Atatürk olmasaydı
Dünyada hiçbir lidere hem de vefatından neredeyse bir asır sonra bu kadar çok saldırılmamış ama yine hiçbir lider bu kadar saygı görmemiştir. Atatürk hem yerli ve hem yabancı, hem sevenleri hem sevmeyenleri için işte bu kadar büyük bir liderdir. Komik ve acı olan şudur ki bugün O’na kötülük yakıştırmak hevesindekiler dahi O’nun sağladığı hür ve huzurlu ortamda nefes alıp vermekte ve demokratik olarak fikir beyan edebilmektedir.
Oysa akıl ve namus sahibi herkes durup düşünse Atatürk’ün yaşamadığı bir vatanda şu an hangi durumda olacağımızı tahmin etmek hiçte zor değildir. İsterseniz hep birlikte bir göz atalım ve bunu yaparken o zamanki şartları ve durumu göz önüne alalım.
Evvela cehalete teslim olmuş, üçüncü sınıf vatandaş muamelesi gören bir toplum düşünelim ve bırakın alfabeyi matbaayı dahi yabancılaştıran, reddeden bir zihniyeti hatırlayalım. Sonra halk olamamış, insan dahi sayılmayan, teba hatta kul olarak adlandırılan, kişiliksiz ve tutsak bir halk tasavvur edelim. Yönetenlerin halkı kul gördüğü, kendisini Allah’ın yeryüzündeki gölgesi gördüğü bir yaşam. Fakir, mutsuz, geri kalmış, hastalık ve yokluklarla boğuşan. Sonra bunların basiretsizlikleri ile üstümüze çullanmış sayısız ve amansız düşman.
Dört koldan sarılmış vatan, akbabalar gibi Anadolu ve İstanbul’a çullanmış yabani kuşlar, kurtulmayı dahi düşünemeyen bir insan kitlesi ve onu yönetenler, medet ummaktan uzak, çaresiz mazlumlar. Batının aydınlanma hareketlerinden uzaklaştıkça, toprak ve gelir kaybeden, evlatlarını yok yere şehit veren bir ulus. Yitirilen topraklar, hastalıklı hayvanlar, sıfır ekonomi, erken ölümler, törelere ve hurafelere teslim olmuş bir İslam modeli, din ve devlet işleri içiçe girmiş, ayaklanmalarla, çetelerle, soykırım ve katliamlarla cebelleşen ama kendisini muhafaza etmekten mahrum bir kitle.
Bu tabloyu uzatmak mümkün.
Ülkenin güneyindeki diğer devletlerinde, doğusundaki kardeş ülkelerinde durumu pek farklı değil. tamamı doğu kültürü etkisinde, çağdaş yaşama uzak, tarih ve kültüründen habersiz, batının empoze tarihlerini kendi tarihi sanar vaziyette yaşayan halklar.
O esnada batı, modernleşmeye ve aklı yakalamaya meyletmiş, bilimle dost bir ülkeler kervanı halinde. Dinde ve yaşamda aydınlanmayı dilemiş, devrimler, icat ve keşifler ile kabuk değiştirmeye azmetmiş, kardeş kavgalarından sıkılmış, yayılmak, sömürmek isteyen canavarlar sürüsü ve fakat tamamı hasta adam dedikleri Osmanlı’yı yemek hevesinde.
İşte tam bu ortamda tablo ise şöyle;
Osmanlı kuşatma halinde, askerleri tutsak, orduları terhis edilmiş, tersanelerine girilmiş, devlet ve halk harap vaziyette, düşman çizmeleri yurdun dört bir yanında ve daha kötüsü yönetim onlardan medet umar halde ve en acısı saldırgan canavarların hevesleri bu kadarla da sınırlı değil. Vahşet, tecavüz, katliam, haksızlık, soygun, talan, yangın yurdu sarmış vaziyette ve dur diyecek yok, koruyacak yok. Medetler manda yönetimlerine havale edilmiş durumda.
Anadolu kan ağlıyor, insanlar zavallı halde, hastalıklar, yokluklar, çaresizlikler diz boyu.
Tablo buyken karanlıklar üzerine Atatürk doğuyor ve çağdaş bir sosyal hukuk devleti genç Türkiye Cumhuriyeti; İslam’ı yaban otlarından, ülkeyi çaresizlikten, Türk’ü yok olmaktan, devleti tarihten silinmekten, bayrağı indirilmekten koruyor. Kara bulutlar yerini masmavi bulutlara bırakıyor ve zalim saldırganlar sürüsü “geldikleri gibi gidiyorlar.”
Şayet Atatürk olmasaydı sorusunun cevabı buraya kadarki karanlık ve yeis dolu sahnede yeterince vardır ama özetlemek gerekirse;
Atatürk olmasaydı devlet ve halkın bekası, hürriyet ve istiklali olmayacak, bağımsızlıktan söz edilemeyecek, vahşetler artarak devam edecek, Türklük ve Türk devletleri tarihten silinecek, bayrak inecek, analar ağlayacak, göz yaşları dinmeyecekti.
Sadece Türkler değil, mazlum devletlere de emsal olmayı kaderin bir mesuliyeti olarak taşımak zorunda olan Türk milleti vazifesini yerine getirmemiş ve cihat etmemiş olmakla küfre saplanmış olacak, zulme baş kaldırmamakla İslam’ın en temel şartını da inkar etmiş olacaktı.
Atatürk olmasaydı, ezan sesleri susacak, ibadethaneler yıkılacak, yakılacak, kiliseleşecek, ezan sesleri yerini çan sesleri alacaktı. Sokaklarda başka başka diller konuşulacak, Türkler esir veya köle haline gelecek, azınlıklar ve etnik kökenli gayri müslimler eziyet ve kahretmelerine devam edecekti.
Halk fakir ve umutsuz yaşama devam edecek, her gün şartlar çok daha zorlaşacak, milli bir şey kalmayacağı gibi tarih, kültür ve gelenekler de yok olup gidecek, din hobileşecek, Türklük ayaklar altına alınacak, iki bin yıllık Türk ordusu silinecek, devletsiz kalmayan Türk milleti devletsiz ve sahipsiz kalacaktı.
Atatürk olmasaydı, şehitlerin kanı yerde kalacak, bu aziz vatan topraklarını bizlere emanet eden atalarımızın kemikleri sızlayacaktı.
İzzet, namus ve şeref gibi kavramlar unutulacak, münafık ve müşrik yardakçılar payelenirken doğru ve dürüst insanlar damgalanacak, hapse konulacak veya öldürülecekti.
Vergi yükü altında inleyen toplum ilaç dahi bulamayacak, işgalciler altın kaplamalı saraylarında sahillerde keyif çatarken bu toprağın insanları hizmetçilik eder hale gelecek, kızların namusu düşman askerlerinin vicdanına kalacaktı. En kutsal değerler, en manevi kıymetler, hatta Kur’an’lar yerlerde sürünecek, analara zulmedilecek, dedelere işkenceler edilecek, gençler taş ocaklarına, madenlere, tarlalara mahkum edilecekti.
Atatürk olmasaydı, yiyecek ekmek olmayacak, çöpler karıştırılacak, işgalcilerin kemik artıkları ile beslenilecekti. İlaç olmayacak, aşı olmayacak, küçük yaşta bebek ölümleri, salgınlar, sokaklarda dolaşan fareler hayatın gerçekleri olacaktı.
Dişle, tırnakla kazanılan evler, tarlalar, iş yerleri işgalcilerin tapulu malı olacak, servetlere el konulacak, atalardan yadigâr en kutsal miraslar dahi yabancıların eline geçecekti.
Atatürk olmasaydı, gelecek nesillerin suratına bakacak yüzümüz olmayacak, Allah’a can vermek en büyük korkumuz olacaktı. Peygamberimizin dahi kemikleri sızlayacak, şehitlerimiz bize lanet okuyacaktı.
İmanımız, ibadetimiz ve bir zaman sonra dinimiz yok olup gidecek, sahabelerin, Salihlerin, velilerin hışmını hak edecektik.
Yeni doğan bebelerin anası belli olacak ama babası belli olmayacaktı.
Atatürk olmasaydı, kurtuluş sağlansa ve barış temin edilse dahi köhne yaşam sürecek, aydınlanma yakalanamayacak, inkılaplar yaşanmamış olacağından ilim ve akıl bizlere dost olmayacaktı. Bu sayede de geri kalmış vaziyette, ilkel ve çağ dışı yaşamın temel direklerini kan davaları, aşiret kavgaları, hurafeler, batıl inançlar ve yabani töreler, din sanılan ilkellikler, kültür sanılan yanlışlıklar, akla düşman tutuculuklar oluşturacaktı.
Atatürk’ün fikri bayrağı şayet bu topraklarda dalgalanmasaydı, Cumhuriyet yani halkın hür iradesi asla gerçekleşmeyecek, dinin ve fıtratın en temel hukuku olan irade kullanma mesuliyeti yerine getirilemeyecek, halk teba veya kul olmaktan öte gidemeyecek ve bu sayede İslam’ın en temel maruf yani insanlık değerlerine de ters düşmüş olacaktı. Hak ve hakkaniyet yerlerde sürünecek, eşitlikten söz edilemeyecek, hürriyet ve istiklal cadde ismi olmaktan öte gidemeyecekti.
Atatürk’ün yaktığı ateş Anadolu’yu sarmasaydı bebeler erken yaşta gelin edilecek, kızlar okula gidemeyecek, kadınlar ikinci sınıf vatandaş hatta davar türü mal olmaktan öte gidemeyecek, kızlar para ile satılır hale gelecekti.
Atatürk aydınlanması olmasaydı ölçü ve tartılardaki geri kalmışlık ve batı ile uyumsuzluk pek çok karmaşaya sebep olacak, ticari hayat ve ekonomi asla istenen seviyeye gelemeyecekti.
Eğitim ve öğretimde milli his egemen olamasaydı, akıl ve bilimle barışılamayacak, tahsil yapılamayacak, aydınlanma ve gelişme sağlanamayacak, batı medeniyeti ile rekabet edilemeyecek, sanat, finans, tıp gibi en asli branşlarda dışa bağımlılık asla bitmeyecekti.
Bu ülkenin evlatları yaşama ve eğitim alma hakkından mahrum kalacak, kütüphaneler olmayacak olsa da boş kalacak, okuma yazma halkın en fazla onda biri tarafından bilinir olacaktı. Acıdır ki halk bu durumda bir iki kelime arapça veya farsça bileni veli veya peygamber sanacak, arapça harfleriyle yazılı tüm kitapları kutsal sanmaya devam edecekti.
Atatürk olmasaydı Kur’an’ın mealini ve tefsirini bu ulus belki daha asırlarca öğrenemeyecek, bu nedenle dininden habersiz yaşamaya ve şirki, küfrü tanımadan ölmeye devam edecekti. Müslüman dünya Atatürk olmasaydı İslam’a çöreklenmiş yaban otlarını temizlemeye asla teşebbüs dahi edemeyecek, mason locaları ve misyoner Hristiyanlık sokaklarda kol geziyor, dini tanınmaz hale getiriyor olacaktı.
Tekke ve zaviyelerin anlaşılmaz ve çağdışı anlayışları ile tarikatlaşan millet parçalara ayrılacak, mü’minler kardeş olamayacaktı. Ahde vefa, vatana vefa olmayacak, verilen sözler tutulamayacak, manevi değerler terk edilecekti.
Atatürk olmasaydı, sokaklar abuk subuk kıyafetlerle dolaşan insanlarla dolup taşacak, o kıyafetler bazılarına mevki yolunu açarken, bazıları kıyafetleri nedeniyle din dışına aforoz edilecekti.
Modern eğitim imkânı olmayacak, din eğitimi esas sayılacak, hukuk dahi anayasaya değil sözde içtihatlara ve icmaya göre şekillenecek ama başta halife olmak üzere bazılarınca eşitlik hep kendi lehlerine kullanılacaktı.
Kadınlar mirastan az pay alacak, oy kullanamayacak, çocuk doğurmaktan öte gidemeyecekti.
Hastanelerine doktor yetiştiremeyecek toplum yabancı doktorların merhametine kalacaktı.
Halk elindeki üç beş kuruşu da ithal edeceği arabalara, kitaplara, eşyalara verecek, üretemediği için bunların tamirlerini dahi yapamayacaktı.
Atatürk olmasaydı ne ahilik ruhu kalacaktı ne de toplum ve İslam ahlakı.
O olmasaydı ülke üç kuruş toprağa sıkıştırılmış ve esir alınmış vaziyette hala orta çağı yaşıyor olacaktı.
Sadece bu ülke vatandaşları değil tüm mazlum devletlerin, gelişmekte olan ulusların ve İslam – Türki devletlerin hayal ve umutları yerle bir olacaktı.
Atatürk yaşamamış olsaydı, aile bağları, kardeşlik duyguları, milli hisler, imeceler, kan bağları yerini menfaat ve yardakçılıklara bırakacaktı.
Atatürk olmasaydı Türklüğün unutulmuş değerleri asla gün yüzüne çıkamayacak, mertlik ve ananeler hatırlanmayacaktı.
Ülke yangınlardan çölleşecek, bakımsızlıktan kısırlaşacak, Türk’e vatan diye bırakılan topraklar yabancıların çöplüğü olacaktı.
Semalarda Türk bayrağı değil ecnebi bayrakları dalgalanacak, Türk bayrağı ayaklar altına paspas yapılacaktı. Ne milli marşımız, ne de saygı duruşumuz olacak ve ne de minnet ve şükranla andığımız bir Ata’mız, Atatürk’ümüz olacaktı.
Ne gençlik bayramımız, ne çocuk bayramımız, ne Cumhuriyet bayramımız olacak, mevlitlerle yetinecek, oruç tutanlar dahi eziyet görecekti. Kadir geceleri dahi Kur’an okuyuşları karanlık evlere, çekik perdelere mahkûm olacaktı. Hac ibadetine gitmek zaten hayal olacaktı.
İstanbul boğazı, Çanakkale boğazı, denizlerimiz yabancı donanmalarla dolup taşacak, kızlarımız genel evlere malzeme olacak, yabancı askerler keyif çatarken namusumuz üç paralık olacaktı.
Mahkemelerde hak ve adalet aramak mümkün olmayacak, yabancı hukuka tabi olunacak, daima haksız bulunulacak ve hapsedilenler hep bu vatan evlatları olacaktı. Dahası işlenmemiş suçlar için dahi hapis yatan bir yığın masum olacaktı.
Vatan toprakları dışındaki Türkler kurtarma umudu dahi taşımayacak, diğer devletler ve halklar Türklüğün esir halinden keyiflenerek Osmanlı’nın intikamını almakla neşelenecekti.
Osmanlıya ve Türklüğe asırlarca minnet borçlu olan küçük devletler ve azınlıklar, zulümden kaçıp bize sığınan Yahudiler, içimizde huzur ve barış içinde yaşayan etnik kökenler bir anda vahşileşecek ve azılı düşman kesilecekti.
Yer altı ve yer üstü servetlerimize göz diken çok olacak, milli şuur ve birlik sağlanamayacağı için de tavizler kapütilasyonlar şeklinde artarak devam edecek ve vatan yok olacaktı.
Saray ve tüm mülki amirler bu duruma şükretmekle ve işgalcilere yardakçılık etmekle meşgul iken hakikatleri görmeye korkacak, zulümlere sessiz kalacak, hak arayamayacak, koltuk sevdasına düşecekti. Aksine tamamı ayaklanmayı hayal eden ulus evlatlarının tepesine binecek, haklarında idam fermanı çıkarmaktan ve bunun için dini fetva vermekten dahi çekinmeyeceklerdi.
Korku sokakları saracak, uykuya hasret kalınacak, ekinler tarlada kuruyacak, umutlar ve hayatlar tükenecekti.
Özetle Atatürk olmasaydı; hürriyet ve istiklal olmayacak, köhne zihniyet yerini medeniyete bırakamayacak, namus ve şeref yaşayamayacak, Kur’an yerlerde sürünecek, ezanlar susacak, milli kültür ve ahlak yok olacak, esaret dolu kahır dolu anlar Türk’ün kaderi olacaktı.
Bugün yaşadığımız bu güzel, huzur dolu ve refah hayatın hiçbir getirisi Atatürk olmasaydı yaşanamayacaktı. Kaldı ki O’nun vefatından sonra dahi bizler mirasına sahip çıkamadığımız için çok daha mutlu olma şansını kaçırmış vaziyetteyiz, Atatürk yaşamamış ve Türk milletine nasip olmamış olmasaydı ne bayrak dalgalanacak, ne marşımız okunacak, ne ordumuz, ne milli adında hiçbir şeyimiz olmayacaktı.
Bu yüzden bu vatanda nefes alan herkes Atatürk’e namusunu, şeref ve hürriyetini, dinini ve istikbalini borçludur. Allah’ın bu millete lütfu olan Atatürk, milletin O’na verdiği ada layık bir vatan evladı olarak en büyük asker, devlet adamı ve liderdir.
O’nun maddi olarak yaptıkları, manevi olarak uyandırdığı hisler ve başlattığı aydınlanma hevesleri yanında sönük kalır. Çünkü O’nun mirası maddi değil manevidir. O’nun mirası ve memleketin geleceği gençliğe emanettir ve gençlik O’nsuz yıllara yeniden mahkûm olmamak için O’nu tanımak ve anlamak mecburiyetindedir.
Yoksa bu milletin bir kez daha orduları lağvedilecek, tersanelerine girilecek, halk harap ve bitap olacaktır.
O’na saygıda kusur edenler bu yazıyı iki kez okumalı, anlayanlar duymayanlara iletmelidir.