Eğitim Alanında Atılımlar

Atatürkün hayatı ve eserleri 300x150

Eğitim Alanında Atılımlar

Atatürk’ün Eğitime Bakış Açısı: Nasıl Bir Eğitim?

Cumhuriyet döneminde her alanda olduğu gibi eğitim alanındaki politikalara yön veren faktör Atatürk‟ün görüş ve düşünceleridir.

İstilâcı orduları denize döktükten sonra Atatürk‟ün temel amacı, Türkiye‟nin bir daha aynı duruma düşmemesi ve ebediyen millî bağımsızlığını korumasıdır. Bu ise, genç Türkiye Cumhuriyeti‟nin çağdaş medeniyetin bir ortağı bir parçası olmasıyla mümkün olabilecekti. Çağdaş medeniyet akıl ve bilime dayalıydı ve ona ancak eğitim yoluyla erişilebilirdi.

Dolayısıyla Atatürk Milli Mücadele‟nin en hassas olduğu bir dönemde, istilâcı güçler Ankara‟ya yöneldikleri bir sırada, 16 Temmuz 1921‟de, Milli eğitim meselesine çözüm aramak, yeni eğitim politikalarının esaslarını belirlemek için Ankara‟da bir “Maarif Kongresi” toplamıştır. Kongrenin açılış konuşmasında, gerilemenin en önemli sebebi olarak o zamana kadar yürütülen eğitim politikalarının yanlışlığını göstermiştir.

Atatürk daha sonraları, TBMM‟nde, öğretmenlerle olan toplantılarda ve halka yönelik konuşmalarında, milli eğtim üzerinde ısrarla durmuştur. Bunun nedenleri değişiktir. Her şeyden önce hür ve bağımsız yaşamak için eğitim en etkin çarelerden biridir. Bir bakıma Cumhuriyetin geleceği, aydınlık kafalı, sağlam karakterli, inkılâpları benimsemiş, onu koruyacak, kollayacak kuşakların yetişmesine bağlıydı. Diğer taraftan çağdaş medeniyete giden yolun anahtarı da keza modern eğitimden geçmekteydi.

Atatürk geleneksel eğitimi eleştirirken özellikle şu noktalar üzerinde durur:

  1. Geleneksel eğitim bilimsellikden uzaktır. Çağın gereklerine ve toplumun ihtiyaçlarına cevap verebilecek durumda değildir. Hayattan kopuktur.
  2. Bu eğitim millî değildir. Millî kültürün gelişmesini engellemektedir. Milli benlik duygusunu zayıflatmaktadır.
  3. Geleneksel eğitim metodları, yaratıcılığa değil, ezberciliğe dönüktür. Nazari ve nakilcidir.
  4. Toplumumuzda yaygın bir cehalet vardır. Cehaleti yok etmenin yolu, her seviyeden okul açmaktan geçmektedir.
  5. İstikrarlı bir eğitim politikası yoktur. Her Millî Eğitim Bakanı‟na göre değişik program uygulanmaktadır.

Bu gözlemlerin ışığında, Atatürk‟ün eğitim ve öğretim konusunda önerdiği ilke ve esaslar şu şekilde özetlenebilir:

  1. Atatürk‟e göre eğitim, her şeyden önce millî olmalı, Cumhuriyetçi nesiller yetiştirmelidir.
  2. Eğitim laik olmalıdır. Ancak dini etkilerden uzak bir eğitim Türkiye‟yi çağdaş medeniyete taşıyabilecektir.
  3. Öğretim bilim ve tekniğe dayanılmalıdır. Öğretimde tek rehber bilimdir, fendir.
  4. Millî Eğitimde öğretim birliği olmalıdır. 3 Mart Öğretim Birliği Yasası bunun için çıkarılmış, böylece vatandaşlar arasında ülkü birliği, kültür birliği sağlanmıştır. Mektepli, medreseli ayrılığı kaldırılmıştır.
  5. Atatürkçü eğitim ve öğretimin temel hedeflerinden biri de cehaletin yok edilmesi, milli eğitim ışığının bütün vatandaşları kapsamasıdır. Bu amaçla “Millet Mektepleri” açılmış binlerce kişi okur yazar hale getirilmiştir.
  6. Eğitim işe yaramalı, hayata dönük olmalıdır. Bilgi başarının aracı haline gelmelidir.
  7. Öğretim ve eğitim karma olmalıdır. Kız-erkek ayrımı olmamalıdır. Kadın ve erkek aynı programlardan ve aynı okullardan yararlanabilmelidir. Böylece ülkenin nüfusunun yarısı, içe dönük bir yaşantıdan, faal ve üretken bir hayata geçebilmelidir.
  8. Eğitimin başarılı olması için Öğretmenlik mesleği çekici olmalıdır. Nitekim Atatürk öğretmenlerin “dünyanın her tarafında toplumun en saygıdeğer ve fedakâr unsurları olduklarını vurgulamış”, “sizin başarınız cumhuriyetin başarısı olacaktır” sözleriyle bu mesleğe verdiği değeri ifade etmiş, öğretmenlik mesleğinin çekiciliğini artıracak maddî ve manevî önlemlerin alınmasını istemiştir.
  9. Eğitim öğrenciye fazilet, düzen ve disiplin, kendine ve milletimizin geleceğine güven duygusu vermelidir.

