görülen lüzum ve olağanüstü ihtiyaca dayanarak savaş zamanına ait olmak üzere firariler hakkındaki kanun önergesini meclise sundu.
TBMM’nin, 18 Eylül 1920 tarih ve 42 sayılı kararı ile kaçak erat ve casusların yargılanmasıyla görevli olmak üzere İstiklal Mahkemeleri kurulması kararına dayanmaktadır. Mahkeme üyeleri, Millet Meclisinden oluşmuştur. Savaş şartlarında bozgun, yağma ve casusluk gibi vatana ihanet niteliğinde kabul edilen suçları önleyebilmek ve acil hükümler verebilmek için Millet Meclisi tarafından özel kanunla ihdas edilmiştir.
Birinci dönem
18 Eylül 1920 ile 17 Şubat 1921 tarihleri arasında görev yaptı. İstiklal mahkemeleri yasasının kabulünden sonra Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa 14 İstiklal Mahkemesi kurulması için öneride bulundu. Fakat sayı çok görüldüğü için 7 mahkeme bölgesi saptandı. Bir ay sonra Diyarbakır’a da bir mahkeme kurulması kabul edilince sayı 8’e yükseldi: Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Pozantı, Diyarbakır.
İkinci dönem
30 Temmuz 1921 tarihi ile 1923 Ekim ayı arasında çalışmıştır. İlk olarak 19 Ağustos 1921 tarihinde Kastamonu’da, 12 Ağustos 1921 tarihinde Konya’da, 17 ağustos 1921 Samsun, 22 Eylül 1921 tarihinde Yozgat’da kuruldu. İkinci İstiklal Mahkemelerinde asker kaçakları, Kurtuluş Savaşında düşmana yardım edenler ve isyan çıkaranlar yargılandı.
Cumhuriyet dönemi
1923 ile 1927 yıllarında çalıştı. İsyanlarda ve olağanüstü hallerde kurulmuştur. 6 Nisan 1925 tarihinde Diyarbakır’da Şeyh Sait İsyanı sonrasında Şark İstiklal Mahkemesi, ayrıca hilafet ve saltanat propagandası yapanları ve Cumhuriyetin ilanını eleştirenleri yargılamak için İstanbul ve Ankara İstiklal Mahkemeleri Kuruldu.
2 Eylül 1920’de, Milli Savunma Bakanlığı’nca hazırlanan “Firar Ceraimini İrtikap Edenler Hakkında Kanun Tasarısı” Meclis tarafından Milli Savunma Encümenine gönderildi, 8 Eylül’de M. Kemal’in önerisiyle gündeme alındı. Milli Savunma Bakanı Fevzi (Çakmak) Paşa, olağanüstü ihtiyaca dayanarak, savaş zamanına ait olmak üzere “Firariler Hakkında Kanun”un kabulünü istedi. Asker kaçakları olaylarının çokluğunun vatanın kurtuluş ve bağımsızlığını tehlikeye düşürecek duruma geldiğini, bunun önüne ancak sert önlemlerle geçilebileceğini, eski kanunun etkili olmadığını belirten Milli Savunma önergesi ile konu tartışmaya açıldı. Bu önerge ile Meclis’te iki düşünce doğdu.
Birincisi, “Kanunun bir zaruret olduğu ve cephe gerisinin tutulabileceği, asayişin bu sayede sağlanabileceği.” ikincisi, “Memleketi ve halkı korkuya düşüreceği, Ulusal Mücadeleyi arkadan vuracak kuvvetleri çoğaltacağı ve halkı paniğe götüreceği.” idi.
Muhalif olanların bireysel haklardan söz etmeleri çok ilginçti. Ulusun ve vatanın varlığı için savaşıldığı, bütün ülke kaynaklarının seferber edilmesi gerektiği, ayaklanmalar, firari, casus, bozguncu, eşkıya tehlikesinin ülkeyi ve ulusu esir edecek boyutlara ulaştığı bir sırada bireyin özgürlüğünden söz etmek düşünülemezdi. Bu sebeple Meclis’te radikal grup ile tutucular arasında tartışmalar genişledi. 11 Eylül’de kanun oy çokluğu ile kabul edildi.
Firariler Kanunu Hakkında
Kanun No: 21, 11 Eylül 1924
Madde 1: Mavuzzaf ve gönlü ile hizmet-i askeriyeye dahil olup da firar edenler veya her ne suretle olursa olsun firara sebebiyet verenler ve firari derbest ve sevkinde tekasül (kayıtsızlık) gösterenler ve firarileri ihfa (saklayan) ilbas (giydiren) edenler hakkında mülki ve askeri kavaninde (kanunlar) mevcut ahkam (hükümler) ve indel-icap (gerektiğinde) diğer guna (benzer) mukarrerat-ı cezaiyeyi müstakilen hüküm ve tenfiz (hükmü uygulamak) etmek üzere Büyük Millet Meclisi azalarından oluşan İstiklal Mahkemeleri teşkil olunmuştur.
Madde 2: Bu mahkemeler azasının (üye) adedi üç olup Büyük Millet Meclisi’nin ekseriyet-i arasile (oy çoktulu) intihap (seçilme) ve içlerinden birini kendileri tarafından reis addolunur.
Madde 3: İş bu mahkemelerin adedini ve mıntıkalarını (bölgelerini) Heyet-i Vekile’nin (Bakanlar Kuruıu) teklifi üzerine Büyük Millet Meclisi tayin eder.
Madde 4: İstiklal Mahkemeleri’nin kararları kat’i olup infazına bilumum kuva-yı müsellaha ve gayr-i müsallaha-i devlet (devletin bütün silahlı ve silahsız kuvvetleri) memurdur.
Madde 5: İstiklal Mahkemeleri’nin evamir ve mukarreratını(emir ve kararlarını) infaz etmeyenler veya infazda taallül (yalan bahane ile işten kaçma) gösterenler işbu mahkemeler tarafından taht-ı mahkemeye alınır.
Madde 6: Her İstiklal Mahkemesi ketebe ve müatahdeminin maaşatı şehri yüz litayı geçmeyecektir.
Madde 7: Her İstiklal Mahkemesi vazifeye mübadereti (işe başlama) anında firari ve bakaya erfadının bir müddet-i muayyene zarfında (belli süre içinde) icapetini (kabul edilme) teminen her türlü vesait-i tebliğiyeye müracaat eder.
Madde 8: İşbu kanun tarih-i neşrinden muteberdir.
Madde 9: İşbu kanunun icrasına Büyük Millet Meclisi memurdur.
Ulusal Mücadele’nin kazanılmasında iç güvenliğin sağlanması, Meclis otoritesinin kurulması ve asker kaçaklarının önünün alınmasında büyük hizmetleri görülen İstiklal Mahkemeleri ulusal inanç ve ihtiyaçtan doğan inkılap ve ihtilal mahkemeleriydiler. Kanunun incelenmesinden de açıkça anlaşılacağı gibi, İstiklal Mahkemelerinin verecekleri kararlar, idam dahil, kesindi ve derhal uygulanacaktı. Karar verirlerken vicdan kanaatları yeterliydi. Kararlara itiraz ve temyiz yoktu. Kararlarını ve emirlerini bütün asker ve sivil memurlar uygulamak zorundaydılar. Böylece mahkemeler sınırsız bir güce sahiptiler.
Mahkeme üyelerinin Meclis’ten seçilmesi, bölgelerin Meclis tarafından saptanması ve kanunu yürütme yetkisinin doğrudan doğruya Meclis’e ait olmasıyla, Meclis İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla olağanüstü yargıya da sahip oldu. Kuvvetler birliği esasını ortaya koymasıyla, bu konuda meclis otoritesine örnek olan Fransız Devrimi Mahkemeleri üyelerinin, meclis dışından seçilmesinin doğurduğu sakıncalar göz önüne alındı ve aynı yanılgıya düşülmemesi için mahkeme üyeleri mebuslardan seçilip, Meclis’in üstünlüğü sağlandı. Askeri ve sivil memurlar mahkemelerin emirlerini yürütmek zorunda idiler.
Yeni bir mahkeme kurulması düşünülürken en büyük sorun, bağımsız ve süratli çalışıp, ulusal devrimin gereklerini uygulayacak özellikte olması idi. Normal mahkemelerin ve harp divanlarının bu görevi yapmadıkları dört aylık uygulamada anlaşılmıştı. Kanunu önerenlerin (M. Kemal’de dahil) düşüncesi devrim yöntemine dayanıyor ve Fransız Devrimi içinde (Mart 1793) olağanüstü yetkilere sahip olarak kurulan “Devrim Mahkemeleri”ni örnek alıyordu.
29 Ekim 1793’te resmen bu adı alan Fransız Devrim Mahkemeleri, Danton’un Mart 1792’de yaptığı teklifin Convention farafından kabul edilmesi sonucu kurulmuşlardı. Bu mahkemeler devrim düşmanı her girişimi, hürriyet, eşitlik, birlik, cumhuriyetin bölünmezliği ilkesine (Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra çalışan İstiklal Mahkemeleri de aynı gerekçeyi benimsediler) devletin iç ve dış güvenliği aleyhindeki her suikastı ve krallığı tekrar kurmak hedefini güden (Türkiye Cumhuriyeti’nde ise Saltanat’ı geri getirmek isteyenler için), ulus egemenliğine karşı koyan bütün komploları yargılamak ve cezalandırmak yetkisi ile kurulmuşlardı Convention, mahkeme üyelerini kendisi tayin ediyordu.
