Atatürk’ün Türk ve Dünya Tarihi Bakımından Önemi
Türk Tarihi Bakımından
Hayat hikâyesini etraflıca gözden geçirdiğimiz Türkiye Cumhuriyeti‟nin yaratıcısı Gazi Mustafa Kemal Atatürk‟ün Türk Tarihinde, kendi dönemini olduğu kadar, sonrasını da derinden etkileyen, çığır açıcı bir yeri vardır. Bunları özet olarak gözden geçirmek, onun eserini ve Türk Tarihindeki unutulmaz yerinin anlaşılmasına kolaylaştıracaktır.
Ulu Öndere Türk Tarihi içinden son derecede seçkin bir yer sağlayan hizmetlerinden en başta geleni hiç süphesiz vatan kurtaran, millî bir kahraman olmasıdır. Yurdun dört bir yandan ve hatta içinden amansız saldırılara uğradığı her şeyin düşmanların insaf ve merhametinden beklendiği, milletin artık yaşama gücünü tükettiği zannedilen bir dönemde, o korkusuzca ortaya atılmıştır.
O Türk milletinin hür yaşama arzusuna ve vatan toprağı sevgisine güvenerek, boynunda İstanbul Hükümeti‟nin idam fermanı olduğu halde, Millî Mücadele‟yi hiç bir şeyden yılmayan iradesiyle organize etmiştir. O bitip tükenmeyen enerjisi, ileriyi görme ve sezme kabiliyeti, pratik ve berrak zekâsı, hiç bir şeyi tesadüfe bırakmayan kararlı hareketi, üstün komutanlık ve teşkilatçılık özellikleri, hayallere yer vermeyen gerçekçi tutumu, zaman mekân ve imkân faktörlerini en iyi birleştirme yeteneği ile Birinci Dünya Harbi‟nin galipleri olan süper devletlerin yürüttüğü istilâcı güçleri, kutsal Anadolu topraklarında boğarak son bağımsız Türk Devletini yok olmaktan kurtarmış milli bir kahramandır. Sadece bu muazzam hizmet Gazi Mustafa Kemal Atatürk‟ün Türk Tarihinde emsalsiz bir yer işgal etmesi için yeterlidir.
Vatan kurtarıcısı Gazi M. Kemal Ataturk‟ün eserine devamlılık ve sağlamlık sağlayan özelliklerden biri de onun “mümkün olan ile mümkün olmayanın sınırlarını” isabetle kestirmesidir. Nitekim zafer kazanan ordular Boğazlara akarken zafer sarhoşluğuna kapılmamış, durulacak yeri ve zamanı isabetle tayin etmiş, siyasî kariyerinin devamını Türklerle bir çatışmaya bağlayan Birinci Cihan Harbi‟nin galibi Lloyd George‟nin tahriklerine kapılmamış, ölçülü hesaplı tutumu ile onun devrilmesine ve iktidarı ebediyen kaybetmesine yol açmıştır. Atatürk barış masasında da gerçekçi ve ılımlı davranmış, toprak isteklerinde ölçülü bir yol tutmuş, buna karşılık “tam bağımsızlığına sahip bir devlet ve homojen bir vatan yaratma” konusunda titizlikle durmuştur.
Yeni devletin tam bağımsızlığına sahip olması için, bağımsız bir devlet anlayışı ile bağdaşması mümkün olmayan kapitülâsyonların kaldırılması gerekiyordu. Kapütilâsyonlar Lozan‟da çetin tartışmalardan sonra, barışın tahlikeye girmesi pahasına kaldırtılmıştır. Keza yüzyıllar boyu devletin iç işlerine yabancıların karışmalarına yol açan “Müslüman olmayan azınlıklar meselesi” sert bir nüfus mübadelesi ile çözüme bağlanmıştır. Böylece Osmanlı Devleti‟nin içini yüzyıllardır kemiren Anadolu‟nun bütünlüğüne gölge düşüren dış müdahalelere kılıf hazırlayan azınlıklar meselesi tarihe maledilmiştir.
Atatürk bu başarısıyla Anadolu vatanı etrafında birleşmiş, tam bağımsızlığına sahip, yeni ve gelişmeye elverişli bir devlet yaratmıştır. Onun zafer sonrası gerçekçi davranışı uzun ömürlü, güvene dayalı bir barış döneminin açılmasını sağlamıştır. Paha biçilmeyen bu uzun barış dönemi, yüzyıllardan beri bütün imkân ve enerjisini savaş meydanlarında tüketmeye mecbur olan Türkiye‟ye kalkınmak, gayretini halkının refah ve mutluluğuna yöneltmek, siyasi ve sosyal yapısını çağın gereklerine göre yeniden düzenlemek imkânını vermiştir. Günümüzün altmışbeş milyonluk çağdaş, Balkanlar, Ortadoğu ve Kafkaslarda etkin güç olmaya aday Türkiye Cumhuriyeti Atatürk‟ün sağladığı üç çeyrek asırlık barış döneminin eseridir.
Onun eserini ve şahsiyetini yücelten sadece vatan kurtarıcılığı ve tam bağımsızlığına sahip istikrarlı bir devlet kuruculuğu da değildir. O emperyalist devletlerin pençesinden kurtardığı vatanın ve yeniden kurduğu devletin sonsuza dek yaşayabilmesi için gerekli önlemleri de almıştır. “Atatürk ilkeleri veya Türk İnkılâbı” diye isimlendirilen bu tedbirlerin amacı, Türk toplumunu bir an önce, mümkün olan hızla, çağın medeniyetinin bir ortağı haline getirmektir. Daha öncede değindiğimiz gibi, Osmanlı devlet adamları 1718‟den beri devleti çöküntüden kurtarmak için Batı‟dan öncelikle askerî alanda, daha sonraları da kaçınılmaz olarak diğer alanlarda bazı şeyler almak zorunluluğunu duymuşlardı. Her devlet adamı kendi idrak çerçevesi içinde, “sınırlı alanlarda kalmak üzere” bazı yenilikler getirmişti. Ne var ki “alınanlar daimi yetersiz kalmış”, “Neyin alınıp neyin bırakılacağı”, tartışması ise Atatürk‟e kadar sürüp gitmiştir.
Üstelik yapılan yeniliklerle toplum içinde zamanla bir kültür ve müessese ikileşmesi, hatta rekabeti oluşmuştur. Atatürk bu kördüğümü vatan kurtarıcı milli kahraman olmanın ve tam bağımsız devlet kurmanın kendisine sağladığı “emsalsiz itibar” ile kökünde çözümlemiştir. Önceki bahislerde açıklandığı gibi, ona göre çağdaşlaşmanın bir tek yolu vardır. o da çağa hakim damgasını vuran çağdaş medeniyeti bilimi, kültürü, teknolojisi ile başka bir ifade ile “hayata ve dünyaya bakış” şekliyle topyekûn almaktır.
Bunun yolu bilim ve fenni rehber edinmekten geçmektedir. Bütün işlerinde olduğu gibi, Atatürk kararını verdikten sonra, bunu büyük bir enerji ve kararlılıkla uygulamış, kısa sayılabilecek bir süre içinde (on beş yıl) yaptığı köklü değişiklerle yurttaşlarını çağdaşlaşma yolunda kanalize etmiş ve onların, “yeni ve geniş ufuklara” yönelmelerini sağlayarak “Türk Rönesansı”nın kapılarını ardına kadar açmıştır. Geleceğin bölgesel gücü Türkiye bu oluşumun bir eseridir.
Atatürk yaptığı yeniliklerle yeni ufuklara yönelttiği Türkiye‟nin kendi öz değerlerinden kopmaması ve Batı‟nın ruhsuz bir kopyası haline gelmemesi, çağdaşlaşmanın millî değerlerle bezenmiş orijinal bir sentez haline gelmesi için de ciddi önlemler almıştır. Böylece çağdaşlaşma ile millî kimliğin daha bir belirginleşmesi, Türk kültürünün halk kaynağından beslenerek “kendi öz değer ve özellikleri” ile çağdaş medeniyet içinde lâyık olduğu yeri alması amaçlanmıştır. Bunu hayata geçirmek için Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Ankara‟da Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesini kurmuş, Halkevlerini harekete geçirmiştir.
Atatürk‟ün tarih araştırmalarına verdiği önemin bir sonucu olarak “vatan ile üzerinde yaşayan millet arasında bağlantı fikri”, Türk halkı arasında yerleşmiş ve bir “Anadolu vatanı” mefhumu Cumhuriyet kuşaklarını aynı yörüngede birleştiren bağlayıcı temel unsurlardan biri haline gelmiştir.
Ulu Önder yarattığı eser ile, iki yüz yılı aşkın bir süredir devam eden ve bir türlü başarıya ulaşamayan çağdaşlaşma çabalarının yarattığı eziklik, çaresizlik, güçsüzlük ve duyguları içinde bunalan halkı kendine olan güvensizlikten kurtarmış, başarılarıyla zengin tarihi ile iyi bir geleceğe yöneldiğine inandırmıştır. Onun Birinci Dünya Savaşı galibi olan süper devletlerle, onların uydularını “Mehmetçiğin süngüsü ile” dize getirmesi, yıllardan beri devam eden “Türkün ma‟kûs talihini” yenerek, dünün “hasta hasta adamından”, zinde, gelecek vadeden, yeni ve dinamik bir devlet yaratması, Türk halkında kendine ve geleceğe güven duyguları yaratmıştır.
Büyük Önder, kalın çizgiler halinde belirtilen bu hizmetleri ile Türk tarihinde unutulmaz seçkin bir yere sahiptir. Onun fikir ve düşünceleri yaşadığı sürece, ülkeyi yönetenler için birer esin kaynağı olmuşlardır. Bundan sonra da, aynı şekilde, ışıklı birer yol olacağına şüphe yoktur.
Dünya Tarihi Bakımından
Atatürk‟ün millî bağımsızlık ve çağdaşlaşma önderi olarak, süper devletlere ve onların destekledikleri uydularına karşı elde ettiği inanılmaz başarılar Latin Amerika‟dan Uzak doğuya kadar uzanan bir alanda heyecanla tutkuyla izlenmişti. Onun parlak başarıları sadece Türkiye için paha biçilmez bir değer olmakla kalmamış, özellikle bağımsızlık özlemi içinde bulunan veya gelişmekte olan ülkeler için bir ümit ışığı, değerli bir ilham kaynağı haline gelmiştir.
Emperyalist güçlere karşı, çok zor şartlar altında yürütülen Millî Mücadele “Felâketin bir nehir gibi aktığı” “bütün milletin ateşten bir çember içine alındığı” bir ortamda “bağımsızlığı için ölmeyi göze alan bir milletin başarısızlığının asla bahis konusu olamayacağı” inancıyla yürütülmüştü. Elde edilen adeta inanılmaz başarı, haliyle Atlantik’ten Çin Denizine kadar uzanan bir coğrafyada yaşayan esaret altında inleyen, horlanan toplulukları ayağa kaldırmış, millî bağımsızlık hareketlerine hız vermiştir.
Atatürk daha 1922 Temmuzun‟da Millî Mücadele‟nin mazlum milletler için ifade ettiği anlamı şöyle dile getirir: “Türkiye‟nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi namı ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye büyük ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır…”
O sömürge durumunda olan doğu toplumlarının yakın bir gelecekte özgürlüğe kavuşacaklarını daha 1930‟lu yıllarda, âdeta kehanet sayılacak şu sözlerle öngörür: “Şark‟tan doğacak olan güneşe bakınız. Bu gün, günün nasıl ağardığını görüyorsam, uzaktan bütün şark milletlerinin de uyanışlarını öyle görüyorum. İstiklâl ve hürriyetine kavuşacak çok kardeş millet vardır.
Onların yeniden doğuşu şüphesiz ki terakkiye ve refaha yönelik olacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün manilere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen istikbâle ulaşacaklardır. Müstemlekecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiç bir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hâkim olacaktır”
Nitekim Millî Mücadele, Afrika ve Asya‟da, Doğu‟nun Batı‟ya karşı ayaklanması, Asya‟nın Avrupa‟ya kafa tutması, baskı ve egemenlik altında tutulan halkların emperyalizme başkaldırışı olarak yorumlanmıştır. Bu etki, müslüman dünyasında ortak tarih, kültür ve coğrafyanın yarattığı bağlarla daha güçlü olarak hissedildi. Türk zaferi Tunus‟da, Cezayir‟de genellikle Kuzey Afrika‟da coşku ile karşılandı. Suriye ve Filistin‟in bazı şehirleri Türk bayrakları ile donandı ve camilerde dualar birbirini kovaladı.
Mustafa Kemal‟in ismi dillerde dolaşıyor, resimleri evlerin şeref köşelerinde yer alıyordu. Zaferi için şiirler kaleme alınıyordu. Türkiye olayları, kalabalıkları sokağa dökebiliyordu. İngiliz ve Fransız egemenliğinde bulunan yerlerde, “Yaşasın Türkiye” “Yaşasın Mustafa Kemal” haykırışları bağımsızlık özleminin bir ifadesi halini alıyordu. O artık yalnız Türkiye‟nin değil İslâm âleminin, hatta islâm olmayan esaret altındaki halkların bir kahramanıydı. O, Faslı Abdülkerim‟in, Tunuslu Habib Burgiba‟nın, Mısırlı Enver Sedat‟ın, Endonezyalı Ahmet Sukarno‟nun, Pakistan‟ın kurucusu Muhammed Ali Cinnah‟ın olduğu kadar, Hintli Pandit Nehru‟nun da derinden etkilendiği, hayranlık duyduğu bir millî bağımsızlık timsaliydi.
Atatürk‟ün İslâm dünyasındaki imajı, Medeni Kanunun kabulü, lâtin alfabesine geçiş, halifeliğin kaldırılması, devlet ve toplum hayatının laikleştirilmesi gibi, radikal islâmcılara ters düşen uygulamalara ve sömürgecilerin bütün olumsuz propagandalarına rağmen, devam etmiştir. Nitekim 1927‟de bir Mısır dergisinin, dünyada yaşayan en büyük yurtseverin kim olduğunu belirlemek için açtığı ankette, Mustafa Kemal, Mısır milliyetçilerinin önüne geçerek ilk sırayı almıştır.
Türk çağdaşlaşması, sadece millî bağımsızlık açısından değil, fakat skolastik düşünce tarzına karşı akılcılığın, medeniyetçiliğin hümanizmin İslâm alemindeki öncülüğünü yapması bakımından da etkili olmuştur. Bu özelliği ile Atatürk ilke ve inkılâpları, İran‟da Rıza Şah Pehlevi, Afganistan‟da Amanullah Han, Endonezya‟da Ahmet Sukarno, Mısırda Abdünnasır, Tunus‟da Habib Burgiba vs. için farklı nüanslar içinde ilham kaynağı olmuştur.
Üzerinde durulması gereken diğer bir nokta, Türk çağdaşlaşmasının değişik ve farklı kültür çevrelerinin çağa uyumları bakımından yol gösterici olmasıdır. Atatürk‟ün eseri, “Tarihi boyunca Batı kültürüne yabancı kalmış ve Hristiyan olmayan” toplumlara çağdaş medeniyete ulaşmanın modelini oluşturmuştur. Bu özelliği ile onların gelişmelerinde evrensel bir yer tutmuştur.
Batılı bilim adamlarına göre, Türk çağdaşlaşması, özellikle İkinci Dünya Savaşından sonra, Türk Tarihinin bir safhası olmaktan çıkmış, bağımsızlıklarını yeni kazanan ülkeler için politik sistem olarak Doğu ve Batı rejimleri arasında, bir alternatif değer oluşturmuştur. Bu özelliği ile Atatürk yolu, Türkiye sınırlarını aşmış, kıt‟alara mal olan evrensel bir nitelik kazanmıştır.
Daha önce değinildiği gibi, Atatürk‟ün üfulünün (vefatının) dünyada ve özellikle Asya ve Afrika‟da yarattığı derin yankılar, onun evrensel etkisinin en güçlü göstergesidir.
Özetle Türk çağdaşlaşması, sadece Türkiye için değil, fakat bağımsız olmak, çağdaş olmak ve bağımsız kalmak isteyen, çağdaş medeniyeti benimsemenin bir ölüm kalım meselesi olduğu bilincine varmış bütün milletler için, her bakımdan paha biçilmez bir ışıklı yol, evrensel bir değer niteliği taşımaktadır.
Sayfayı yazdırın