Atatürk’ün fihristli veciz sözleri – İlim
İLİM, BİLİM, FEN, AKIL
Hayat pek kısa! Çocukluk ve okul bir kısmını alıyor; geriye kalanını ise, uyku yarıya indiriyor. Uykusuzluğu giderecek ve vücuda verdiği istirahat gıdasını verecek komprimeler icat edilse… Bir gün o da olacaktır. Nitekim tıp, kimya, uyutmak için pek güzel ilâçlar yapmışlardır. (Cevat Abbas Gürer, Yakınlarından Hatıralar, 1955s. 59)
İlk ve usta öğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilimi ve tekniği verir, fakat o kadar pratik bir tarzda versin ki çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkum olmadığına emin olsun. (1931)
Bizim dinimiz en makul ve doğal bir dindir ve ancak bundan dolayıdır ki son din olmuştur. Bir dinin tabiî olması için akla, fenne, ilme ve mantığa uyması lâzımdır. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. (1923, İzmir) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 94)
“Milletimizin siyasi, içtimai hayatında, milletimizin fikri terbiyesinde de rehberimiz ilim ve fen olacaktır.”
“Benim manevi mirasım, akıl ve bilimdir.”
“Biz cahil dediğimiz zaman, mektepte okumamış olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikati bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikati gören gerçek alimler çıkabilir.”
“Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin açık dileğidir.”
“Bilim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her ulus kişisinin kafasına koyacağız. Bilim ve fen için kayıt ve şart yoktur.”
“Bir ulusun asker ordusu ne kadar güçlü olursa olsun, kazandığı zafer ne kadar yüce olursa olsun, bir ulus ilim ordusuna sahip değilse, savaş meydanlarında kazanılmış zaferlerin sonu olacaktır. Bu nedenle bir an önce büyük, mükemmel bir ilim ordusuna sahip olma zorunluluğu vardır.”
“Eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin.”
“Hükümetini ayakta tutmak için dini kullanmaya gerek duyanlar zayıf yöneticilerdir. Âdetâ halkı bir kapana kıstırırlar. Benim halkım demokrasi ilkelerini, gerçeğin emirlerini ve bilimin öğretilerini öğrenecektir.”
“Halk Partisi, ulusa eğiticilik yapacak, bilim, iktisat, siyaset ve güzel sanatlar gibi bütün kültür sahalarında vatandaşları yetiştirmek için önderlik edecektir.”1931, Aydın Türk Ocağı.
Medeniyet yolunda muvaffakiyet, yenileşmeye bağlıdır. Sosyal hayatta, iktisadî hayatta, ilim ve fen sahasında muvaffak olmak için yegâne gelişme ve ilerleme yolu budur. Hayat ve yaşayışa hâkim olan hükümlerin zaman ile değişme, gelişme ve yenileşmesi zarurîdir. Medeniyetin icatları, fennin harikaları, cihanı değişiklikten değişikliğe sürüklediği bir devirde asırlık köhne zihniyetlerle, maziye düşkünlükle mevcudiyetin muhafazası mümkün değildir. Medeniyetten bahsederken şunu da kesinlikle söylemeliyim ki, medeniyetin esası, ilerleme ve kuvvetin temeli aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak sosyal, iktisadî, siyasî güçsüzlüğe sebep olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurların tabiî haklarına malik olmaları, aile vazifelerini yürütmeye yetenekli bulunmaları lâzımdır. 1924 (Atatürk’ün B.N., s. 85)
Süngü ile, silâhla, kanla elde ettiğimiz zaferden sonra, kültür, ilim, fen, ekonomi gibi alanlarda zafer kazanmak için çalışacağız. Milleti refah ve mutluluğa götürecek bu alanlarda güvenle, başarıyla yürüyebilmek ise, yalnız bir şarta bağlıdır. Bu şart bulunmazsa o alanlarda başarımız imkânsızdır. Bu şart şudur: Milletin, doğrudan doğruya kendi egemenliğine kendisinin sahip olmasıdır! 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s.135)
Türk inkılabı nedir? Bu inkılâp, kelimenin ilk anda işaret ettiği ihtilâl mânasından başka, ondan daha geniş bir değişikliği ifade etmektedir. Bugünkü devletimizin şekli, asırlardan beri gelen eski şekilleri ortadan kaldıran en gelişmiş tarz olmuştur. Milletin, varlığını devam ettirmesi için fertleri arasında düşündüğü müşterek bağ, asırlardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet, dinî ve mezhebi bağlantı yerine Türk Milliyeti bağıyla fertlerini toplamıştır. Millet, beynelmilel umumî mücadele sahasında hayat sebebi ve kuvvet sebebi olacak ilim ve vasıtanın ancak çağdaş medeniyette bulunabileceğini bir değişmez gerçek olarak prensip saymıştır. Büyük milletimizin hayatının seyrinde vücuda getirdiği bu değişiklikleri herhangi bir ihtilâlden çok fazla, çok yüksek olan en muazzam inkılâplardandır. 05.11. 1925 Ankara Hukuk Fakültesinin Açılışında (M.E.İ.S.D. I, S. 28)
Daha endişesiz ve korkusuzca, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır: Büyük Türk kadınını çalışmamızda ortak yapmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmî, ahlâkî, sosyal, ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve koruyucusu yapmak yoludur. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 150-151)
Bu kadın meselesinde cesur olalım. Vesveseyi bırakalım, Açılsınlar, onların beyinlerini ciddî ilim ve fen ile süsleyelim. İffeti, fenni sağlıklı şekilde izah edelim. Şeref ve haysiyet sahibi olmalarına birinci derecede önem verelim. 1918 (Afetinan, M.Kemal Atatürk’ün Karlsbad Hatıraları, s. 45)
Türk milleti! Kurtuluş Şavaşı’na başladığımızın on beşinci yılındayız. Bugün Cumhuriyetimizin onuncu yılını doldurduğu en büyük bayramdır. Kutlu olsun! Şu anda, büyük Türk milletinin bir ferdi olarak, bu kutlu güne kavuşmanın en derin sevinci ve heyecanı içindeyim. Yurttaşlarım!Az zamanda çok ve büyük işler yaptık. Bu işlerin en büyüğü, temeli Türk kahramanlığı ve yüksek Türk kültürü olan Türkiye Cumhuriyetidir. Bundaki muvaffakiyeti Türk milleti’nin ve onun değerli ordusunun bir ve beraber olarak kararlı bir şekilde yürümesine borçluyuz. Fakat yaptıklarımızı asla kâfi görmeyiz. Çünkü daha çok ve daha büyük işler yapmak mecburiyetinde ve azmindeyiz. Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medenî memleketleri seviyesine çıkaracağız. Millî kültürümüzü çağdaş medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız. Daha az zamanda daha büyük işler başaracağız. Bunda muvaffak olacağımıza şüphem yoktur. Çünkü Türk Milleti’nin karakteri yüksektir. Türk Milleti çalışkandır, Türk Milleti zekidir. Çünkü Türk Milleti millî birlik ve beraberlikte güçlükleri yenmesini bilmiştir. Ve çünkü Türk Milleti’nin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müspet ilimdir. Şunu da ehemmiyetle belirtmeliyim ki, yüksek bir insan cemiyet olan Türk Milleti’nin tarihî vasfıda güzel sanatları sevmek ve onda yükselmektir. Bunun içindir ki, milletimizin yüksek karakterini, yorulmaz çalışkanlığını, fıtrî zekâsını, ilme bağlılığını, güzel sanatlara sevgisini, millî birlik duygusunu mütemadiyen ve her türlü vasıta ve tedbirlerle besliyerek inkişaf ettirmek millî ülkümüzdür. Asla şüphem yoktur ki; Türklüğün unutulmuş büyük medenî vastı ve büyük medenî kabiliyeti bundan sonraki inkişafiyle âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır. Türk Milleti, Ebediyete akıp giden her on senede bu büyük millet bayramını daha büyük şereflerle, saadetlerle huzur ve refah içinde kutlamanı gönülden dilerim. Ne mutlu Türküm diyene! 1933 (Atatürk’ün S.D. II, S. 272)(Onuncu yıl nutku)
Bir toplum, cinsinden yalnız birinin yeni gerekleri edinmesiyle yetinirse, o toplum yarıdan fazla güçsüzlük içinde kalır. Bir millet ilerlemek ve medenîleşmek isterse, bilhassa bu noktayı esas olarak kabul etmek mecburiyetindedir. Bizim toplumumuzun başarı gösterememesinin sebebi, kadınlarımıza karşı gösterdiğimiz ilgisizlik ve kusurdan doğmaktır. İnsanlar dünyaya alnında yazılı olduğu kadar yaşamak için gelmişlerdir. Yaşamak demek, faaliyet demektir. Bu sebeple bir toplumun bir organı faaliyette bulunurken diğer organı işlemezse o toplum felç olmuştur. Bir toplumun, hayatta çalışması ve muvaffak olması için çalışmanın ve muvaffak olabilmenin bağlı olduğu bütün sebep ve şartları benimsemesi gerekir. Bundan ötürü bizim toplumumuz için ilim ve fen gerekli ise bunları aynı derecede hem erkek hem de kadınlarımızın edinmeleri lâzımdır. Malûmdur ki, her safhada olduğu gibi sosyal hayatta dahi iş bölümü vardır. Bu umumî iş bölümü arasında kadınlar, kendilerine ait olan vazifeleri yapacakları gibi aynı zamanda sosyal topluluğun refahı, saadeti için gerekli gündelik çalışmaya da dahil olacaklardır. Kadının ev vazifeleri, en ufak ve ehemmiyetsiz vazifesidir.
Millet, milletlerarası umumi mücadele sahasında hayat sebebi ve kuvvet sebebi olacak ilim ve vasıtanın ancak muasır medeniyette bulunabileceğini, sabit olmuş bir hakikat diye benimsemiştir.
Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı’*, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım, ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü müşkülât önünde, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi, akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle dönüyor, milletlerin, cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur. Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar. (İsmet Giritli, Kemalist Devrim ve İdeolojisi, s. 13)
Ben o adamım ki ordunun memleketi, milleti muhakkak bir neticeye götürebileceği noktalarda emir veririm. Fakat ilim ve bilhassa sosyal ilim sahasına dahil işlerde ben emir vermem. Bu alanda, isterim ki bana bilginler doğru yolu göstersinler. Onun için, siz kendi ilminize, kültürünüze güveniyorsanız, bana söyleyiniz. Sosyal ilmin güzel yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim. 1923 (Ahmet Cevat Emre, İki Neslin Tarihi, s. 316)
Biz keyfî hareket etmeyiz. Müstebit asla değiliz. Hayatımız, bütün faaliyetimiz, memleket işlerinde keyfî ve müstebitçe hareket edenlere karşı mücadele ile geçmiştir. Bizim akıl, mantık, zekâ ile hareket etmek belli özelliğimizdir. Bütün hayatımızı dolduran vak’alar, bu gerçeğin delilidirler. Memleket ve millet işlerinde şahıslarıyla, yaptıklarıyla, fikirleriyle zararlı olmak vaziyetine düşenlere karşı, zaman zaman direndiğimiz olmuştur. Milleti gerçek düzelme yolunda yürümekten mene çalışmak isteyenlere sert ve amansız olmak istidadındayız. Toplumsal düzenimizi, bilerek veya bilmeyerek, bozucu kimselere müsaade edemeyiz; bunlar doğrudur. Bizden bu hususta sessiz kalma ve tarafsızlık isteyenleri tatmin edemiyorsak, bunun sebebi, memleket ve millet menfaatini her şeyin üstünde gördüğümüzdür. 1925 (Atatürk’ün S.D.V, s. 211)
Herşeyin kaynağı insan zekâsıdır. (Falih Rıfkı Atay, 19 Mayıs, s. 41)
Klâsik etimoloji*’nin karışık görüşleri karşısında bizim teorimiz ve analiz metodumuz çok basit görünüyor. Fakat hakikat, ezelî ve ebedî hakikat, basittedir. Teorimizi bir dil kanunu olarak ilim âlemine tanıttığımız gün, Türklük için şanlı bir zafer günü olacaktır. (İbrahim Necmi Dilmen, Çığır Mecmuası, sayı: 74-75, 1939, s. 11; Mahmut Atillâ Aykut, T.D.K. Yıllık 1944, s. 63)
Söz konusu tabirler, uluslararası ilim sahasında kolaylıkla ilerlememize mânidir! Fen terimleri o suretle yapılmalı ki, mânaları ancak istenilen şeyi ifade edebilsin. (Akil Muhtar Özden, Atatürk’e ait Bilinmeyen Hatıralar, Yeni Mecmua, Sayı : 21, 1939)
Egemenlik ve saltanat hiç kimse tarafından hiç kimseye, ilim icabıdır diye; görüşme ile, münakaşa ile verilmez. Egemenlik, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk milleti’nin egemenlik ve saltanatına el koymuşlardı; bu musallat olmalarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de, Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, egemenlik ve saltanatını, isyan ederek kendi eline açıkça almış bulunuyor. Bu bir olupbittidir. Söz konusu olan; millete saltanatını, egemenliğini bırakacak mıyız, bırakmıyacak mıyız? Meselesi değildir. Mesele zaten olupbitti haline gelmiş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, mutlaka olacaktır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce uygun olur. Aksi takdirde, yine gerçek gerektiği şekilde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir. 1922 (Nutuk II, S. 691)
Bir yurdun en değerli varlığı, yurttaşlar arasında ulusal birlik, iyi geçinme ve çalışkanlık duygu ve kabiliyetlerinin olgunluğudur. Ulus varlığını ve yurt erginliğini korumak için bütün yurttaşların canını ve her şeyini derhal ortaya koymaya karar vermiş olmak, bir ulusun en yenilmez silâhı ve koruma vasıtasıdır. Bu sebeple, Türk ulusunun idaresinde ve korunmasında ulusal birlik, ulusal duygu, ulusal kültür en yüksekte göz diktiğimiz idealdir. Yüksek ve inkılâpçı bir kültür seviyesine varmak için, önümüzdeki yıllarda daha çok emek vereceğiz. Müspet bilimlerin temellerine dayanan, güzel sanatları seven, fikir terbiyesinde kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kudretli bir nesil yetiştirmek, ana siyasamızın açık dileğidir. (4 Şubat 1935) (ATATÜRK’ÜN Tamim, Telgraf ve Beyannameleri IV, s. 573, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1991, Cilt IV, s.643)
Bir ulusun dili, bütün bilim kavramlarını oluşturacak şekilde gelişmemişse, o ulusun bilim ve kültür alanında bir varlık göstermesi beklenemez. Nitekim biz Türklük dâvasını böyle bir müsbet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz. 1924
Öyle istiyorum ki , Türk dili bilim yöntemleriyle kurallarının ortaya koysun ve her dalda yazı yazanlar bütün terimleriyle çoğunluğun anlayabileceği güzel, ahenkli dilimizi kullansınlar. 1931
Kültür, okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden mâna çıkarmak, uyanık davranmak, düşünmek, zekâyı terbiye etmektir. (1936)
İnsanın vücudu bir kürsüdür; zekâ cevherinin mahfazası olan başı, üzerinde taşımak için kurulmuş bir kürsü!… Çünkü esas zekâdır… (Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ü Özleyiş, s. 116)
1922 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi fahrî profesörlüğüne seçilmesi hasebiyle, adı geçen fakültenin Profesörler Kurulu’na gönderdiği teşekkür telgrafı: “Türk kültürünün odağı olan fakültenizin fahrî profesörlüğüne seçilmemden dolayı meclisinize teşekkür ederim. Eminim ki, millî bağımsızlığımızı bilim alanınızda fakülteniz tamamlayacaktır. Bu şerefli gelişmenin oluşmasını üstlenen kurulunuz arasında bulunmak bence övünç nedenidir.” 1922 (Atatürk’ün S.D.V, s.139)
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi tarafından şahsına profesörlük mertebesi verilmesi hasebiyle adı geçen fakültenin Profesörler Kurulu Başkanlığı’na gönderdiği teşekkür telgrafından: “Millî bağımsızlık, millî kültür ile eş olması nedeniyle bulunmakta olduğunuz öğretim kürsülerinde memleketin siz bilim adamları da hiç şüphesiz aynı çaba ve savaşın kahramanlarısınız. Bu nedenle değerli hizmetlerinizin daima artıcı ve verimli başarılarla devamını ve yükselmesini temenni eder ve bana verdiğiniz fahrî profesörlüğü içten övünç nedeni ve bir yüksek rütbe olarak kabul ettiğimi tekrar teşekkürlerimle beraber saygı ile bildiririm efendim.” 1923 (Atatürk’ün S.D.V, s.146-147)
Yeni harfleri, millî tarihi, öz dili, sanatı, ilmi, müziği, teknik kurumlarıyla kadını erkeğe her hakta eşit, modern Türk sosyetesi bu son yılların eseridir.1935
Memleketi ilim, kültür, iktisat ve bayındırlık sahasında da yükseltmek, milletimizin her hususta pek verimli olan kabiliyetlerini geliştirmek, gelecek nesillere sağlam, değişmez ve olumlu bir karakter vermek lâzımdır. Bu kutsal amaçları elde etmek için savaşan aydın kuvvetlerin arasında öğretmenler en mühim ve nazik yeri almaktadırlar. 1923 (Atatürk’ün T.T.B. IV, S. 487)
Mülkiyelilerin bağlılık ve saygı telgrafına cevabından: Bana içten sevgilerini haykıranlar, yarım asırdan beri büyük Türk ulusunun tam anlamıyla millet olmasına çalışan, onunla en modern bir Türk Devleti kurmak için insanlık fedakârlıklarının hiçbirini kendilerinden esirgemeyen, kültür, idare, intizam, devlet anlamlarını en son ilmî telâkkilere göre billûrlaştırmaya çalışmış ve çalışan yüksek arkadaşlarımdır. 1935 (Ulus gazetesi, 12. 12. 1935)
Türkiye Cumhuriyeti’nin resmî dini yoktur. Devlet idaresinde bütün kanunlar, nizamlar ilmin çağdaş medeniyete temin ettiği esas ve şekillere, dünya ihtiyaçlarına göre yapılır ve tatbik edilir. Din telâkkisi vicdanî olduğundan, Cumhuriyet, din fikirlerini devlet ve dünya işlerinden ve siyasetten ayrı tutmayı, milletimizin çağdaş ilerlemesinde başlıca muvaffakiyet etkeni görür. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 56)
Düşmanlarımız, bizi dinin tesiri altında kalmış olmakla itham ediyor, duraklama ve çökmemizi buna bağlıyorlar; bu hatadır! Bizim dinimiz, hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasını talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şey, erkek ve kadının beraber olarak bilim ve bilgiyi kazanmasıdır. Kadın ve erkek bu bilim ve bilgiyi aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla donanmak mecburiyetindedir. İslâm ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki, bugün kendimizi bin türlü kayıtlarla bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar, bilim ve bilgi yönünden ve diğer hususlarda erkeklerden asla geri kalmamışlardır; belki daha ileri gitmişlerdir. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 86)
Türk milleti kurtuluş savaşından beri, hattâ bu savaşa atılırken bile mahkûm milletlerin hürriyet ve bağımsızlık dâvalariyle ilgilenmeyi, o dâvalara yardım etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca kendi soydaşlarının hürriyet ve bağımsızlıklarına kayıtsız davranması elbette uygun görülemez. Fakat milliyet dâvası şuursuz ve ölçüsüz bir dâva şeklinde mütalâa ve müdafaa edilmemelidir. Milliyet dâvası siyasî bir mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir ülkü meselesidir. Şuurlu ülkü demek, müsbet ilme, ilmî usullere dayandırılmış bir hedef ve gaye demektir. O halde propagandalarda müsbet usullere müracaat etmek şarttır. Hareketlerin imkân sınırları ve sıraları mutlaka hesaba katılmalıdır. Türkiye dışında kalmış olan Türkler, ilkin kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz Türklük dâvasını böyle bir müsbet ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türklerinin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz. (Abdülkadir İnan, Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 13, 1963, S. 115)
Harp, muharebe, nihayet meydan muharebesi, yalnız karşı karşıya gelen iki ordunun çarpışması değildir; milletlerin çarpışmasıdır. Meydan muharebesi, milletlerin bütün mevcudiyetleriyle, ilim ve teknik sahasındaki seviyeleriyle, ahlâklarıyla, kültürleriyle, özetle bütün maddî ve manevî kudret ve faziletleriyle ve her türlü vasıtalarıyla çarpıştığı bir imtihan sahasıdır. Bu sahada, çarpışan milletlerin gerçek kuvvet ve kıymetleri ölçülür. Netice yalnız maddî güçlerin değil, bütün kuvvetlerin, bilhassa ahlâkî ve kültürel kuvvetin üstünlüğünü görünür hale getirir. Bu sebeple meydan muharebesinde yenilen taraf milletçe ve memleketçe, bütün maddî ve manevî varlığıyla mağlûp edilmiş sayılır. Böyle bir akıbetin ne kadar feci olabileceğini tahmin edersiniz. Yok oluş, yalnız savaş alanında bulunan orduya münhasır kalmaz. Asıl, ordunun mensup olduğu millet feci akıbetlere uğrar. Tarih, başlarındaki tacidarların, haris politikacıların birtakım hayalî emellerle, vasıtası durumuna düşen müstevli orduların, müstevli milletlerin uğradığı bu nevi feci akıbetlerle doludur. 1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 178)
Bir milletin yükselmesi için ilim, sanat, fikrî ve iktisadî ilerlemeler ne derecede mühim ise, ordu da bu ehemmiyete paralel ehemmiyette tanınmalıdır. Mazide nice yüksek medeniyetler görülmüştür ki, muhafaza ve müdafaasında kusur edildiği için, istilâlar altında çiğnenmiş ve yıkılmıştır. Bir yenilgiden sonra, ordunun kıymet ve lüzumu kolay anlaşılır. Mağlubiyetten ders alan böyle bir millet, dört elle orduya sarılır. Fakat ordunun ehemmiyetini anlamak için mağlûbiyet tecrübesi geçirmeyi beklememelidir. Bir millet için takdire değer olan şudur ki, galibiyetten sonra hiç gurur göstermeyerek ve düşmanı önemsiz görmeyerek ordusunun mükemmeliyetine çalışır ve çocuklarını, askerlik vazifesini fedakârlıkla yapabilecek yüksek his ve kabiliyette yetiştirir. 1930 (Afetinan, M.B. ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, s. 122-123)
Milletimizin siyasî, toplumsal hayatında, milletimizin fikrî terbiyesinde rehberimiz ilim ve teknik olacaktır. Mektep sayesinde, mektebin vereceği ilim ve teknik sayesindedir ki Türk milleti, Türk sanatı, ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı, bütün güzelliğiyle gelişir. (1922)
Hayat, herhangi bir tabiat harici etkenin müdahalesi olmaksızın dünya üzerinde tabiî ve zarurî bir kimya ve fizik seyri neticesidir. 1930 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 267)
Allahın emri çok çalışmaktır. İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan ziyade çalışmaya mecburuz. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın icaplarına göre ilim ve fen ve her türlü medeniyet buluşlarından azamî derecede istifade etmek zorunludur. Hepimiz itirafa mecburuz ki, bu husustaki hatalarımız çok büyüktür. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 92)
Bilhassa bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, halkın menfaatine uygundur; biliniz ki o, bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin menfaatine, İslâmın menfaatine uygunsa kimseye sormayın; o şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 127)
Biz, ilhamlarımızı, gökten ve gaipten değil, doğrudan doğruya hayattan almış bulunuyoruz. (1937, Ankara) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. I, Ankara, 1997, s. 423)
Büyük Türk kadınını çalışmalarımıza ortak yapmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını bilimsel, ahlaki, sosyal ve ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve destekçisi yapmak yoludur. (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt II, s.154-155)
Bir toplum aynı amaca bütün kadınları ve erkekleri ile beraber yürümez ise ilerlemesine teknik olarak imkân ve bilimsel olarak ihtimal yoktur. (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt II, s.153)
Kadınlarımız erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar. (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt II, s.156)
Hangi şey ki akla, mantığa, kamu çıkarına uygundur, biliniz ki o, bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin çıkarına, İslam’ın çıkarına uygunsa, kimseye sormayın, o şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uyduğu bir din olmasaydı en mükemmel olmazdı, son din olmazdı. (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, AKDTYK ATATÜRK Araştırma Merkezi, Ankara, 1997, Cilt II, s.131)
İlk ve usta öğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilimi ve tekniği verir, fakat o kadar pratik bir tarzda versin ki çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkum olmadığına emin olsun. (1931)
Öğretmenler! Yeni nesli, cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz. Ve yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır. Eserin kıymeti, sizin maharetiniz ve fedakârlığınız derecesiyle orantılı bulunacaktır. Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek karakterli koruyucular ister! Yeni nesli, bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir. 1924 (M.E.İ.S.D. I, S. 19)
İlk ve orta öğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmi ve tekniği versin, fakat o kadar pratik bir tarzda versin ki çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmağa mahkûm olmadığına emin olun. (1931)
Müspet bilimlerin temellerine dayanan , güzel sanatları seven , fikir terbiyesinde olduğu kadar beden terbiyesinde de kabiliyeti artmış ve yükselmiş olan erdemli, kuvvetli bir nesil yetiştirmek ana siyasetimizin açık delilidir.
Gençliği yetiştiriniz. Onlara ilim ve irfanın müspet fikirlerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Hür fikirler uygulamaya geçtiği vakit, Türk milleti yükselecektir. (Afetinan, Atatürk’ün B.N.M., s.37)
Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen lisanının koyduğu kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir. 1924
İnsanların yaşamına, çabalarına egemen olan güç; yaratma, yeni bir şey bulma yeteneğidir. (ÂFETİNAN, A., Atatürk Hakkında Hatıralar ve Belgeler, İş Bankası Yayınları, s.272)
Eğitim ve öğretimde uygulanacak yol, bilgiyi insan için fazla bir süs, bir zorbalık vasıtası yahut medenî bir zevkten ziyade, maddî hayatta muvaffak olmayı temin eden pratik ve kullanılması mümkün bir cihaz haline getirmektir. Milli Eğitim Bakanlığı bu esasa önem vermelidir. (1923) (Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri AKDTYK. Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1999, s. 130)
Millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, keşiflerinden, gelişmelerinden yararlanalım, ama unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak zorundayız. (1923, Konya) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 145)
Fikirler anlamsız, mantıksız, boş sözlerle dolu olursa, o fikirler hastalıklıdır Aynı şekilde sosyal hayat akıl ve mantıktan uzak, faydasız, zararlı ve birtakım inançlar ve geleneklerle dolu olursa felce uğrar. (1922)
Allah dünya üzerinde yarattığı bu kadar nimetleri, bu kadar güzellikleri insanlar istifade etsin, varlık içinde yaşasın diye yaratmıştır ve azamî derecede faydalanabilmek için de, bütün yaratıklardan esirgediği zekâyı, akıllı insanlara vermiştir. (1923)
Hutbe demek halka hitap etmek, yani söz söylemek demektir. Hutbenin mânası budur. Hutbe denildiği zaman bundan birtakım kavram ve mânalar çıkarılmamalıdır. Halkı, genel durumdan haberdar etmek son derecede ehemmiyetlidir. Çünkü her şey açık söylendiği zaman halkın beyni çalışma halinde bulunacak, iyi şeyleri yapacak ve milletin zararına olan şeyleri reddederek şunun veya bunun arkasından gitmeyecektir. Hutbelerin halkın anlayamayacağı bir dilde olması ve onların da bugünkü gerek ve ihtiyaçlarımıza temas etmemesi, Halife ve Padişah namını taşıyan müstebitlerin arkasından köle gibi gitmeye mecbur etmek içindi. Hutbeden maksat, ahalinin aydınlanması ve doğru yolun gösterilmesidir; başka şey değildir. Yüz, iki yüz, hattâ bin sene evvelki hutbeleri okumak, insanları bilgisizlik ve gaflet içinde bırakmak demektir. Hutbe okuyanların herhalde halkın kullandığı dille görüşmesi gereklidir. Geçen sene Millet Meclisi’nde söylediğim bir nutukta demiştim ki “Minberler, halkın beyinleri, vicdanları için bir verim kaynağı, bir nur kaynağı olmuştur”. Böyle olabilmek için minberlerden aksedecek sözlerin bilinmesi ve anlaşılması, fen ve ilim gerçeklerine uygun olması lâzımdır. Hutbe okuyanların, siyasî durumu, toplumsal ve medenî durumu her gün takip etmeleri zorunludur. Bunlar bilinmediği takdirde halka yanlış öğretilmiş olur. Bundan ötürü hutbeler tamamen Türkçe ve zamanın gereklerine uygun olmalıdır ve olacaktır. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 95-96)
Her şeyden evvel şunu, en basit bir dinî gerçek olarak bilelim ki, bizim dinimizde bir özel sınıf yoktur. Ruhbaniyeti reddeden bu din, inhisarı kabul etmez. Meselâ din âlimleri; mutlaka aydınlatmak vazifesi bu bilginlere ait olmadıktan başka dinimiz de bunu kat’iyetle meneder. O halde biz diyemeyiz ki, bizde bir özel sınıf vardır; diğerleri dinen aydınlatmak hakkından mahrumdur. Böyle düşünürsek kabahat bizde, bizim bilgisizliğimizdedir. Hoca olmak için yani dinî gerçekleri halka öğretmek için, mutlaka ilmî kıyafet şart değildir. Bizim yüce dinimiz, her Müslüman erkek ve kadına araştırmayı farz kılıyor ve her Müslüman, bu dine bağlananları aydınlatmakla vazifelidir.
Muhterem Gençler, hayat mücadeleden ibarettir. Bundan dolayı hayatta yalnız iki şey vardır. Kazanmak, yenilmek. Size, Türk Gençliği’ne terk edip bıraktığımız vicdani emanet, yalnız ve daima kazanmaktır ve eminim daima kazanacaksınız. Milleti yükseltmek için yapılacak şeylerde, atılacak adımlarda kesinlikle tereddüt etmeyin. Milleti yükseltmek için dikilecek engellere hep birlikte engel olacağız. Bunun için beyinlerinize, irfanlarınıza, bilgilerinize, gerekirse bileklerinize, pazularınıza, bacaklarınıza başvuracak, fakat sonuçta mutlaka ve mutlaka o amaca varacağız… Bu millet, sizin gibi evlatlarıyla layık olduğu olgunluk derecesini bulacaktır. (1923,Tarsus) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 137)
Türkiye Cumhuriyetinin, özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitap ediyorum: Batı senden, Türk’ten çok geriydi. Mânada, fikirde, tarihte bu, böyleydi. Eğer bugün, Batı nihayet teknikte bir yükselme gösteriyorsa, ey Türk çocuğu, o kabahat senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz ihmalinin bir neticesidir. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin, bu belli! Fakat zekânı unut, daima çalışkan ol! (Utkan Kocatürk, Atatürk’ün Fikir ve Düşünceleri, AKDTYK., Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 1999, s.213)
Uydurma hikayeler ve boş fikirler kafalardan tamamen çıkarılacaktır. Onlar çıkarılmadıkça beyinlere gerçeğin nurlarını sokmak imkansızdır. (1925, Kastamonu) (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Atatürk Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 224)
Bir fikri daha düzeltmek isterim.Milletimizin içinde gerçek din âlimleri, âlimlerimiz içinde milletimizin gerçekten iftihar edebileceği din bilginlerimiz vardır. Fakat bunlara mukabil, ilmî kıyafet altında ilim gerçeğinden uzak, gereği kadar okuyup öğrenmemiş, ilim yolunda yeteri kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli cahiller de vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 144)
Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhî, ahlâkî gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne hitap olunmakla Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. Fakat buna karşılık hutbe okuyanların taşımaları gereken ilmî özellikler, özel liyakat ve dünya durumunu anlayıp bilme, önemlidir. 1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 225)
Nasıl ki her hususta yüksek meslek ve ihtisas sahipleri yetiştirmek lâzım ise, dinimizin felsefî gerçeğini inceleme, araştırma ve telkin bakımından ilmî ve fennî kudrete sahip olacak seçkin ve hakikî din bilginleri de yetiştirecek yüksek müesseselere malik olmalıyız. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 90)
Cumhuriyet Hükûmeti’mizin bir Diyanet İşleri Başkanlığı makamı vardır. Bu makama bağlı müftü, hatip, imam gibi görevli birçok memurları bulunmaktadır. Bu vazifeli kişilerin ilimleri, faziletleri derecesi malûmdur. Ancak burada vazifeli olmayan birçok insanlar da görüyorum ki, aynı kıyafeti giymekte devam etmektedirler. Bu gibiler içinde çok cahil, hatta okuma yazması olmayanlara tesadüf ettim. Bilhassa bu gibi bilgisizler, bazı yerlerde halkın mümessilleri imiş gibi onların önüne düşüyorlar. Halkla doğrudan doğruya temasa âdeta bir mâni teşkil etmek sevdasında bulunuyorlar. Bu gibilere sormak istiyorum: “Bu vaziyet ve yetkiyi kimden, nereden almışlardır?” Millete hatırlatmak isterim ki, bu lâubaliliğe müsaade etmek asla doğru değildir. Herhalde yetki sahibi olmayan bu gibi kişilerin, görevli olan kimselerle aynı kıyafeti taşımalarındaki mahzur bakımından hükûmetin dikkatini çekeceğim. 1923 (Atatürk’ün S.D.II, S. 215-216)
Ölülerden yardım istemek, medenî bir toplum için ayıptır. Mevcut tarikatların gayesi kendilerine bağlı olan kimseleri dünyevî ve manevî olan hayatta saadete eriştirmekten başka ne olabilir? Bugün ilmin, fennin, bütün genişliğiyle medeniyetin alevi karşısında filân veya falan şeyhin yol göstermesiyle maddî ve manevî mutluluk arayacak kadar ilkel insanların Türkiye topluluğunda varlığını asla kabul etmiyorum. Efendiler ve ey millet, iyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru ve en gerçek tarikat, medeniyet tarikatıdır. 1925 (Atatürk’ün S.D.II, S. 215)
Bunca asırlarda olduğu gibi, bugün de, milletlerin bilgisizliğinden ve bağnazlığından istifade ederek binbir türlü siyasî ve şahsî maksat ve menfaat temini için, dini âlet ve vasıta olarak kullanmak teşebbüsünde bulunanların, içerde ve dışarda varlığı, bizi bu konuda söz söylemekten, ne yazık ki, henüz uzak bulundurmuyor. İnsanlıkta, din hakkındaki bilgi ve anlayış, her türlü hurafelerden sıyrılarak gerçek bilim ve fen ışıklarıyla arınmış ve mükemmel oluncaya kadar, din oyunu aktörlerine, her yerde tesadüf olunacaktır. 1927 (Nutuk II, s. 708)
Devlet memurları, bütün milletin kıyafetlerini düzeltecektir. İlim, sıhhat açısından pratik olmak itibariyle her görüş noktasından tecrübe edilmiş medenî kıyafet giyilecektir. Bunda, tereddüde yer yoktur. Asırlarca devam eden gafletin acı derslerini tekrarlamaya takat yoktur. Biz, medenî insan olduğumuzu ispat ve gösterme için gerekeni yapmakta asla tereddüt etmeyeceğiz. 1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün fi.D.K. ve İ.S., s.61)
Bir “Aydınlatma Heyeti” oluşturarak Anadolu’yu dolaşmaya karar veren İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği’nin telgrafına cevabı : Heyetinizin oluşmasını memnuniyetle karşıladım. Memleketin aydın gençliğinin bağnazlık ve gericiliğe karşı mücadelesindeki yüksek vazifesini idrak ile teşebbüs sahasına geçmesi, takdire değerdir. Düzenleyeceğiniz heyetlerin memleket dahilinde seyahati, en büyük ilim ocağına, memleketimizi yakından tetkik fırsatını da vereceğinden ayrıca faydalıdır. 1925 (Atatürk’ün S.D.V.,s.154)
Bizim dinimiz hiçbir vakit kadınların erkeklerden geri kalmasının talep etmemiştir. Allah’ın emrettiği şey, erkek ve kadının beraber olarak ilim ve bilgiyi kazanmasıdır. Kadın ve erkek bu ilim ve bilgiyi aramak ve nerede bulursa oraya gitmek ve onunla donanmak mecburiyetindedir. İslâm ve Türk tarihi tetkik edilirse görülür ki, bugün kendimizi bir türlü kayıtlarla bağlı zannettiğimiz şeyler yoktur. Türk sosyal hayatında kadınlar ilim ve bilgi yönünden ve diğer hususlarda erkeklerden asla geri kalmamışlardır. Belki daha ileri gitmişlerdir. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, S. 86)
Manevî kuvvetler, bilhassa ilim ve iman ile yüksek bir şekilde gelişir. 1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 223)
Tekkeler mutlaka kapanmalıdır. Türkiye Cumhuriyeti, her şubede doğru yolu gösterecek kudrete sahiptir. Hiçbirimiz tekkelerin uyarmasına muhtaç değiliz. Biz medeniyetten, ilim ve fenden kuvvet alıyoruz ve ona göre yürüyoruz. Başka bir şey tanımayız. Doğru yoldan sapmışların gayesi, halkı kendinden geçmiş ve abdal yapmaktır. Halbuki halkımız, abdal ve kendinden geçmiş olmamaya karar vermiştir.Bunlar basit bir iş görünür; fakat ehemmiyeti vardır. Biz dünya ailesi içinde medenîyiz. Her görüş noktasından medeniyetin gereklerini tatbik edeceğiz. 1925 (Mustafa Selim İmece, Atatürk’ün fi.D.K. ve İ.S.s.68)
Muhammed’i bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu gibi cahil adamlar, onun yüksek şahsiyetini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Muharebesinde en büyük bir komutanın yapabileceği bir plânı nasıl düşünür ve tatbik edebilir? Tarih, hakikatleri tahrif eden bir sanat değil, belirten bir ilim olmalıdır. Bu küçük harbte bile askerî dehâsı kadar siyasî görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi tasvire yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Muhammed bu harb sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı takibe kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde müslümanlık diye bir varlık görülemezdi. (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, Cilt: 9, Sayı: 100, 1945, S. 3)
Taassup cahilliğe dayanır. Bundan dolayı taassubu olan cahildir. İlim mutlaka cahilliği yener, o halde halkı aydınlatmak lazımdır. 1923
Bizim açıklık ve uygulanabilirlik gördüğümüz siyasî meslek, millî siyasettir. Dünyanın bugünkü umumî şartları ve asırların dimağlarda ve karakterlerde biriktirdiği gerçekler karşısında hayalci olmak kadar büyük hata olamaz. Tarihin ifadesi budur; ilmin, aklın, mantığın ifadesi böyledir.
Bir milletin yaşama gereklerini, refah ve mutluluğunu teşkil eden ekonomi ile meşgul olamaması, olmaması, dikkati çeken bir durumdur. Fakat biz itiraf etmeye mecburuz ki, ekonomik hayatımıza lüzumu kadar ehemmiyet vermemiş bulunuyoruz. Bir milletin doğrudan doğruya yaşama gerekleriyle meşgul olamaması, o milletin yaşadığı devirler ile ve devirleri tespit eden tarihiyle çok ilgilidir. Bundan ötürü biz de eğer uğraşamamış isek, gerçek sebeplerini geçirdiğimiz devirlerde ve bilhassa tarihimizde arayabiliriz. Fakat böyle bir tetkik yaptığımız zaman, üzülerek itirafa mecburuz ki, biz henüz şimdiye kadar gerçek, ilmî, olumlu anlamıyla millî bir devir yaşayamadık. Bundan ötürü millî bir tarihe malik olamadık. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 100-101)
Bundan sonra pek mühim zaferlere kavuşacağız. Fakat bu zafer süngü zaferleri değil, ekonomi ve ilim ve kültür zaferleri olacaktır. Ordumuzun şimdiye kadar kazandığı zaferler, memleketimizi gerçek kurtuluşa yöneltmiş sayılamaz. Bu zaferler, ancak gelecek zaferimiz için kıymetli bir zemin hazırlamıştır. Askerî zaferlerimizle gururlanmayalım. Yeni ilim ve ekonomi zaferlerine hazırlanalım. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, s. 72)
Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. Bir insan başının ifade etmeyeceği hiçbir şeyi tasavvur edemiyorum. (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 182)
Akıl ve mantığın çözümleyemeyeceği mesele yoktur. (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 270)
İnsanlar gariptir; bazen en akıllılarının bile, gerçeklerin açıklığı karşısında görüşleri temelsiz ve çürük olur. 1924 (Atatürk’le Konuşmalar, Mustafa Baydar. s. 94)
Dâhi odur ki, ileride herkesin takdir ve kabul edeceği şeyleri ilk ortaya koyduğu vakit herkes onlara delilik der. 1926 (Hikmet Bayur, T.T.K. Belleten, Cilt : 3, Sayı : X. 1939, s. 254)
Biz cahil dediğimiz zaman mektepte okumamış olanları kasdetmiyoruz. Kastettiğimiz ilim, hakikatı bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de hakikatı gören hakiki âlimler çıkabilir. (22.3.1923)
Eski hocalar nasıl dini esastan hakim olmuşlarsa öğretmenler de ilim esasından kazanmaya başladıkları hakimiyeti sonuçlandırsınlar. Bununla öğretmenlik mesleği gerçek yücelme devrine dahil olacaktır.
Fikirler anlamsız, mantıksız, boş sözlerle dolu olursa, o fikirler hastalıklıdır. Aynı şekilde sosyal hayat akıl ve mantıktan uzak, faydasız, zararlı ve birtakım inançlar ve geleneklerle dolu olursa felce uğrar. Memleketi, milleti kurtarmak isteyenler için, çalışkanlık, iyi niyet, fedakârlık gerekli olan niteliklerdir. Fakat bir toplumdaki hastalığı görmek, onu tedavi etmek, toplumsal hayatı çağın gereklerine göre geliştirmek için bu nitelikler yeterli gelmez; bu niteliklerin yanında ilim ve fen lazımdır. (1922, Bursa) (ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri, ATATÜRK Araştırma Merkezi, C. II, Ankara, 1997, s. 47-49)
Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile olan bağlarımızı kopartamayız. Aksine yükselmiş, ilerlemiş, çağdaş bir millet olarak medeniyet düzeyinin de üzerinde yaşayacağız. Bu hayat ancak ilim ve fen ile olur. İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her ulus ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur.
Hanımlar, Beyler ! (Öğretmenler) Kesinlikle bilmeliyiz ki, iki parça halinde yaşayan milletler zayıftır, hastadır. Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, boş inançların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. Geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı, akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Böyle milletler, hayata geniş açıdan bakan milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkumdur. İlim ve fen çalışmalarının merkezi okuldur. Bundan dolayı okul lazımdır. Okul adını hep beraber hürmetle, saygıyla analım. İlk ve orta öğretim mutlaka insanlığın ve medeniyetin gerektirdiği ilmi ve fenni versin, fakat o kadar pratik bir şekilde versin ki çocuk okuldan çıktığı zaman aç kalmaya mahkûm olmadığına emin olsun.1922
Memleketi ilim, irfan, ekonomi ve bayındırlık alanlarında da yükseltmek, milletimizin her hususta çok verimli olan kabiliyetlerini geliştirmek, gelecek nesillere sağlam, değişmez ve olumlu bir karakter vermek lazımdır. Bu kutsal amaçlar elde etmek için mücadeleye atılanların arasında öğretmenler en önemli ve en hassas yeri almaktadır.
Milletimizin siyasî, toplumsal hayatında, milletimizin fikrî terbiyesinde rehberimiz ilim ve teknik olacaktır. Mektep sayesinde, mektebin vereceği ilim ve teknik sayesindedir ki Türk Milleti, Türk sanatı, ekonomisi, Türk şiir ve edebiyatı, bütün güzelliğiyle gelişir.
Yedek subay demek bu milletin zaten aydın sınıfına, eğitim görmüş sınıfına aldığı vatan evladı demektir. Bu vatan evladı ilim ışığıyla memlekete, yerine getirmeye zorunlu olduğu hizmetten başka, vazifeden başka, bir de orduya giriyor. Düşmana göğüs gererek, askerlik vazifesini de yerine getiriyor. Bunlar ilim ve bilgi sahibidirler. Memleket bunlara her zaman muhtaçtır. Hele ordu içinde muharebe meydanlarında bin türlü ölüm mücadelesi yaparak tecrübe kazanmış, cüret ve cesaretlerine dayanıklılık vermiş olan bu memleket evlatları tercihen, en yararlı olabilecekleri yerlerde kullanılmalıdır. Bundan dolayı gerek kahraman ordumuzun bütün subayları ve gerek onların aralarındaki yedek subaylar tamamen emin ve rahat olmalıdırlar ve millet bunlara karşı vazifesini hakkıyla yapacaktır. (1923, İzmit) (Arı İnan, Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları, Ankara, 1982, s. 123)
Cumhuriyet adliyesine mensup olanların en küçük memurlarına kadar ilmen yeterliliği ve cumhuriyet ülküsüne sahip olmaları için sarf olunan gayret, memnuniyet vericidir. Bir taraftan ilmî yeterliliği temin eden kurumlara önem verirken, diğer taraftan Cumhuriyet adliyesinin dayanağı olacak kanunların bir an evvel oluşturulması göz önüne alınmalıdır. 1925 (Atatürk’ün S.D.I, s. 327)
En iyi siyasetin, her türlü mânasıyla “en çok kuvvetli olmak”ta bulunduğunu kabul ederim. Bu sözden maksadım, yalnız silâh kuvveti olduğunu zannetmeyiniz, bilâkis asker olmama rağmen bu, bence kuvvet toplamının vücuda getirdiği etkenlerin sonuncusudur. Benim dilediğim mânen, ilmen, fennen, ahlâken kuvvetli olmaktır. Çünkü bu saydığım sıfatlardan mahrum olan bir milletin bütün fertlerinin en son silâhlarla donatıldığını varsaysak bile kuvvetli olduğunu kabul etmek doğru olmaz. Bugünkü milletler arasında insan olarak yer alabilmek için silâh elde hazır olmak kâfi değildir. Benim düşünüşüme göre kuvvetli bir ordu denildiği zaman anlaşılması lâzım gelen mâna, her ferdi, bilhassa, subayı, kumandanı medeniyetin ve tekniğin gereklerini kavramış ve ona göre iş ve hareketlerini uygulayan, yüksek ahlâkta bir topluluktur. Şüphe yok ki biricik gayesi, ödevi, düşüncesi ve hazırlığı vatan müdafaasıyla sınırlanmış olan bu topluluk, memleketin siyasetini idare edenlerin en nihayet verecekleri kararla faaliyete geçer. 1918 (Hikmet Bayur, T.T.K. Belleten, No: 128, 1968, s.488)
Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen lisanının koyduğu kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir. 1924
Taassup cahilliğe dayanır. Bundan dolayı taassubu olan cahildir. İlim mutlaka cahilliği yener, o halde halkı aydınlatmak lazımdır. 1923
Bu millet ve memleket ilme, irfana çok muhtaç; tahsil yapmış, diploma almış gelmiş, olanları korumak kadar doğal ve lüzumlu bir şey olmaktan başka, parti parti eğitim ve öğretim görmek için ilim ve fen almak için Avrupa’ya, Amerika’ya ve her tarafa çocuklarımızı göndermeye mecburuz ve göndereceğiz. İlim ve fen ve ihtisas nerede varsa, sanat nerede varsa gidip, öğrenmeye mecburuz. Bu nedenle artık himaye ok zayıf kalır. Bunun yerine mecburiyet geçerli olur. 1923
İlim ve özellikle sosyal bilimler dalındaki işlerde ben emir vermem. Bu alanda isterim ki beni bilim adamları aydınlatsınlar. Onun için siz kendi ilminize, irfanınıza güveniyorsanız, bana söyleyiniz, sosyal ilimlerin güzel (yapıcı) yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim.
Evet; ulusumuzun siyasal, toplumsal yaşamında ulusumuzun düşünce bakımından eğitiminde de kılavuzumuz bilim ve fen olacaktır. (1922; S.D. II )
Dünyayı istediği gibi kullanan kuvvet, fikirler ve bu fikirleri belirleyen ve yayan kimselerdir. Fikrin özelliği de hiçbir itirazın bozamayacağı bir kesinlikle kendi kendisini kabul ettirmektir. Bu da fikrin yavaş yavaş duygular haline gelerek inanca dönüşmesiyle mümkündür ve böyle olduktan sonradır ki, onu sarsmak için bütün başka mantıkların, başka düşüncelerin hükmü olamaz. (1914)
Bizim akıl, mantık, zeka ile hareket etmek en belirgin özelliğimizdir. Bütün hayatımızı dolduran olaylar bu gerçeğin delilidirler. (1925)
Beşeriyette, en müspet ilim ve en ince teknik esaslarına dayanan hayatla ve kanla karşılaşmak, kendileri için alında yazılı olan askerlik gibi yüksek bir idealist meslek dahi, kendini içinde bulunduğu topluma anlatabilmek ve bu büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğunu hazırlayabilmek için, uyandırıcı, hedeflendirici, yürütücü ve nihayet fedakâr ve kahraman yapıcı vasıtayı, edebiyatta bulur. Bu itibarla, edebiyatın her insan cemiyeti ve bu cemiyetin hal ve istikbalini koruyan ve koruyacak olan her teşekkül için, en esaslı terbiye vasıtalarından biri olduğu, kolaylıkla anlaşılır.
Türkiye Cumhuriyeti Kültür Bakanlığı, edebiyat öğretiminde şu noktalara, bilhassa ehemmiyet ve kıymet vermelidir:
a) Türk çocuğunun kafasını, fıtrî yaradılışındaki dikkat ve itinaya göre oluşturmak. Bu, Cumhuriyetin sıhhî düzeni ile alâkadar olan vekâlete de yönelen bir vazifedir.
b) Güzel muhafaza edilen Türk kafa ve zekâlarını açmak, yaymak, genişletmek. Bu, bilhassa Kültür Bakanlığı’nın vazifesidir. Bununla birlikte olarak, istidatlı Türk çocuk kafalarına müspet ilim ve maddî teknik mefhumlarını, yalnız nazarî olarak değil, aynı zamanda pratik vasıtalar ile de yerleştirmek.
c) Bir taraftan da, Türk kafalarındaki kabiliyetleri, Türk karakterindeki sağlamlıkları, Türk duygularındaki yükseklik ve genişlikleri, kendilerini hiç zorlamadan, tabiî bir tarzda ve olduğu gibi ifadeye onları alıştırmak. 1937 (Afetinan, Atatürk Hakkında H.B., s. 272-273)
Dünyanın fen ve sanatta en son ilerlemelerini göz önünde bulunduracağız. 1924 (Atatürk’ün S.D.II, s. 167)
Kendine devrimin ve devrimciliğin çeşitli ve yaşamsal görevler verdiği Türk vatandaşının sağlığı ve sağlamlığı her zaman üzerinde dikkatle durulacak ulusal sorunumuzdur. Çünkü Cumhuriyet, düşünsel, bilimsel ve bedensel bakımlardan güçlü ve yüksek düzeyli koruyucular ister.
Genel sağlık için esaslı olarak uygulanan önlemler kesintisiz tamamlanmalı ve genişletilmelidir. Cömert ve üretken olan Türk ulusu, sağlıkta sürekli teknolojik ilerlemelere erişince Türk yurdunu hızla dolduracak ve şenlendirecek güçte olduğuna kimsenin kuşkusu yoktur. (2. Dönem 1. Toplanma Yılı Açışı, 1 Mart 1924, Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri Cilt 1 sf: 346)
Tarihi yapan akıl, mantık, muhakeme değil, belki bunlardan ziyade duygulardır. 1923 (Atatürk’ün S.D. II, S. 116)