İstanbul ile ilişkiler: 19 Mayıs 1919 – 8 Haziran 1919

Atatürkün hayatı ve eserleri 300x150

İstanbul ile ilişkiler: 19 Mayıs 1919 – 8 Haziran 1919

Mustafa Kemal Paşa Samsun’a gelir gelmez yoğun bir faaliyete girişti. Zira Samsun çevresi, yabancı müdahalesine kılıf hazırlamak isteyen Pontus Rum çetelerinin yarattığı huzursuzluk içindeydi. Mutasarrıf pasif bir tutum izlemekteydi. İkinci bir İzmir faciasına meydan verilmemeliydi. Dolayısıyla Mustafa Kemal Mutasarrıfın âcilen değiştirilmesini önerdi ve geçici olarak 3. Kolordu Komutanı Refet Bey’i bu işle görevlendirdi. Sadaret aynı gün verdiği cevapta (21 Mayıs 1919), bu girişimi ve mutasarrıflık için Mustafa Kemal’in önerdiği Hamit Bey’in atanmasını onayladı.

Mustafa Kemal Samsun’a çıktığında, şehirde İngiliz işgal kuvveti vardı. Bunlar daha iki gün önce 100 kişilik bir takviye kuvveti almışlardı. Ordu Müfettişi 20 Mayıs 1919 tarihli raporunda: “İngilizler ateşkese uymuyorlar. İstedikleri yere asker çıkarıyor ve içerilere gönderiyorlar. Bu hal, asayişi sağlama görevimi zorlaştırmakta ve halkın güvenini sarsmaktadır. Ateşkes hükümlerine ve millî haklara aykırı olan bu durumun önlenmesini” istedi. Keza aynı gün sadaret makamına: “İzmir‟in işgali olayının milleti ve orduyu tarifsiz derecede içten yaraladığını, ne millet ve ne de ordu varlığına karşı yapılan bu haksız tecavüzü kabul edemeyeceklerini, bu sebeple Padişah ve hükümetin milletin hukukunu korumak için en kesin girişin ve icraatta bulunacaklarına inanıldığını” belirtti.

Damat Ferit verdiği cevapta: “Asker çıkarılmasının ateşkesin 7. Maddesine dayandırıldığı, ancak gerekli girişimlerin yapılmasının tabiî olduğunu” bildirdi.

Mustafa Kemal birkaç subayını Samsun’daki İngiliz işgal kuvvetleri karargâhına gönderdi. Bu subaylar asayiş durumu, İzmir’in Yunanlılarca işgal edilmesi olayı etrafında İngiliz subaylarla fikir teatisinde bulundular, özellikle Türklüğün yabancı idaresine tahammülü olmadığını vurgulamaya özen gösterdiler.

Mustafa Kemal Paşa’nın esas görevlerinden biri bölgesindeki asayişsizliğe yol açan nedenleri saptamak ve bunları önlemek için gerekli önlemleri almaktı. Samsun’a varışından 4 gün sonra bu konudaki görüşlerini şu şekilde dile getirir.

“… Seferberlik başlangıcında, asker kaçaklarıyla Rumlar, Ermeniler ayrı ayrı çeteler halinde faaliyete geçerek bir süre politika ile ilgili olmayan haydutluklar yaptılar. Daha sonra bunlar siyasî tutum içine girdiler. Rus istilâsı ile destek buldular. Mütarekeden sonra din adamlarının da ön ayak olmasıyla, Pontus Devleti kurmak için açıktan açığa harekete geçmişlerdir. Bugün Samsun civarında 40 kadar Rum Çetesi vardır. Bunlar tamamen siyasî bir nitelik kazanmışlardır. Liva’nın bütün Rumları çetelerle beraber Samsun’daki Rum komitesi ve özellikle Rum metropoliti Yermanos tarafından yönetilmektedir. Bunların siyasî amaçlarla yaptıkları tecavüzler yüzünden Müslüman halk telaş ve heyecan içindedir. Ahali kendini, para ile Müslüman çetesi temin etmek suretiyle korumaya çalışmaktadır. Rum çeteleri İslâm halkını tehdit altına almış ve onları ortadan kaldırmaya girişmiştir. İslâmlar savunmadadır. Meydana gelen İslâm çeteleri düzenli bir programa sahip değildirler. Liva dahilinde ezici bir çoğunluğa sahip olan Müslümanlar ürkek bir vaziyette, mal ve canlarından endişe içindedirler. Rumlar Müslümanları huzursuz eden siyasî emellerinden vazgeçerlerse, şekavet derhal kalkacaktır… durumun gerektirdiği bütün tedbirler alınmaktadır.

Mustafa Kemal, görevli olduğu bölgenin asayiş ve güvenliğinin sağlanabilmesi için Samsun Livası ve Amasya bölgesinde jandarma ve nizamiye kuvvetlerinin yetersiz kaldığını belirterek bölgede bir miktar efradın silâh altına alınarak, bunlardan elverişli olanların jandarmaya ayrılmasını, Doğuda Ermeni saldırılarına karşı 15. Kolordu mevcudunun gerekirse artırılmasını önerdi. Bundan başka bir tedbir olarak asayişi sağlamakla görevli olduğu bölgelerden en hassasının Samsun Livası olduğunu bu sebeple eşkıya takibi, komitelerin faaliyetlerini gizleme, çarpışmalarda yararlık gösterenlerin ödüllendirilmesi için örtülü ödenekten acilen mahallerine ödenek gönderilmesini teklif etti.

Hükümet silâh altına yeni asker alınmasını, siyasî sakıncası nedeniyle, uygun görmedi. Ama, jandarma maaş ve tahsisatının artırılması dolayısıyla gönüllüler yoluyla, jandarmanın takviye edilmesini onayladı. Ayrıca örtülü ödenekten gereken miktarın mahallerine acilen gönderilmesini kararlaştırdı. Kurul ayrıca, Harbiye Nezaretinin teklifi üzerine, Mustafa Kemal Paşa ve maiyetine, ödenek ve yolluklarının yanı sıra, eşkıya takibi dolayısıyla seyyar olduklarını göz önünde tutarak maaşlarının % 50‟si kadar zam yapmayı da 1 Haziran’da karara bağladı.

Samsun işgal altındaydı. Çevrede Rum çeteleri kol gezmekteydi. Dolayısıyla Mustafa Kemal, güvenlik açısından burada kalmayı uygun görmedi. 6 günlük bir ikametten sonra, iç bölgeyi teftiş ve kaplıcalarından yararlanmak gerekçesiyle, 25 Mayıs’ta Havza’ya geldi. Havza’da işgal kuvvetlerinin uzağında, daha rahat hareket imkânı vardı. Nitekim Paşa, gelir gelmez Havzalılara içinde bulunulan durumu: “Düşman bizi öldürmek niyetinde değildir. Düşmanın niyeti bizi diri diri gömmektir. Şimdi çukurun tam kenarında bulunuyoruz. Son bir gayretle kendimizi kurtarmamız mümkündür. Zaten başka bir imkân yoktur.” sözleriyle uyardı. Vatanı kurtarmak maksadıyla halkı direnmeye ve millî haklara sahip çıkmaya davet etti. Hemen bir miting düzenletti.

Mustafa Kemal Samsundayken orduda görüş ve eylem birliğini sağlamak için 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa ve Ankara’da 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa ile temasa geçmiştir. 27 Mayıs’ta Ali Fuat Paşa’dan Afyon’da bulunan 23. Tümenin gücünü ve görevini sordu. Aynı gün Konya’daki Yıldırım Orduları Müfettişliğinden de aynı konuda bilgi istediği gibi, Konya’da bir “Vatan Ordusu” kurulduğuna dair olan haberler hakkında bilgi rica etti. Ali Fuat Paşa, verdiği cevaplarda, 23. Tümenin mevcudunun ancak 970 kişiyi bulduğunu, Manisa’nın da işgal edildiğini haber verdi. Konya’dan gelen cevapta, Manisa ve Aydın’ın işgal edildiği, Afyon’daki tümenin takviye edildiği, Rum olan mutasarrıfın değiştirildiği, asayişi muhafaza ile her türlü işgal olayına her türlü vasıtayla karşı konulacağını bunun için hazırlık yapıldığı bildiriliyordu.

