Rauf Bey’in Ankara’ya Gelerek Propagandalarla, Parti Üyelerini Bize Karşı Kışkırtmaya Koyulması

Rauf Bey’in Ankara’ya Gelerek Propagandalarla, Parti Üyelerini Bize Karşı Kışkırtmaya Koyulması

Büyük nutuk

Rauf Bey Ankara’ya geldikten sonra, Parti üyeleriyle yakından ve arkadaşça değinmelere başladı. Ama, bütün değinme ve konuşmalarda bir erek güttüğü anlaşılıyordu.

Rauf Bey: “Cumhuriyetin ilanında ivedi gösterilmiştir. Bu ivediyi gösterenler sorumsuz kimselerdir. Bu yolda davranışın içyüzünü anlamak gerekir. Meclis, ulusal egemenliği gereği gibi kullanabilmelidir. Gizli amaçlarla yönetilmeye ses çıkarılmazsa nereye varılacağı bilinemez. Cumhuriyetin ilanını zorunlu kılan neden ne imiş? Cumhuriyetin gerçekten, bizim için yararlı ve gerekli olduğu tanıtlanmalıdır.” gibi birtakım propagandalarla, arkadaşlarımızı ve partiyi bize karşı kışkırtmaya koyuldu.

Rauf Bey, İstanbul’daki demecinin sonunda demişti ki: “Meclis ve Hükümet, bu tezcanlılığın akla yatkın ve yasal bir nedeni bulunduğunu ulusa gösterip tanıtlamalıdır ve tanıtlayacaktır.”

Böylece pek güzel anlaşılıyor ki Rauf Bey’in, geceli gündüzlü yaptığı değinme ve konuşmalardan amacı, Parti ve Meclis üyelerine bu görünüşü benimsetmekti. Bunu başardıktan sonra, cumhuriyetin kuruluşu sorununu yeniden Mecliste söz konusu ettirmek istiyordu. Bununla güttüğü amaç da, Meclis ve Hükümeti, cumhuriyeti ivedilikle ilanda akla yatkın yasal bir neden olup olmadığını tanıtlama zorunda bırakmaktı. Kendi aklınca ve kendisini tutanların inanışına göre, akla yatkın ve yasal bir neden gösterip tanıtlamak güçtü. Akla yatkın ve yasal bir nedene dayanmayan cumhuriyetin ilanında ivedilik gösterildiği ve yanılgıya düşüldüğü ortaya çıkacak ve sözde, yanlışlık düzeltilecek!

Rauf Bey’in Oynatmak İstediği Oyunu Anlayanların Kendisini Bir Parti Toplantısında Sınava Çekmeleri

Baylar, Rauf Bey’in ne yapmak istediğini ve amacının ne olduğunu anlamak için bir haftalık bir süre yetti. Elbette, kim yaparsa yapsın, cumhuriyetçiler bu yolda bir çalışmaya daha çok göz yumamazlardı. Rauf Bey’in oynatmak istediği oyunu anlayanlar, bir parti toplantısında Rauf Bey’i sınava çekmeye karar verdiler. Bu toplantıyı hatırlarsınız. Bu toplantıda yapılan görüşmeler de, olduğu gibi yayımlanmıştı. Onu da okumuşsunuzdur. Ben burada o toplantının ayrıntılarına girişecek değilim. Yalnız, o görüşmelerin sonucunu gerçek anlamıyla bildirmeye yarayacak bazı irdelemeler yapmayı, kamuoyunun aydınlanması için gerekli ve yararlı görüyorum.