Kısaca özetlenen bu ilkelerden de anlaşılacağı gibi Atatürkçü eğitimin amacı, Cumhuriyetçi, akılcı, hür düşünceli, özbenliğinden ve kültüründen kopmamış, pozitif bilimi ve millî bütünlüğü benimsemiş, fikren bedenen gelişmiş nesiller yetiştirmektir.

Uygulama

Daha önce ilgili bahiste belirtildiği gibi, Öğretimin birleştirilmesi yasası ile Mektep – Medrese ikiliği kaldırıldı. Öğretim millî ve laik bir eğitim tabanına oturtuldu. Yabancı okulların başı boşluğu

engellendi. Türkiye‟deki bütün okullar, Milli Eğitim Bakanlığının denetimi altına alındı. Böylece değişik amaçlı insan yetiştirmeye son verildi. Eğitimde kültür ve ülkü birliği çerçevesinde, Cumhuriyetçi nesiller yetiştirme yolları açıldı.

Atatürk döneminde eğitimin her kademesinde yoğun çalışmalar ve atılımlar gerçekleşmiştir. Bunların üzerinde ayrıntılı bilgi vermeye kitabın hacmi elvermediğinden, belli başlı ana başlıklar vurgulanmakla yetinilecektir.

Cumhuriyetin ilân edilmesinden sonra idarî reformlar yapılarak Bakanlığın merkez ve taşra örgütü günün ihtiyaçlarını karşılayacak bir hale getirildi. Bakanlık merkez ile İlk, Orta ve Yükseköğretim Müdürlükleri, Teftiş Kurulu, İstatistik Müdürlüğü, Hars ve Sanayi Dairesi olarak teşkilâtlandı. Ayrıca otuz üyeli bir “Büyük Maarif Meclisi” oluşturuldu. 1926‟da, Atatürk döneminin değerli Milli Eğitim Bakanlarından Mustafa Necati‟nin Bakanlığı zamanında, Milli Eğitim Teşkilât Kanunu çıkarıldı. Bu yasa ile mevcut teşkilâta bir “Dil Heyeti” ile bir “Talim ve Terbiye Dairesi” ilâve edildi. Bunlardan birincisi alfabe ve dil konuları ile meşgul olacaktı. İkincisi ise Milli Eğitimin kurmay çalışmasını yürütecekti. Ayrıca taşra örgütünü denetim altına almak için Maarif Eminlikleri kurulmuştu.

Hızlı bir tempoda yürütülen inkılâpların geleceği, bunları benmseyen cumhuriyetçi nesillerin yetişmesine bağlıydı. Dolayısıyla okul programları Cumhuriyet rejiminin gerektirdiği şekilde yeniden düzenlendi. İlköğretimin devlet okullarında yapılması parasız ve zorunlu olması ilkesi benimsendi. Atatürk inkılâplarının köylere kadar yayılması için köy okulları ve köye öğretmen yetiştirmeye, imkânlar ölçüsünde özen gösterildi. Ortaöğretim altı yıl olarak benimsendi ve üç yılı Ortaokul, üç yılı da lise olmak üzere uygulamaya konuldu. Lise son sınıfta edebiyat ve fen şubeleri açıldı.

Ortaöğretimde ders kitapları gözden geçirildi. Sosyal bilgilerle ilgili dersler Tarih, Coğrafya, Türkçe, Medeni Bilgiler müfredatı Cumhuriyet esaslarına ve rejimin özelliğine uygun bir yapıya kavuşturuldu. Fen dersi kitapları çağdaş bilgilerle donatıldı. Öğretim laik bir nitelik kazanırken 1929‟da Arapça ve Farsça dersleri programlardan çıkarıldı. Cumhuriyetin eğitim alanında getirdiği önemli yeniliklerden biri de okul kapılarını ayırım yapmaksızın kadınlara açmasıdır.

Cumhuriyet öncesinde, İstanbul‟da üç lise ve Anadolu‟da bir kaç öğretmen okulundan başka kızların öğrenim görecekleri orta eğitim kuruluşu yoktu. Atatürk‟ün görüşü doğrultusunda ve artan istekler karşısında, Talim ve Terbiye‟nin olumsuz tavrına rağmen, 1927‟de Mustafa Necati sorumluluğu üzerine alarak, yetmiş kadar ortaokulda “karma eğitim” yapılmasına karar verir. Uygulama başarılıdır, Liselere de teşmil edilir. Bazı eleştirilere rağmen, başlayan hareket yürümüş ve karma eğitim Türk eğitiminin temel ilkelerinden biri haline gelmiştir.

Öğretimin kalitesi, öğretmene bağlı olduğundan Cumhuriyet idaresi öğretmenliği bir meslek haline getirmek için yoğun çaba göstermiştir. Yapılan yasal düzenlemelerle öğretmenliğin tâlim ve terbiye görevini yerine getiren bağımsız bir meslek olduğu ve eğitim hizmetlerinde asıl görevin öğretmenlik olduğu kabul edildi.

Atatürk, Millî Mücadele günlerinden beri her vesile ile çağdaş bilim ve eğitime verdiği önemin yanı sıra öğretmen ve öğretmenlik mesleğine verdiği değeri ifade etmiştir. Bu hususu 1924‟te Ankara‟da Muallimler Birliği Kongresinde şöyle dile getirir.

“Yeni Nesli; Cumhuriyetin fedakâr öğretmen ve eğitimcileri, sizler yetiştireceksiniz, yeni nesil sizin eseriniz olacaktır… Cumhuriyet, fikren bedenen, ilmen ve fennen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister. Yeni nesli bu özellik ve kabiliyette yetiştirmek sizin elinizdedir… Sizin başarınız Cumhuriyetin

başarısı olacaktır. Hiç bir zaman hatırınızdan çıkmasınki, Cumhuriyet sizden “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller ister.”

1925‟de İzmir erkek öğretmen okulunda öğretmenleri şu sözlerle onurlandırır: “… Milletleri kurtaranlar yalnız ve ancak öğretmenlerdir. Öğretmenden, eğiticiden mahrum bir millet henüz millet namını almak yeteneğini kazanamamıştır… Bir kütle millet olabilmek için mutlaka eğitimcilere, öğretmenlere, muhtaçtır”.

Bu görüşlerin ışığında öğretmen okulların yeniden düzenlendi. İlkokullara öğretmen yetiştiren kurumlar altı yıllık bir eğitime tâbi tutuldular. Altı yıllık dönemin ilk üç yılında orta okul programları, sonraki üç yılda da meslekî bir program uygulandı.

Ortaokullara uzman öğretmen yetiştirmek için 1926‟da önce Konya, sonra Ankara‟da Gazi Orta Muallim Mektebi ve Terbiye Enstitüsü kuruldu. Okul daha sonra Gazi Eğitim Enstitüsü adını aldı.

Liselere öğretmen yetiştiren Yüksek Öğretmen Okulu 1924‟de yeniden düzenlendi. Buraya kabul edilen seçme öğrenciler, lisans öğrenimlerini Üniversitelerin ilgili branşlarında, mesleki öğrenimlerini de okul bünyesinde yapmaktaydılar.

Ülkenin sanayileşmesi, ihtiyaç duyulan ara elemanlarının yetişmesi ve ordunun teknik personel ihtiyacını karşılamak için, meslekî ve teknik eğitim kurumlarının modernleşmesi üzerinde duruldu. Türkiye‟ye davet edilen yabancı uzmanların önerileri de dikkate alınarak bu okulların yönetimi Bakanlık bünyesine alındı. Mevcut okullar ortaöğretim seviyesinde yeniden örgütlendi. Kültür dersleri artırıldı. Okullara yeni mesleki dersler ve branşlar ilave edildi. Sanat okullarının öğretmen ihtiyacı iki kanaldan sağlandı: Dışarıdan getirilen öğretmenler ve yurt dışına öğrenim için gönderilen öğrencilerden öğrenimini başarıyla bitirip dönenler.

Mesleki ve Teknik Eğitimi yaygınlaştırmak için oldukça önemli miktarda okul açıldı. Bu okulların öğretmenlerini yurt içinden sağlamak maksadıyla Erkek ve Kız Teknik Oğretmen Okulları faaliyete geçirildi.

Atatürk döneminde, yaygın öğretim, halk eğitimi konusunda, dünyada örneği zor bulunan Millet Mektepleri uygulaması ve yeni harfleri öğrenme kampanyası, alfabe değişikliği incelenirken gözden geçirilmişti. Bu okullar sadece okuma ve yazmayı öğretmekle yetinmiyor. Ayrıca bazı temel bilgileri de vermeye gayret ediyordu. Bu okulların yanısıra 1932‟de faaliyete başlayan Halkevleri Halkodaları da halk arasında Atatürk İnkılâplarını halka benimsetmek etnik, sosyal ve kültürel ayrılıkları giderme, aydın ve halk kültürünü kaynaştırma bakımından önemli katkıda bulundular.

Atatürk’ün Üniversite Reformu: Darülfünundan Çağdaş Üniversiteye

a) Darülfünun Kapatılıyor, İstanbul Üniversitesi Açılıyor.

