Atatürk’ün Hastalığı ve Ebediyete İntikali
Milli çıkarlar ve devlet işlerinde son derece titiz olan, hiç bir mazeret kabul etmeyen Atatürk kendi sağlığına gerektiği kadar özen göstermiyordu. Genellikle sağlık kurallarına uymak alışkanlığı yoktu. Yaşayış tarzının sağlığına verebileceği zararlara karşı kayıtsız kalmaktaydı. Geceleri çok geç yatmakta, bir mesele üzerinde durulduğunda aralıksız çalışmaktaydı. Büyük Nutku dikte ettirirken çalışanlardan bayılanlar olduğu halde, o ara vermeden dikte etmeğe devam etmişti. Okumaya meraklı olan Atatürk ilgi duyduğu bir kitabı ne kadar hacimli olursa olsun saatlerce okur bitirmeden bırakmazdı. Ancak 1937‟lere gelindiğinde, yorgunluk belirtileri ortaya çıkmıştı. Saçları azalmış, yüz çizgileri derinleşmişti. Burun kanamaları ve kaşıntılardan şikayetleri vardı.
Daha gerilere gidildiğinde, genç Mustafa Kemal‟in Manastır Askerî İdadisinde ciddi bir sıtma hastalığı geçirdiği bilinmektedir. Trablusgarp’a giderken at vurmasından İskenderiye‟de tedavi gördüğünü Salih Bozok’un anılarından öğreniyoruz. Derne savaşlarında gözünden yaralanmış ve Viyana’da tedavi görmüştü. Büyük Harp sırasında başlayan böbrek rahatsızlığı uzun süreler devam etmişti. Böbrek rahatsızlığı nedeniyle 1918‟de Avusturya‟da Karlsbad kaplıcalarında tedavi görmüştü.
Millî Mücadele esnasında da böbrek sancılarının devam ettiği, Sakarya öncesinde üç kaburga kemiğinin kırıldığı bilinmektedir. Cumhurbaşkanlığı döneminde, 1924 ve 1927‟de kalp rahatsızlıkları geçirmişse de gerekli tedavi sonucunda sağlığına kavuşmuştu. 1936‟da da soğuk algınlığı sonucu ateşli bir akciğer rahatsızlığı geçirmişti. Bu gelişmelere rağmen, yakınları onun gayet sıhhatli olduğu kanısındaydılar. Ancak 1937 başlarından itibaren Atatürk’ün durumunda yukarıda belirtilen rahatsızlıklar kendini göstermeye başlamıştı. Ancak bu belirtiler gerektiği gibi ciddiye alınmamış geçici tedbirlerle yetinilmişti.
Atatürk’ün rahatsızlığına ilk teşhisi koyan Yalova Termal Kaplıcaları Müdürü Dr. Nihat Reşat Belgerdir. 22 Ocak 1938‟de Dr. Belger kendisini muayene ettiğinde tereddüt etmeden teşhisini koyar. Kaşıntının sebebi karaciğer büyümesi ve sertleşmesidir. Olay yemek ve özellikle içmekle ilgilidir. Kesin tanı için özel doktoru Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp çağrılır. Onun da teşhisi aynıdır. Hastalık sirozdur Ciddi bir perhiz ve istirahat gereklidir.
Atatürk bir kaç gün dinlenir 1 Şubatta Gemlik Suni İpek Fabrikasını, 2 şubatta Merinos Fabrikasını açmak için Bursa’ya gelir. Fabrika açılışlarını yapar. Düzenlenen baloya katılır. Dans eder. Sarı zeybek oynar. Yorulur. Çıkışta geceleğin bir süre soğukta yürür. Ertesi gün Dolmabahçe sarayına döndüğünde bitkindir. Ateşlenmiştir. On günlük bir tedaviden sonra zatürre atlatılmıştır.
Ancak Ankara‟da Balkan Antantı toplantısı vardır. 25 şubat 1938‟de Ankara’ya yanında İsmet İnönü olduğu halde döner. Ankara‟da Balkan devlet adamları ile uzun görüşmeler yapar, şereflerine ziyafetler verir.
Bütün bu çabalar onu yormuştur. Hastalığının artması üzerine, 6 Martta Türk doktorları tarafından bir konsültasyon yapılmıştır. Fransa’dan da tanınmış uzman Prof. Dr. Fiessinger davet edilir. Fransız profesör teşhisi doğrular (28 Mart 1938). Fransız Profesör Atatürk’e “Büyük kumandan büyük harpler yaptınız. Muzaffer oldunuz. Ama bu işin kumandanı da benim. Siz bana tâbi olacaksınız, bana yardım edeceksiniz” der. Bu ifade Atatürk’ün hoşuna gider ve doktorun tavsiyelerine uymaya gayret eder.
Hastaya mutlak dinlenme ve perhiz öngörülmüştür. Hükümet ilk defa 30 Martta Cumhurbaşkanının hastalığı ile ilgili resmî bir bildiri yayınlar. Bildiride, Fiessinger‟in muayenesi sonucunda Atatürk’ün sağlığında endişe edilecek bir durum olmadığı ve kendine bir buçuk ay dinlenmenin yeterli görüldüğü belirtilir.
Ancak Atatürk Cumhurbaşkanlığı görevini aksatmadan yürütmek ve bilhassa kişisel bir meselesi gibi algıladığı Hatay sorununu sonuçlandırmak kararındadır. Fransa‟nın Hatay işini savsaklamasından rahatsızdır. Türkiye‟nin bu konudaki kesin kararlılığını göstermek için 20 Mayıs‟ta Mersin’de askerî birliklerin geçit törenini izler ve 24 Mayıs’ta Adana’da askerî birlikleri denetler, Ankara‟ya döndüğünde bitkindir. Ankara‟da sadece bir gün kalır. 26 Mayıs’ta İstanbul’a hareket eder. Bu artık Ankara‟ya dönüşü olmayan bir yolculuktur. Deniz havasının kendisine iyi geleceği ümit edilmektedir. Bu iş için güzel bir yat, Savarona alınmıştır.
29 Mayıs’ta yapılan muayenede karnında su toplanmaya başladığı görüldü. 1 Haziran‟da “…Bir çocuğun oyuncağını beklemesi gibi beklediği” Savarona yatına girer ve 25 Temmuz’a kadar orada kalır. Artık üzüntülü günler başlamıştır. Geminin içi yaz sıcağında kavrulmaktadır. Oraya buraya serpiştiren buzlar havayı serinletmeye yeterli değildir. 8 Temmuz’da Prof. Fiessinger 2. defa gelir. Gerekli uyarılarda bulunur. Mutlak istirahat önerisine rağmen, Atatürk, 9 Temmuz’da Savarona‟da Bakanlar Kuruluna saatlerce başkanlık eder, yorulur. Fiessinger 16 Temmuz’da 3. defa gelir. Hastanın durumu nazikleşmiştir. 24/25 Temmuz gecesi Dolmabahçe sarayına nakledilir.
Artık hastalığın üçüncü evresi başlamıştır. 31 Temmuz-8 Ağustos arasında Viyana ve Berlin‟den gelen profesörlerle Türk meslekdaşları Atatürk‟e konsültasyon yaparlar. Ancak hastalığa bir çare bulamazlar.
Hastalığına rağmen, Atatürk Saray‟da Başbakan, Bakanlar, elçiler, komutanları kabul ve ülke meselelerini sürekli takip etmekteydi. 3 Eylül 1938‟de Hatay Devletinin kuruluşunu “Cumhuriyet Hükümetinin bir başarısı olarak” coşkuyla kutladı. 5 Eylül‟de vasiyetini yazdı. Buna göre: “Sahip olduğu bütün para ve hisse senetleriyle Çankaya‟daki taşınır taşınmaz mallarını C.H.P‟ne terk ediyordu.
Ancak para ve hisse senetleri İş Bankası tarafından faizlendirilecek, her sene faizden yaşadıkları sürece adını saydıkları yakınlarına, kendi tespit ettiği miktar üzerinden belirli birer aylık verilecek, ayrıca İsmet İnönü’nün çocuklarına öğrenimleri için gerekli yardım yapılacaktı. Her sene faizden arta kalan miktar yarı yarıya Türk Tarih ve Dil Kurumlarına tahsis edilecekti.” Bütün taşınmaz mallarını, daha önce, hazineye ve belediyelere bağışlamıştı.
6 Eylül’de Prof. Fiessinger dördüncü defa gelmiştir. Hastanın durumu nazikleşmiştir. Karında toplanan su rahatsızlığı artırmaktadır. Karın ponksiyonu yapılarak, toplanan su dışarı alınarak Atatürk ferahlatılmıştır. 11 Eylülde düzenlenen raporda kesin istirahat öngörülmüştür. Ziyaretler sınırlı olacak. yatakta dinlenmeye devam edilecek her türlü yorgunluktan kaçınılacaktır.
Sonraki günlerde karında asit toplanması ilerlemiştir. Genel durumda çok yorgunluk ve takatsızlık vardır. Atatürk’ün çok arzu etmesine rağmen, 29 Ekim törenleri için Ankara’ya gitmek projesi, doktorlarca ertelenmiştir. 22 Eylül’de 2. defa ponksiyon yapılmış, karında biriken su dışarı alınarak büyük hasta ferahlatılmıştır. Sonraki günlerde de Cumhurbaşkanı sivil askerî erkânı kabul ile devlet işleriyle meşgul olmaya devam etmiştir.
Ne varki sinsi hastalık ilerlemekteydi. 16 Ekim akşamı ilk ağır koma gelir. Koma durumu 19 Ekime kadar devam eder. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği 23 Ekim gününe kadar sabah ve akşam günde iki defa sağlık durumunu belirten bildiriler yayınlar.
Atatürk komayı 20 Ekim‟de atlatır. Cumhurbaşkanının arzusu, mümkün olduğu kadar çabuk Ankara‟ya gitmek, eseri olan Cumhuriyetin 15. yıldönümü törenlerine katılmaktır. Fakat bu mümkün değildir. 29 Ekim‟de bağrından çıktığı orduya bir mesajla seslenir: “Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk Ordusu… Türk vatanının ve Türklük camiasının şan ve şerefini dahilî ve haricî her türlü tehlikelere karşı korumaktan ibaret vazifeni her an yapmaya hazır olduğuna benim ve büyük ulusumuzun tam iman ve itimadımız vardır.” sözleri ile ordunun bayramını kutlar.
1 Kasım 1938‟de TBMM toplantısının açış konuşmasını onun yerine Celâl Bayar okur. Yakınları ile son görüşmesi 6 kasımdadır. 7 Kasım’da kesin emirleri üzerine, karına 3. defa ponksiyon yapılarak su alınır. 8 Kasımda Atatürk tekrar ağır bir komaya girer. Saat 19 dolaylarında başlayan koma gittikçe ağırlaşır. Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği tekrar resmî bildiri yayınlamaya başlar. 9 Kasım 1938‟de saat 24‟de yayınlanan bildiride “umumî durumunun tehlikeli bir hal aldığı” vurgulanır. Nihayet 10 Kasım Perşembe günü sevgili Atatürk, kendisini tedavi etmeye çabalayan hekimlerinin gözyaşları arasında, saat 9.05‟te hayata veda eder.
Hükümet acı haberi millete bir bildiri ile duyurdu. “…Türk Milleti Ulu şefini, insanlık büyük evladını kaybetti. Milletimize içimiz yanarak bu tarife sığmayan ziyaından dolayı ve derin taziyelerimizi sunarız… Ölmez olan onun büyük eseri Cumhuriyet Türkiye’sidir… Bugün ayrılığına ağladığımız Büyük
şefimiz Atatürk, her vakit Türk Milletine güvendi… Ebedî Türk Milleti, onun eserlerini ebediyete kadar yaşatacaktır. Türk gençliği onun kıymetli emaneti olan Türkiye Cumhuriyetini daima koruyacak ve onun izinde yürüyecektir. Kemal Atatürk, Türkün tarihinde ve gönlünde daima yaşayacaktır”
Haber yurt içinde çok büyük üzüntü yarattı. Dünya da geniş yankılara yol açtı. Türkiye‟nin millî kahramanının tabutu, 16 kasım‟da Dolmabahçe Sarayında hazırlanan katafalka konuldu ve halkın ziyaretine açıldı. Sonsuz acılar içinde kıvranan halk, kurtarıcısı olan Atasına saygısını, bir insan seli şeklinde hıçkırıklar ve gözyaşlarıyla dile getirdi.
19 Kasım’da kılınan cenaze namazından sonra Ulu Önderin tabutu 12 general tarafından top arabasına alınarak önce Zafer torpidosuna sonra Yavuz zırhlısına aktarıldı. Büyük Önderin naaşını 101 tane top atışı ile selâmlayan Yavuz, şerefli emaneti İzmit’te özel trene aktardı. Yol boyunca halkın gözyaşlarıyla uğurladığı tren, 20 Kasım günü Ankara garında yeni Cumhurbaşkanı İsmet İnönü ve hükümet erkânı tarafından törenle karşılandı. Ankara, kaderini değiştiren ebedî şefini, 101 tane top atışıyla selâmladı.
Atatürk’ün tabutu Türkiye Büyük Millet Meclisinde hazırlanan katafalka konuldu. Silâh arkadaşları, general, subay ve askerlerin tazim nöbeti tuttukları katafalkın önünden başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, Ankaralılar saygıyla geçtiler. Atatürk’ün naaşı 21 Kasım‟da görkemli bir törenle, Etnografya Müzesinde hazırlanan, geçici kabre yerleştirildi. Törende görülen manzara çarpıcıydı.
Atatürk yedi düvele karşı milli bağımsızlık bayrağını dalgalandırmış, sömürgecilere karşı savaşmış, esir milletlerin ümidi haline gelmişti. Şimdi ise, millî bağımsızlık ve çağdaşlaşma önderinin tabutunun arkasında, dünyanın dört bir tarafından gelen temsilciler yer almışlardı. Bunlar arasında faşistler, demokratlar, naziler ve komünistler yan yana saygı yürüyüşüne katılmışlardı. Sonu gelmez acılar içinde kıvranan Türk halkı ise, her kesimi ile kahramanının tabutunu, hıçkırık ve gözyaşlarıyla istirahatgâhına uğurlamaktaydı.
Türk halkının bu derin acısını ve ebedi şefine olan minnet ve bağlılığını, 11 Kasım‟da oy birliği ile Cumhurbaşkanı seçilen İsmet İnönü, 21 Kasım 1938 tarihli bir bildiri ile dile getirdi: “…Devletimizin bânisi ve milletimizin fedakâr, sadık hadimi (hizmet edeni); İnsanlık idealinin mümtaz siması; Eşsiz kahraman Atatürk; Vatan sana minnettardır. Bütün ömrünü hizmetine verdiğim Türk milleti ile beraber senin huzurunda tâzim ile eğiliyoruz.”
Ulu önderin naaşı, daha sonra, 10 Kasım 1953‟te Etnografya müzesinden alınarak ebedî istirahatğahı olan Anıtkabir’e, yine görkemli bir törenle nakledildi.
Atatürk’ün Ölümünün Türkiye Dışındaki Yankıları
Atatürk‟ün üfulü, Türk milletini sonsuz elemlere gark ederken, bütün dünyada derin yankılar uyandırdı. Bunun sebepleri nelerdir? Neden dünyanın uzak köşelerinde bile onun ölümü yankılar yaratmıştır?
Çünkü Atatürk, adeta inanılmaz ölçüde olumsuz koşullar içinde, dünyanın en güçlü devletlerine karşı bağımsızlık bayrağını açmış ve emperyalist güçleri dize getirmiş, ülkesini tam bağımsızlığa kavuşturan millî bir kahramandı. Bu niteliği ile o, esaret altındaki Asya ve Afrika ülkeleri için, bir yol gösterici, bir ümit ışığı haline gelmişti. Diğer taraftan o, istilâdan kurtardığı ülkesinin bir daha aynı duruma düşmemesi, canı ve kanı pahasına elde ettiği bağımsızlığını sonsuza kadar koruyabilmesi için “Batıya rağmen, Batılaşma”, bir başka deyimle çağdaşlaşma yolunu açmış ve Türkiye‟yi onbeş yıl içinde, her bakımdan tanınmayacak kadar değiştirmiş, çağdaş bir devlet haline getirmişti. Ayrıca barış ve istikrara dayalı gerçekçi bir dış politika ile Türkiye‟yi düşmanı olmayan bir ülke konumunda bırakmıştı. Eseriyle
milli bir kahraman, modern bir devlet kurucusu, ileri görüşlü bir reformatör ve “Yurtta barış, dünyada barış” politikasının güvenilir bir uygulayıcısı olarak dünyanın saygısını kazanmıştı. Dolayısıyla Atatürk‟ün elim kaybı dünyanın her tarafından sesler getirmiştir.
Yabancı devletler Türkiye’nin acısını, resmi kanallardan mesajları ve onun cenaze törenine gönderdikleri şahsiyetler ve askerî birliklerle paylaştılar. Ama esas yankılar Medya sivil toplum örgütleri ve kişisel mesajlarla kendini gösterdi. Gazete ve dergiler Türkiye’nin millî bağımsızlık ve çağdaşlaşma önderinin özelliklerini haber, yorum röportaj ve resimlerle okuyucularına tanıttılar.
Fransa’da Paris gazetelerinde 22 Haber, 25 makale ve 26 resim yayınlandı. Gazeteler, genellikle Atatürk‟ün ülkesine olan hizmetlerine anlatmakta, özellikle Onun Türkiye’yi kapitülâsyonlardan, Batı emperyalizminden ve ortaçağ kurumlarından kurtarıp çağdaş laik bir devlet kurmasını vurgulamaktaydılar. Bu amaçla Türkiye’de hizmet etmiş olan Fransız diplomat ve gazetecileriyle röportajlar yapmışlardı. Bunlardan Kont Sforza ile yapılanı ilgi çekiciydi. Çünkü Sforza, mütareke döneminde İstanbul‟da İtalya Yüksek Komiseri olarak bulunmuştu ve Atatürk‟ü oldukça yakından tanıyordu. Daha o zamandan Atatürk‟ün başarı kazanacağını öngörmüştü.
Röportajda Onun amacının Batıyı taklit etmek değil, Batıya karşı kendisini savunmak olduğunu, isabetli olarak değerlendirmiştir.
Gazete yayınları taşrada da devam etmiştir. Büyük elçilikte açılan defteri, Fransa‟nın ileri gelen devlet adamları, kordiplomatik ve yüzlerce kişi imzalamışlardı. Paris’teki elçilikler bayraklarını yarıya indirmişlerdi. Bu başsağlığı dileklerinin en ilgi çekenleri Fransız kolonilerinden gelenlerinkilerdi. Cezayir’den, Tunus’tan hatta Madagaskar’dan gelen mesajlar “en muzaffer evladını kaybeden kardeş milletin acısını” paylaşmaktaydılar. Suriye Gazeteleri de Gazi’yi Doğu’nun en büyük siması olduğunu belirtiyor onun cesaret ve enerjisini övmekteydiler. Suriye Başbakanı Paris‟te Büyükelçiliği ziyaretle milli mateme candan katıldıklarını beyan etti.
İngiltere’de ise, Kral ve hükümet dostluğuna büyük önem verdikleri Türk milletinin uğradığı onarılmaz kaybı dolayısıyla en samimi başsağlığı dileklerini Ankara’ya ulaştırdılar. İngiliz Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı da “kederimize bütün kalpleriyle iştirak ettiklerini” Atatürk’ün ölümüyle “Türkiye’nin büyük bir şef, cihanın harikulâde beynelmilel bir sima, İngiltere’nin büyük bir dost kaybettiğini” vurguladı.
Ölüm haberi üzerine, Türkiye‟nin Londra Büyükelçiliği, taziye telgralarıyla dolup taştı. İlk telgraf emekli general Harington‟dan gelmişti. Mütareke döneminde İşgal kuvvetlerine başkomutan olan general, İngiliz devlet adamlarının aksine sağukkanlı davranışıyla barışa katkıda bulunmuştu. Kendisine büyük sevgi beslediği Büyük Lider ve Devlet Adamı Atatürk‟ün kaybı dolayısıyla en içten sempatilerini bildiriyordu. Büyükelçiliğe gelen mesajlar arasında çeşitli şirketlerin, bankacıların, İngiltere’deki Musevî cemaatinin, Londra‟daki misyon şeflerinin, İngiliz halkının, üniversite öğretim üyelerinin, Birinci Dünya Savaşı’nda Türkiye’ye karşı savaşmış olan İngiliz ve Avustralyalı askerlerin taziye dilekleri gibi, her kesimden pek çok mesaj gelmişti. Mesaj sahipleri Atatürk’e olan saygı ve hayranlıklarını dile getiriyorlar ve Türkiye’nin derin acısını paylaştıklarını ifade ediyorlardı.
İngiliz Dominyonları da, Avustralya, İrlanda, Kanada, Yeni Zelanda ve Güney Afrika Birliği de Türk Hükümetine başsağlığı dileklerini ulaştırdılar. İngiltere, büyük ölünün cenaze töreninde, Çanakkale’de Anzak kolordusu komutanı olan ve savaşta bir bacağını yitiren Mareşal Birdwood ile bir askerî birlik tarafından temsil edilecekti.
Atatürk‟ün ölümü İngiliz basınında da geniş yankılara yol açtı. Sayısı yüzlere varan makalelerde onun hayat hikayesini vermekle ve onun ulusuna verdiği hizmetleri saymaktaydılar. Bunlar arasında özellikle“Ankara Aslanı”nın karakter yapısı, asker, organizatör ve yönetici olarak askerî ve siyasî başarıları milliyetçiliği, vatanını zor şartlar altından bağımsızlığa kavuşturması, millet adı olmayan çürümüş bir devletten, güçlü kendine güvenen bir devlet yaratması, inanılmaz reformları ile hanedan ve halifeliği kaldırması, şeriat kanunları yerine laik kanunların konulması, kadınların kafesten kurtarılıp toplum hayatına kazandırılması, bin yıllık alfabeyi değiştirerek kolay öğretilen latin alabesini getirmesi, özetle yaptığı inkılâplarla Türkiye‟yi tanınmayacak kadar değiştirmesi laik, çağdaş bir yönetim oluşturması, bölgede bir barış ve istikrar yaratması vurgulanıyordu. Gazeteler “hiç kimsenin onun kadar büyük saygı ve derin hayranlık yaratmadığını, Atatürk’ün ölümüyle İngiltere’nin candan bir dost kaybettiğini ”yazmaktaydılar.
Atatürk‟ün ölüm haberi İngiliz imparatorluğunun her tarafında yankılanmıştır. Sadece Malta adasında yayımlanan makale ve haberlerin toplamı 43‟e ulaşmıştı. Kıbrıs‟da Türk ve Rum gazeteler duydukları derin üzüntüyü dile getirmişler, konsolosluklar bayraklarını yarıya indirmişlerdi. Seylan adasında Yeni Zelanda da saygı dolu yazılar kaleme alınmıştı.
İngiliz İmparatorluğu içinde Ulu Önderin ölümünden en fazla üzüntü duyan Hindistan yarımadasında yaşayanlar olduğu anlaşılmaktadır. Bugünkü Pakistan, Bengladeş ve Hindistan’ı kapsayan bu bölgede yaşayan halk, onu “Bağımsız Türkiye’nin yaratıcısı, Asya‟nın kahraman Milliyetçilik Havarisi” olarak benimsemişlerdi. O yaptıkları ile yalnız Türkiye‟ye değil, fakat bütün Asya halklarına da büyük hizmetlerde bulunmuş, ülkesinde yaptığı reformlarla Asyalılara da ilerleme ve bağımsızlık yolunu göstermişti. Atatürk‟ün ölüm haberiyle Hint halkı adeta şok geçirmişti. Hint halkı yas tutmuştur. Ücra kasabalarda bile, çalışmalar tatil edilmiş, 18 Kasım günü bütün Hindistan’da “Kemal günü” olarak anılmıştır. “Milliyetçiliğin babası”, “çağın en büyük kahramanı”, “Asya’nın kurtarıcısı”, “bütün Doğu’nun iftihar kaynağı” ve “milliyetçiliğin gerçek ruhu” için samimi gözyaşları akıtılmıştır.
Millî bağımsızlık ve çağdaşlaşma Önderinin kaybı komşu ülkelerde de yankılar uyandırdı. Yunan resmî makamları ve basın Türkiye’nin acısını paylaşmıştır. Gazeteler ortak bir dille, Atatürk’ün kaybını Türkiye için olduğu gibi, dünya içinde bir talihsizlik olduğunu vurgulamışlardır. Bulgar basını, Romen basını Macar basını onun eserini, kişiliğini yücelten makaleler yayınlamışlardır. Komşu İran’da ise bir ay resmi matem ilân edilmiştir. Afganistan, Lübnan içten üzüntülerini dile getirmişlerdir.
Özet olarak verilen bu bilgilerden anlaşıldığı gibi, Atatürk’ün ölümü Türkiye içinde bir dönüm noktası görüldüğü gibi, dünya içinde büyük bir olay olarak algılanmış, insanlığın bir kaybı olarak değerlendirilmiştir. Özellikle esaret altındaki Afrika ve Asya toplumları, Onun üfulünü, kendilerinden bir kahramanın kaybı olarak görmüşlerdir. Atatürk’ün üfulünun dünyada özellikle Asya ve Afrika‟da yaşattığı yankılar, onun evrensel etkisinin en belirgin göstergesi olmuştur.
Sayfayı yazdırın