Önce şunu apaçık söylemeliyim ki Rauf Bey, saldırıya geçmek için daha hazırlığını bitirmeye uğraşırken, saldırıya uğramıştır. Gerçi, birtakım gazetelerle yapılan karşıcıl yayınlar, Halifeye ve bir padişah oğluna aldırılan durumlar; Rauf ve Adnan Beylerle kimi komutanların Halifeyi görmeye gidişleri; Halife ve padişah oğlu için söz söyleyenlere, yazı yazanlara karşı kimi yerlerden yaptırılan onur kırıcı saldırılar, ülke içinde kuşku ve kamuoyunda karışıklık uyandırmaktan geri kalmamıştı. Ama, Mecliste saldırıya geçmek için bunun yeter bulunmadığı; Ankara’da Meclis üyeleri üzerinde de çalışmanın gerekli görüldüğü anlaşılıyordu. İşte bu son hazırlıklar yapılırken, bu işte Rauf Bey’den önce davranılmıştır.

Parti Grubu Başkanlığına bir önerge verdirildi. Parti Grubu Başkanı İsmet Paşa idi. Bu önergede; “Rauf Bey’in İstanbul gazetelerinde çıkan, cumhuriyetin ilanını uygun görmediği yolundaki demecinin cumhuriyeti sarsıntıya uğrattığı ve kendisinin çevresinde karşıcıl bir parti kurulduğu kanısının belirdiği” ileri sürülerek, durumun Parti Grubunda görüşülmesi önerilmişti.

Partinin toplandığı 22 Kasım 1923 günü ben de, toplantıdan önce, toplantı salonuna bitişik odada bulunuyordum. Rauf Bey yanıma geldi. Benden, görüşmelere karışmamaklığımı rica etti. Çünkü, bana karşı söz söyleyemeyeceğini bildirdi.

Görüşmelere hiç karışmayacağımı ve hiçbir söz söylemek istemediğimi; ancak, Parti Başkanı olarak görüşmelerin gidişini görmek üzere toplantı salonuna gireceğimi bildirdim. Toplantı salonunda da bulunmamaklığımı rica etti. Bunu kabul etmedim.

Rauf Bey’in, benim görüşmelere karışmamı ve toplantıda bulunmamı istemeyişindeki gerçek amaç ne idi? Benim yanımda, ya da benimle karşılıklı konuşmasına ve savlarda bulunmasına engel olan, gerçekten bana olan saygısı mı idi? Buna inanmak doğru olamaz. Benim anladığıma göre Rauf Bey, karşıcıl olarak İsmet Paşa ile karşılaşmak istiyordu. Ben toplantıda bulunmazsam, parti üyeleri arasından kendisini tutanlar çıkabileceğini sanıyordu.

Parti Grubu, İsmet Paşa’nın başkanlığında toplandı. İsmet Paşa, başkan olarak görüşme konusunu açıklayıp önemini belirttikten sonra: “Bugünkü toplantıda benim de söz almam gerekebilir.” diyerek başkanlığı başkasına bıraktı.

Önergeyi verenin açıklamasından sonra söz alan Rauf Bey, uzun bir konuşma yaptı.

Rauf Bey, İstanbul’daki demeci dolayısıyla bir yanlış anlama olduğunu ve bunu düzeltmek için arkadaşlarla konuştuğunu söyledikten sonra: “Bizim eğer eleştirmek istediğimiz bir nokta varsa o da yapılan iştir.” dedi.

“Çok iyi dilekle başlanıp uğrunda canlar verilmiş olan çok sağlam ilkelerin, uygulanmasında yapılan yanlışlıklar yüzünden sakatlandığını da, sanırım ki hiçbirimiz düşünüp taşınmadan yadsıyamayız.” sözlerini de, olduğu gibi aktarıyorum.

Şimdi bu iki cümle üzerinde biraz duralım. Rauf Bey’in eleştirmek istediği iş, hangi iştir? Cumhuriyet mi, yoksa cumhuriyetin ilan ediliş biçimi mi? Yapılan iş cumhuriyettir; ilan şöyle, ya da böyle olabilir.

Rauf Bey’in “sağlam ilke” dediği cumhuriyet ilkesi midir, yoksa uygulanmasında yapılan yanlışlık yüzünden sakatlanmasından korktuğu cumhuriyet midir?

Baylar, söz konusu olan, cumhuriyetin kendisi ve onun ülkede ilanıdır.

Cumhuriyet yönetimini uygulama evrelerinin yanlış olduğunu ileri sürecek kadar zaman geçmemişti. Rauf Bey’in telaşı cumhuriyet ilanının ertesi günü başlıyor ve iki üç gün geçmeden demeç veriyor.

Kazım Paşa’ya “Cumhuriyetin İlanını Önleyebilirsen Yurda Büyük Yardımlarda Bulunmuş Olursun” Diyen Rauf Bey Hiçbir Zaman Cumhuriyetçi Olamaz

Rauf Bey, demecinin anlamını ve kapsadığı düşünceleri birer yolla çevirip yorumlayarak dedi ki: “Duygularım, cumhuriyet yönetiminden başka hiçbir yönetimi benimsemediğim yolundadır.” Rauf Bey’in, duygularını böylece açığa vuruşu parti üyelerinin sevinmelerine yol açtı ve”Yaşa” sesleriyle karşılandı.

Rauf Bey’in, “yüce duygularım, kutsal duygularım” diye söylediği bu sözler, içtenlikle söylenmiş mi idi ve doğru mu idi? Ben, hiç çekinmeden “hayır!” diyorum, baylar. Çünkü, Ankara’dan ayrılışında, kendisine cumhuriyetten söz açan Kâzım Paşa’ya (Meclis Başkanı): “Bunu önleyebilirsen yurda büyük hizmet etmiş olursun!” diyenin Rauf Bey olduğunu biliyorum.

Rauf Bey, “cumhuriyeti düzenleyip ilan eden sorumsuzlar” demekle birtakım danışman ve uzmanları söylemek istediğini de bildirerek bunda da yanlış anlama olduğunu anlatmak istedi ve: “Böyle olunca benim kullandığım sözlerden, şu ya da bu kişi sorumsuzdur, diye anlaşılmasın; bunu benden beklemek doğru değildir.” dedi.

Rauf Bey, bu sözçevirme ile de gösteriyordu ki, o günkü parti toplantısında, partiye kötü görünmeksizin amaçlarını söyleyebilmek için gereken noktalarda gerileme ve sözü çevirme yolunu tutmuştu; ama gerçek görüşünden vazgeçmiş değildi. Örneğin, şu sözlere dikkat buyurunuz:

“Türkiye hükümetinin biçimi nedir?” diye sorulan sorulara karşı, anımsarsınız ki, Büyük Başkanımız bu kürsüden olumlu bir yanıt olarak şöyle söylediler:

Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti biçimidir. Hangi yönetime benziyor? dediler. Bize benziyor; çünkü biz, bize benzeriz. Bize özgü yönetimdir, buyurdular.

“Bu, vicdanımı inandıran en yüksek bir sözdü; buna karşı çıkmak çok güçtür. Buna, dışta ve içte, haktanırlıkla karşı çıkacak adam bulunacağını sanmam. Bu inandırıcı ve büyük sözlerden sonra, böyle bir hükümet bunalımı yüzünden bunu yürütülemez bir hükümet biçimi olarak gösterip de ad ayrımı gibi bir şey olan cumhuriyet sözcüğünün konulmasını ve eskisine bu denli güvendiğimiz, halkın da güvendiği bir hükümet biçiminin sakat olduğu bir bunalım zamanında anlaşıldı ve yeni bir yönetim biçimi geldi. Bu duygunun etkisi altında bulunanların gerici olduklarını sanmayacağınıza inanarak söylüyorum: Ya bu da eksik görülürse bunu tamamlayacak bir biçim var mıdır diye duraksama ve kaygıya düştüler.”

“… Bir halk ki cumhuriyeti istiyor; bir halk ki ulusal egemenlik sınırsız ve koşulsuz ulusta oldukça yönetimin cumhuriyetten başka bir şey olmadığını (biliyor ve) bunu istiyor; ama, iyi uygulayamaz da başka bir yönetim biçimine döndürülür, diye üzüntü ve kaygı duyarsa… üzülmek mi gerekir, kıvanmak mı gerekir?”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir