Bin Yıllık Arap Kökenli Alfabeden Lâtin Kökenli Alfabeye Geçiş
1928 yılına gelindiğinde itibarının doruğunda bulanan Gazi‟yi meşgul eden önemli konulardan biri, devletin laikleşmesini güvence altına alan hükümlerin Anayasada yerini almasıdır. Laiklik konusunda ayrıca üzerinde durulacağı gibi, TBMM 10 nisan 1928‟de, 1924 Anayasa’sının 2. maddesinde yer alan “Türkiye Devleti’nin dinî, din-i İslam’dır” hükmü ile 26. maddede yer alanı “şer‟i hükümlerin TBMM tarafından düzenleneceği hükmünü” kaldırmıştır. Ayrıca Cumhurbaşkanı ve milletvekillerinin yeminlerinde bulunan “vallahi” yerine, “namusum üzerine söz veririm” ifadesi konulmuştur. Böylece Gazi M. Kemal, devlet işlerini dinî işlerden koruyacak hukuki tedbirleri tamamlamış oluyordu.
Gazi’nin bu yıl içinde gerçekleştiği son derece önemli bir atılım alfabe değişikliğidir. Bir zamanlama üstadı olan Ulu Önder, 1928‟e gelindiğinde, öteden beri kafasını meşgul eden alfabe değişikliği konusunu uygulamaya karar verdi. Büyük bir enerji ile, inkılâplarının temel hedefi olan “topyekûn batılılaşmanın gerçekleşmesi için Arap alfabesi meselesini kökünden çözümlemek” maksadıyla harekete geçti.
Türklerin Tarihte Kullandıkları Alfabeler
Türkler tarihleri boyunca geniş bir coğrafya içinde yayılmışlar, bulundukları mekâna, mensup oldukları dine göre değişik alfabeler kullanmışlardır. Bugün için bilinen en eski Türk alfabesi Göktürklerin kullandıkları alfabedir. Bu yazıya Göktürk, Orhun, Eski Türk, Runik Türk yazısı gibi isimler verilmektedir. Bu yazı ile yazılmış en önemli belgeler Orhun abideleridir. 1889‟da bulunan bu anıtların bir yüzünde Çince metinler vardı. Kül Tigin ve Bilge Kağan adına yapılan bu anıtların yazıları 1892‟de Finlandiya ve Rusya’da yayınlandı. Çince metnin yardımıyla, Danimarkalı bilim adamı Thomson, metinleri Aralık 1893‟de okumayı başarmıştır.
Göktürk alfabesi 38 işaretten oluşmaktadır. İşaretlerden dördü ünlüleri, 27 tek ünsüzleri, üçü çift ünsüzleri, dördü de hece işaretlerini göstermektedir. Kaynağı tartışmalıdır. Sağdan sola yazılıyor. Yaygın kanı Aramî-İranî kaynaklı olmasıdır.
Göktürklerden sonra bölgede etkin olan Uygurlar (745-970), Sogut yazısının Türkçeye uyarlanmasıyla oluşan, sağdan sola yazılan Uygur alfabesini kullanmışlardır. Bu alfabe on sekiz harflidir. Harflerden sadece üçü ünlüdür. Türkçenin ünlüleri bakımından zengin olması sebebiyle, yeterli değildi. Buna rağmen Uygur yazısı uzun yıllar Orta Asya’da kullanılmıştır.
Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra, bu alfabenin yerini Arap alfabesi almaya başlamıştır.
Bunların dışında Türkler, küçük ölçüde, Sogut, Mani, İbrani, Tibet, Çin, Süryani, Moğol yazılarını da kullanmışlardır.
Türkler Arap Alfabesini Benimsiyor
Ancak İslamiyet’in X. Yüzyıldan itibaren Türkler arasında geniş ölçüde yayılmasıyla, Arap alfabesi hâkim duruma geçmiştir. Arapça din dili olarak camilerde, medreselerde egemen hale gelir. 29 harfli Arap alfabesinin en büyük eksikliği, sesli harflerin azlığıdır. Sesli olarak a, e, i olarak okunabilen elif harfi vardır. Ayrıca v ve y harfleri de yerine göre ünlü olarak okunabilmektedir. Türkçe de 8 tane sesli olduğundan Arap alfabesi Türkçeyi ifadeye yeterli değildi. Bir kelime bu sebeple birkaç türlü okunabiliyordu.
Ayrıca Türkçede bulunmayan sesler için de harfler vardı. Dört türlü z, üç türlü h, üç türlü s, iki türlü t sesi vardı. Arapça harfler kelimenin başında, ortasında veya sonunda olduğuna göre yazılışı değişiyordu. Dolayısıyla yazının öğrenimi 3-4 yılı alıyordu. Arap yazısında p, ç, j, g sesleri ifade edecek harfler yoktu. Yazılan bu üç ses karşılamak için b, c, z harflerine üç nokta eklenerek p, ç, j sesleri karşılandı. Dil yapıları bakımından da arada farklar vardı. Arapça bükümlü bir dildir. Bu dilde kelime üretilirken kök değiştiği halde, eklemeli dil olan Türkçede kök sabit kalmaktadır.
Arap alfabesinin olumsuz bir etkisi de dil alanında kendini gösterir. Medresenin Arap dilini kullanmasıyla Arapça bilim dili haline gelir. Farsça ise edebiyat dili olarak benimsenmiştir. Zamanla Türkçe bu dillerin etkisiyle körelir, sıradan halkın konuştuğu bir dil halini alır.
Arap alfabesinde ki seslilerin yetersizliği sebebiyle Türk kitleleri arasında şive farkları da artırmıştır.
Arap Kökenli Alfabeyi İyileştirme Çabaları
Türkiye Türkçesinin Lâtin harfleri ile yazılması, XV. ve XVI yüzyıllarda Avrupalıların Osmanlı ülkesinde elçilik ve konsolosluklar açmasıyla başlar. Ticari ilişkiler ve Türkiye‟ye karşı ilgi artar. Türklerle iş yapmak isteyen kişiler çeviri yazı yolunu kullanırlar. Bu amaçla Türkçe gramerler kaleme alınır. Bunlardan biri de İbrahim Müteferrika tarafından 1730‟da basılır.
Tanzimat’tan önce açılan askerî okullarda Lâtin harfleri gündeme girer. 1827‟de açılan Askerî Tıbbîyede öğretim dili olarak fransızca kullanılır. 1834‟lerde artık yerleşik duruma giren Avrupa’da ki Osmanlı Elçilik mensupları, gittikleri yerin dilini öğrenmekle görevlendirilmişlerdir. İstanbul’da tercüme odasında yabancı dil öğrenilir. Böylece Avrupa ile ve Lâtin alfabesiyle gittikçe ilişki artar.
Konunun gündeme oturması, gazetenin Osmanlı ülkesinde özel sektör kanalıyla yaygınlaşmaya başlamasıyla olur. Bilindiği gibi Osmanlı’da resmi olmayan gazeteler 1860‟larda ortaya çıkarlar. Gazetenin amacı çok okuyucuya ulaşmaktır. Bu ise okur-yazar sayısı ve eğitimle ilgilidir. Nitekim bu konudaki ilk tartışmalar 1860‟larda başlar.
Daha sonra Maarif Nazırlığı da yapan Münif Efendi (Paşa) kurucusu olduğu Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye‟de 12 Mayıs 1862‟de bir konferans verir. Söylediklerinin özeti şudur: Arap harfleri ile okumak yazmak zordur. Avrupa’da küçük çocuklar kısa bir zamanda okuryazar hale gelmektedir. Bunun çaresi, kelimeleri olduğu gibi yazıp alt ve üstlerine harekeler koymak, ikincisi de harfleri ayrık yazmaktır. Ayrık harf kullanması basım işini de kolaylaştıracaktır.
Arap kökenli alfabeyi ıslah konusu Azerbaycanlı Ahundzade Mirza Fethali ile 1863‟de bir daha gündeme gelir. Adı geçen harflerin ıslahı teklifini İstanbul’da sadrazama sunar. Konu Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye‟de tartışılır. Ahundzade, alfabe işinin dinle bir ilgisi olmadığını, Arap harfleri ile yazılanların birkaç türlü okunabildiğini, bunun okuryazarlığı güçleştirdiğini belirtmiş, tasarladığı yeni harfler benimsenirse, bu sakıncaların giderebileceğini, öğretimin yaygınlaşacağını savunmuştur. Toplantılarda Arap alfabesinin Türçeyi yazmağa elverişli olmadığı, ıslah edilmesi gerektiği benimsenmiştir. Ancak tasarı faydalı olmakla beraber gerçekleştirilmesindeki “azim müşkilât” ve eski islâmi eserlerin unutulmasına yol açacağı gerekçeleri dolayısıyla kubulünün imkânsız olduğuna karar verilir.
Tanzimat aydınlarından Şinasi, Namık Kemal ve Ali Suavi de alfabe ıslahı konusuyla ilgilendiler. Bunların üçü de aynı zamanda gazeteci olduklarından işin pratik zorluğunu bilen kişilerdi. Şinasi baskıda dört yüz kadar harf adedini 112‟ye indirmiştir.
Ali Suavi‟de Arap harflerinin yetersizliğini belirtmiş ama onların değiştirilmesini hiç düşünmemiştir. Sadece dilin sadeleştirilmesi, yabancı kelimelerin atılması ve imlâyı biraz düzeltmekle işin çözümleneceğini ileri sürmüştür.
Namık Kemal‟de dile uymayan harflerin düzeltilmesini ama onların terkedilmemesi gerektiğini savunur. Ona göre yazıyı değiştirme eski eserlerden yararlanmayı engelliyecektir. Herkes yeniden okuma yazma öğrenmek zorunda kalacaktır. İmparatorluğun islâmî birliği tehlikeye girecektir.
Bu arada bazı Arnavutlar 36 harften oluşan Lâtin alfabesi kökenli bir alfabe kullanmaya başlamışlardı. 1908‟de bu alfabe gözden geçirilerek ufak tefek değişiklikler yapıldı. Müslüman Arnavut ileri gelenleri bunun şeriatça uygun olup olmadığı Şeyhülislamlıktan sordular. Verilen cevapta “Lâtin harfleri ile İslâm mekteplerinde tedrisat yapılmasına asla cevaz-ı şer’i olmayacağı” bildirilmiştir. Özetle daha Tanzimat döneminde Arap yazısı tartışılır hale gelmiştir.
1. Meşrutiyet’le birlikte oldukça yoğun bir alfabe tartışması yaşandı. Meşrutiyetin ilk yıllarında ki hürriyet havası içinde her şey enine boyuna tartışılır. Bu tartışmalardan üç eğilim ortaya çıktı.
1. Arap alfabesini Türk fonetiğine uyacak şekilde ıslah etmek
2. Doğrudan doğruya Lâtin alfabesini almak
3. Eski Türk Orhun alfabesini veya Uygur alfabesini almak.
Islahatçılara göre Arap harflerinin ayrık yazılması ve bunlara sesli harfler eklenmesiyle sorun çözülebilecektir. Ancak Türkçe kelimeler ve Arapça kelimelerin nasıl yazılacağı hakkında aralarında görüş birliği yoktu. Bu fikrin öncülüğünü yapan Milaslı Dr. İsmail Hakkı, görüşlerini bir kitapçıkta açıklar.
Servetifünuncular ise, “huruf-i munfasıla”ya karşı çıkarlar. Onlara göre, harfler bitişik yazılmalı, sesliler gösterilmelidir.
Kılıçzade Hakkı ve arkadaşları Arap elifbasının iflâs ettiğini, imlâsının tükenmez zorluklarla dolu olduğunu, çarenin Lâtin alfabesini kabul etmek olduğunu, netice itibariyle Lâtin harflerinin her şeye rağmen galebe edeceğini yazarlar. Bu arada yazıyı ıslah için resmî ve özel kuruluşlar ortaya çıkar. Tartışmalar gittikçe sıcaklaşır.
Lâtin alfabesini savunan gazeteci Celâl Nuri Arap alfabesinin Sami dillere uygun olduğunu, ilerlemek için tek çarenin vakit geçirmeden Lâtin alfabesini almak olduğunu kitap ve makalelerle savunur.
Hüseyin Cahit (YALÇIN) ise kullanılan harflerin Türklük ve Müslümanlıkla ilgisi olmadığını bu itibarla Arnavutlar Lâtin alfabesini alırlarsa kısa bir zamanda ilerleyeceklerini buna engel olunmamasını, imkânı varsa bunu “bizlerin de” kabul etmesi gerektiğini ileri sürer.
İçtihad dergisinde Dr. Abdullah Cevdet de Lâtin alfabesini cesaretle savunur.
Ama aydın kesimin çoğunluğu Arap alfabesinin ıslahından yanadır.
İttihat ve Terakki‟nin güçlü adamı, Enver Paşa Harbiye Nazırı olunca, ayrık harflerle ve sesli harfler ilâve edilen alfabeyi uygulamaya koyar. “Enver Paşa yazısı” veya “Ordu alfabesi” denilen bu yazı düzeni orduda kullanılır. Fakat uzun ömürlü olmaz. Savaş başladıktan sonra terkedilir. O zaman karargâh da çalışan İsmet (İNÖNÜ) olayı şöyle anlatır. “Ben 1. şube Müdürü idim. Hafız Hakkı, Erkânı Harbiye İkinci Reisi. Vazife için yanına giderim. İmzaya götürdüğüm evrak, hep yeni imlâ ile yazılmış. Kağıtları önüne koyar. Anlatırım. Hafız Hakkı, kağıtları okumaz, bana bakar.
“Canım sen anlat, bunun içinde ne var?” der. Çünkü kendisi okuyamıyor. Bunun üzerine ben anlatırım. Bir gün bana „getireceğim yazıları benim bildiğim yazı ile getir” dedi. İstediği bir evrakı iki ayrı yazı ile yazacağım. Birini kolayca okuyup anlayacak; ötekini de anlamış gibi imza edecek. İtiraz ettim. “yazamam dedim. Ben size başında söyledim. Yapamayacaksınız diye ikaz ettim. Şimdi ben sizin istediğinizi yapacağım ve bana da maiyetimde bulunanlar iki ayrı yazı ile evrak getirecekler. Böyle şey olmaz.” Savaş başlayınca karışıklığa yol açacağı gerekçesi ile bu yazı şekli terkedilir. Eskiye dönülür.
Dinamik Bir Karar: Atatürk Lâtin Alfabesine Geçiş Kararı Veriyor
Cumhuriyet Döneminde Alfabe Tartışmaları
Büyük zafer sonrasında, 12 Eylül’de bir grup gazeteci İzmir’e gelmiştir. Aralarında bulunan Lâtin alfabesini savunanlardan Hüseyin Cahit, Gazi’ye “Lâtin yazısının niçin alınmadığını” sorar. Başkumandan “Daha zamanı gelmemiştir” cevabını verir. Aslında onun kafasında Lâtin alfabesini almak fikri eskiden beri mevcuttu. Nitekim daha Erzurum’da iken, Mazhar Müfit Kansu’ya ilerde yapılacak işleri not ettirirken, Lâtin yazısının alınacağını not ettirir. Ancak bir zamanlama üstadı olan Gazi müsait zamanı bekleyecektir.
Bu arada konu Şubat 1923‟te İzmir İktisat Kongresinde gündeme gelir. Delegelerden üç kişi Lâtin harflerinin kabulü için önerge vermişlerdir. Kongre Başkanı Kâzım Karabekir Paşa önergeyi tepkiyle karşılamış ve toplantıda okutmamıştır. 5 Mart 1923 günü Hâkimiyet-i Millîye gazetesinde, bunun İslâm birliğini bozacağı, eski kültür mirası ile ilginin kesilmesine, ülke içinde ayrılıklara yol açacağını, ileri sürer.
Kâzım Karabekir Paşa’nın bu demeci üzerine, alfabe ve imlâ konusu yeniden gündeme geldi. Bu vesile ile Arap alfabesini savunanlar yeniden yayına başladılar. Buna karşı da Lâtin harfleri taraftarları harekete geçtiler.
Lâtin alfabesi taraftarlarından Kılıçzade Hakkı, İçtihat dergisinde çıkan üç yazı ile bunlara cevap verdi. Adı geçen makalelerinden birinde Karabekir Paşa‟dan şu suali sormaktaydı. “Biz yalnız Müslüman mıyız? Yoksa hem Türk, hem Müslüman mıyız? Eğer biz yalnız Müslüman isek, bize Arap harfleri ve Arap dili lâzımdır. Ve ilim olarak Kur‟an yetişir. Bunun yanında millîyet ve hâkimiyet kavgaları ve davaları yoktur ve olamaz. Eğer Türk isek bir Türk harsına muhtacız. Bu hars ise her şeyden evvel dilimizden başlayacaktır”.
Hüseyin Cahit (YALÇIN) de Resimli gazetede 22 Eylül 1923‟de özetle: “Okur yazar oranı çok düşük… cehaleti izale yolu harf değişikliğinden geçiyor… Memleketi kurtarmak için en lüzumlu tedbir harfleri değiştirmektir” demekteydi.
1924‟de Şükrü Saraçoğlu Meclis‟de Arap alfabesinin Türk dilini yazmaya müsait olmadığını vurgular.
1926‟da aydınlar arasında, Lâtin harfleri konusunda yapılan bir ankette tanınmış bilgin ve yazarların çoğunun Arap alfabesini savunur oldukları görülmüştür. Prof. Fuat Köprülü ile Prof. Zeki Velidî de Lâtin alfabesinin alınmasına karşı çıkarlar. Bunlara karşılık olmak üzere, İçtihad dergisi sahibi Dr. Abdullah Cevdet, Cumhuriyet sahip ve başyazarı Yunus Nadi (ABALIOĞLU), Millîyet ve Hâkimiyeti Millîye Başyazarı Falih Rıftı (ATAY) hararetle Lâtin alfabesini savunurlar.
1926‟da Lâtin alfabe taraftarlarını sevindiren bir olay, Bakü‟de toplanan uluslararası Türkoloji Kongresinde Latin yazısının alınmasının uygun görülmesidir.
Keza aynı yılda çıkarılan Maarif Teşkilâtı Kanunununda “Dil heyeti” adıyla bir kurul oluşturulur. Zamanının Maarif Vekili, “Lâtin harfleri konusu Devletin siyaseti meselesidir” şeklinde konuşur. Bunlardan konunun hükümetçe ele alınacağı anlaşılır. Ancak hükümette görüş birliği henüz sağlanamamıştır. Gazi‟nin kesin kararlılığına karşılık Başvekil tereddüt içindedir. Alfabe değişikliğinin kültür hayatının kötürümlüğüne yol açmasından endişelidir. Harf değişikliğinin Enver Paşa alfabesinin akıbetine uğraması ve bizzat yöneticilerin eski alfabeyi kullanmaya devam etmeleri ihtimali, onu düşündürür. Yazının değişmesi halinde bürokrasi, Darülfünun, basın ve matbaaların tepkilerini de dikkate almak gerekecektir. Konu 1928‟e kadar sürüklenir.
Gazi bu konuda baştan beri kararlıdır. Elverişli zamanı kollamaktadır.
Gazi’nin Kararı: En kısa Zamanda Harf İnkılâbını Gerçekleştirmek
Bir zamanlama üstadı olan Gazi, 1928‟e gelindiğinde, harekete geçer. 1928 Ocak ayında kurulan bir komisyon konuyu incelemeye başlar.
20 Mayıs 1928‟de Milletlerarası rakamların kullanılması kanunlaşır. Bu vesile ile Lâtin alfabesiyle ilgili bir soruya, Maarif Vekili Mustafa Necati uzman kişilerin bu konuda hazırlık yaptıklarını, yakın bir zamanda sonucun Meclis‟e sunulacağını bildirir.
Nitekim Gazi‟nin emri üzerine, 1928 Haziranında Milletvekili ve uzmanlardan “Dil Encümeni” oluşturulur. Atatürk. Encümen üyesi Falih Rıfkı‟ya “Hemen Ankara‟ya git, komisyona katıl ve bu işi çabuk bitiriniz” talimatını verir.
Komisyon yazının değiştirilmesi doğrudur, değil midir, tartışmasını bir kenara bırakıp, yeni alfabe harflerini seçmekle işe başlar.
Türkçenin ses özelliklerine göre tesbit edilen harfler, Falih Rıfkı tarafından Atatürk‟e sunulur. Atatürk sorar: Yeni yazıyı tatbik için ne düşündünüz?
Cevap: “Bir onbeş yıllık uzun, bir beş yıllık kısa müddetli iki teklif var. Teklif sahiplerine göre, ilk zamanlar iki yazı bir arada öğretilecektir. Gazeteler yarım sütundan başlayarak yavaş yavaş yeni yazılı kısmı artıracaklardır. Daireler ve yüksek mektepler içinde tedrici bazı usuller düşünülmüştür.
Yüzüme baktı: “Bu ya üç ay içinde olur, ya hiç olmaz dedi. Hayli radikal bir inkılâpcı iken ben bile yüzüne bakakalmıştım: Çocuğum, dedi, gazetelerde yarım sütun eski yazı kaldığı zaman dahi herkes bu eski yazılan parçayı okuyacaktır. Arada bir harp bir iç buhran, bir terslik olduğu zaman bizim yazı da Enver‟in yazısına döner, hemen terk olunuverir.”
Gazi harf inkılâbına bu görüşle başlar. Kendine özgü, halkına olan engin güven duygusu içinde, kararını Sarayburnu Parkındaki bir halk toplantısında açıklar. 9/10 Ağustos 1928 gecesinde parkda hak için bir eğlence düzenlenmiştir. Mustafa Kemal halkın nabzını tutan, onunla haşir neşir olabilen bir liderdi. Parkta bulunan kadınlı erkekli topluluk, onun kendilerine katılmasının coşkunluğu içinde eğlenirken, alfabe konusundaki düşüncesini halka şu sözlerle açıkladı:
“… Arkadaşlar bizim ahenktar, zengin lisanımız yeni Türk harfleriyle kendini gösterecektir. Asırlardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak, anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak mecburiyetindesiniz… Yeni Türk harflerini çabuk öğreniniz. Vatandaşa kadına, erkeğe, hamala sandalcıya öğretiniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüzki, bir milletin bir heyeti içtimaiyenin yüzde onu, okuma yazma bilir, yüzde sekseni bilmez nevindendir. Bundan insan olanlar utanmak lâzımdır. Bu millet utanmak için yaradılmış bir millet değildir, iftihar için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir milletdir. Fakat milletin yüzde sekseni okuma yazma bilmiyorsa bu hata bizde değildir. Türk’ün seciyesini anlamayarak kafasını bir takım zincirlerle saranlardadır. Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız… En nihayet bir sene, iki sene içinde, bütün Türk heyeti içtimayesi yeni harfleri öğreneceklerdir. Milletimiz, yazısıyla, kafasıyla bütün âlemi medeniyetin yanında olduğunu gösterecektir”.
Orada olan Falih Rıfkı’nın anlatımıyla: “ Halk parkın içinde toplandığından beri bir müjde bekliyormuş da o müjde bu imiş gibi dibinden kaynayarak coştu… Halk onun şerefine o ağustos gecesini donanma gecesine çevirmişti”
Harf inkılâbının başarısı biraz da baştakilerin örnek olmasına bağlıydı. Gazi ve Başvekil İsmet Paşa herkese örnek oldular. Ve eski harfleri bir daha hiç kullanmadılar.
Gazi inkılâpların belki de en zoru olan Harf İnkılâbını, inanılmaz bir enerji, kararlılık ve coşku ile bizzat yürüttü.
Sarayburnu nutkundan bir gün sonra, Dolmabahçe sarayında yeni Türk harfleriyle ilk uygulama dersiyle beraber yoğun bir kampanya başladı. 14 Ağustos‟da Maarif Vekili Mustafa Necati yeni yazı konusunda, Gazi‟nin herkese örnek olduğunu, her zaman olduğu gibi onun izinden gidileceğini, bütün öğretmen ve öğrencilerin en kısa zamanda yeni yazıyı öğreneceklerini, bunun bir yurtseverlik vazifesi olduğunu, başarı kazanılacağından hiç kuşkusu olmadığını belirten bir demeç verdi. 16 Ağustosda CHP teşkilâtı her mahallede birer dershane açılmasını kararlaştırdı. 21 Ağustos’ta devlet dairelerinde yeni yazı kursları açılır. 22 Ağustos‟da Cumhuriyet gazetesi yeni harflerle dersler yayımlamaya başlar.
25 Ağustos‟da Dolmabahçe sarayında önemli bir toplantı yapıldı. Toplantıya 80 kadar milletvekili, önemli askerî ve mülki erkân, Dil Encümeni üyeleri katıldılar. Gazi’nin hazır bulunduğu toplantıda, yeni Türk harfleriyle ilgili olarak İbrahim Necmi (DİLMEN) iki saat süren ders verdi. Bu arada milletvekilleri ile kara tahta başında uygulamalar yapıldı. 29 Ağustos 1928‟de yapılan, keza Gazi ve devlet erkânı ile tanınmış yazar, şair, profesör, gazeteci ve askerî erkân olmak üzere yaklaşık 200 kişinin katıldığı toplantıda konu enine boyuna tartışıldı.
Toplantı sonunda Başvekil İsmet Paşa (İNÖNÜ), milleti cehaletten kurtarmanın ancak yeni Türk alfabesi ile mümkün olacağını belirten bir konuşma yaptı ve üç maddelik önerge sundu:
1. Milleti cehaletten kurtarmak için kendi diline uymayan Arap harflerini terk edip, Lâtin esasından alınan Türk harflerini kabul etmekten başka çare yoktur.
2. Komisyonun teklif ettiği alfabe hakikaten Türk alfabesidir, kat‟idir. Türk milletinin bütün ihtiyaçlarını temin etmeğe kâfidir.
3. Sarf (gramer) ve imlâ kaideleri lisanın ıslahını, inkişafını, millî zevki takip ederek tekâmül edecektir.
Muhakkaktır ki, yeni Türk harfleriyle lisana ve imlâya ilk şeklini vermek için Komisyonun Projesi en kısa ve en amelîdir”.
Önergenin yeni harflerle kara tahtaya yazılmasından sonra, Gazi dinleyicilere, “Aynı mutalâada mısınız arkadaşlar?” Sorusunu yöneltti. Salondaki davetliler hep birden “hay, hay, hay, hay” karşılığını verdiler. Böylece Yeni Türk Alfabesi, Türkiye‟nin kalburüstü siyasî ve entelektüel temsilcileri tarafından oy birliği ile kabul edilmiş oluyordu.
Bundan sonra Gazi 23 Ağustos‟da Tekirdağ‟da bizzat başlattığı yeni yazıyı tanıtma, öğretme kampanyasına, Bursa Çanakkale, Gelibolu, Sinop, Samsun, Amasya, Tokat, Sivas, Kayseri de devam etti. Gazi her gittiği yerde, kara tahta başına geçiyor, halka yeni harfleri öğretiyor. Memurları, halkı imtihan ediyor, bitip tükenmeyen bir sabır ve enerji ile harf inkılâbını halka benimsetiyordu. 21 Eylül‟de Ankara‟ya dönen Gazi, uygulamada gördüğü teknik aksaklıkları belirterek bunların düzeltilememesini sağladı.
İmlâ birliğini sağlamak için, imlâ sözlüğü, Dil Encümenince hazırlandı. Devlet görevlileri 1928 Ekim sonuna kadar yeni yazıyı öğreneceklerdi. Programı yürütmekle Maarif Vekâleti görevlendirilmişti.
Halk, bilhassa okur-yazar olmayan halk büyük bir şevk ve heyecanla yeni harfleri öğrenmeye çalışıyordu. Bütün ülkede bir okuma yazma seferberliği coşku içinde devam etmekteydi. Gazi‟nin enerji ve kararlılıkla yürüttüğü kampanyayı, Başvekil İsmet Paşa, Maarif Vekili Mustafa Necati, Vekiller,
milletvekilleri gayretle desteklemekteydi. Devlet dairelerinde yeni alfabe uygulanması aşamalı yürütülmekteydi. Resmî uygulama için Türkiye Büyük Millet Meclisi‟nin açılması beklenmekteydi.
Nitekim 1 Kasım 1928‟de Meclis‟i açış konuşmasında Gazi alfabe konusuna geniş ölçüde yer verdi. Gazi: “Büyük Millet Meclisi kararıyla Türk harflerinin kat‟iyet ve kanuniyet kazanması bu memleketin yükselme mücadelesinde başlı başına bir geçit olacaktır. Türk harflerinin kabulüyle hepimize, bu memleketin bütün vatanını seven yetişkin evlatlarına mühim bir vazife teveccüh ediyor, bu vazife, milletimizin kâmilen okuyup yazmak için gösterdiği şevk ve aşka bilfiil hizmet ve yardım etmektir.
Hepimiz, hususî ve umumî hayatımızda rastgeldiğimiz okuyup yazma bilmeyen erkek kadın her vatandaşımıza öğretmek için tehalük göstermeliyiz. Bu milletin asırlardan beri hallolunamayan bir ihtiyacı birkaç sene içinde tamamen temin edilmek, yakın ufukta gözlerimizi kamaştıran bir muvaffakiyet güneşidir. Hiçbir muzafferiyetin hazlarıyla kıyas kabul etmeyen bu muvaffakiyetin heyecanı içindeyiz. Vatandaşlarımızı cehaletten kurtaracak bir sade muallimliğin vicdanî hazzı mevcudiyetimizi işba etmiştir. (doldurmuştur). Aziz arkadaşlarım: yüksek ve ebedî yadigârınızla büyük Türk milleti yeni bir nur alemine girecektir”, sözleriyle Meclis‟i yönlendirir. Hazırlanan yasa tasarısı ivedilikle görüşülür ve 1353 sayılı kanunla yasalaşır. Teklif oybirliği ile kabul edilmiştir.
Yeni Türk Harfleri‟nin yasalaşmasından hemen sonra üyelerden birinin teklifi üzerine, Gazi Mustafa Kemal’e altın bir levha üzerinde kabartma harflerden “Yeni Türk Alfabesi” yazılıp sunulması kararlaştırıldı. Yasa 3 Kasım 1928‟de Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girdi.
Adı geçen yasaya göre:
Madde 1- Arap harfleri yerine Lâtin esasından alınan Türk Harfleri Kabul edilmiştir.
Madde 2- Kanunun yayın tarihinden itibaren devletin bütün daire ve müesseselerinde ve bütün şirket cemiyet ve hususi müesseselerde Türk harfleriyle yazılmış olan yazıların muameleye konulması mecburidir.
Madde 3- Devlet dairelerinin her birinde Türk harflerinin uygulanma tarihi 1929 Ocak ayının birinci gününü geçemez. Tahkik evrakı ve fezlekesi ve ilâmlar ve matbu muamelât cetvel defterleri, kayıtları ve senetleri, nüfus evlenme cüzdanları ve kayıtları, askerî kimlik ve cüzdanları 1929 Haziran başından itibaren Türk harfleri ile yazılacaktır.
Madde 4- Eski harflerle yapılan halk başvurularının kabulü 1929 Haziran‟ının birinci gününe kadar yapılabilir. 1928 Aralık başından itibaren Türkçe her türlü özel veya resmî levha, tabela, ilâm ve sinema yazıları ile kezalik Türkçe özel veya resmi her türlü gazete, risale ve mecmuaların Türk harfleriyle basılması ve yazılması mecburidir.
Madde 5- 1929 Ocak başından itibaren Türkçe basılacak kitapların Türk harfleriyle basılması mecburidir.
Madde 6- Resmî ve özel bütün tutanaklarda, 1930 Haziran başına kadar, eski Arap harfleri stenografi gibi kullanılabilir. Devletin bütün daire ve müesseselerinde kullanılan kitap, kanun talimatname, defter, cetvel kayıt sicil gibi matbualar 1930 Haziran başına kadar kullanılabilir.
Madde 7- Para ve hisse senetleri ve bonolar ve çekler ve tahviller ve pul ve sair kıymetli evrak ile hukukî mahiyeti haiz bütün eski vesikalar değiştirilmedikleri müddetçe geçerlidirler.
Madde 8- Bütün bankalar, imtiyazlı ve imtiyazsız şirketler, cemiyetler ve müesseselerin bütün Türkçe muamelelerine uygulanması 1929 Ocak ayının birinci gününü geçemez… Bunlar ellerinde mevcut eski Arap harfleriyle basılmış matbuaları 1930 Haziran başına kadar kullanılabilirler.
Madde 9- Bütün mekteplerin öğretiminde Türk harfleri kullanılır. Eski harflerle basılmış kitaplarla öğretim yapılması yasaktır.
Uygulama
Önceki sayfalarda değinildiği gibi, yeni harfleri tanıtma kampanyası, Gazi‟nin Sarayburnu konuşmasından sonra başlamıştı. Devlet daireleri Maarif Vekâleti‟nin koordinatörlüğünde yeni yazıya geçiş hazırlıklarını yürütmekteydiler. Bakanlar Kurulu kararıyla bütün devlet görevlileri 9 Kasım 1928‟den itibaren yeni yazıdan sınava tabi tutuldular. 1 Ocak 1929‟dan itibaren bütün devlet dairelerinin yeni yazıya geçişleri sağlanmıştı. Yazışmayı kolaylaştırmak için Türk klaviyesi teşkil edip gereken yazı makinaları sipariş edilmişti.
Basının en kısa zamanda ve toptan yeni yazıya geçebilmesi, hareketin başarısı bakımından çok önemliydi. Yasa gereği, gazeteler 1 Aralık 1928‟den itibaren yeni harflerle şevkle yazıya başladılar. O sıralarda İstanbul‟daki en büyük gazetelerin ttirajı 12.000‟i geçmemekteydi. Yeni harflerle yayın başlayınca haliyle tiraj %50‟lere varan oranlarda düşmüştü. Hükümet bu zararı telâfi için gazete ve dergilere, bir süre, aylık yardımda bulundu. Daha 9 Eylül 1928‟de Maarif Vekili Mustafa Necatiye: “En büyüğünden ve küçüğüne bütün mektepler bu sene yeni harflerle öğretime devam edecekler” talimatı verilmişti. Millî Eğitimde yoğun bir çalışma başlamıştı. Önce öğretmenler yeni yazıya öğrendiler. Sade Türkçe ile yazılmış olan ders kitapları hazırlandı. Yeni ders yılında artık yeni Türk harfleri kullanıllıyordu.
Yeni Türk harfleri kısa bir süre içinde çarşı Pazar ve dükkanlarda da yerini aldı. Bütün ticarethane tabelâları süratle değiştirildi. 1 Aralık‟dan itibaren sokaklarda artık yeni harfler egemendi.
Harf inkılâbının başarısı yeni yazıyı öğrenenlerin sayısının, eski yazıyı bilenlerden daha çok olmasına bağlıydı. Bunu 1 Ocak‟ta 1929‟da öğretime başlıyan Millet Mektepleri sağladı. Millet Mektepleri iki kısımdan oluşmuştu. A dersliğinde hiç okuma yazma bilmiyenler, B dersliğinde, A dershanesini bitirenler ve biraz okuma yazma bilenler öğretim görüyorlardı. Ayrıca Okulu olmayan köyler için Gezici Millet mektepleri oluşturulmuştu. Okulların masrafları İl Özel İdareleri ve Maarif Vekâleti bütçesine konulan ödemelerle karşılanacaktı.
Millet Mektepleri‟nin başında Başöğretmen olarak Gazi M. Kemal vardı. Büyük Millet Meclisi Başkanı Başbakan, Bakanlar Kurulu, Genel Kurmay Başkanı, CHP Genel Sekreteri, teşkilâtın başkanı sıfatını taşımaktaydılar. Bütün Bakanlık Müfettişleri aynı zamanda bu okulları denetlemekle görevliydiler. Valiler her dönem Bakanlar Kurulu‟na çalışmalar hakkında rapor vermekle yükümlüydüler. İl ve ilçelerde, ileri gelen bürokratlar Parti temsilcisi ve İl Genel Kurul temsilcilerinden oluşan birer yönetim kurulu oluşturulmuştu.
Bu kurullar Millet Mektepleri için ödenek, dershane, araç gereç, kitap ve halkın okullara devamlarını sağlamak gibi işleri yürütmekte idiler. Bu amaçla, okullar, camiler, hükümet salonları, kulüpler, kahvelerden yararlanabileceklerdi. Hapishane müdürleri en az yirmi işçi çalıştıran özel kuruluşlar, çalıştırdıkları kimselere yeni harfleri öğretmekle yükümlü tutulmuşlardı. 1929-1933 yılları arasında bu okullarda 54,050 dershane açılmıştır. Bunların % % 65,60’i köylerdedir. Bu iş için 46.690 öğretmen görev almıştır. Beş yıl içinde bu okullara 2. 305.924 kişi kaydolmuştur. Bunların % 66‟sı köylüdür. Bunlardan 1.124.926‟sı diploma almıştır.
Bu sayılara dışarıda özel eğilim görenleri de katmak gerekir. Ayrıca devlet memurları, ordu mensupları, okul öğrencileri hesaba eklenmelidir. Böylece kaba bir hesapla 1933‟de okur yazar miktarını üç milyon civarında tahmin etmek mümkündür. Demek ki mevcut nüfusun yaklaşık dörtte biri okuma yazmayı, beş yıl gibi kısa bir zamanda öğrenmiştir.
Alfabe ve basım tekniğindeki kolaylık, matbaaların ve basılan kitap adedinîn artmasına yol açmıştır.
Görülmemiş bir coşku ve heyecanla yürütülen yeni harfleri öğretme kampanyası 1933‟lerden sonra gittikçe hızını kaybetmiştir. Bunun nedeni ödenek azlığıdır. Millet Mekteplerinin giderlerinin ağırlık kısmı il özel idarelerinden sağlanmaktaydı.
Buna rağmen, asgari bir müddet içinde resmi dairelerden eski yazı kalktı. Devlet memurları içinde eski yazıyı müsvedde olarak kullanmakta devam edenler, bu yazıyı bilmeyen insanlar memur olup işbaşına geldikçe gittikçe seyrekleşti. Esasen yazı inkılâbının daha ilk yıllarında yeni yazı bilenlerin sayısı bilmeyenleri geçmişti. Bu oran her yıl ezici bir nispette artarak devam etmiştir.
Gazi M. Kemal’in “Başöğretmen” olarak inanılmaz bir enerji heyecan ve kararlılıkla bizzat yürüttüğü, ümit edilenden çok daha kısa bir zaman içinde gerçekleştirdiği, harf inkılâbı dış dünya‟da da geniş yankılar uyandırdı, özellikle sınır dışındaki Türkler arasında etkili oldu.
Türkiye sınırları dışında kalan Bulgaristan, Yunanistan, Yugoslavya, Onikiada, Kıbrıs, Hatay (O sırada sınırlarımız dışındaydı) Türkleri anavatanı örnek alarak yeni Türk harflerine geçmek için büyük gayret sarf ettiler, Engelleri ortadan kaldırdılar. Rusya’da ki Türklerin büyük kısmı da Lâtin harflerini birbiri arkasına kullanmaya başlamışlardı. Böylece Türk kökenli topluluklar arasında bir kültür birliği oluşturulabilme imkânı doğmuş gibiydi. Ancak Sovyetler Birliği’nde bütün Cumhuriyetlerde 1939‟da Lâtin alfabesi terkedildi ve Kiril alfabesi kullanma mecburiyeti getirildi.
Türkiye‟deki yazı değişikliği dış dünyada hayret ve hayranlıkla izlendi. Gazi‟nin en çarpıcı ve inanılması güç parlak bir başarısı olarak alkışlandı.
Sonuçlar
Gazi M. Kemal‟in harf inkılâbı, pratik faydaları yanında, etkileri çok uzaklara gidecek sonuçlar doğurmuştur.
Yazı inkılâbının kısa vadede sonuçları, okur-yazar sayısında görülen hızlı artıştır. Öyle ki yazı inkılâbıyla Türkiye baştan başa “Başöğretmen”i Gazi M. Kemal olan bir ilkokula dönüşmüştür. Çocuklar ve hiç okuma yazma bilmiyenler okulları doldurmuş ve kısa bir zaman içinde yeni yazıyı bilenlerin sayısı bilmiyenleri hızla geçmiştir. Yazı inkılâbıyla Gazi cehalete öldürücü bir darbe indirmiş, aydınlıklara giden yolları açmıştır.
Okur yazar sayısının artması, basım kolaylığı, kültür hayatını canlandırmış, renklendirmiştir.
Yeni harflerin yerleşmesi, Türkçe‟nin yabancı dillerin boyunduruğundan kurtulmasını, kendi öz benliğini kazanmasını sağlamıştır. Böylece dilde reforma giden yol açılmış, sonuç itibariyle “konuşulduğu gibi yazılan Türkçe” ile yazı dili ile konuşma dili arasındaki uçurum kaldırılmıştır. Yeni
alfabe ile Türkiye‟deki şive farkları gitgide azalmaya yüz tutmuştur. Böylece millî bütünlük pekiştirilmiştir.
Alfabe değişikliğinin uzun vadeli derin sonuçları kültür alanında meydana gelmiştir. Gazi, yazı değişikliği ile Doğu’ya açılan kapıyı kapatmış, Batı’ya, çağdaş dünyaya yönelik kapıyı açmıştır. Yeni Türkiye yönünü kesinlikle Batı’ya çevirmiştir. İnönü’nün deyimiyle, “Harf inkılâbının bizde tesir ve büyük faydası, kültür değişmesini kolaylaştırmasıdır. İster istemez Arap kültüründen koptuk. Arap dili üzerinde işlemek hevesi millî kültürü zayıflatmıştır. Bizim devrimizde Lâtin harflerine geçmek Türk dilini ve millî kültürü kurtarmak için esaslı bir etken olmuştur”.
Yeni Türkiye Lâtin alfabesiyle kültür kaynağını değiştirmiş, çağdaş, dünyaya yeni ufuklara yönelmiştir. Bir anlamda Lâtin alfabesinin kabulüyle, Gazi Türk Rönasansının kapısını açmış oluyordu.
Sayfayı yazdırın