Afrin’deki Atatürk! Unutulan Katma Zaferi / Sinan MEYDAN
Yıldırım Orduları dağıldı. Ordu Komutanı Liman Von Sanders kaçtı. Cevat ve Mersinli Cemal Paşalar da ordu komutanlığını Mustafa Kemal’e bırakıp gittiler. Mustafa Kemal’in bu koşullarda “istila ordusunu” Halep civarında durdurması “hayrete şayan bir olaydır.” (Fahrettin Altay Paşa)
Geçtiğimiz hafta basında “Atatürk’ün Afrin’deki karargâhı bulundu” başlıklı bir haber okuduk. İşin tuhafı, her fırsatta Atatürk’ü ve eserini küçültmeye çalışan “yandaş basın” bu habere büyük ilgi gösterdi. Gözlerime inanamadım! Yıllardır, gerçekleri çarpıtarak, I Dünya Savaşı’nda Suriye-Filistin cephesindeki Osmanlı yenilgisinin sorumlusu olarak Atatürk’ü görenler, şimdi Atatürk’ün I. Dünya Savaşı’ndaki son zaferinden (Katma Zaferi) söz ediyordu.
Peki ama Atatürk Afrin’de, Racu’da ne arıyordu? Bugün unutulan Katma Zaferi’ni nasıl kazanmıştı?
Cevap yüz yıl geride, 1918 yılında!
VİYANA’DAN SURİYE’YE
Atatürk, tam yüz yıl önce, Temmuz 1918’de, Viyana’nın kaplıca beldesi Karlsbad’da tedavi görüyordu. 4 Ağustos 1918’de İstanbul’a dönmüştü.
O, Karlsbad’tayken Suriye’de işler çok kötüye gitmişti. İngilizlerin Şam’ı ele geçirmeleri an meselesiydi.
İşte o günlerde bizzat Padişah Vahdettin, Cuma selamlığında, Atatürk’ü, Suriye-Filistin cephesine tayin etti. Atatürk, Vahdettin’in yanından çıktığında salonda Enver Paşa’yla karşılaştı. Enver Paşa gülüyordu. Atatürk, kendi ifadesiyle, Enver Paşa’ya şöyle dedi: “Azizim hiç olmazsa biraz esaslı önlemler üzerinde konuşalım. Benim bildiğime ve anladığıma göre artık Suriye’de ordu, kuvvet isimden ibarettir. Beni oraya göndermekle intikam alıyorsunuz…”
Atatürk, 7 Ağustos 1918’de ikinci defa Suriye-Filistin’deki 7. Ordu Komutanlığı’na atandı. 7. Ordu, Alman Liman Von Sanders’in komutasındaki Yıldırım Orduları’na bağlıydı.
NABLUS KARARGÂHINDA
Atatürk, 26 Ağustos 1918’de Halep’e vardı. Orada parlak bir törenle karşılandı. 27 Ağustos 1918’de güneye, karargâhının bulunduğu Nablus’a indi. Hastalığı sürüyordu. 9 Eylül’de ayağının tozuyla kısa sürede orduları çok sıkı teftiş etti. Bu nedenle hastalığı daha da arttı. Yatağa düştü.
1918’de Nablus karargâhında gördüklerini, 1926’da Falih Rıfkı (Atay)’a şöyle anlatmıştı: “Bu teftiş sırasındaki kanaatim şu idi: Her şey bitmiştir. Yakın felaketi önlemek için esaslı tedbir bulmak zordu. Düşününüz, yüzlerce km uzunluğunda bir cephe üzerinde üç ordu vardı; adları ordu…” Daha İstanbul’dan ayrılmadan “bütün bu kuvvetlerle küçük de olsa güçlü bir kitle halinde tek bir ordu oluşturmayı” düşünmüş, bu ordunun kendi emrine verilmesini istemiş, fakat bu teklifi ciddiye alınmamıştı. (Hâkimiyeti Milliye, 2 Nisan 1926).
11 Eylül 1918’de Nablus’tan, arkadaşı Dr. Rasim Ferit Talay’a bir mektup yazdı. Mektubunda, Suriye’nin perişan hale geldiğini söylüyordu: “Vali yok, kumandan yok, İngiliz propagandası çok, İngiliz ajanları her tarafta faaliyette, halk hükümetten uzak, İngilizleri bekliyor… Düşman bizden kuvvetli, biz onun karşısında pamuk ipliği…”
Atatürk, 18 Eylül 1918’de, Nablus’un güneyi ile Şeria nehri arasında bulunan 7. Ordu’nun komutasını eline aldı.
ORDULARIN DURUMU
Yıldırım Orduları kıtlıkla karşı karşıya. Aç kalan erler silahlarıyla birlikte firar ediyor. Bazı birliklerdeki kaçak sayısı, birlikte kalanları aşıyor. Hayvanlar bakımsızlıktan işe yaramaz halde. Ordunun giyeceği de yok. Yalın ayak veya ayaklarına bez sararak yürüyen askerlerin sayısı az değil. Subaylar aylarca maaş alamıyor. Bazı subaylar yokluktan çarık giyiyor. Açlıktan ölen erlerin sayısı binlerle ifade ediliyor. Ayrıca Yıldırım Orduları’nın bir bölümü İran ve Azerbaycan harekâtlarına gönderilmiş. Orduya lazım olan Şam-Dera demiryolu da yetersiz. (Yusuf Hikmet Bayur, Türk İnkılabı Tarihi, C.III, Kısım, 3, 435,436).
Silahlar eskimiş, cephane çok az: Yıldırım Orduları’nı oluşturan üç ordudan, Batı’da kıyıda bulunan Cevat (Çobanlı)’nın 8. Ordu’sunda 8000 tüfek, 132 top var. Bu ordunun doğusundaki Atatürk’ün 7. Ordu’sunda 7800 tüfek, 108 top var. Şeria’nın doğusunda Mersinli Cemal’in 4. Ordu’sunda ise 12.000 tüfek, 104 top, 2000’e yakın kılıç var. Bu üç ordu Yafa’nın 20 km kuzeyi ile Lut Gölü arasındaki 100 km’lik cepheyi savunacak.
Bizim Yıldırım Orduları’nın toplam 27.800 tüfek ve 344 topuna karşılık, karşımızdaki İngilizlerin 57.000 tüfek, 21.000 kılıç ve 504 topu var. İngilizlerin (erler ve işçiler) toplam sayısı 500.000 kişi kadar. Silahları son teknoloji ürünü, yiyecek, giyecek sıkıntıları da yok. Ayrıca İngiliz Ordusu’nda çok sayıda uçak var. Dahası, İngilizlerin silahlandırdığı çok sayıda Arap, saldırmaya hazır bekliyor. (Bayur, Atatürk, Hayatı ve Eseri, s. 155, 156). (Bayur, Türk İnkılâbı Tarihi, s. 449-452).
İNGİLİZ SALDIRISI
Atatürk, İngiliz saldırısının ne zaman yapılacağını doğru tahmin ediyor. Okuduğu gündelik raporlardan birinde bir İngiliz esirinin ifadesi dikkatini çekiyor. Hasta yatağından fırlıyor, çalışma odasına giderek bir savaş emri yazıyor. Bu emre, “Düşman 19 Eylül günü akşamı genel taarruz yapacaktır” diye başlıyor. Bu taarruza karşı alınacak önlemleri sıralıyor. Verdiği emri Liman Von Sanders Paşa’ya da gönderiyor. Liman Paşa, Atatürk’ün öngörüsünü pek önemsemiyor. Ancak Atatürk saldırının o gece yapılacağından emin. Kendi ifadesiyle, “19-20 Eylül gecesi kumandanlarımı (İsmet ve Ali Fuat) telefon başına çağırdım ve sordum: ‘Verdiğim emri ve gereken önlemleri aldınız mı?’ ‘Emriniz yapılmıştır’ cevabını verdiler. Ben daha telefon konuşmasını bitirmeden düşman topçusu muharebe hatlarımız üzerine ateş etmeye başladı…”
İngilizler, 19 Eylül sabahı, Cevat Paşa’nın 8. Ordu’suna kara, deniz ve havadan saldırdılar. 20 Eylül’de 8. Ordu darmadağın olup çekilmeye başladı. İngiliz süvarileri, Nasıra’ya kadar çıkıp Liman Von Sanders’in karargâhını bastılar. Liman Paşa ve subayları güçlükle kaçıp kurtuldular.
Böylece Atatürk’ün 7. Ordu’su önden ve sağdan İngiliz baskısı altında kaldı. İngiliz Allenbi, 57 bin tüfek 21.000 kılıç ile Atatürk’ün, 7800 tüfekli 7. Ordu’suna yüklendi. Buna rağmen Atatürk, at sırtında, en son askerinin yanında, çarpışarak ordusunu düzen içinde geri çekti.
Yıldırım Orduları sadece İngilizlerin değil, İngiliz destekli isyancı Arapların da saldırısına uğradı.
Bu arada Şeria’nın doğusundaki Mersinli Cemal Paşa’nın 4. Ordu’sunun da yarıya yakını esir düştü.
NABLUS’TAN ŞAM’A
Atatürk, 7. Ordu’yu Nablus’un kuzeydoğusundaki Feriha Vadisi’nde tutmak istedi. Fakat düşman yolu kesmişti. Bunun üzerine Şeria’nın doğusuna geçmeyi düşündü. Ancak köprü yoktu. 22-23 Eylül’de bin bir güçlükle Şeria’yı geçip ordusunu Aclun Dağları’na vurup Dera demiryolu kavşağına ulaştı. Bu sırada İngiliz Hava Kuvvetleri de peşindeydi. 24-29 Eylül arasında Şam’ın güneyindeki Kisve hattına geldi. Dağınık birlikleri düzene soktu. Bu sırada İngilizlerle ve asi Araplarla çarpışmaya devam ederek Şam’a çekildi.
Atatürk, Şam’a gidişini şöyle anlatıyor: “Anlatılması uzun sürecek güçlükler içinde nehirlerden geçerek, çöllerden aşarak ordumu Şam’a kadar getirebildim. Ordu Şam yakınlarında dinlenmek için toplandığı sırada yanımda birkaç arkadaşımla Şam’a giriyordum. Şam’ın içinde bir anormallik vardı…”
Atatürk, Şam’da Liman Von Sanders’i görmek istedi. Ancak Alman General, Şam’ı terk edip kuzeye doğru gitmişti. Gitmeden önce Atatürk’e bir talimat bırakmıştı. Bu talimata göre Atatürk, 7. Ordu’yu, 4. Ordu Komutanı Mersinli Cemal Paşa’ya bırakıp Rayak’a giderek oradaki komutansız kuvvetlerin yönetimini üzerine alacaktı. Atatürk, 7. Ordu’yu, kolordu komutanlarından İsmet (İnönü)’ye teslim ederek gece özel bir trenle Rayak’a gitti. Hareketinden önce öteki kolordu komutanı Ali Fuat (Cebesoy)’un da kendisine katılmasını istedi. Rayak’ta Liman Von Sanders’le görüştü. Ancak orada ciddi bir kuvvet olmadığını gördü. Yine de dağınık birlikleri toplayıp teftiş etti. Bu sırada bir taraftan da Rayak istasyonunu ateşe verdirdi.
1 Ekim 1918’de Şam, İngilizlerin eline geçecekti.
İNİSİYATİF KULLANIYOR
Yıldırım Orduları dağılmış, birliklerde emir komuta kalmamıştı. Atatürk düşünüyor, taşınıyor, fiilen komutayı ele almaya karar veriyor: “Adeta delice bir emir verdim: Şam’da bulunan bütün kuvvetler benim orada bıraktığım İsmet (İnönü) Bey’in emri altında, Rayak taraflarındaki kuvvetler de Ali Fuat Paşa kumandası altında kuzeye hareket edeceklerdir.” Atatürk, tıpkı 1915’te Çanakkale’de Arıburnu çıkarması sırasında yaptığı gibi yine “inisiyatif” kullanıyor. Böyle bir emri, o sırada Atatürk’ün komutanı olan Liman Von Sanders bile ancak başkomutanlığa sorup izin alarak verebilirdi. Atatürk’ün “delice bir emir verdim” derken kastettiği bu… Atatürk, bu emrin bir kopyasını da Liman Von Sanders’e gönderiyor. Bunun üzerine Alman komutanlar, “Bu adam kimdir ve ne yapıyor?” diyerek “isyan” ediyorlar. Atatürk, bu tür bir tepkiyi bekliyor.
“Rayak istasyonunu yaktıktan sonra, ertesi gün yerli ahalinin ateşleri içinden” Baalbek’e gidiyor. Orada Ali Fuat Paşa’yla görüştükten sonra Halep’e geçip Liman Von Sanders’le görüşüyor. Sanders, Atatürk’ün kararını kabul ediyor. “Fakat ben nihayet bir ecnebiyim, bu kararı veremem. Bunu ancak memleketin sahipleri verebilir” diyor. Atatürk, “O halde karar (kuzeye çekilme) uygulanacaktır” diyor.
Alınan karara göre çok fazla kayıp veren 4. Ordu kaldırılıp 7. Ordu’ya bağlandı. Böylece ekim başından itibaren tüm orduları Atatürk yönetti. (Bayur, Atatürk’ün Hayatı ve Eseri, s. 158).
Atatürk, Halep’te adeta hiç yoktan yeni bir ordu kurdu. Böbrek sancıları nedeniyle bir süre hastanede yattı. İyileşir iyileşmez Araplarla sokak savaşına tutuşacaktı.
HALEP SOKAK SAVAŞLARI
İngilizlerle birlikte hareket eden Şerif Faysal’ın kuvvetleri 23 Ekim 1918’de Halep’e saldırdı. Halep halkının bir kısmı da bu isyancı Araplara katıldı.
Halep’te Baron Otel’i karargâh olarak kullanan Atatürk, 25 Ekim 1918’de Halep’te sokak savaşlarını yönetti.
O sabah Halep’te silahlar patlıyor. Atatürk kaldığı otelin balkonundan bakınca bir kalabalığın otele hücum ettiğini görüyor. Durumu kavrayıp kırbacıyla önce kalabalığı otelin dışına çıkarıyor. Alt kattaki taraçaya indiğinde Halep kumandanının heyecandan okuyamadığı bir raporu okuyunca Halep’in saldırıya uğradığını anlıyor. Bulunduğu otelden çıkıp sağa saparak dört yol ağzına geliyor. Bütün yolları tutturuyor. Akşam olmak üzere… Bu sırada düşman uçağından atılan bombalara, bazı damlardan atılan bombalar katılıyor. Anılarında, “Bu beni güldürdü. Çünkü ben bu Halep’i savunmayı düşünüyordum” diyor.
Atatürk şöyle devam ediyor: “Bulunduğum yerden ileride birçok adamın yere serildiğini görüyordum. Bunlar beni yalnız zannederek hücum eden zavallılardı. Ben Halep şehrinde özel deyimle, sokak muharebesini idare ettim. Hücum edenler tamamen mağlup ve perişan olarak kovuldular ve takip olundular. Şehirde duruma tamamen hâkim oldum ve sükûnet geri geldi. Akşam yaklaşmıştı. Sokak muharebesini idare ettiğim noktanın yanında şoförüm beni bekliyordu. İşaret ettim, bulunduğum noktaya yanaştı. Otomobile binmeden önce Halep kumandanına emirlerimi ve talimatımı verdim. Verdiğim talimatta esas olan şu nokta vardı: Bu akşam Halep ilerisindeki kuvvetleri geri çekeceğim, yarın Halep’in kuzeybatısında İngiliz ve Araplarla muharebe edeceğim. Buna göre hareketi düzenleyiniz.” (Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün Bana Anlattıkları, s. 67-69).
Atatürk, ertesi gün, 26 Ekim’de Halep’in kuzeybatısında, İngilizler ve Araplarla savaşmaya hazırlanıyordu.
KATMA ZAFERİ (26 Ekim 1918)
Türk Ordusu’nun geri çekildiğini düşünen İngiliz-Arap kuvvetleri, 26 Ekim 1918’de saldırdılar. Ancak hiç beklemedikleri bir direnişle karşılaştılar, yenilip geri çekildiler. Atatürk, çok güçlü bir İngiliz atlı tümenini geri püskürterek I. Dünya Savaşı’nın son muharebesini kazandı. Böylece 19 Eylül 1918’de Yafa’nın kuzeyinde başlayan İngiliz saldırısını, 500 km’yi aşan bir ilerlemeden sonra, 26 Ekim 1918’de Katma bölgesinde; İskenderun, Beylan, Dir Cemal, Telrifat çizgisinde durdurdu. İki gün sonra Antakya’yı da kontrol etti. (ATASE, Birinci Dünya Harbi’nde Türk Harbi, Sina-Filistin Cephesi, C.4, Kısım 2, s. 728 vd).
Atatürk, anılarında, Katma Zaferi’yle güneyde “Türk süngüleriyle sınır çizdim” diyor: “İşte orada bu zafer sonucu bir hat belirledim ve kuvvetlerime, ‘düşman bu hattın ilerisine geçmeyecektir’ diye emir verdim. Gerek Erzurum Kongresi’nde, gerek Sivas Kongre’sinde Türkiye’nin milli sınırlarını belirlemek için ben Türk süngülerinin çizdiği bu hattı ileri sürdüm…” (Atay, s. 70).
30 Ekim 1918’de Osmanlı, Mondros Ateşkes Antlaşması’nı imzalayıp teslim olduğunda Atatürk teslim olmamıştı, hiçbir zaman da teslim olmadı.
Atatürk 30 Ekim 1918’de 7. Ordu Karargâhı’nı Racu’ya -işte geçtiğimiz hafta basında yer alan o karargâha- taşıdı.
Demem o ki, sürekli Atatürk’ün izlerini silmeye çalışanlar dikkat etsinler! Sadece Anadolu’da; Amasya’da, Sivas’ta, Erzurum’da dağil, Suriye’de; Şam’da, Halep’te, Katma’da, Afrin’de, Racu’da da her an karşılarına Atatürk’ten bir iz çıkabilir ve çıkıyor.
Sinan MEYDAN, 9 Temmuz 2018