Sosyal Alanda Atılımlar: Kadın Hakları

Atatürkün hayatı ve eserleri 300x150

Sosyal Alanda Atılımlar: Kadın Hakları

a) Cumhuriyet Öncesinde Türk Kadını

Atatürk devlet kurumlarında yaptığı çağdaşlaşma hareketini yeterli görmüyordu. Çağdaş medeniyet düzeyinin üstüne çıkmak, Türk toplumun yaşantısını, dünyaya bakış şeklini değiştirmeye bağlıydı. Bunun için işe aileden başlamak gerekiyordu. Ailenin temel direği kadın olduğuna göre, onun eğitilmesi, toplumda aktif bir konuma getirilmesi, gelecek nesillerin inkilâpcı çizgide yetişmelerinin de bir güvencesi olacaktı.

Cumhuriyetin devraldığı Türk kadınının statüsü acaba beklenilen görevi yerine getirmeye elverişli miydi? Türk kadını ailede, eğitim kültür ve sosyal hayatın içinde nasıl faal ve üretken bir hale getirilebilirdi? Bu sorulara Atatürk‟ün getirdiği çözümü görmeden önce, Cumhuriyet öncesi Türk kadınının statüsüne kısaca bakmakta yarar vardır.

Eski Türk toplumunda kadın erkeğe eşit bir varlık olarak saygı görürdü. Aile tek evliliğe dayandığı gibi, mülkiyet bakımından da karı koca arasında eşitlik vardı. Türklerin islâmiyeti kabul etmelerinden sonra Arap etkisi çoğaldı.

İslâmiyet çok eşliliğe izin vermekteydi. Erkek karısını istediği zaman boşayabiliyordu. Kız çocukları erkek çocuğa göre, ancak yarım hisse miras alabiliyordu. Mahkemede bir erkek şahide karşılık iki kadın şahit olması gerekmekteydi. Kadın eğitim imkânlarından yoksundur. Kafes arkasında, dışa kapalı bir hayat sürdürmekteydi.

Batıda başlayan kadın hakları konusundaki gelişmeler, Tanzimat döneminde Osmanlı toplumunda küçük çapta gelişmelere yol açtı. 1843‟de tıbbiyede ebelik kursları açılmıştır. Bunu 1870‟de açılan Kız Öğretmen Okulu (Darülmuallimât) takip etti. Böylece kadınlar, sınırlı ölçüde ve mütevazı bir şekilde iş hayatına atıldılar. Kadın meseleleri ile ilgili kadın dergileri boy gösterdiler. Meşrutiyette konu ile ilgili tartışmalar çoğaldı. Bunda adetleri önemli ölçüde çoğalmış olan kadın dergi ve derneklerinin rolü vardır. (Derneklerin sayısı 40‟a, Dergilerin sayısı 27‟ye ulaşmıştır.)

Bu gelişmelerde Batı etkilerinin yanı sıra, Rusya kökenli Türk fikir adamları ve Türk ocakları da etken oldular. Özellikle II. Meşrutiyetin getirdiği ortamda çeşitli fikir akımları görüşlerini ortaya koydular. Tartışmalar sonunda, mevcut fikir akımlarının hepsi Türk kadınının eğitilmesinde birleşiyorlardı. İslâmcılar böylece kadının iyi bir ev hanımı olacağını, Batıcılar ve Türkçüler ise, bunun ev hayatının yanı sıra, kadının sosyal hayata girmesi için de gerekli olduğunu düşünüyorlardı.

Bu ortamda oldukça gelişen kız rüştiyelerinin sayısı artmış, öğrencileri özellikle İstanbul’da çoğalmıştır. Kız idadileri İstanbul’la sınırlı olup sayıları ancak beşe ulaşmıştır. Kızlar için meslek eğitimi alanında ebe okulu açılmış, hemşirelik kursları düzenlenmiş, kızların tıp ve eczacılık alanında eğitime başlamaları ise 1922‟yi bulmuştur. Tıp Fakültesine yedi kız öğrenci kaydolmuştur. Kadın eğitimi alanında üzerinde durulması gereken kız öğretmen okullarındaki nisbi gelişmedir. 1870‟de açılmış olan İstanbul Kız Öğretmen Okulu (Dârülmuallimât) Meşrutiyet döneminde yatılı hale getirildi, yeni bir düzenlemeye tabi kılındı. Öğrenci sayısı bine ulaştı. İstanbul dışındaki kız öğretmen okullarıyla bu sayı altı bini bulmaktaydı.

Kız öğretmen okuluna öğretmen yetiştirmek maksatıyla bu okulların yüksek kısmı (Dârülmuallimât-ı Âliye) açıldı. Daha sonra 1915‟de İnas Dârülfünunu kuruldu.

Birinci Dünya harbinde, erkeklerin çoğu askere alınmış, onların bıraktığı boşluğu doldurmak için, kadın memur ve işçiler alındı. Kadınlar ordunun geri hizmetlerinde de görev aldılar.

Kadınların sosyal hayatta yer etmeğe başlaması üzerine, aile hukukunda düzenleme yapıldı. 8 Ekim 1917‟de Aile Hukuku Kararnamesi çıkarıldı. Buna göre, evlenme ve boşanma devlet iznine bağlanıyordu. Evlenme yaşı kadında 17, erkekte 18 olarak düzenleniyordu. İkinci evlilik kadının iznine bağlanıyor, bazı şartlarla kadına boşanmak hakkı tanınıyordu. Kararname, İstanbul‟un işgali esnasında azınlıkların şikâyeti üzerine kaldırıldı.

Kısaca özetlenen bu gelişmelerle kadının sosyal hayatta etkin olması için öncü sayılabilecek bazı adımlar atılmıştı Fakat gelişmeler çok sınırlı bir kesimle ilgiliydi. İstanbul ve bazı büyük şehirlerde yaşayan kadınlar için geçerliydi. İstanbul’da bile kadınlar kocalarıyla lokanta ve gazinolara gidemezler, Tramvaylar ve vapurlarda kadınlara mahsus perde çekili bölmelerde otururlardı. Okullarda jimnastik dersleri özel kıyafetle kapalı yerlerde yapılırdı. Bir erkek, tanıdığı bir kadına sokakta selâm veremez, durup konuşamazdı.

Milli Mücadele başlayınca Türk kadını vatanın kurtuluşu için canla başla çalıştı. Önce işgalleri protesto eden, halkı mücadeleye çağıran mitinglerde aktif rol oynadılar. Silâhlı direnme hareketleri başlayınca, bazıları cephelere koştular, vuruşmalara katıldılar. Bir kısmı cephe gerisi hizmetlerde fedakârca çalıştı. Bazıları da kadın cemiyetleri kurup Millî Mücadeleyi var güçleriyle desteklediler. Anadolu Kadınları Müdafaa-i Vatan Cemiyetinde olduğu gibi. Halide Edip, Müfide Ferit gibi, eli kalem tutan kadınlar, coşkulu yazılarla ruhları ateşlediler.

b) Atatürk ve Türk Kadını

Atatürk, II meşrutiyet döneminin fikir tartışmaları içinde yaşamıştı. Onun sadece kariyeriyle meşgul bir asker olmadığını biliyoruz. Keza onun cephede bile sosyal konularla ilgili kitaplar okuduğunu, kadınların yetişmeleri konusunda kafa yorduğunu eldeki belgelerden anlamaktayız.

1918‟de rahatsızlığı nedeniyle Karlsbad‟ta bulunduğu sırada yazmış olduğu hatıralarında, yetki ve güç sahibi olması halinde, sosyal hayatla gerekli inkılâbı bir hamlede gerçekleştireceğini kaydetmiştir.

İstilâcı güçleri Mehmetciğin süngüsü ile yurtdışına attıktan sonraki hedefi, yeni Türkiye‟yi oluşturmaktır. Bunun yolu çok çalışarak çağdaş medeniyetin ortağı olmaktan geçmektedir. Bu ise ülke nüfusunun yarısını teşkil eden kadınların sosyal ve ekonomik hayatta yerlerini almasıyla mümkün olabilecektir. Ocak 1923‟te İzmir‟de halkla konuşurken bunu şu şekilde ifade eder:

“…Yaşamak faaliyet demektir. Dolayısıyla bir toplumun bir uzvu faaliyette bulunurken diğer uzvu atalet içinde olursa o toplum felç olmuştur… Dolayısıyla toplumumuz için ilim ve fen lâzım ise bunları aynı derecede hem erkek, hem de kadınlarımızın elde etmeleri gerekmektedir.… Kadınların en büyük vazifesi analıktır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse, bu vazifenin önemi layıkı ile anlaşılır. Milletimiz kuvvetli bir millet olmaya azmetmiştir. Bugünün gereklerinden biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini sağlamaktır. Bu sebeple kadınlarımız da ilim ve fen sahibi olacaklar ve erkeklerin geçtikleri bütün tahsil derecelerinden geçeceklerdir. Sonra kadınlar erkeklerle yürüyerek birbirinin yardımcısı ve destekçisi olacaklardır.”

Atatürk, Türk kadınının Milli Mücadeledeki eşsiz fedakârlığını bizzat görmüş ve yaşamış bir şahıs olarak, 21 Mart 1923‟te Konya kadınlarıyla konuşurken şu cümlelerle dile getirir:

“…Dünyanın hiç bir milletinin kadını ben Anadolu kadınından fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmekte Anadolu kadını kadar hizmet gösterdim diyemez… Kimse inkâr edemez ki bu harpte ve bundan önceki harplerde milletin hayat kabiliyetini (ayakta) tutan hep kadınlarımızdır. Çift süren, tarlayı eken, ormandan odunu kesip getiren, mahsulatı pazara götürerek paraya çeviren, aile ocaklarının dumanını tüttüren bütün bunlarla beraber, sırtıyla kağnısıyla, kucağındaki yavrusuyla yağmur demeyip, kış demeyip, sıcak demeyip cephenin harp malzemesini taşıyan hep onlar, hep o yüce, o fedakâr, o ilâhi Anadolu kadınları olmuştur…”

O ilerlemenin, çağdaş medeniyet düzeyinin üstüne çıkmanın, ancak kadın ve erkeğin birlikte gösterecekleri çaba ile başarıya ulaşacağına inanmaktadır. Bu konuda toplumu her fırsatta uyarır. Daha önce denenen yenilenme hareketlerinin başarısız kalması nedenini şöyle açıklar: “…Bence sebeb işe esasından temelinden başlanmamış olmasıdır. Bu hususta açık söyliyelim. Bir toplum bir millet erkek ve kadın denilen iki cins insandan meydana gelir. Kabil midir ki bir kütlenin bir parçasını ilerletelim diğerini kendi haline bırakalım da kitlenin hepsi ilerleme şerefine ulaşabilsin? Mümkün müdür ki bir topluluğun yarısı zincirlerle bağlı kaldıkça diğer kısmı semalara yükselebilsin.

Atatürk her işinde olduğu gibi, ortamı gereğince hazırladıktan sonra, Medenî Kanun 4 Ekim 1926‟da yürürlüğe konuldu. Hukuk inkılâbı bölümünde açıklandığı gibi, Medeni Kanun Türk kadın haklarına ihtilal sayılabilecek çarpıcı yenilikler getirmekteydi. Bu yasa ile kadın ve erkek yasalar karşısında eşit duruma geliyordu. Çok kadınla evlilik kaldırılıyordu.

Evliliğin hukukî bakımdan geçerli olması için, nikâh memuru tarafından ve iki şahit huzurunda yapılması gerekiyordu. Boşanmada erkeğe tanınmış olan keyfilik kaldırıldı. Her iki cinse mahkeme kararıyla boşanma hakkı tanındı. Boşanma halinde kadının ve çocuğun geçimini sağlayacak hükümler öngörüldü. Miras bakımından da kadına da eşit miras hakkı tanındı. Evlenme yaşı kayıtlara bağlandı. Böylece aile sağlam bir temele bağlanmış, kadına sosyal ve ekonomik alanda etken olma yolu açılmıştır.

Nitekim 1927‟de Kadınlar Birliği tüzüğüne kadınlar için siyasî haklar sağlamaya çalışılabileceği şeklinde bir madde koymuş ve bu konuda basında tartışma başlatılmıştır.

Çok geçmeden 3 Nisan 1930‟da kadınlara belediye seçimlerine katılmak hakkı verildi. 5 Aralık 1934‟de kadınlara milletvekili seçmek ve seçilmek hakkı tanındı. Kanun gerekçesinde şöyle denilmektedir: “Türk Tarihinin her safhasında ve her safhasında erkeği ile yan yana her fedakârlığı yapan, ulus ve yurt işlerinde büyük feragatla her mahrumiyete, her cefaya ve her acıya katlanan ulusun, yurdun felâket ve saadetlerine aynı hisle katılan büyük kalpli ve yüksek erdemli Türk kadını, müşterek eseri olan bu Cumhuriyet‟te elbette ve elbette kendi evinin kent beldesinin işlerinde olduğu gibi, yasama işlerinde de temiz ve ciddi mevkiini alacaktır.”

Bu yasaya göre ilk milletvekili seçimi 8 ġubat 1935‟te yapıldı. İlk defa parlâmentoya 18 kadın milletvekili girdi. Bunların ekserisi millî eğitim kaynaklıdır. Ama içlerinde Satı kadın gibi köyden gelenler de vardı.

Türk kadınına Atatürk‟ün getirdiği bu haklar verildiği sırada, Avrupa, Amerika ve Asya‟daki bir hayli ülkenin kadınları bu haklardan yoksundular. İsviçre gibi en medenî tanınan bir ülkede bile kadınların oy verme hakları yoktu.

Yaptıklarıyla çığır açan Atatürk, kadın hakları konusunda da kendi çağının çok ötesine uzanan bir öngörü ile hareket etmiştir. Böylece Millî Mücadele‟de istilâya uğrayan vatanı kurtarmak için cephede vuruşan, karda, kışta, ateş hattına sırtında cephane taşıyan, mitinglerde bağımsızlık için haykıran Türk kadınını ödüllendirmiştir.

Sayfayı yazdırın Sayfayı yazdırın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir