Atatürk’ün manevi mirası akıl ve bilimdir
Ulu önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk, akıl ve bilimi rehber edinmemiş, manaya temas edememiş, taklitçi ve sahte sadakatleri sevmeyen, aksine gerçek ve özü yakalayabilmiş insanları çokça takdir eden bir yapıdaydı. Kurtuluş savaşının ve inkılapların ruhunu yakalayabilenleri de o ölçüde sever ve yüceltir, özü yakalayamayan dava arkadaşlarını dahi telkin ve tembihle eğitir, inat edenleri bir yerden sonra sistem dışına çıkartırdı.
O’na göre şekilcilik (siyasetten yaşama kadar her alanda) gayet zararlı ve faydasız bir emekti. Kopya siyasetlerden de bu anlamda nefret eden Atatürk, araştırma ve hakikati tavsiye eder, kendisini dahi eleştiriye daima açık tutardı.
O’na göre iki Mustafa Kemal vardı;
“İki Mustafa Kemal vardır: Biri ben, et ve kemik geçici Mustafa Kemal… İkinci Mustafa Kemal, onu “ben” kelimesiyle ifade edemem; o, ben değil, bizdir! O, memleketin her köşesinde yeni fikir, yeni yaşam ve büyük ülkü için uğraşan aydın ve savaşçı bir topluluktur. Ben, onların rüyasını temsil ediyorum. Benim girişimlerim, onların özlemini çektikleri şeyleri tatmin içindir. O Mustafa Kemal sizsiniz, hepinizsiniz. Geçici olmayan, yaşaması ve başarılı olması gereken Mustafa Kemal odur!” 1933 (Hamdullah Suphi Tanrıöver, Yerli Yabancı 80 İmza Atatürk’ü Anlatıyor, s. 183)
Atatürk’e göre O’nu anlamak, Cumhuriyet’i ve ilkeleri anlamaktı.
Gazi Mustafa Kemal Paşa, Ali Fethi Bey’in Büyükdere’deki yalısında, 9 Ağustos 1929 tarihinde, sağlığını merak eden ve kendisini görmeye gelen halka hitaben yaptığı konuşmada şöyle diyordu:
“Benim için zahmet ediyorsunuz. Bundan mahcup oluyorum. Beni görmek demek, behemehal yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir. Ankara’dan buraya gelmeden evvel işittim ki, hakkımda “hastadır, eli ayağı tutmuyor, “ölüme mahkumdur” demişler. İşte karşınızdayım. Sıhhatteyim, elim ayağım tutuyor. Kendi gözlerinizle görüyorsunuz ki, sapasağlamım, Kuvvetim yerindedir. Siz bu akşam benim karşımda milletin bir kitlesi, bir timsalisiniz. Size hitap ederken bütün millete sesimi işittireceğime kaniim. İşitiniz ve işittiriniz. Sizin menfaatiniz için sıhhatini, ömrünü vakf ve hasreden adam sıhhattedir ve sizin için çalışacaktır. O sizin için yaşıyor. Benim kuvvetim, benim size olan muhabbetim ve sizin bana olan muhabbetinizdir. Bu millet, bu memleket yeni rejim üzerinde dünyanın en makul bir mevcudiyeti olacaktır. Ben bunu kendi gözlerimle görmeden ölmeyeceğim.” (Hakimiyeti Milliye, 10 Ağustos 1929) (Kaynak: Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri. II. Cilt, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü yayınları: 1., Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara, 1959, sayfa: 254.)
Kendisinin de fani olduğunu gayet iyi bilen Atatürk ölmeyecek olanın fikir ve inançlar olduğunu altını çizerek, milli davanın ölümsüzlüğü için harcadığı gayret ve emeği her zaman dile getirir, gençlere yapmaya çalıştıklarını izah ederek, yarım kalan illeri hatırlatır ve Cumhuriyet’in kendisini sürekli geliştirmesi gerektiğini anlatırdı.
“Büyük ölülere matem gerekmez, fikirlerine bağlılık gerekir.” (Atatürk’ten B.H., s. 120)
Ve nihayet Ulu Önder vefatından sonra geriye maddi değil fakat manevi miras bırakacağını ve bunun akıl ve bilim olduğunu söyleyerek kendisinden sonraki vatan evlatlarına da istikamet göstermişti.
“Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı(ayet), hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, bilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü güçlükler önünde, belki amaçlara tamamen eremediğimizi, fakat asla ödün vermediğimizi, akıl ve bilimi rehber edindiğimizi onaylayacaklardır. Zaman hızla dönüyor, milletlerin, toplumların, bireylerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve bilimin gelişimini inkâr etmek olur. Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel eksen üzerinde akıl ve bilimin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar.” (Hamdullah Suphi Tanrıöver’den naklen, Cemal Kutay, Mustafa Kemal’in Ufuktaki Manevî Mirasçısı ile Sohbet, s.2-3;İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, s. 13)
Kurtuluş savaşı öncesi koyu karanlıkları, İstiklal harbinin zorluklarını, yaşanan vahşet ve ızdırabı bir zaman sonra unutturmak hevesinde olanların ortaya çıkabileceğini, inkılapların gaye ve hedeflerini unutturmak isteyen bedbahtların daima var olacağını hatırlatan Atatürk, bu sayede bu gafillere karşı da izlenecek yolu göstermişti.
“Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkâr edenler ve beni yerenler çıkabilir. Hatta bunlar, benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir. Fakat, ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidirler ki bu fikirler, Hint’ten, Mısır’dan döner dolaşır gene gelir, verimli sonuçları kalpleri doldurur.” 1937 (Atatürk’ten B.H., s. 6, 128)
Kendisini vatanın müşfik kollarında bir evlat ve görev adamı olarak tanımlayan Atatürk, kendisinden sonrakiler için de çalışmayı ve millet sevgisini tavsiye etmiştir.
“Yaşamımın bütün dönemlerinde olduğu gibi, son zamanların buhranları ve felâketleri arasında da bir dakika geçmemiştir ki, her türlü huzur ve istirahatimi, her çeşit kişisel duygularımı milletin kurtuluşu ve mutluluğu adına feda etmekten zevk duymayayım. Gerek askerî yaşamımın ve gerek siyasî yaşamımın bütün dönem ve bölümlerini işgal eden mücadelelerimde daima hareket kuralım, millî iradeye dayanarak milletin ve vatanın gereksindiği amaçlara yürümek olmuştur.” 1920 (Atatürk’ün S.D.I, s. 61)
Bu nedenle Türk Gençliği için izlenecek yol ve yöntem; Atatürkçü olmak, tam bağımsızlık ve milli egemenlikten uzaklaşmamak, Atatürk’ün ilke ve fikirlerini anlayarak, O’nun gösterdiği hedeflere ulaşmak için emek birliği yapmaktır.
Bu güzel vatanda, bunca zorluğa rağmen kazanılan zaferin ve başarılan büyük inkılapların kendisine emanet edildiği Türk gençliği bu manevi mirasa sahip çıkmalı ve akıl ve bilimi daima önder kabul etmelidir.
Atatürk ve dava arkadaşlarının yapmaya çalıştıkları ortadadır. Planlanan, işlerin bir kısmının başarılamadığı da muhakkaktır. İşte Gençliğin görevi bu yarım kalan ve sürekli geliştirilmek lüzumunda olan bu işleri tamama erdirmek ve ilerletmektir.
Unutturulmaya çalışılacak, engellenmeye çalışılacak bu azim ve istikrar Cumhuriyet’in yeni filizler açması için elzemdir. Kopya ve sahte Atatürkçülük (Rozet Atatürkçülüğü) ile değil, gerçek Atatürkçülükle başarılamayacak hiçbir şey yoktur.
Bu manevi mirasa sahip çıkmak ve daha da büyük işler yapmak için Atatürk’ün ilke ve hedeflerin anlamak ve damarlarımızda dolaşan şerefli ve asil şehit kanlarından güç almak kafidir.