Bu mahkemelerin kararları kesin olup, bir üst mahkemeye başvurmak ve temyiz hakkı yoktu. Gerek kuruluş amacı ve şekli, gerekse yetkileri ve çalışma yöntemi bakımından İstiklal Mahkemeleri’ne örnek olduğu bu açık benzerlikle kolayca görülmektedir. Her iki ülkedeki bu mahkemeler, vatanın ve özellikle devrimin olağanüstü bir tehlike karşısında olduğu ve kurulan yeni rejimin (Ulusal ve laik temellere dayanan) savunulmasını yapmak gerektiğinde, birbirlerine çok benzeyen suçlara bakmak üzere, olağanüstü yetkilere sahip olarak kurulmuşlardır.
Kanunun kabulünden sonra Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa 14 İstiklal Mahkemesi kurulması için öneride bulundu. Fakat sayı çok görüldüğü için 7 mahkeme bölgesi saptandı, bir ay sonra Diyarbakır’a da bir mahkeme kurulması kabul edilince sayı 8’e yükseldi. Üyelerin ve bölgelerin seçimi 26 Eylül’de gerçekleşti.
İstiklal mahkemelerinin kurulduğu iller: 1. Ankara 2. Eskişehir 3. Konya 4. Isparta 5. Sivas 6. Kastamonu 7. Pozantı 8. Diyarbakır’dı.
İstiklal Mahkemeleri kuruldular. Bölge ve üye seçiminin devam ettiği bir sırada, İstiklal Mahkemeleri kuruluşunu sağlayan “Firariler Hakkında Kanun”un birinci maddesine bir ek madde kabul edildi. “Komutanların askeri rütbeler arasında itaat ve inzibat sağlanmasına dayanan hukuk ve yetkileri saklı kalmak üzere vatanın ve hilafetin kurtuluşu ve bağımsızlığı için mücadele eden Büyük Millet Meclisi’nin çalışmasına ve amacına aykırı olarak düşman amaç ve çıkarlarını güçlendirme yollu teşkilat ve tahrikat ve kargaşalık yaratanlar ve memleketin maddi ve manevi kuvvetlerini her ne surette olursa olsun bozup, yıkmaya çalışanlar ve düşman hesabına askeri ve siyasi casusluk edenlerle, 29 Nisan 1920 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun kapsadığı hükümlerden dolayı tutuklu bulunanların mahkemelerinin yapılacağı ve hükümlerin infaz etme yetkisi İstiklal Mahkemeleri’nin kurulduğu bölgelerde adı geçen mahkemelere verilmiştir…”
Bu kanunla İstiklal Mahkemeleri’nin yalnız asker kaçaklarına ait olan yetkileri, vatan hainliği, ülkenin maddi ve manevi gücünü kırmaya çalışmak, casusluk, bozgunculuk suçlarını da içine alarak çok genişledi.
Görev yerlerine hareket etmeden önce toplanan İstiklal Mahkemeleri üyeleri müşterek bir bildiri hazırladılar. Mahkemelerin devrimci karakterini gösteren bu bildiride, Mahkemeler, niçin ve ne amaçla kurulduklarını, hangi suçları yargılayacaklarını ve yöntemlerini halka duyurdular. Firarilere teslim olmaları için fırsat tanıdılar.
İstiklal Mahkemeleri bölgelerinin önemlerine göre çalıştılar. Ankara İstiklal Mahkemesi, çalışmaya başlayınca ilk iş olarak, Sadrazam Damat Ferit Paşa’yı gıyabında vatana ihanet suçuyla yargıladı. Haziran ayında, Meclis kararıyla vatandaşlıktan çıkartılmış bulunan Ferit Paşa ve Hadi; Rıza Tevfik, Reşat Halis Beyler, Ankara İstiklal Mahkemesi’nin bir numaralı kararı ile Sevr Anlaşması’nı imzaladıkları, ulusu bölmeye çalıştıkları, cinayetlere sebep oldukları için vatana ihanet suçuyla gıyaben idama mahkûm oldular.
İhanetin en büyük kaynağı Vahdettin idi. Fakat M. Kemal ve bazı arkadaşları dışında, halk, Meclis ve hatta komuta heyeti, Padişah’a dinsel ve geleneksel bağlarla bağlı olduklarından, Padişah İngilizlerin esiri kabul edilmekte, ihaneti bilindiği halde açıklanamamaktaydı. Ulusal Mücadele’nin amacı belirtilirken, hatta Hiyanet-i Vataniye Kanunu’nda bile, yapılan savaşın amacı Halife-Padişahı kurtarmak olarak belirtilmişti. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu’nda, padişahın durumuna özel yer verilmişti. Bu yüzden İstiklal Mahkemeleri de Padişah için işlemde bulunmadılar.
İstiklal Mahkemeleri bu dönemde 17 Şubat 1921’e kadar yaklaşık 5 ay kadar çalıştılar. 17 Şubat’ta görevlerine son verildi. Yalnız Ankara İstiklal Mahkemesi’nin görevi sürdü. Casus, bozguncu, eşkıya, hain, asker ailelerine tecavüz edenleri en ağır şekilde cezalandırdılar. Firariler konusunda ise, eğer doğru yola gelme olasılığı varsa ve kaçarken silah ve cephanesini götürmemiş, soygun, öldürme ve tecavüz gibi suçlar işlëmemişse, dayak cezası verilerek kıtasına gönderiliyordu. 1-2 kez kaçmış ve belirtilen suçları işlememiş olanlar ceza verilmeden, (3-4-5-6-7 8-9-10) kez kaçmış olanlar, sayılan suçları işlememişlerse, kaçtıkları sayı onla çarpılıp, değnek vurularak cezalandırılıyor ve kıtalarına gönderiliyorlardı. Bazılarına idam cezası verilse bile, bir daha kaçtığı takdirde uygulanmak üzere (müeccelen idam) cepheye gönderiliyorlardı.
Mahkemelerin amacı insana kıymak değil, cephe gerisinde güvenliği sağlamak, kaçaklara aman vermemek idi. Bu sebeple idam cezası ancak, adam öldüren, soygun ve asker ailesine tecavüz edenlere uygulanıyordu. Özellikle cephede savaşan asker ailesinin can, mal ve namus güvenliğine çok büyük önem veriliyordu. Firarilere teslim olmak için on-on beş, eğer İstanbul gibi uzakta ise kırk günlük teslim olmak için gün tanıyorlardı. Ancak yukarıda belirttiğimiz suçları işlemiş olanlar af hükümlerinin dışında bırakılıyordu. En sert çalışan mahkeme Kastamonu İstiklal Mahkemesi oldu.
Asker kaçakları suçlarının önünü almak için başvurduğu yöntem çok sert idi. On gün içinde teslim olmayan asker kaçağının yerine sırayla babası, biraderleri, amcası, dayısı, amcaoğlu, eniştesi ve eniştesinin oğlu alınacaktı. Kaçak teslim olursa, yerine askere alınan yakını bırakılacaktı. Ayrıca köyünden 200 lira ceza alınacak, kaçakların evi yakılıp yıkılacaktı. Bu yöntem Meclis’te çok sert tartışmalara yol açtı ve İstiklal Mahkemeleri’nin görevlerine 17 Şubat’ta son verilmesinde önemli bir etken oldu.
Düzenli ordunun kurulduğu, I. İnönü Zaferi’nin kazanıldığı ve Ethem kuvvetlerinin ihanetinin olduğu bir sırada çalışan İstiklal Mahkemeleri büyük başarılar sağladılar. Olağanüstü yetkilerini yalnızca vatanın ve ulusun bağımsızlığı için kullandılar. On binlerce kişiyi cepheye göndererek İnönü Savaşı için büyük katkıları oldu. Diğer suçlarda da büyük azalma görüldü. Meclis otoritesinin sağlanmasında moral bir güç oluşturdular. Bu başarılardan dolayı M. Kemal Paşa, Meclis Başkanı olarak 8.1.1921’de (Birinci İnönü Savaşı sırasında) mahkeme sayısının 10’a çıkarılması için bir önerge verdi.
İstiklal Mahkemeleri’nin bölgeleri saptanırken, düşman işgali altında olan yerler ve Kazım Karabekir Paşa’nın güvenliği sağladığı Doğu Anadolu’da İstiklal Mahkemesi kurulmadı. Bu bölgeleri birleştirdiğimizde Misak-ı Milli sınırlarının oluştuğunu görürüz.
I. İnönü Savaşı’nın kazanılması ve İstiklal Mahkemeleri’nin çalışmaları ile:
1- T.B.M.M. Hükümeti içte ve dışta tanındı.
2- Ayaklanma olayları bastırıldı ve kanun egemen oldu.
3- Devlet organı işledi, vergi ve asker alınması işleri büyük ölçüde düzeldi.
4- Ulusun orduya inancı arttı, ordu kurulması mümkün oldu.
5- T.B.M.M. Hükümeti, Osmanlı Hükümeti’ne karşı kesin üstünlük kazandı.
Böylece İstiklal Mahkemeleri’nin kuruluşunu hazırlayan olağanüstü tehlikenin bittiği düşünülerek, aleyhtarların baskısı ile, Hükümet mahkemelerin çalışmasında ısrarlı olmasına rağmen, 17 Şubat 1921’de Ankara İstiklal Mahkemesi dışında diğerlerinin görevlerine son verildi. Meclis’e dönen üyeler çalışmalarının açıklamalarını yaptılar.
Cezalar
Cezalardaki amaç asker kaçaklarının cepheye döndürmekti. Ancak ağır suç işlemiş olanlar, askerden firar etmeyi alışkanlık haline getirenler ile firarları teşvik edenler ve yardım edenler suçlarının ağırlığına göre cezalar alıyorlardı. Sadece birkaç kez kaçmış askerlere halka açık bir yerde ve doktor gözetiminde 40-100 değnek cezası veriliyor, künyelerine de kaçak olduğu tekrar kaçması haline idam edileceği yazılıyordu.
Kaçağın idam edilmesi en ağır cezaydı. Bunun dışında evinin yakılması, firari dönene kadar ailesinden birisinin kendisi yerine asker alınması yanında eğer yaşadığı mahallenin muhtarı veya imamı kaçağı yetkililere haber vermezse ağır para ve hapis cezası alıyordu. Rüşvet karşılığı firari askeri koruyan devlet görevlileri görevlerinden alınıyor ve 15-25 sene ağır hapis cezası veriliyordu. Eğer kaçağı hem haber vermemiş hem de saklamışsa daha ağır 1-2 yıl hapis cezası alıyordu. Rum asıllı Osmanlı vatandaşları esir düştüklerinde haklarında soruşturma yapılıyor Osmanlı vatandaşı olanlar sadece asker kaçağı değil aynı zamanda vatan haini olarak yargılanıyor ve suçlu bulunursa idam ediliyordu. Türk askeri birliklerine sabotaj yapan yerli Rumlar da vardı 59 yerli Rum bu suçtan vatan haini olarak yargılandı ve idam edildi.
Suçlar;
Vatana ihanet, ayaklanma
Casusluk
Bozgunculuk ve aleyhte propaganda
Görevi kötüye kullanma
Halka eziyet ve baskı
Asker ailesine saldırı
Tekalif-i Milliye’den mal kaçırmak
Cinayet
Düşman işgalinin yarattığı koşullardan istifade edip kanunsuz hareketlerde bulunmak
Düşmana yardım ve düşmanla işbirliği
Düşman ordusuna katılmak
Bu isyanlara katılan elebaşlarına idam cezası veriliyordu. Casuslara eğer suçu sabitse idam cezası veriliyordu. Delil yetersizse sürgün veya beraat kararı veriliyordu. Bunlardan en tanınmışı Hint asıllı Müslüman bir İngiliz vatandaşı olan Mustafa Sagir’di.
kaynak; https://www.turkcebilgi.com/istiklal_mahkemeleri
İngiliz casusunun idamı
1920 yılında Ankara’da İngilizlerin meşlur casusu Hint asıllı Mustafa Sagir yakalanır. İstiklâl Mahkemesi’nde yargılanır. Suçu sabit görüldüğünden hakkında idam kararı verilir. İş infaza kalır. O gece Kılıç Ali Bey uyandırılır. Arayan İsmet Paşa’dır. Konuyu Mustafa Kemal Paşa ile görüşene kadar infazın durdurulmasını istemektedir. İsmet Paşa’nın kaygısı ‘İngilizlerle aramızda hadise çıkması’dır.
Kemal Paşa ile İsmet Paşa arasında tartışma çıkar ve konu neticelendirilir. Bu sefer arayan Kemal Paşa’dır: “Siz vazifenizi bilirsiniz…” O gece infaz gerçekleşir…
İstiklâl Mahkemeleri’nde görev yapan Maarif Nazırlarından Mustafa Necati de asker kaçaklarına karşı verdiği insani kararlarla Kastamonu’da halkın sevgilisi olur. Mahkemelerde görev yapan ünlü isimlerden Ali Çetinkaya, Necip Ali Bey, Dr. Reşit Galip, Vasıf Çınar ve diğer isimler verdikleri tarihi kararlarla Türk Devrimine hizmette bulundular. Çok sayıda bakanlıkta da görev aldılar…
İstiklal Mahkemeleri nasıl çalıştı?
İstiklal Mahkemeleri’nin bir kısmı milli mücadele’nin sürdüğü yıllarda, bir kısmı ise Cumhuriyetin ilanından kısa bir süre sonra kuruldu.
TBMM’nin arşivinde bu mahkemelere ait 914 bin sayfa civarında evrak bulunuyor. Kurulan ilk mahkemelerden bugüne kadar 95 yıl geçmesine rağmen çeşitli sebeplerle İstiklal Mahkemelerinin henüz tatmin edici, eksiksiz, güvenilir bir tarihi yazılamadı; arşivde muhafaza edilen söz konusu evrakın analitik tasnifi yapılamadı; indeksi ve istatistikleri çıkarılamadı.
İtilaf devletleriyle imzalanan Mondros Mütarekesiyle birlikte Osmanlı Devleti resmen olmasa da fiilen sona erdi. Bunun üzerine Millî Mücadele’yi başarıya ulaştırmak ve elde kalan toprakları düşman istilasından korumak için 23 Nisan 1920’de TBMM kuruldu. Kurulan Meclis’in en önemli sorunlarında biri askerlikten firar edenler oldu. Otoritenin sarsıldığı, düşman işgallerinin başladığı böyle bir dönemde soygun ve yağmacılık yapan firari askerler memleketteki otoriteye büyük zarar vermeye başladı. TBMM, kuruluşunun hemen sonrasında 29 Nisan 1920’de 2 numaralı Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nu çıkarmak suretiyle içerde güvenliği sağlamaya çalıştı. Ancak bu kanunun dört aylık uygulama süresinde beklenen sonuç alınamadı.
Bu konuda kesin bir sonucun alınabilmesi için o günkü şartlarda olağanüstü mahkemelerin varlığına ihtiyaç duyulduğundan, 11 Eylül 1920 tarihinde 21 numaralı Firariler Hakkında Kanun çıkarıldı. Çıkarılan bu kanuna dayanılarak İstiklal Mahkemelerinin kurulmasına, kurulacak olan mahkemelerin firar eden askerlerle ilgilenmesine ve bu konuda verecekleri kararların da temyizinin olmayacağına karar verildi. Bu kanundan bir hafta sonra 18 Eylül 1920’de Heyet-i Vekile’nin verdiği teklifle 14 yerde İstiklal Mahkemesi kurulması istendi ve aynı gün 45 numaralı Meclis Kararı ile Ankara, Eskişehir, Konya, Isparta, Sivas, Kastamonu, Kayseri olmak üzere yedi bölgede İstiklal Mahkemesinin acilen kurulması kararlaştırıldı.
Bu karardan sonra 26 Eylül 1920’de çıkarılan 28 numaralı Kanunla İstiklal Mahkemelerinin yetkileri genişletildi. Bu kararla mahkemelere askerlikten firar suçunun yanısıra, Hıyanet-i Vataniye Kanunu kapsamında bulunan askeri ve siyasi casusluk suçlarına bakma yetkisi de verildi.
Askerlikten firar, gasp, soygun, iç güvenliği ihlal, bozgunculuk, casusluk davalarına baktı
27 Ekim 1920’de ise çıkarılan Meclis tezkeresiyle Kayseri İstiklal Mahkemesinin kurulmasına gerek olmadığına karar verildi. Ancak 9 Kasım 1920’de 68 numaralı Meclis Kararı ile bu mahkemelerin yanında Diyarbekir’de; 15 Kasım 1920’de ise 73 numaralı Meclis Kararı ile Pozantı’da birer İstiklal Mahkemesinin kurulması kararlaştırıldı. Bu dönemde kurulan İstiklal Mahkemeleri, askerlikten firar edenlerle alakalı davalara bakmanın yanısıra gasp, soygun, iç güvenliği ihlal, bozgunculuk, casusluk gibi davalara da baktı.
Ankara İstiklal Mahkemesi bu mahkemelerden farklı olarak gıyaben Sadrazam Damat Ferit Paşa, Rıza Tevfik, Reşat Halis, Çerkez Ethem’in davaları ile Mustafa Sağir ve Yeşil Ordu gibi siyasi ağırlıklı davalara da baktı.
Mahkemelerin dört aylık görevi sonrasında beklenen sonucun alınması üzerine, Ankara İstiklal Mahkemesi hariç, bu dönem İstiklal Mahkemeleri 17 Şubat 1921 tarihli 97 numaralı Meclis kararıyla kapatıldı. Ankara İstiklal Mahkemesi ise 31 Temmuz 1922 tarihine kadar görevine devam etti. Ankara İstiklal Mahkemesi dışındaki mahkemelerin kaldırılmasından sonra firar, casusluk, gasp ve soygunculuğun yeniden arttığı, iç güvenliğin yeniden bozulmaya başladığı gerekçesiyle 23 Temmuz 1921 tarihli 140 numaralı Meclis Kararıyla Konya, Kastamonu ve Samsun’da birer İstiklal Mahkemesinin kurulmasına karar verildi. Daha sonra, 5 Ağustos 1921 tarihinde çıkarılan 144 numaralı Başkumandanlık Kanunu ile Meclis, yetkilerini Mustafa Kemal Paşa’ya devretti ve böylece kurulmuş olan mahkemeler de doğrudan Mustafa Kemal Paşa’ya bağlandı.
Mustafa Kemal Paşa’nın gördüğü lüzum üzerine 8 Eylül 1921 tarihli Başkumandanlık tezkeresiyle Yozgat İstiklal Mahkemesi kuruldu ve Tekalif-i Milliye Emirleri’ni uygulamayanların cezalandırılması konusu da İstiklal Mahkemelerinin görevleri arasına alındı. Buna ilaveten bu tarihten sonra istifa eden İstiklal Mahkemeleri üyelerinin yerine yeni üyelerin atanması da bizzat Başkumandan tarafından yapıldı. Mustafa Kemal Paşa’ya üç ay süre ile verilen Başkumandanlık vazifesi, aralıklarla üç defa uzatıldı; 20 Temmuz 1922’de kabul edilen 245 numaralı Kanunla da süresiz hale getirildi.
İstiklal Mahkemeleri; asker firarileri, rejime muhalif olanlar, iktidara destek vermeyen gazeteciler, şapka inkılabına muhalefet edenler, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e suikast, Şeyh Said ayaklanması ve İskilipli Atıf Hoca hakkında yargılama yaptı.
Buna göre, 31 Temmuz 1922 tarihinde 249 numaralı İstiklal Mehakimi Kanunu kabul edilip mahkemelerin görev ve yetkileri yeniden belirlenerek kısıtlandı. 1 Ağustos 1922 tarihli 274 numaralı Meclis Kararıyla da bu mahkemelerin faaliyetlerine son verildi.
Samsun İstiklal Mahkemesinin kaldırılmasından sonra, Rum çetelerinin faaliyetlerine yeniden başlaması ve bölgede asayişin bozulması sebebiyle 27 Temmuz 1922 tarihinde Amasya İstiklal Mahkemesi kuruldu. Mahkeme göreve başlamakla birlikte, üyelerinin görevlerinden istifa etmesi, yeni üye seçimlerinin uzun zaman alması ve sonuçsuz kalması üzerine 27 Kasım 1922’de fiilen kaldırıldı.
Askerlikten firar edenlerin tüm tedbirlere rağmen Elcezire Bölgesinde önlenememesi üzerine, 22 Ocak 1923’te 335 numaralı Meclis Kararı ile merkezi Diyarbekir’de bulunmak, sahası Elcezire cephesi mıntıkası olmak ve sırf askerlikten firar edenler ile ilgili davalara bakmak üzere yeni bir İstiklal Mahkemesi kuruldu. Söz konusu mahkeme 9 Mart 1923’ten 11 Mayıs 1923’e kadar iki ay süreyle çalıştı.
Milli mücadelenin zaferle sonuçlanmasından sonra TBMM ile İstanbul Hükümeti arasında siyasi iktidarın gerçek sahibinin kim olduğu tartışmaları başladı. Bunun üzerine 1 Kasım 1922’de TBMM tarafından saltanata son verildi ve 18 Kasım 1922’de Abdülmecit halife olarak seçildi. 1 Nisan 1923’te ise Meclis kendini feshederek seçime gitme kararı aldı. Ancak, Meclis dağılmadan bir gün önce 15 Nisan 1923 tarihinde 334 ve 335 numaralı kanunlarla Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun 1. ve 8. maddelerinde değişiklikler yaptı. Yapılan bu düzenleme ile saltanatı geri getirmek için yapılacak faaliyetler Hıyanet-i Vataniye Kanunu kapsamına alındı.
Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nda yapılan değişiklikten ve Meclis’in kapanmasından sonra 23 Temmuz 1923 tarihinde Lozan Antlaşması imzalandı. 11 Ağustos 1923 tarihinde ise 2. TBMM açıldı ve ilk iş olarak Lozan Barış Antlaşması onaylandı. Ardından 13 Ekim 1923 tarihinde Ankara başkent ilan edildi. 29 Ekim 1923 tarihinde ise Cumhuriyet kuruldu.
Ağa Han ve Emir Ali, halifelik konusunda Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a mektup yazdı
Saltanatın kaldırılması ve Cumhuriyet’in ilan edilmesi gibi hadiseler, İstanbul basınının önemli bir kısmının tepkisine neden oldu. Bazı gazetelerde bu tür hadiselerin hilafetin kaldırılmasıyla neticeleneceğine dair yazılar yazılmaya başlandı. Hükümet ise İstanbul basınının bu tutumunu devrimlere karşı bir tepki olarak algıladı. Ankara-İstanbul arasında sert tartışmaların yaşandığı böyle bir ortamda Hint Müslümanlarının liderlerinden Ağa Han ve Emir Ali’nin halifelik ile ilgili olarak Cumhurbaşkanı ve Başbakan’a yazdıkları bir mektup, ilgililerin eline geçmeden İstanbul basınında yayımlandı.
Mektupta dünya Müslümanları için halifeliğin öneminden bahsedilerek Türklerde kalmasının Türkiye’ye güç katacağı belirtiliyor ve halifeliğin kaldırılmaması gerektiği tavsiye ediliyordu. 8 Aralık 1923 tarihinde konu Meclis gündemine geldiğinde İsmet Paşa, bu şahısların İngiliz Hükümetinin yönlendirmeleriyle hareket ettiklerini ve bu mektubu yayımlayanların Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun birinci maddesine göre suç işlediklerini ileri sürerek İstanbul’da bir İstiklal Mahkemesi kurulmasını teklif etti. Yapılan muhalefete rağmen 50 numaralı Meclis Kararı ile İstanbul’da bir İstiklal Mahkemesi kuruldu.
Mahkeme, 10 Aralık 1923 tarihinde bir beyanname yayımlayarak Cumhuriyet’in mevcudiyetine ve esasatına karşı hareket ve teşebbüse cür’et edenleri şiddetle cezalandıracağını açıkladı. Mahkeme ilk iş olarak Ağa Han ile Emir Ali’nin mektubunu yayımlayan gazetecilerle ilgili yargılamaları gerçekleştirdi. Mahkemenin yaptığı diğer önemli yargılamalardan biri İstanbul Baro Reisi Lütfi Fikri Bey’in yargılanması bir diğeri ise Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’e ve Cumhuriyet’e suikast davası. 30 Ocak 1924 tarihinde suikast davasının sonuçlanmasından sonra 5 Şubat 1924 tarihinde mahkemenin görevine son verildi. İstanbul İstiklal Mahkemesi 10 Aralık 1923 ile 5 Şubat 1924 tarihleri arasında yaklaşık iki ay süre ile çalıştı.
Saltanat ve hilafetin kaldırılması, Cumhuriyet’in kurulması gibi hadiseler Meclis’te ciddi bir muhalefetin oluşmasına sebep oldu. Meclis’te muhalefetin ve görüş ayrılıklarının derinleştiği böyle bir dönemde 13 Şubat 1925 tarihinde Şeyh Said olayı meydana geldi. Olayı bir karşı devrim olarak algılayan İsmet Paşa ve Cumhuriyet Halk Fırkası içerisinde kendisine yakın olan bir grup, Başvekil Ali Fethi Bey’i pasif kalmakla suçlayarak, sert bir muhalefete başladı.
Ankara ve Şark İstiklal Mahkemeleri çok önemli davalara baktı
4 Mart 1925’te Ali Fethi Bey Başvekillikten istifa etti ve yerine İsmet Paşa Başvekilliğe getirildi. İsmet Paşa Başvekilliğe getirildiği gün 578 numaralı Takrir-i Sükun Kanunu’nu çıkararak Ankara ve ayaklanmanın olduğu bölgede birer İstiklal Mahkemesi kurulmasını teklif etti. Aynı gün kabul edilen 117 numaralı Meclis Kararı ile Ankara ve Şark İstiklal Mahkemeleri kuruldu. Söz konusu kararla Şark İstiklal Mahkemesine verdiği idam kararlarını uygulama yetkisi verilirken, Ankara İstiklal Mahkemesinin vereceği idam kararlarının Meclis’in onayından sonra infaz edilmesi hükme bağlandı. Ancak 20 Nisan 1925 tarihinde, Meclis’in tatilde olduğu süre boyunca Ankara İstiklal Mahkemesine de verdiği idam kararlarını uygulama yetkisi tanındı. Şark İstiklal Mahkemesi yaklaşık iki yıl süren görevi sırasında birçok önemli davaya baktı. Bunların başında mahkemelerin kurulmasına gerekçe gösterilen Şeyh Said ve arkadaşlarının davası geliyor.
Ankara İstiklal Mahkemesi başlangıçta askerlikten firar edenleri yargılamakla birlikte, daha sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile alakalı yargılamalar da yaptı. Mahkemede ayrıca birçok gazeteci rejime muhalefet ettiği gerekçesiyle tutuklanarak yargılandı. Ankara İstiklal Mahkemesinin bakmış olduğu önemli davalardan biri de milli mücadelenin önde gelen isimlerinin yargılandığı İzmir Suikastı Davası. Bu davada Mustafa Kemal’e suikast girişiminde bulundukları gerekçesiyle zanlılar ve tertiple alakası olduğu iddia edilen, içlerinde birçok paşanın da bulunduğu kişilerle ilgili yargılamalar yapıldı.
Şapka kanununun çıkarılmasıyla memleket genelinde hükümete karşı oluşan tepki ve protestolar üzerine, Ankara İstiklal Mahkemesi; bu hareketleri Cumhuriyet’e karşı yapılan ayaklanma teşebbüsleri şeklinde algılayarak Sivas, Tokat, Erzurum, Rize, Giresun ve Ankara’da gezici olarak görev yaptı ve ayaklanma saydığı bu olaylara müdahil oldu.
Rejime muhalif olanlardan iktidara destek vermeyen gazetecilere, şapka inkılabına muhalefet edenlerden İzmir Suikastıyla itham edilenlere, Şeyh Said’den İskilipli Atıf Hoca’ya ve ittihatçılara kadar farklı davalara bakan bu iki mahkeme, kararları ve gördüğü davaları itibarıyla İstiklal Mahkemeleri içinde en merak edilenlerdendir.
Farklı tarihlerde altışar aylık uzatmalarla yaklaşık iki yıl görev yapan bu iki mahkeme, 7 Mart 1927 tarihinde Meclis’in aldığı karar ile kapatıldı. Söz konusu bu iki mahkemeden sonra 1949 yılına kadar herhangi bir İstiklal Mahkemesi kurulmamasına rağmen, Takrir-i Sükun Kanunu 4 Mart 1929 tarihine kadar yürürlükte kaldı. Son olarak 4 Mayıs 1949 tarihinde çıkarılan 5384 numaralı “İstiklal Mehakimi Kanunu ile Tadillerinin Yürürlükten Kaldırılması Hakkında Kanun” ile İstiklal Mahkemeleri tamamen lağvedildi.
Bu mahkemelerin üyeleri, milletvekilleri arasından seçildi, önce üç kişi olması kararlaştırıldığı halde, olası durumlara karşı dörde çıkarıldı, bunlardan birinin reis olması kararlaştırıldı ve yanlarına da bir savcı görevlendirildi. Mahkemelerin kararları kesindi; itiraz ve temyiz hakkı yoktu.
alıntı: sabah.com.tr