Önceki bahislerde defalarca vurgulandığı gibi, zaferi kazandıkdan sonra Atatürk‟ün temel gayesi devletin bir daha aynı duruma düşmemesi ve sonsuza kadar bağımsızlığını korumasıdır. Bunun yolu Türkiye Cumhuriyeti‟ni topyekûn bir an önce çağdaş medeniyetin ortağı olmaktan geçmektedir. Çağdaş medeniyet, bilim ile onun pratiğe uygulamasının yarattığı teknolojiye dayanmaktadır.

Bilim ve teknoloji ise fikir ve düşünce hayatında rasyonel düşüncenin ön plâna geçmesi, kafalara “bilimsel zihniyet”in egemen olmasıyla hayat bulmuştur. Rasyonel ve pozitivist bir kafa yapısına sahip olan Atatürk Türkiye‟ye bilimin rehber olmasını, çağdaşlaşmanın vazgeçilmez bir şartı olarak değerlendirmiştir. Bu görüşünü her fırsatta dile getirir. Büyük zaferden üç ay sonra Bursa‟da öğretmenlere şöyle seslenir:

“İlim ve fen nerede ise alacağız ve her ferd-i milletin kafasına koyacağız ilim ve fen için kayıt ve şart yoktur.” 22 Eylül 1924‟de Samsun‟da öğretmenlere hitap ederken “dünyada her şey için medeniyet için, hayat için, muvaffakiyet için, en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlmin fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, dalâlettir” şeklindeki ölümsüz sözleri ile tutulacak yolu gösterir.

Nihayet onuncu yıl nutkunda “Türk milleti‟nin yürümekte olduğu terakki ve medeniyet yolunda elinde ve kafasında tuttuğu meşale müsbet ilimdir” ifadesi ile meselelerimize hangi yoldan çözüm aramamız gerektiğini açık seçik ortaya koyar. Onun “en hakiki mürşit (yol gösterici) ilimdir” diye tanımladığı müsbet bilimin üretildiği yerler ise üniversitelerdir.

Cumhuriyet kurulduğu esnada, Türkiye’nin tek bir üniversitesi vardır: İstanbul Darülfünunu. Darülfünun ilk defa 1863‟de faaliyete geçti. Ortam ve şartların elverişli olmaması nedeniyle bir kaç defa açılıp kapandıktan sonra, 1900 yılından itibaren sürekli eğitime başladı. 1912‟de ilahiyat, hukuk, tıp, fen ve edebiyat şubeleri halinde yapılandı. Ekim 1919‟da kuruma bilimsel özerklik tanındı.

Cumhuriyet idaresi bir takım eksiklikler içinde devraldığı Darülfünuna sempati ile yaklaştı. İstanbul işgalden kurtarıldıktan sonra eski Harbiye Nezareti binası Darülfünuna verildi. Hükümet 21 Nisan 1924 tarihinde Darülfünuna tüzel kişilik tanıdığı gibi, 7 Ekim 1925 talimatnamesiyle de idarî ve ilmî özerklik de verdi. Bu talimatnameye göre, Darülfünun Emini (Rektörü) müderris ve müallimlerin seçecekleri en çok oy alan iki aday arasından Milli Eğitim Bakanlığınca atanacaktı.

Özet olarak 1922-1932 döneminde, hükümet kurumun öğretim ve programına karışmamış, gelişmeleri Darülfünundan beklemiştir. Bu on sene içinde Türkiye yoğun bir inkılâp hamlesi içindedir. Darülfünun âdeta bu oluşumun dışında gibidir. Bu arada meydana gelen bazı olaylar Ankara‟nın tepkisini çeker. Meselâ 1924‟de Darülfünun bahçesinde bazı öğrencilerin resim çektirmeleri idare tarafından cezalandırılır. 1925‟te taşkınlıkla sonuçlanan öğrenci olaylarını, Darülfünun Emininin teşvik etmesi gibi olaylar, kurumun özerkliğinin tartışmaya açılmasına neden olmuştur.

Bunların yanı sıra, Darülfünun hocaları arasında meydana gelen iç çatışmalar ve tartışmaların gazete sütunlarına dökülmesi, bilimsel yeterlilik konusunda seviyesiz karşılıklı şiddetli eleştiriler, üniversite konusunu gündeme getirmiştir. Özellikle alfabe değişikliği, dil ve tarih çalışmaları konusunda Darülfünundan destek gelmediği gibi, üstelik eleştiriler yapılması bardağı taşıran damlalar vazifesini görür. Atatürk‟ün kültür politikasına ters düşen bu hareketler, Ankara‟da şiddetli tepki uyandırır. İnkılâplar ve hükümetin görüşünü destekleyen basın Darülfünunu ağır bir şekilde eleştirir.442 Darülfünun‟a yöneltilen eleştiriler şu şekilde özetlenebilir.

  1. Darülfünunda çalışmalar bilimsel nitelik taşımıyor. Derslerde, yayınlarda bilimsel ciddiyet yoktur.
  2. Öğretim elemanı atanmasında bilimsel yeterlilikten çok ilişkiler etken olmaktadır. Öğretim elemanı yetiştirilmemekte olduğu gibi, onların bilimsel derecelerini belirleyecek bir makam da yoktur.
  3. Üniversite toplumla uyum içinde değildir. Yeni devlet anlayışına ve Cumhuriyet‟in yoğun inkılâpçı temposuna ayak uydurmaktan uzaktır.
  4. Kendi kendini ıslah edemeyen Darülfünun tasfiye edilmeli, dışardan uzman getirilerek yeniden oluşturulmalıdır.

Bu eleştiriler ışığında TBMM üyeleri, 1932 Darülfünun bütçesini, Avrupadan bir uzman getirilerek kurumun yeniden düzenlenmesi şartıyla kabul ettiler. Meclis‟ten bu yetkiyi alan hükümet objektif ve isabetli bir karar verebilmek için tarafsız ve yabancı bir bilim adamını, Cenevre Üniversitesi Pedagoji Profesörü Albert Malche‟i, Türkiye‟ye davet etti. Prof. Malche siyasî şahsiyetler Darülfünun hocaları ve öğrencileri ile görüştü, derslere girdi, seminer, labaratuvar çalışmalarını ve kütüphaneleri inceledi, öğrenciler arasında yazılı bir anket tertipledi. Ayrıca öğrencilerin hayat tarzları ve mali durumlarını inceledi. Dört aylık bir çalışmadan sonra, görüşlerini bir rapor halinde Milli Eğitim Bakanlığı‟na sundu.443 Prof. Malche‟ın önerileri şöyle özetlenebilir:

  1. Darülfünunun hukukî vaziyeti netleştirilmeli, bilimsel özerklik korunmakla birlikte, idarî ve akademik personelin seçiminde hükümet sorumluluğu üzerine almalıdır.
  2. Darülfünun kendisini bilinçli bir şekilde muayyen bir noktaya sevk eden ilmi ve fikrî bir hızdan mahrum görünmektedir. Yeni bir teşkilâtlanmayı gerektiren sebeblerden biri de budur.
  3. Profesörlerin atanması, Darülfünunun geleceği için her şeyden önemlidir. İlgililer gelecekteki arkadaşlarını seçiyorlar. İlgililer fena hâkimlerdir. Onların oylarına başvurulmalı, fakat karar dışardan verilmelidir. Darülfünun hocaları tercihen yurt dışında yetiştirilmelidir.
  4. Darülfünunda öğretim metodu ders notlarına dayalıdır. Öğrencilere genelde ansiklepodik bilgi verilmekte ve bunlar her sene değişmeden tekrarlanmaktadır. Öğretim yaratıcı değildir. Öğrenci uygulamalı dersler ve seminerlerle araştırmaya yönlendirilmelidir. İmtihan usulleri değiştirilmeli, hafızaya dayalı bilgi yerine, uygulamaya yönelik bilgiye öncelik tanınmalıdır. Darülfünunun öncelikli ödevi, düşünen dimağlar yaratmaktır.
  5. Türkçe bilimsel yayınlar yetersizdir. Öğrenci yabancı dil bilmediğinden yabancı yayından yararlanamamaktadır. Dolayısıyla öğrenciye okuduğunu anlayacak ölçüde bir yabancı dil öğreniminin ilk yıllarında mutlaka öğretilmelidir.
  6. Kütüphaneler fakir, hizmet saatleri ve çalışma şekilleri yetersizdir. Kütüphaneler merkezileştirilmeli ve öğrenciye ödünç kitap verilmelidir.
  7. Darülfünun ilmî zihniyeti yaşatmakla görevlidir. Bu ise, öğrencileri bizzat kişisel araştırmalara yöneltmekle mümkündür. Dolayısıyla öğretim elemanlarının ders saatleri dışında, öğrencilerine zaman ayırmaları, öğrenci ve araştırma ile daha fazla meşgul olmaları gereklidir.
  8. Darülfünun, öğretimin yanısıra, öğrencileri manen geliştirecek temiz ve seçkin bir sosyal ortam yaratmakla da görevlidir. Kurum öğrencilerin sosyal ihtiyaçlarını karşılamak için pansiyonlar, yurtlar, kantinler temin etmeli, spor hayatını geliştirecek çözümler pekiştirmelidir. Ayrıca mezunlarla ilişkiyi devam ettirecek kuruluşlar oluşturulmalı, öğrencinin Darülfünunu kendi evi ve fikrî vatanı gibi sevmesi sağlanmalıdır.
  9. Türkiye gibi, baştan başa yeniden teşekkül eden bir memleketin meseleleri Darülfünunun çalışmalarında öncelikli konu teşkil etmelidir. Türkiye‟nin jeolojisi, tarihi, coğrafyası, sağlık meseleleri, sanayisi, kültürü, güzel sanatları Darülfünunun ilk araştıracağı konular olmalıdır.
  10. Darülfünunun yenileşmesi yeterli değildir. Kurumun dışarıya açılması, geniş bir çevreye faydalı olması lâzımdır. Bunun için Darülfünun halka açık konferanslar düzenlemeli, tatil aylarında kongreler, seminerler tertiplenmeli, halka hitap eden bir dergi yayımlamalıdır.444

Atatürk Prof. Malche‟ın raporlarını dikkatle incelemiş, önerilerinin önemli bir kısmını benimsemiş ve bu raporu bir kültür porgramı gibi ele alarak, millî ve çağdaş üniversitenin oluşması için hemen uygulamaya koydurmuştur.

Onun yönlendirmesiyle Milli Eğitim Bakanlığında oluşturulan bir komisyon hazırlıklara girişir. Fakültenin görüşleri alınır. Sonuçta Atatürk İnkılaplarının uygulanış metoduna uygun bir çözüm yolu benimsenir. Darülfünun ıslah edilme yerine ilga edilerek, İstanbul üniversitesi adıyla yeniden teşkil edilmesi kararlaştırılır.

Atatürk konuyu 1933‟de Meclisin açma konuşmasında milletvekillerine şöyle duyurur: “Arkadaşlar üniversite tesisine verdiğimiz ehemmiyeti beyan etmek isterim. Yarım tedbirlerin kısır olduğuna şüphe yoktur. Bütün işlerimizde olduğu gibi marifte ve kurulan üniversitede de radikal tedbirlerle yürümek kat‟i kararımızdır.”

İstanbul Darülfünunu 31 Mayıs 1933 tarihli yasa ile 31 Temmuz 1933‟ten geçerli olmak üzere tarihe maledildi ve İstanbul Üniversitesi 1 Ağustos 1933 tarihi itibari ile oluşturuldu. 1 Ağustos 1933‟ten 1 Mayıs 1934‟ e kadar devam edecek geçici dönemde idareyi Milli Eğitim Bakanının üzerine alması uygun görüldü.

İstanbul Üniversitesinin yeni kadrosu üç değişik kaynaktan yararlanılarak oluşturuldu.

  1. Eski Darülfünun‟dan kadroya alınanlar,
  2. Avrupa Üniversitelerinde öğrenim ve ihtisaslarını tamamlayıp yurda dönenler,
  3. Yurt dışından getirilen yabancı bilim adamları.

Darülfünunun tasfiyesi esnasında açıkta kalan öğretim elemanlarının bir kısmı emekliye, ayrılmış bir kısmı başka görevlere atanmıştır. Üniversiteye bilimsel özerklik tanınmış, yönetim açısından bakanlığa bağlanmıştır.

Yeni üniversitenin başarısı kadronun değerli elemanlar ile oluşturulmasına bağlıydı. Bunu sağlamak açısından seçkin elemanlar getirilmesi gerekiyordu. Bu konuda ciddi zorluklar mevcuttu. Ancak dramatik bir rastlantı Atatürk‟ün çağdaş bir üniversite yaratmak arzusuna yardımcı oldu. Bu esnada Almanya rejim değişikliği içindeydi. Hitler arî ırktan olmayan üniversite hocalarını tasfiye etmeğe başlamıştı. Müsevi kökenli Alman bilim adamaları hayatlarını ve geleceklerini tehlikede gördüklerinden yabancı ülkelere sığınmaya başlamışlardı. Bunların kurdukları “Alman Bilim Adamları Yardım Derneği” ile Prof. Malche aracılığı ile temasa geçildi. Bu dernekle Milli Eğitim Bakanı Reşit Galip arasında bir anlaşma yapıldı. Buna göre yabancı bilim adamları:

  1. Üniversitede tam gün çalışacaklardı,
  2. Öğrenciler için en kısa zamanda, çevirmenler yardımıyla ders kitapları hazırlayacaklardı.
  3. Göreve başlamalarının üçüncü yılından sonra derslerini Türkçe olarak vereceklerdir.
  4. İstenilmesi halinde hükümete bilirkişi raporları hazırlayacaklardı.

Bu yükümlülüklerine karşılık kendilerine:

  1. Yüksek maaş ve yol giderleri verilecek, sağlık sigortası ödenecektir. Verilen maaş Türkiye standartlarının çok üstündedir. Bir Türk Profesör 150.-TL. maaş alırken, yabancı profesörlere 500-800 TL maaş verilmiştir.
  2. Yabancı bilim adamlarına çalışma arkadaşlarını Türkiye‟ye getirip görevlendirme hakkı tanınmıştır.
  3. Yabancı bilim adamlarına devlet himayesi garantisi verilmiştir.

