Damat Şerif Paşa Ulusu Zehirliyor
Baylar, yeni hükümete girmiş olan ve Heyeti Temsiliye’nin delegesi durumunda bulunan Cemal Paşa ile yapılan yazışmaların anlatılması, yüksek topluluğunuza, Dahiliye Nazırı Damat Mehmet Şerif Paşa’dan söz açmayı geciktirdi.
Biz, yeni hükümet ile uzlaşma yolu ararken Şerif paşa, çoktan ulusu zehirlemeye başlamış bulunuyordu.
Nazırlığa geçtiğini ilk bildiren 2 Ekim günlü genelgesinde yer alan şeyler anımsanırsa orada şu tümcelere rastlanır:
“Yurttaşların tam uzlaşık ve birleşik durumda bulunması, devletin gerçek yararları için gerekli olduğu halde, bir süredir, ülke içinde uyuşmazlık ve bölünme belirtileri görülmesi, güçlükleri bir kat daha artırması dolayısıyla, pek çok acınacak bir durumdur.”
“……….. başarı ……………….. hükümetin isteklerine uymakla; ülke yararına aykırı davranışlardan kaçınmakla sağlanacağından hemen merkezlerde ve merkeze bağlı yerlerde bu yolda öğütlemelerde bulununuz.” (belge: 145)
Baylar, Damat Ferit Paşa’dan daha akıllı olduğu söylenen Damat Şerif Paşa, pek acemice işe başlamış oluyor. O günlerde İstanbul’da bizi, başkaldırıp ayaklanmış “simple soldat” değersiz bir asker sayan kimi romancılar gibi, Damat Paşa da ancak bön kişileri aldatabilecek kısa aklınca, bizi aymaz ve araştırmaz bir kişi sayıyordu galiba!
Oysa biz, hemen Nazır Paşanın alçakça amacını anlamış ve daha uyanık bir durum almış bulunuyorduk. Şerif Paşa, bizim yaptığımız işleri ve Ferit Paşa Hükümetini düşürmek için ulusça yapılanları, yurtta uyuşmazlık ve bölünme belirtileri olarak gösteriyor ve pek çok acınıyor.
Hükümetin isteklerine uymak ve zararlı davranışlardan sakınmak öğüdünü hemen bütün yurda yaymak için acele ediyor.
Bir de baylar, hükümetin, Dahiliye Nazırı Mehmet Şerif imzasıyla yayımlanan bildirisinin birkaç noktasına hep birlikte göz gezdirelim (belge:146) :
“Şimdiki hükümet bağdaşıktır.” Çok doğrudur. Bu yön bütünüyle açığa çıkacaktır.
“Temel ilkelerde düşünce birliğindedir. Hiçbir partiden değildir. Çeşitli siyasal grupların hiçbirine de eğilimi yoktur. Hepsinden tinsel yardım bekliyor.”
Bu cümlelerden çıkan anlam açıktır. Hükümet, ulusal örgütler ve onu yöneten Heyeti Temsiliye ile birlik değildir. Üstelik buna eğilimi bile yoktur. İtilâf ve Hürriyet Fırkası’ndan, Muhipler Cemiyeti’nden, Kızıl Hançercilerden, Nigehbancılardan ve bunlara benzer derneklerden ne ölçüde yardım bekliyorsa bizden de ancak o ölçüde… Cemal Paşa aracılığı ile bizi oyalamak ve aldatmak için gelen tellerde sözü edilen şeyler hep yalandır.
Sonra baylar, şu cümleyi okuyalım: “Yurt alınyazısına ulusun vekilleri aracılığı ile yön verilmesi, isteklerimizin en başta gelenidir.”
Bundan çıkan anlam da şudur: Sivas’ta birkaç kişi toplanmış, ulus adına konuşuyor, ulusun alınyazısıyla ilgileniyor. Heyeti Temsiliye diye bir de ad takınarak ulusun ve yurdun işlerine -görevleri olmadığı halde- karışıyorlar. Bunların sözünü dinlemeyiniz. Çünkü bunlar ulusun vekili değildir!
Hükümet bu bildiride barış üzerindeki görüşünü de şöylece açıklıyor: “Wilson ilkelerinden gereği gibi yararlanılarak, Osmanlı Devleti’nin, birlik halinde ve Padişahına bağlı, bağımsız bir devlet olarak yaşatılması için hiçbir girişimden geri durulmayacaktır.”
Yeni hükümet, bu görüşlerini başarabileceği görüşünü desteklemek üzere şunları söylüyor: “Aslında büyük devletlerin adaletli duyguları ve gerçekten gittikçe belirmekte olan Avrupa ve Amerika kamuoyunun ılımlı davranma isteği, bu konuda güven vermektedir.”
Baylar, bütün bu düşünceler, Ferit Paşa Hükümetinin Padişah ağzı ile yayımladığı bildirinin harfi harfine benzeri değil midir?
Bu biçim bildiriler yayımlamanın amacı, ulusu aldatmak ve uyuşukluğa sürüklemek değil midir?
Hangi adaletten söz ediliyor? Hangi ılımlı davranma isteğinden dem vuruluyor? Bunların asılları var mıydı? Ülkenin merkezinden başlayarak, her yerde yabancıların davranışları, gerçekte bunun tersini ispat edecek eylemi ve seçik kanıtlar değil miydi?
Gerçekte Wilson, ilkeleriyle birlikte, ortadan çekilmiş ve Osmanlı ülkesinin, Suriye’de, Filistin’de, Irak’ta, İzmir’de, Adana’da ve her yerde, işgaline ilgisiz bulunmuyor muydu?
Bunca kesin dağılış belirtileri karşısında aklı, anlayışı, vicdanı olan adamların kendilerini aldatmaları düşünülebilir mi? Bu gibi adamlar, doğrusu, kendilerini aldatacak kadar bön olurlarsa onların yurt kaderini yönetmelerine, aklı eren, gerçeği ve acıklı durumu gören kişiler dayanabilirler mi? Eğer bu adamlar gerçeği biliyor ve kendilerini aldatmıyorlarsa, bunların ulusu aldatarak koyun sürüsü gibi düşmanın pençesine bırakmaya canla başla çalışmalarına ne anlam verilebilir?
Bu yönler düşünülerek yargıya varılmasını kamuoyuna bırakırım.