Mustafa Kemal görev alanında bulunan kolordu ve idare adamlarıyla komşu illerdeki komutan ve idarecilere, 28 Mayıs tarihli bir genelgeyle Manisa ve Aydın‟ın işgal edildiğini, yurt bütünlüğünün korunması için, dört gün süreyle büyük ve coşkulu mitingler yapılmasını, büyük devlet temsilcilerine, Babıâli‟ye tesirli telgraflar çekilmesini, Hristiyanlara karşı düşmanca hareketlerden kaçınılmasını istedi.

Diğer taraftan millî direnmeyi organize etmek için 15., 3. ve 20. Kolordulara 29 Mayıs’ta gizli bir genelge gönderdi. Bu genelgede özetle: “İtilâf devletlerinin millî bağımsızlığımızı yok etmek istedikleri ortaya çıkmıştır. İzmir, Manisa, Konya ve Antalya’da olduğu gibi. Samsun ve Trabzon için de hazırlık halinde oldukları anlaşılıyor… Ermenistan hayalini gerçeğe dönüştürmeleri, millî hayatımıza öldürücü bir darbe olur. Merkezi hükümet adeta esir vaziyettedir… Milletin esaretten kurtulması, kendi topraklarında egemen ve bağımsız yaşayabilmesi, ancak azimli ve namuslu ellerin, milleti kısa ve doğru yoldan haklarını ve bağımsızlığını savunmaya yönlendirmesiyle mümkün olacaktır. Güvenilir sivil memurlarla el ele vererek bağımsızlığımızı savunacak teşkilâtın, dışarıdan sezilemeyecek bir yolla kurulmasını zorunlu görüyorum… İhtisasımız gereği bu görev biz askerlere düşmektedir.” denildikten sonra bölgenin işgali ve alınacak tedbirler üzerinde önemle durulmaktadır. Mustafa Kemal, Doğu illerinde işgalin iki türlü olabileceği görüşündedir. Ya Karadeniz sahilindeki Rum ahali isyan ederek Cumhuriyet ilân edecek… veyahut sahile yabancı kuvvetleri çıkarılacaktır…. Bunların ülkeyi ele geçirmelerine karşı halk ve asker birlik halinde silâhla karşı koyacaktır. Bu ayaklanmalarla birlikte, Doğu’dan Ermenistan ve Gürcistan yönlerinden gelecek saldırılara karşı gerilla şeklinde savunulması için şimdiden silâh, cephane, teçhizat ve sıhhi malzeme sezdirilmeden içeriye nakledilecektir. Halkın köyünü savunması ve civardaki birliklere katılımı ve her türlü ihtiyaçları saptanacaktır. XX. Kolordu’nun Batıdan Doğuya, XII. Kolordu’nun da Adana’dan Doğuya gelen yönleri güvenli duruma getirmesi gerektiğini belirterek, komutanların bu konudaki düşüncelerinin bildirilmesini istedi.

Görüldüğü gibi Mustafa Kemal Paşa tarafından kolordulara gönderilen bu genelgeyle çete teşkilâtı kurulması, düşmanlara karşı silâhla direnilmesi ve bunun için gerekli hazırlıkların yapılması istenmektedir. Bunun anlamı, merkezî hükümetin güçsüzlüğü, aczi karşısında yurdun savunmasını ordunun ele almasıdır.

30 Mayıs’ta XV. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir’e, İtilâf hükümetlerinin meşru mirasçısı olduğumuz toprakları çiğnemeyi Hristiyanlık adına bir hizmet gördüklerini, bu cümleden olarak Doğu illerimizi Ermenilere peşkeş çekmeleri ihtimali olduğunu, böyle bir vaziyette İzmir’de Yunana yaptıkları gibi, Ermenilere de öncülük yapmalarını muhtemel olduğunu, öyle bir durumda millî istiklalimizi kurtarmak için savaşmaya mecbur olduğumuz hususundaki kanaatini bilgi edinmesi için Harbiye Nazırı Cevat Paşa’ya yazdığını, kuşatılmış bir kaleye benzeyen Babıâli‟de İtilâf temsilcilerinin esiri gibi, bir şekilde milletin geleceğini idareye çalışan merkezî hükümetin bir şey diyemeyeceğini belirterek, bu konudaki görüşlerinin bildirilmesini istedi.

Kazım Karabekir Paşa, bu tele, “Bugün sahiller İtilâfın tehdidi, iki gözümüz olan İstanbul ve İzmir işgalleri altındadır. Milletimizi, dinimizi istinat ettireceğimiz ancak Erzurum afakından başka yer kalmamıştır. Her ne şekilde olursa olsun buralardan çekilmek muazzam tarihimizi ebediyen karartacaktır… Herhangi bir kuvvet olursa olsun, tecavüzlerini savaşın başladığı şekilde” algılayacağı yolunda cevap verir. Bu yazışmalardan, Mustafa Kemal’in gerek III., XV., XX. Kolordular ve gerekse Yıldırım Kıtaları Komutanı Mersinli Cemal Paşa ile millî bağımsızlığı korumak ve yeni emrivakilere, işgallere meydan vermemek için örgütlenmek ve gerekirse işgallere karşı silâhla direnilmesi hususunda adı geçen askerî birlikler arasında görüş birliği oluşturduğu açıkça görülmektedir.

Mustafa Kemal Anadolu’daki belli başlı askerî şeflerle görüş birliğini sağlarken, diğer taraftan millî hakları savunacak Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri oluşturulması için yoğun faaliyet halindeydi. 1 Haziran’da görev bölgesindeki idare amirlerinden, yönetimlerindeki alanda Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olup olmadığını, varsa kurucularının isimlerinin bildirilmesini istedi. Aslında bu sadece bir bilgi edinme olayı değildi. Asıl amaç Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti olmayan yerlerde bunların oluşturulmasını sağlamaktı.

Keza 1 Haziran’da görev bölgelerindeki illere gönderdiği genelgede, 27 Mayıs’ta İstanbul’da toplanan saltanat şurası kararlarının millete yanlış duyurulduğunu, şura üyelerinin tam bağımsızlığı savunduklarını, halktan biran önce bir millî meclis kurulması ve milletin kaderinin bu meclise bırakılması yolunda olduğunu, halbuki ajansın bunu “Türkiye’nin toprak bütünlüğü korunması şartıyla büyük devletlerden birinin himayesine girmek” şeklinde verdiğini belirterek, ajans haberi ile şuradaki görüşler arasındaki çelişki sebebini Babıâli‟den sorduğunu duyurdu.

Bu tarihe kadar Mustafa Kemal ile İstanbul arasında bir terslik yoktur. Çünkü İstanbul Hükümeti de İzmir’in işgali ve onu izleyen kanlı olayların şoku altındadır. İstanbul’da özellikle Genel Kurmay ve Harbiye Nezareti Anadolu Harekâtına sempatiyle bakmaktadırlar. Yeni Harbiye Nazırı şevket Turgut Paşa, 56. Tümen Komutanı Albay Bekir Sami Bey’i geçici olarak 17. Kolordu Komutan Vekilliğine atarken, “Ülkenin çıkarları ne ise onu yapmasını” söylemekten çekinmemişti. Genel Kurmay 23 Mayıs’ta askerî birliklere, “İzmir’de olduğu gibi, beklenmeyen durumlar karşısında birliklerimizin parçalanmaması, esarete düşmeyecek bir durumda bulundurulmalarını”, 24 Mayıs’ta 57. Tümen Komutanı Albay şefik Bey’e de “Yunanlıların iyi kabul görmeleri Aydın ilini geleceği için giderilemeyecek zararları doğurur, bunu halka anlatınız. Bizim Yunan ordusunu istemediğimiz anlaşılmalıdır.” talimatını vermişti.

Aynı tarihte şevket Turgut Paşa, Albay Bekir Sami Bey’e “Devletin Yunanlılar kaptıracak fazla ne bir silâhı, ne de tek bir fişeği ve askeri vardır, silâh ve cephaneyi emin yere naklediniz” emrini vermişti. Keza şevket Turgut Paşa, Mustafa Kemal‟e Diyarbakır‟dan Samsun yolu ile sevk edilen süngü kolu, top kaması ve makineli tüfeklerin nerede olduğunu sormuş; o da sevkıyatı yapan insan ve hayvanların yorgunluğu gerekçesiyle sevkıyatı durdurduğu cevabını vermişti.

28 Mayıs’ta İngiliz Mümessili refakatında Yunan askerleri Ayvalık’a asker çıkardıklarında Mıntıka Komutanı Yarbay Ali Bey (Çetinkaya) onları silâhla karşıladı. Ama içişleri Bakanı Ali Kemal, kaymakama: … “Yunanistan‟la harp halinde değiliz. Fiilen de protesto edildi, artık çatışmadan çekinilmesi” talimatını verdi. Müşkül durumda kalan Ali Bey, 3 Haziran’da Harbiye Nezareti’ne “… askerî zaruret olmadan Soma ve Balıkesir istikametine çekilmenin, tehlikeli ve imkân dahilinde olmadığını… mütemadiyen yayılma gösteren Yunan işgal olup bittisini yalnız İstanbul’da siyasî araçlarla durdurmanın mümkün olamayacağını” belirterek talimat istedi. 7 Haziran’da Cevat Paşa, 9 Haziran’da da Harbiye Nazırı şevket Turgut Paşa devreye girerek Ali Bey‟e destek verdiler.

Bu vesile ile hükümette iki ayrı eğilim olduğu görülmektedir. Hükümetin asker kanadı direnmeyi gizlice desteklemeyi, diğer bir kısım bakanlar ise olay çıkarmamayı, çözümün siyaset yoluyla, İngiltere’nin dümeninde gitmek suretiyle, elde etmeyi savunuyorlardı.

Bu arada İzmir’de Yunanlıların yapmış oldukları kanlı olayların Avrupa’da yarattığı izlenim, Türkiye‟de yapılan mitingler, direnişler Hintlilerin konferanstaki çabaları, Osmanlı delegasyonunun Paris‟e çağırılmasına yol açmış ve İstanbul politik çevrelerinde siyasi çözüm yolunda mesnetsiz iyimserlik rüzgârları yeniden esmeye başlamıştır.

Damat Ferit Paşa’nın 2 Haziran’da Vilâyat-ı şarkıye Müdafaa-i Hukuk-i Millîye Cemiyeti’nin muhtırasına cevap olarak “Rusya Ermenistan’ı dışındaki altı ilimize geniş özerklik verileceğini” beyan etmesi, Mustafa Kemal ile hükümet arasındaki derin görüş ayrılığını ortaya çıkardı. Mustafa Kemal 3 Haziran’da bölgesindeki ve komşu illerdekî askerî ve mülkî yetkililere gönderdiği yazıda, bu konu ve genelde millî haklar konusunda tutulması gereken yolu açıklıkla ortaya koydu. Mustafa Kemal’e göre, Damat Ferit Paşa’nın Barış Konferansına çağırılması, İzmir olayı üzerine milletimizin gösterdiği şiddetli tepki ve kesin kararlılığın bir sonucudur.

Milletin kendi haklarını çiğnetmemek için tek bir vücut halinde fedakârlığa hazır olduğu, itilâf devletlerine karşı gösterildiği sürece, bunların milletimize ve onun haklarına saygılı olacağına şüphe yoktur… Milletçe kesin suretle konferans huzurunda savunulması istenen iki nokta önemlidir. Birincisi milletin mutlak olarak tam bağımsızlığı, ikincisi de vatanın ana topraklarında çoğunluğun azınlığa feda edilmemesidir. Bu konuda Paris’e harekete hazırlanan heyetin görüşü ile millî vicdanın kesin istekleri arasında tam bir uyum bulunmalıdır. Aksi halde millet olup bittiler karşısında kalabilir. Sadrazam Paşa demecinde bir Ermeni muhtariyeti ilkesini kabul etmiş olduğunu beyan etti. Bunun sınırını belirtmedi. Bundan Doğu illeri halkı üzüntü duydu… geniş bir Ermeni Muhtariyeti ve devletin yabancı bir devletin himayesini kabul etmesi konularında, milletin isteğiyle şimdiki hükümetin görüşü arasında bir uygunluk olmadığı anlaşılıyor…

Heyetin milletin haklarını savunmada uyacağı ilkeler ve program bilinmedikçe, arz edilen noktalarda endişeye kapılmamak mümkün değildir. Dolayısıyla Müdafaa-i Hukuk-i Millîye ve Redd-i İlhak Cemiyetlerinin temsilcileri, bunların olmadığı yerlerde, belediye heyetleri Sadrazam Paşa ve Zat-ı Şahane‟ye (Padişah) telgraflar çekerek millî bağımsızlığın mutlak dokunulmazlığı ve millet çoğunluğunun haklarının korunmasının, milletin temel şartı olduğu belirtilmelidir. Gidecek heyetin, yapacağı savunmanın esaslarını, millete resmen ve açıkça bildirmesi istenmelidir… Milletin bu şekilde hareketi, gidecek heyetin savunmaya çalışacağı ilkelerin gerçekten milletin isteği olduğu, İtilâf devletlerince anlaşılacak ve şüphesiz daha fazla bir önemle dikkate alınarak, heyetin görevini kolaylaştıracaktır.

Ayrıca Başbakanlığa, bölgelerinin de işgal edileceğinden tasalanan Doğu illeri halkının gerçek durum hakkında kendisinden bilgi istediklerini belirterek, bu konularda aydınlatılmasını istedi.

Keza aynı gün, Harbiye Nezaretinin, İngiliz notasına atfen, Sivas’ta Ermeni mültecilerin güvenliğinden kaygı duyulduğu, bunların güvenliğinden İngilizlerce askeri komutanın sorumlu tutulacağını bildiren yazısını özetle şöyle cevaplandırdı: “… İtilâf devletleri, istiklâl ve millî mevcudiyetimize saygılı oldukları sürece, gayrı müslimlerin endişelerini gerektirecek bir durum yoktur. Fakat millî istiklâl ve mevcudiyetin tehlikeye girmesi, İzmir ve çevresinde görülmekte olan işgal ve zulüm hadiselerinin tekerrürü halinde, bunlara karşı, milletin göstereceği millî heyecanın tezahürlerini önlemek için kendimde ve hiç kimsede güç ve kudret yoktur. Bu yüzden meydana gelebilecek olaylar karşısında sorumluluk kabul edebilecek ne bir komutan, ne bir sivil yönetici, ne de bir hükümet tasavvur edebilirim”.

Bu belgelerden açıkça anlaşıldığı gibi, İstanbul Hükümetiyle Mustafa Kemal arasında, Barış Konferansında tutulacak yol, Doğu Anadolu’nun kaderi ve meydana gelen millî tepkilerin değerlendirilmesi konularında çok ciddi görüş ayrılıkları su yüzüne çıkmıştır. Ancak durum henüz açık bir çatışma haline gelmemiştir. Çatışma İngiliz işgal makamlarının Mustafa Kemal’in İstanbul’a dönmesini istemesi ile açığa çıktı.

Sayfayı yazdırın Sayfayı yazdırın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir