Cumhuriyet’in kadınlara kazandırdıkları
Kadın, gerek İslam dinin de ve gerekse toplum yaşamında hayatın yarı parçası, medeni ve yumuşak yüzü, duygusal ve doğurgan yanıdır. Kadın, erkeklerden aşağı değil eşittir ve gerek yaratılışla ve gerekse hukuken ve gerekse geleneksel olarak kendisine verilen görevlerde uygun, dürüst, adil ve hakkaniyete dayalı muamele görmek durumundadır. Bu bir lütuf değil mecburiyettir.
Cumhuriyet Türkiye’si ile kadının kazandıklarına bakmadan evvel, kadınların Cumhuriyet’ten önce neler kaybettiğine ve neleri yaşamak zorunda bırakıldıklarına acımasız ve tarafsız olarak bakmak lazım gelir ki konu bu şekilde çok daha net anlaşılır.
Cumhuriyet Öncesi Kadın
Kadı sisteminde erkekten aşağı durumda farz edilen kadının gerek şahitlik, gerek nikah ve gerekse miras hukukunda yeri malumdur. (Burada İslam hukukunun kadına biçtiği hak ve oranlarla karıştırmamak lazım gelir. Nihayetinde ayetler açık ve adil bir şekilde kadının miras, şahitlik türü hak ve görevlerini emretmiştir. Kadının kadılık sistemindeki yeri bu noktadan hareket eder görünür ancak çok daha kötü kararlara mahkum eder haldedir.) Öte yandan seçme ve seçilme hakkı olmayan kadın (haşa) bir mal durumundadır ve geleneklere göre adeta esir hayatı yaşamakta, alınıp satılmakta, erken yaşta evliliğe mahkum edilmekte, kendisine sorulmadan başgöz edilmekte, boşanma hakkı dahi olmadan kahredici zulüm yıllarına sebat etmeye mecbur bırakılmaktadır. Boşanan kadının baba evine dönmesine imkan yoktur, dul kadınların adı kaçınılmaz olarak kötüye çıkmaya mahkumdur.
Nikah hakkı, evlilik cüzdanı dahi olmayan kadının evliliği, erkeğin ağzından çıkacak üç kez “Boş ol! Boş ol! Boş ol!” kelimesine bağlıdır.
Okutulmayan, çalışması dahi yasak edilen, ev hapsine mahkum, çarşaflar arasındaki iki santimetrelik bir görüşe mahkum kadın, namuslu ve haysiyetli olsa da erkekler gözünde daima namussuzluğun sebebi vaziyetindedir ve bu ithamla suçlananların çoğusu taşlanarak öldürülmekte, et ticaretini yürütenler erkekler olduğu halde hayat kadını muamelesi görmekte, tecavüze uğrayan kadınlar dahi aşifte damgası yemektedir.
Erkeğin kölesi durumundaki kadın evde en pis işleri yaparken, erkeğin ise tam egemenliği söz konusudur ve kadının istemek bir yana itiraz etmek hakkı dahi yoktur.
Yemek yapmaktan ve çocuk doğurmaktan başka işi olmayan kadın, okuması yasak olandır ki bilgi ile donandığı zaman erkeğe bela olacağı düşünülendir. Bu yüzden Cumhuriyet öncesi kadınların okur yazar oranı sadece % 3’tür.
Üretmeyen, sürekli tüketen durumundaki kadının Cumhuriyet öncesi zamanlarda yeri topluma yük olmak, en kadınsı mesleklerden dahi mahrum kalması noktasıdır.
Kadın, tesettüre boğulması gereken, göz zinasının sanki tek sorumlusu gibi düşünülen, ancak içkili eğlence sofralarının rakkaseleri durumundaki yaşayan ama ruhsuz varlıktır. Kadın kocamış erkeklere arkadaş olması istenen onbeş yaşındaki çocuk gelinden ibarettir.
Söz hakkı olmayan, tercih edemeyen, kendi hayatını yaşayamayan, seçemeyen, mahkum olduğu hayatı yaşamak durumundaki kadının yeri karanlık, acı, gözyaşı ve zulümdür.
Yabancı ve gayrimüslim mis kokulu (!) kadınların peşinde koşan erkeklerin, kendi hanım ve kızlarına reva gördüğü bu çağ dışı muameleleri anlamak doğal olarak mümkün değildir. Lakin hakikat budur. O dönemlerde çalışan kadınlar arasında Türk kadını yoktur, eczacı türü tahsile dayalı mesleklerde zaten Türk kadınının adı anılmamaktadır.
Erkeklere serbest olan çoğu şeyden mahrum bırakılan kadının yeri, mali değeri yüksek büyükbaş davarlardan da aşağıdır!
Cumhuriyet Sonrası kadın
Türk İstiklal Harbi’nde rüştünü ve namusunu ispat etmiş Anadolu kadını, tüm cahilliğine rağmen içinde yanan vatan ve iman aşkı ile cephe gerisinde fedakarca çalışmış, ordu ve millet ihtiyaçlarını karnındaki, kucağındaki bebekten üstün tutmuş mübarek insandır.
İnkılaplar ile evvela hüviyete ve sonra özgürlüğe ve nihayet eşitliğe sahip olan kadın anayasal olarak gerek din alanında, gerekse beşeri hayatın sosyal alanlarında erkekle aynı seviyeye gelebilmiş, cehalet çukurlarından kurtularak aydınlanmış, tüketici vaziyetten üretici durumuna gelmiş, seçilen olduğu kadar seçen haklarına da sahip olmuştur. Kendisine boşama hakkı dahi verilen kadın Cumhuriyet ile adeta “VAR” olmuş, görünür hale gelmiştir.
Kadınlara tanınan siyasi haklar – seçme ve seçilme hakları – meselenin sadece görünen yüzüdür. geri planda ise adalet ve hukukta tam bir eşitlik söz konusudur ve artık kadın istemediği evliliklere, okuldan uzaklaştırılmaya, başlık parası ile alınıp satılmaya mahkum değildir.
Nice sanat, siyaset, meslek öncüleri çıkartan kadınlarımızın, tıpkı Kurtuluş savaşında mermi taşıyan mübarek annelerimiz gibi, toplumun uyanış ve dirilişinde öncülük etmesi hep bu kazanımlar sonucudur.
Seyahat özgürlüğünden, okuma hürriyetine, evlilik ve boşanma hukukundan miras hukukuna, aile içi statüsünden eğiticilik yapmaya, meslek icra etmekten tesis sahibi olmaya, kıyafetten fikriyata kadar her alanda kadın Cumhuriyet’le birlikte hak ettiği değer ve kıymete erişmiştir.
Medeni kıyafetler ile çağdaş ve kendisine güvenen kadın sembolü sadece şekli manada da sınırlı kalmamış, ahlak tabanlı namus meselesi bu sayede tek taraflı olarak kadınlara fatura edilmekten çıkmıştır.
Erkeğe mahkûm veya erkeğin malı durumundaki kadın Cumhuriyet’le birlikte artık vardır, eşittir, söz sahibidir, üretkendir, kıymetlidir, hukuken koruma altındadır.
Artık okumak isteyen kadın okuyabilir, evlenmek istemeyen kadın evliliğe itiraz edebilir veya boşanmak isteyen kadın boşanma davası açabilir haldedir ve tüm bunlar Cumhuriyet iledir.
Özetle;
Cumhuriyet’in sağladığı tüm imkân ve değerlerden sonuna kadar ve eşit ölçüde istifade imkânına yine Cumhuriyet’le sahip olan kadınlar için Cumhuriyet fikri bir varoluş ve insanca yaşam meselesidir.
Medeni kanun ile sağlanan haklar, diğer inkılaplar ile elde edilen kazanımlar kadınları mahkûm oldukları karanlık çukurlardan kurtarmış, et ve zevk vesilesi olmaktan kurtarıp, sadece yemek ve doğurma işiyle meşgul bir statüden çıkarmış ve kadın hüviyet ve haysiyetine erdirmiştir.
Daima erkeğin arkasında kalmaya mahkum edilen kadın, Cumhuriyet Türkiye’sinde artık erkeğin yanı başındadır, hayatı müşterek omuzlamaktadır ve hak ettiği haysiyet ve şerefine kavuşmuştur.
Bu nedenle kadınlarımızın Cumhuriyet’e erkeklerden çok daha fazla sahip çıkması gerekir.
Çünkü erkekler Cumhuriyet ile (aslında) bazı haksız da olsa kazanımlarından, din veya töre ile kadınların cehalet ve mahkumiyetlerinden de istifade ile asırların birikimiyle ve din kisvesi altında elde etmiş oldukları zevk ve kabiliyetlerden taviz vermiş, hak kaybına uğramış, asırlardır üstün olduklarını kabul ettikleri kadınların seviyesine (!) inmişlerdir.
Kadınlar ise erkeklerin kaybettiği varsayılan tüm bu sayılanların kazanan tarafıdır ve bu hakların muhafazası sadece Cumhuriyet’in devamıyla mümkündür.
Cumhuriyet’in gelecek nesillerini yetiştirecek olanlar en az babalar kadar annelerdir ki bu anneleri bilgili, haysiyetli, vatansever ve aydın olmaya mecbur eder.
O halde kadınlar için tek yol Cumhuriyet’tir!
Ancak unutmamak gerekir ki medeni Türk kadınının hedefi güzel ve çekici olmak değil, kültürlü, faziletli, saygıdeğer ve bilgili olmak, hanımefendi olabilmektir. (Dünya güzeli seçilen Keriman Halis’e Atatürk’ün söyledikleri kadınlarımızın kulaklarına küpe olmalıdır.)
Atatürk’ün, Keriman Halis’in dünya güzeli seçilmesine dair Cumhuriyet gazetesine verdiği demeçten; ( … Türk ırkının dünyanın en güzel ırkı olduğunu tarihî olarak bildiğim için, Türk kızlarından birinin dünya güzeli seçilmiş olmasını çok doğal buldum. Ancak, Türk gençlerine bu nedenle şunu hatırlatmayı gerekli görüyorum: Övündüğünüz doğal güzelliğinizi bilimsel biçimde korumasını biliniz ve bu yolda bir değişimin sürekli olmasını ihmal etmeyiniz. Bununla birlikte asıl uğraşmaya zorunlu olduğunuz şey, annelerinizin ve atalarınızın yaptığı gibi yüksek kültürde ve yüksek erdemde dünya birinciliğini tutmaktır.)
Bu nedenle de Atatürk ve dava arkadaşlarının haklı mücadelesine saygı duymak, inkılaplar ile kendilerine hak sağlayanlara minnet duymak en çok kadınların görevi ve vicdan borcudur.
NOT: Hala Atatürk ve inkılaplar aleyhine nefes tüketenlerin maksadını anlamak ise mümkün değildir. Mesnet olarak göstermeye çalıştıkları ayetler ise kadını köle değil, erkeklerle eşit görmekten ibarettir. Dinimiz kadınları yüceltmekte, namuslu yaşama sevk etmekte, erkeklerle birlikte cihada davet etmekte, aydınlanmayı, üretmeyi emretmektedir. Medeni kanun ile kadının çağdaş kıyafete bürünmesi tüm bu kazanımların simgesi durumunda olduğu içindir ki hala hilafet kafalılarca ibadet hakkı dahi elinden alınan, süs ve eğlence malzemesi yapılan kadın kara çarşaflara mahkûm edilmeye çalışılmaktadır. Çünkü kara çarşaf – dinde asla yeri yoktur – İnkılaba, Cumhuriyet’e ve Atatürk’e saldıranların bayrağı durumundadır. Tercih kadınlarındır.
Ya Cumhuriyet ile insanca yaşam ya çarşafa mahkûm Cumhuriyetsiz kölelik mevki…