Böylece oluşturulan İstanbul Üniversitesi, kısa bir süre içinde, Avrupa standartlarında bir üniversite haline gelmiştir.

Atatürk yeni üniversite oluşurken kadronun seçkin olmasına özen göstermiştir. Gelen yabancı profesörlerin bir kısmı dünya çapında ün sahibiydiler. Daha sonra Türkiye‟den ayrıldıklarında, dünyanın tanınmış üniversitelerinde kolaylıkla yer buldular.

Olayın ilginç tarafı, Türkiye yabancı profesörleri görevlendirirken gelenlerin siyasî eğilimlerini dikkate almamıştır. Mülteci profesörlerin bazısı Almanya‟dan hapisten kaçarak gelmiş, bazısı kamptan kurtarılmış ve Atatürk Türkiye‟sinde tam bir huzur içinde kendilerini yenilemek imkânını bulmuşlardır. Kendilerine inisiyatif tanınmış, yetkiler verilmiş, gerektiğinde özel yardımlar yapılmıştır. Buna karşılık yabancı hocalar, yeni üniversitenin geleneklerinin oluşmasında, ders kitaplarının hazırlanmasında, en önemlisi geleceğin Türk bilim adamlarının yetişmesinde etkili olmuşlardır.

Yerli öğretim üyelerinin üniversite de kalıp gitmesinde şu ilkeler etken olmuştur: Öğretim üyesinin iyi bir hoca olması, yayınları bulunması ve bu yayınların bilimsel nitelik taşıması.

Nitelikli elemanlardan oluşturulan İstanbul Üniversitesi, Tıp, Fen, Hukuk ve Edebiyat Fakülteleri ile öğretime başladı. Daha sonra bu fakültelere İktisat Fakültesi‟de eklendi. Yeni üniversitede nakilciliğin yerini deney, gözlem ve uygulamalar aldı. Araştırma zihniyeti üniversiteye girmiş, yabancı dil ve yayınlar ön plâna çıkmıştır. Netice itibariyle kısa sayılabilecek bir dönemde İstanbul Üniversitesi Batı standartlarında bir üniversite olarak bilim âleminde yerini almıştır.

Yeni üniversitenin özelliklerinden biri de İnkılâp Tarihi Enstitüsü kurulmasıdır. Üniversite gençliğinin inkılâpları özümsemiş olarak yurt hizmetine atılmalarını hedef alan Cumhuriyet idaresi, mezun olabilmek için Enstitü‟ye devam etme ve geçerli not alma mecburiyeti getirmiştir. Yeni üniversitenin diğer bir özelliği de üniversitenin ülkenin meseleleriyle ilgilenmesi için toplumla ilişkilerini güçlendirmesi için bir çok enstitü kurulmasıdır. Yeni üniversite halk konferansları ve üniversite haftaları düzenlemek suretiyle halka açılmaya çalışmıştır.

Üniversitenin kapasitesi artırılmış ve kaliteli öğretim yolu açılmıştır. Kapasite artırılması sonucu olarak gelir kaynakları sınırlı olan halk çocukları da yüksek öğrenim imkânına kavuşmuşlardır. Böylece yeniden yapılanma hamlesi içindeki cumhuriyet idaresi ihtiyacı olan inkılâpçı kadroyu yetişme imkânını bulmuştur.

Atatürk‟ün gerçekleştirdiği üniversite reformu neticesinde oluşan İstanbul Üniversitesi Türkiye‟de üniversite öğretiminin kaynağı olmuştur. Buradan yetişenler, başta Ankara Üniversitesi olmak üzere daha sonra kurulan üniversitelerin öncüleri olmuşlardır.

Atatürk, üniversiteleri Türkiye‟nin kültür birliğini oluşturacak kuruluşlar olarak düşünmüş ve 1930‟lardan itibaren hız verdiği millî kültür politikasının bir aracı olarak çağdaş bir yapıda oluşmalarına büyük özen göstermiştir. Günümüzde mevcut akademik araştırma ve çalışma düzeni akademik potansiyel, çağdaş medeniyet ve kültüre bakış açısı Atatürk‟ün gerçekleştirdiği üniversite reformunun bir sonucudur.

b) Ankara’da Yeni Bir Üniversitenin Temelleri Atılıyor

Atatürk Üniversite reformunu, Türk kültür programının bir parçası olarak ele almıştır. Üniversiteleri bu programı gerçekleştirecek merkezler olarak düşünmekteydi. Bu görevi Batıda İstanbul Üniversitesi, merkezde Ankara‟da kurulacak Üniversite, Doğuda da Van gölü çevresinde oluşturulacak bir üniversitenin gerçekleştirmesini istemektedir.

Atatürk Milli Mücadele‟nin kâbesi ve yeni devletin yönetim merkezi olan ayrıca duygusal bakımdan da bağlı olduğu Ankara‟yı bir kültür ve eğitim merkezi haline getirmeye kararlıydı.

Daha 1925‟de çağdaş hukukun gerektirdiği hukukçuları yetiştirmesi için Ankara‟da Adliye Hukuk Mektebini açmıştı. Bu okul 1927‟de Ankara Hukuk Fakültesi adını almıştı. 1924 musiki öğretmenlerini yetiştirmek için Ankara Musiki Muallim Mektebi, ortaokullara öğretmen yetiştirmek için sonradan Gazi Eğitim Enstitüsü adını alan Gazi Orta Muallim Mektebi 1927‟de faaliyete başlatılmıştı.

1928 yılında Ankara‟ya getirilen 11 Alman öğretim üyesi, 1930‟da Ankara Yüksek Ziraat Mektebini kurdular. Seçkin yabancı öğretim üyelerinin çalıştığı bu kurumda dersler ve uygulamalar Almancaydı. Kurum 1933‟de Yüksek Ziraat Enstitüsü adını aldı ve bugünkü Ziraat Fakültesinin temelini oluşturdu. Böylece ülke nüfusunun % 70‟ni oluşturan köylünün kalkınmasına yardımcı olacak, modern tarım metodlarını bilen teknik elemanların yetişme yolu açılmıştır.

Yüzyıllar boyu devam eden yenilgi ve çekilmeler, Batıya yönelirken Batı uygarlığının güçlü manzarası, özellikle aydın kesimde bir eziklik ve kendine güvensizlik hissi uyandırmıştı. Atatürk bu kendine güvensizliğin yanlışlığını göstermek, millî bilinci pekiştirmek, Türk gurur ve onurunu tatmin edecek, geleceğe güvenle bakmayı sağlamak için Türk kültürünün bilimsel metodlarla incelenmesini istemekteydi. Onun direktifi doğrultusunda Türk kültürünü her yönüyle araştıracak ve öğretim kurumlarına bu konuda ihtiyaç duydukları öğretmenleri yetiştirmek maksadıyla Ankara‟da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi 1936‟da açıldı. Fakültenin öğretim kadrosu bu iş için Avrupa‟ya gönderilen ve başarıyla yurda dönen elemanlarla yabancı bilim adamlarından oluşturulmuştur.

Zamanla bu fakülte Ankara Üniversitesi‟nin temel fakültelerinden ve başkentin belli başlı kültür merkezlerinden biri haline geldi.

Bu fakültelerin yanısıra, 1859‟da İstanbul‟da kurulmuş olan Mekteb-i Mülkiye 30 Mayıs 1935 tarihli bir yasa ile Ankara‟ya nakledildi ve ismi de Siyasal Bilgiler Okulu olarak değiştirildi. 1936‟da Ankara‟da öğretime başlayan okul Cumhuriyet yönetiminin ihtiyacı olan idarecileri yetiştirme işine başarıyla devam etti.

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi gittikçe artan öğrenci adedinden şikâyetçiydi. Diğer taraftan kurulması düşünülen Ankara Üniversitesi‟nin de Tıp Fakültesine ihtiyacı vardı. 9 Haziran 1937‟de kabul edilen yasa ile Ankara‟da bir tıp fakültesi açılması kararlaştırıldı. Fakat ekonomik engeller ve İkinci Dünya Savaşı‟nın patlak vermesi nedeniyle Fakülte ancak 1945‟te açılabildi. 1946‟da çıkarılan bir yasa ile Ankara Üniversitesi kuruldu.

Atatürk, Doğu Anadolu‟da güçlü bir kültür merkezi olarak Van gölü sahillerinde her seviyeden okulları ve Üniversitesiyle bir kültür şehri yaratılması için faaliyete geçilmesini 1937‟de TBMM‟nin açılışında ister.

Burası Türk kültür politikasının doğudaki üssü vazifesini görecekti. Dahası bu merkezin komşu ülkelerdeki Türk kökenli gençler içinde bir cazibe merkezi olabileceğini düşünüyordu. Bu suretle Doğuya‟da Batı ve Orta Anodulu‟nun kültür imkânlarını sağlamayı ve bir üniversite etrafında kültür ve ideal birliği yaratmak istemekteydi. Atatürk‟ün bu arzusu 1958‟de Erzurum‟da kurulan Atatürk Üniversitesiyle gerçekleşebildi.

Özet olarak Atatürk, kararlılıkla yürüttüğü eğitim politikası, Türkiye‟nin skolastik bir yapıya sahip eğitim sisteminden, her dereceden okullarıyla milli, laik ve çağdaş bir eğitim sistemine geçmesini sağlamıştır.

Sayfayı yazdırın Sayfayı yazdırın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir