hizmetleri – Ataturkicimizde.com http://ataturkicimizde.com Bir Mustafa Kemal Atatürk sitesi Mon, 28 Oct 2019 13:35:20 +0000 tr-TR hourly 1 https://wordpress.org/?v=4.9.11 http://ataturkicimizde.com/wp-content/uploads/2018/09/cropped-512512-1-32x32.png hizmetleri – Ataturkicimizde.com http://ataturkicimizde.com 32 32 Atatürk’ü dine düşman göstermek isteyenlerin niyeti http://ataturkicimizde.com/ataturku-dine-dusman-gostermek-isteyenlerin-niyeti/ http://ataturkicimizde.com/ataturku-dine-dusman-gostermek-isteyenlerin-niyeti/#comments Wed, 03 Jul 2019 13:56:05 +0000 http://ataturkicimizde.com/?p=8161 Atatürk’ü dine düşman göstermek isteyenlerin niyeti Ulu önder Atatürk, muhafazakar bir anneden dünyaya gelmiş, namuslu bir tüccarın oğlu, çocukluk ve gençliği zor şartlar altında ve...

Bu yazı Atatürk’ü dine düşman göstermek isteyenlerin niyeti ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
Atatürk’ü dine düşman göstermek isteyenlerin niyeti

Ulu önder Atatürk, muhafazakar bir anneden dünyaya gelmiş, namuslu bir tüccarın oğlu, çocukluk ve gençliği zor şartlar altında ve çokça zulüm çetelerinin baskıları altında ve dahi kaybedilen savaşlarla geçmiş, erken yaşta asker ocağına dahil olmuş, sayısız savaşa katılmış, onlarca cephede çarpışmış, kahramanlığına ve askeri dehasına kimsenin söz edemeyeceği şekilde hiç savaş kaybetmemiş, milletinden aldığı güçle hareket eden, araştırmacı, öngörülü, milletine aşık, sivil hayatta da dehası ve doğru kararları ile başarıya ulaşmış, ilkeleri ve hedefleri ile ölümsüzleşmiş bir kahraman asker, önder, vatansever ve iman adamıdır.

Mektuplarına Allah’ın adını anmadan başlamayan, duaları eksik olmayan, kritik kararlar öncesi Allah’tan yardım dileyen, meclisi dahi mübarek güne denk getirip dualarla ve Kur’an okumalar ile açan Mustafa Kemal Atatürk … çoğumuzdan da çok daha dindar ve mü’mindir.

Öncelikle Allah’a inanan, şirk ve şeytana asla boyun eğmeyen, Hz. Peygamber’e derin saygı duyup O’nun hayatını ve savaşlarını detayına kadar inceleyen, sözleri ve demeçleri ile Hz. Peygamber’i sürekli yücelten, İslam’ı yeniden Kur’an mihverine oturtmaya çalışan, İslam’ı yaban otları dediği hurafe ve arap örflerinden temizlemeye gayret eden, dini tanıtmak-sevdirmek-anlaşılır kılmak için meal ve tefsir hazırlatan, diyanet işleri başkanlığını bizzat kurduran Atatürk, dine verdiği hizmetler ile çok yüce mevkilerdedir.

Her biri cihat sayılacak sayısız sefer ve savaşa katılarak canını vatan ve din uğruna ortaya koyan Atatürk, bu inancıyla da hem rüştünü ispat etmiş ve hem de ulusuna bağımsız ve korkusuz ezan sesleri dinlemeyi nasip etmiş birisidir.

Onarttığı, inşa ettirdiği, yapımına maddi destek sağladığı camilerin sayısı belli bile değildir.

Bizzat hutbe verecek kadar alim, Kur’an okuyuşlarındaki yanlışları tespit edebilecek kadar bilgili olan Atatürk, dinciliğe ve dinden menfaat sağlamaya kalkmayan, ibadet ve amellerini gizlice ve sadece Allah rızası için yerine getiren, noksan olsa da ibadeti inkar etmeyen, akıl ve bilimi rehber gösterse de asla dini ve imanı yok saymayan bir karakter ve ruh haline sahip kurucu liderdir.

İşgal kuvvetlerinin zulüm ve baskılarına, sarayın ve içteki hainlerin işbirlikçi gafletlerine rağmen, hakkında verilen idam kararına dahi aldırmadan vatan ve hürriyet uğruna canını ortaya koyan bu insana yakıştırılan din düşmanı ifadesi elbette boşuna değildir.

Elbette on üç yıl boyunca masonluğun, tüm teşkilleriyle başını kaldıramamasına sebep Atatürk’ten birilerinin rahatsız olması gayet normaldir.

Atatürk’ü din düşmanı gösterme gayretinin temelinde de işte bu yukarıdaki hususlar yatmaktadır. Oysa onlar dahi çok iyi bilmektedir ki Atatürk bir Kur’an mü’minidir, ibadeti noksan veya az olsa da imanı tamdır, Allah sevgisi ve korkusu hepimizden de yücedir.

Kaldı ki muzaffer olan Türk Ordusunun tüm savaşlarında, inkılapların başarılmasında Yüce Allah’ın yardımı vardır ve Allah imanlı kulu Atatürk’e ve dava arkadaşlarına yardım etmiş, muzaffer olmalarını dilemiştir.

Bunun aksi olsaydı, Atatürk din düşmanı bir zalim olsaydı Yüce Allah yardım etmez, Atatürk’le beraber bütün ulusu da işgalci güçlerin eline bırakır ve tecavüzler, işkence ve zulümler bitmez, karanlıklar dağılmaz, Türk milleti aydınlık medeniyet seviyelerini yakalayamazdı.

O’na sırf hilafeti ve saltanatı kaldırdığı için düşman olan sayısız insan vardır. Yine tekke ve zaviyeleri kapattığı, eğitimi millileştirdiği, dini sistemsel vaziyette devlet kontrolüne aldığı için de O’ndan nefret eden pek çok insan vardır. Maalesef bu insanların çoğu … art niyetlidir.(!)

Atatürk’ü itibarsızlaştırmanın siyasi, askeri, mali, sanatsal, idari vs. hiçbir yolu yoktur. Bu yazı kapsamındaki iftiralar ise kanması nispeten kolay olan cahil halk kitlelerinin, her zamanki gibi dinlerini suistimal ederek ve ayetleri saptırarak, din elden gidiyor naraları ile yapılmış oynamalardır.

Kurduğu mecliste vekillerin neredeyse üçte biri din adamıyken, sayısız din adamını istiklal mahkemelerinin yargılamasından kurtarmışken, Mehmet Akif Ersoy’un dahi takdirini kazanmışken, kanaat önderlerinden tam not almışken, ezan ve mevlütleri, hatta ibadetleri ana dilde yaptırdığında tüm din alimlerinin onayı alınmışken, O’na reva görülen bu sahte düşmanlıklar en büyük haksızlıktır.

İşte Atatürk düşmanlığı yaratmak isteyenlerin maksat ve temennileri …

BÖLÜCÜLÜK VE İHANET

Tamamına yakını Türk ve Müslüman olan bu Ulusu, Atatürk (laiklik) ve din (şeriat) olarak ikiye bölmek arzusu, yobaz zihniyetin damarlarında dolaşan şeytani bir arzudur. Bu kutuplaştırma ve bölme arzusu ise evvela dini bölmek, iman kardeşliğine zarar vermek ve ulusu etnik kökenlere göre ayrıştırıp, bireyleri ve toplumları diğerine düşman etmektir ki kökten yanlıştır.

Kaldı ki liderler ve kahramanlar yaptıkları hizmetler ile anılır ve fakat dini inançları yönünden sorgulanamaz. Çünkü din vicdan meselesidir, kişiseldir, Allah ile kul arasındadır, dinde zorlama yoktur.

Dış güçlerin hayal ve arzuları istikametinde davranan bir kesimin ısrarla ve yalan yanlış beyanlarla bu düşmanlığı körüklemeye çalışmasındaki gaye, sistemle sorunları olan dış güçlerin ülke üzerindeki emellerine hizmet etmekten öte bir şey değildir.

Yurdu savaşlarla ele geçiremeyen düşmanların, işbirlikçilerin ihanetleri ile ele geçirmek istemesi onlar adına doğal karşılanabilirse de, yurduna ve dinine saygılı kimselerin bu ihaneti kabul edilir bir şey değildir.

PARASAL RANT VE SİYASAL KAZANIMLAR

Atatürk düşmanlığı ardındaki en büyük etken şüphesiz O’nun hayata geçirdiği sistemi yıkmak arzusudur ki bu sistem kurumsallaşmış haliyle demokratiktir, laiktir, sosyaldir, hukuka dayalıdır. Ülkenin yönetim şekli Cumhuriyet’tir, vatan sınırları bellidir, bayrak Ay yıldızlı şanlı Türk bayrağıdır, dili Türkçe’dir.

İşte bu değişmez sistemi hayata geçirenlere düşmanlık etmenin ardındaki gerekçe bu yapısal sistemi bozmak, evvela kaos yaratıp halkı bölmek ve acılara sevk etmek, sonra bir umutla maziye dönüşü temin etmektir. Yine siyasi olarak bilhassa sağ kesime ve sözde Türk Milliyetçiliğine sempatik görünmek arzusu da bu yanlışta büyük etkendir. Maalesef bu gayret başarı kaydetmekte ve çokça taraftar toplayabilmektedir. Çünkü maddi çıkar ve mevki elde etmek hırsındaki kesim birilerini din ile sorgularken, dine aykırı davranmayı umursamaz haldedir ve bu cehalet sağ ve sol arasında derin uçurumlar yaratmaktadır.

Oysa Atatürk, savaş sonrası mübadelede Türk kelimesi yerine Müslüman ifadesi kullanacak kadar inançlı birisidir. Gagavuz Türklerinin Türkiye’ye göç etmesine, “Müslüman değiller” diye karşı çıkan O’dur. En önemlisi, Vehhabi Suudi Kralının, Hazreti Muhammed’in mezarını kaldırma kararına, “Peygamberimizin mezarına dokunursan, ordumla beraber aşağı inerim” diyen O’dur ki, bu bilgiyi Türkiye ile paylaşan namazlı-abdestli Prof. Nevzat Yalçıntaş’dır.

Camilerde cuma günleri okusun diye, toplumsal meselelere dini yaklaşımları konu alan pek çok hutbeyi (51 adet) hazırlatan da yıllarca okutan da O’dur.

CEHALET VE KUR’AN’SIZLIK

Atatürk düşmanlığının sisteme ihanet ve maddi beklentili dincilik gayretlerinden de önce en büyük sebebi cehalettir, Kur’an’a yabancı olmaktır. Bu yüzden dinci tayfa Kur’an’ın anlaşılarak okunmasına karşıdır, bu yüzden Atatürk Kur’an’ı meal ve tefsirler halka tanıtıp sevdirmeye çalışmıştır.

Çünkü kitleler ayetlerin hükmünü anlamaya başladığı anda din tacirlerinin ekmek kapısı kapanacak, işbirlikçi hainler ile dış güçlerin hayalleri suya düşecektir.

Kitleler ayetlerde yazılı emir ve yasakları hazmettiği anda adaletsizlik, haksızlık, liyakatsizlik, haram ve günah, şirk ve küfür tanınır olacak, yanlışta ısrarlı kitleler batılı terk edip hak olana yönelecek, aldatılmalar son bulacak ve kan emici dincilerin münafıklık maskeleri düşecektir.

Atatürk’ün halkı bu uyandırma isteğinden ziyadesiyle rahatsız olan dinci tayfanın doğal olarak müracat edeceği yol, O’nu dine düşman göstermeye çalışmaktır ki bu sayede gayretleri toplumda yer bulamasın.

Maalesef yeterli alt yapıya sahip olmayan kitleler, dine hizmet ile dine düşmanlık kutuplarını tam zıt yaşamakta ve kanmaya devam etmektedir. Hilafeti kaldırıp laikliği sistemsel hale getiren Atatürk ve dava arkadaşlarına sanki yanlış yapmış gibi cephe almak, Kur’an’dan habersiz olmanın da ispatıdır.

ATATÜRK’Ü ŞİRK İLE BAĞDAŞTIRMA YANILGISI

Yine cehaletle kol kola bu husus çokça mühimdir ki dinci tayfa, Atatürk’e saygı için sunulan bir çiçeği kurban tanımına sokmaya, O’na gösterilen minneti şefaat ummaya benzetmeye çalışmaktadır. Oysa Atatürk ne evliyadır, ne Peygamber ve ne de İlah. O sıradan bir insandır, beşerdir, O’na duyulan saygı ve minnet dini değil vatani bir meseledir.

O’na saygı ve sevgi beslemek, bağımsızlık ve egemenliği tesis ve idame ettiren bir lidere şükrandır.

O’nun dini bir vasfı olmadığı için de O’ndan kimsenin şefaat, hayır veya dua beklentisi yoktur. Bunun aksini iddia edenlerin işin doğrusunu bildiğine şüphe yoktur ama kandırdıkları halk kitleleri bu yalana kanmakla bir demet çiçeği, ilahlara kurban adamak olarak kabul ettiği müddetçe de gerçeği bulamayacak ve maalesef Atatürk düşmanlığı sonlanmayacaktır.

Atatürk’ün Allah’ın sevdiği bir kul olduğu muhakkak ise de O’na dini bir takım mertebeler yakıştırmak doğru değildir. Bu sebeple O’nu bir kahraman liderden ötelere taşımak ne denli sakıncalı ise, O’nu sözde aydın kesimin ilah gördüğünü iddia etmekte o denli yanlıştır.

Lakin bugün din alimlerinin bir kısmında bile bu yanılgı vardır. Komik olan Atatürk’e sunulan bir demet çiçeği ilahlara adanmış kurban olarak tanımlayanlar, yaşayan bir takım insanların söz ve düşüncelerini tartışmasız kılarak, o kimseler önünde düğme ilikleyerek ve onların hoşnutluğunu arayarak, onlardan medet umarak, onlardan rızık bekleyerek asıl şirk’e tabi olmaktadır.

Trajikomik bu meselenin doğrusu şudur ki Allah’tan başka ilah yoktur, son Peygamber Hz. Muhammed (sav) dünyaya gelmiş ve ahirete göçmüştür, başkaca Peygamber gelmeyecektir.

ATATÜRK MİLLİYETÇİLİĞİNE DÜŞMANLIK

Arap örflerine duyulan katıksız ve tartışmasız sevginin temelinde, cahil ve aşiret mantığına dayalı bir kavimsel devlet yaratmak arzusu vardır. Bu arap örfçülüğü o denli güçlüdür ki uydurma hadislerin neredeyse beş milyonu, din diye pazarlanan inançların yarıdan fazlası ‘Arap olmayanların cennetlere giremeyeceği’ tezine dayalı vaziyettedir.

Arapçanın, vahyin üzerine çıkartılmasında da bu mantık vardır ki zaaf akıl ve bilimi inkar edip, teknolojiyi reddedip eski ilkel metodlara dönmek suretiyle Asr-ı Saadet huzurunu yakalamak yanılgısındadır.

Oysa cennetlere sadece iman edenler girecektir, kutsal olan arapça değil vahyin kendisidir, akıl ve bilim Kur’an’ın emridir, Kur’an’ın savaşı zulümledir ki cehalette bir zulümdür.

Atatürk milliyetçiliği işte bu arap örfçülüğüne düşmandır ve Türklüğün kaybedilmiş değerlerini yeniden hatırlatarak dev bir ulusu uyandırmıştır. Bu uyanıştan rahatsız olanların, bu uyanış sürdüğü müddetçe Türk’ün bileğini bükemeyeceklerini anlayanların gayesi milliyetçiliği Türklük yerine Arapçılık mihverine oturmaktır.

Oysa Anadolu İslam’ı ile Ortadoğu İslam’ı arasında devasa bir fark vardır ve bu laiklik anlayışıdır.

Çünkü laiklik dini esas alır ve vicdanlara bağlarken, devleti medeniyet yolcusu ve aklın önderliğinde bir yapıya ulaştırmayı hedef alır. Bu yapılırken de tüm halkın eşit ve aynı haklara sahip olmasını değişmez kural olarak belirler, yasalara herkese eşit uygular, din ve devlet işlerini birbirinden ayırır, azınlıkların inançlarını da garantiye alır, dini suiistimallerin ve yanlış dini bilgilerin önünü tıkar.

Laik olmayan ve arap kültür-örflerine bağlı Ortadoğu İslam’ı ise Türklüğün saygın değerlerinden uzak, Allah sevgisinden ziyade Allah korkusuna dayalı, siyasal ve hatta ılımlılaştırılmış bir dindir, şekilcidir, muhabbet ve samimiyetten uzaktır. Türklerin tasavvuf kültüründen uzak olan bu dini anlayış bu sebeple terör üretmeye de, tarikatlaşmaya da, kişilerin üstünlüğünü kabul etmeye de, mezhep ayrılıkları için devletlerarası savaşlar çıkartmaya da gayet meyillidir.

Bu sebeple Atatürk milliyetçiliğine düşman olmanın ardındaki maksat işte bu arap milliyetçiliğini özendirmek ve dini de sadece Araplara has kılmak ve bu suretle Türklüğü unutturmak arzusudur.

İSRAİLİYAT’TAN HABERSİZLİK

Siyonizm, dişlerini ve tırnaklarını çoktandır ulusların ve bilhassa ulus devletlerin sırtına geçirmiş vaziyettedir ki tezgahladıkları yeni dünya düzeni sistematiğinde ulus devletlere (ve onların liderlerine, fikirlerine) yer yoktur, laik, örnek ve güçlü bir Türk devletine yer yoktur, şeytani fikirlerini din diye sunmak arzusundaki siyonistlerin Kur’an İslam’ına asla tahammülleri yoktur.

Bu sebeple de Türk ve İslam olan bir devlet, Atatürk ilkelerine bağlı çağdaş ve aklı rehber edinen bir ulus, tek vatan ve o vatanın bölünmez bütünlüğüne sadık vatandaşlar, onurla dalgalanan şanlı bayrak siyonist hayalcilerin en son isteyeceği şeydir.

Yazık ki gerek yabancı olan ve gerekse siyonist dolarlarla satın alınan yerli hainler eliyle Cumhuriyet ve İslam delik deşik edilmeye çalışılmakta, masonik görüş maske ile dolaşıp dost görünürken, yandaşları ile birlikte devletin ve inançların altını oymaktadır.

Acı olan ise siyonizmi hala tanımayanların, siyonizme çoktandır esir oluşları ve yahudileştiklerinin farkına dahi varamayışlarıdır.

ÖZET

Atatürk düşmanlığı suni bir projedir, dış kaynaklıdır, batıl ve yanlıştır, gerçeklerle alakası olmayan bir uydurma, maksatlı bir gayedir.

Kullar ve toplum Kur’an’a yakınlaştıkça bu gerçeği daha iyi anlayacağı için de asırlar boyu Arapçaya mahkûm edilmiştir.

Atatürk hepimizden de Müslümandır, güzel bir mü’mindir.

O’nun tüm dünyada dine hizmetlerinin son iki asırdır çeyreğini dahi hayata geçirebilen lider yoktur.

Cehalet, ihanet, menfaat beklentisi, Arapçılık sevdası, hilafet ve saltanat aşıklığı, siyonizm zehirleri, menfaat beklentisi veya başka suretle olsun, Atatürk’ün tüm inanç ve amellerine rağmen düşmanlık yakıştırması yapmak küfre hizmet etmektir, haksızlıktır, Allah’ın yardım ettiği bir kula savaş açmaktır.

Atatürk sevdası demek yurdu, vatanı, bayrağı, Cumhuriyet’i, Türk’ü ve Türklüğü sevmek, Kur’an İslam’ına taraftar olmaktır, iman kardeşliğinden yana olmak, cihat etmek, zulme karşı direnmektir.

Atatürk düşmanlığı yapmak ise oyuna gelmek ve aldanmaktır.

Zaman hakikatleri görmek ve öğrenmek zamanıdır, kanmalardan uyanıp Türk ve İslam olabilmek zamanıdır.

Bunun yolu ise Kur’an’a ve Atatürk’ün devasa Nutku’na müracat etmektir.

O’na sunulan bir demet çiçeği ilahlara adanan kurban olarak tarif etmek isteyenler evvela kendilerinin kişi ve makamları, servet ve güçleri nasıl ilahlaştırdıklarına bakmalı, tevhid ve şirk konusuna bir kez daha çalışmalıdır.

Laiklik işte bu aydınlanmayı sağlayan, İslam’ı yaban otlarından temizleyen, merdiven altı Siyonist-arapçı İslam’a düşman olan bir Kur’ani iman meselesidir.

Kitleler Atatürk ve laikliğe düşman olanların, Türklüğe de, yurda da düşman olduğunu artık görmek mecburiyetindedir.

Çünkü bu vatan Türk’ün öz vatanı, İslam’ın Mekke’den sonra ikinci beşiğidir.

Düzenle

Bu yazı Atatürk’ü dine düşman göstermek isteyenlerin niyeti ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
http://ataturkicimizde.com/ataturku-dine-dusman-gostermek-isteyenlerin-niyeti/feed/ 2
ATATÜRK HER YERDE http://ataturkicimizde.com/ataturk-her-yerde/ http://ataturkicimizde.com/ataturk-her-yerde/#respond Mon, 07 Jan 2019 11:58:08 +0000 http://ataturkicimizde.com/?p=6994 ATATÜRK HER YERDE Mustafa Kemal Atatürk, tarihin yok sayılamayacakları arasında adını altın harflerle liste başına yazdırmış bir asker ve devlet adamıdır ki sadece Türk Milleti...

Bu yazı ATATÜRK HER YERDE ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
ATATÜRK HER YERDE

Mustafa Kemal Atatürk, tarihin yok sayılamayacakları arasında adını altın harflerle liste başına yazdırmış bir asker ve devlet adamıdır ki sadece Türk Milleti için değil tüm cihan için O’nun adı, mertlik, cesaret, öngörü, namus ve inancı ifade eder.

Böyleyken akıl ve bilgi noksanlığında boğulanlar için O’nu tanımamak, eserlerine minnet duymamak ve hatta O’na düşman söylemlerde bulunmak ne dinen ve ne de insanlık gereği caiz ve doğru değildir. Maalesef bu yaşanmakta ve O’nun aydınlattığı karanlıklar göz ardı edilmektedir.

Bu gaflet elbette gerçeği değiştirmemekte, Türk’ün batırıldığı çamurlardan yeşil otlaklara çıkmasına öncülük eden Ulu Önder mazide ve kalplerde altın gibi, güneş gibi parlamaktadır. O gafil ve cahiller görmese, görmek istemese de.

Çünkü Atatürk her yerde, her söz ve oluşta ve her zamandadır.

Hür okunan ezan seslerinin ardında, sokaklarda namus ve erdemiyle gezebilen genç kızların modern kıyafetlerinde, mahkeme salonlarında, kitaplarda, okul sıralarında, içilen suda, hür ve bağımsız olarak medeniyet yolunda koşan tüm bilim yuvalarında, yeşil ormanlarda, sanayi ve tarımda, sporda ve siyasette, milli marşımızda, andımızda, askeri marşlarda, bayram ve törenlerde, sokaklarda, evlerde, tarih kitaplarında, yurt dışı temsilciliklerde, makam odalarında, dev hamlelerde, devasa yatırımlarda, mutlu ve gülen yüzlerde, devletin şefkatli kollarında, güçlü ordumuzun kışlalarında, askere gönderilen vatan evlatlarının uğurlamalarında, açılış törenlerinde, gazetelerde, ekranlarda, kırlarda, köylerde, köy yollarında, uzak diyarlardaki köy okullarında, sulama kanallarında, dev barajlarda, mezralara giden elektrikte, mezun olan üniversite gencinin havaya attığı şapkada hep Atatürk vardır.

Atatürk bir beden veya madde değil maneviyattır, ilkedir, düşünce sistemi ve hayat felsefesidir ki bu anlayış ve idrak yaşamın gelişmesinde, değişerek güzelleşmesinde açtığı çığırla birileri inkar etse de kaçınılmaz olandır.

Çünkü O, güzel, doğru ve isabetli olan her şeyin ilk adı, ilk adımı, ilk fikri ve niyetidir.

Yokluktan varlığa, esaretten hürriyete, karanlıklardan umuda yolculuğun adıdır Mustafa Kemal. Bu nedenle yeni doğan bebeğin kulağına fısıldanan ezan sesinde de, merhumları defnederken okunan ayeti kerimede de O’nun izi ve eseri vardır.

Bugün hür ve bağımsız yaşanabiliyorsa, din ve hayat özgürce yaşanabiliyorsa, izzet ve şeref muhafaza edilebiliyor, güven ve huzurla gece yataklara girilebiliyorsa Atatürk iledir, Atatürk ve dava arkadaşlarının sayesindedir, Atatürk davasına yürekten inanmış Türk milletinin verdiği destek sayesindedir.

Atatürk bir tek bedendir. Atatürk ilke ve inkılapları ise O fikirlere sahip çıkan Anadolu halkının tek yürek olarak geleceğe emin adımlarla yürümesidir. Bu anlamda Mustafa Kemal demek Türk milleti, Türk milleti demek Mustafa Kemal demektir.

Bir önder, lider ve rehber olan Mustafa Kemal, ne ilahtır, ne peygamber, ne akıl hocası, ne de zorba bir yönetici. O, umudu tanıtan, güzel ve doğru olanı anlatan, öğreten, özgürlüğü ulaşılabilir kılan, zorlukları yenmenin yolunu canları feda etmekten geçtiğini ispat edendir.

O, hürriyet ve vatan uğruna sıcak odalarda, süslü makam koltuklarında kağıtlarla, kanunlarla oynayan değil, savaş meydanlarında, halk arasında, bizzat yaşayan, gören, tedbir alan ve güzelleştirendir.

O, köhne ve yanlıştan, yobazlıktan, hurafe ve batıllardan arındıran, cehalete savaş açan, kem gözleri, kötü ve haysiyet yoksunlarını, saltanat tutkunlarını ıslah eden, yedi düveli dize getirendir. O, hak ve hakikati, adalet ve nizamı egemen kılan, egemenliği gerçek sahibi olan halka iade edendir.

O, insanca yaşamayı sağlayan, mal olan kadın ve kızları eşit ve modern görünüme kavuşturan, hukuku adaletle bağdaştıran, kadınlara toplumda ait oldukları yeri kazandıran, ilerleme ve çağdaşlaşmayı mümkün kılandır.

Bu yüzden O, turistik otellerdeki resepsiyonun güler yüzü, üniversite hocalarının baş öğretmeni, oy kullanabilen kadınların anayasal hakkı, 23 Nisanlarda çocukların neşesi, 19 mayıslarda gençlerin “Dağ başını duman almış” türküsüdür.

Atatürk, bu vatanın has ve en değerli evladı, bayrağın, vatanın, hürriyet ve istiklalin temin edicisidir, bu millete Allah’ın bir lütfudur.

O, anlatan öğretmen, dinleyen öğrenci, idare eden müdür, kapıda bekleyen veli, zili çalan görevlidir, eğitimdir, öğretimdir, milli ve güzel olan her şeyin adıdır.

O, kalkınmadır, sağlıklı ve huzurlu yaşamdır, emniyet ve asayiş, mutluluk ve refahtır.

O, önlenen salgın hastalıklar, biten erken ölümler, artık rastlanmayan çocuk ölümleridir.

O, modern sanattır, sinemadır, heykeldir, sinemadır.

O, tramvaylar, uçaklar, havaalanlarıdır.

O, yeşil ormanlar, rüzgar jeneratörleridir.

O, bebek yaşta gelin edilemeyen kızların sevinç gözyaşlarıdır.

O, dedelerin mazisindeki yüce kahraman, torunların dede masallarındaki korkusuz kumandandır.

O, zaferdir, barıştır, diplomasidir, bekadır, güvendir.

O’nun adı, geleceğe güvenle bakmaktır, kulaklarda çınlayan gençliğe hitabedir, onuncu yıl, onbeşinci yıl, ellinci yıl marşlarıdır.

O, “Korkma” diye başlayan milli marşımızın “Korkuları yenen” ulu önderidir, “Hakka tapan milletimin hakkı”, “ne mutlu Türküm diyene” deyişindeki Türklük ruhudur.

O, işe koşturan milyonların sabah güneşi, akşam yorgun eve dönen emekçilerin gönül huzurudur.

O, askerin selamı, vekilin yemini, doktorun hipokratıdır.

O, İstanbul adını Konstaniye’den çevirten, dünyaya Türk’ü tanıtan, dünyada eşi emsali bulunmayan gezici sergi Karadeniz gemisi ile cihana yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıtandır.

O, tarım ve sanayi hamleleriyle, inkılaplar ve yatırımlar ile borç içinde yüzen devleti düze çıkaran, eski borçları dahi ödeyen, bu milletin cebindeki servetleri helal ve borçsuz kılandır.

O, tarihtir, dildir, kültürdür.

O, Türklük bilinci ve insanca yaşamdır.

O, laik, Müslüman ve adam olmaktır.

O, Türk ve Müslüman, eğitimli ve çağdaş, modern ve kültürlü, akıllı ve bilime saygılı olmaktır.

Atatürk her yerde, her zaman ışıktır, rehberdir, önderdir.

Çünkü O; “ATA” Türk’tür.

O, sadece duvarları süsleyen bir resim değil, KALPLERİ ISITAN BİR GÜNEŞTİR.

Bu yazı ATATÜRK HER YERDE ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
http://ataturkicimizde.com/ataturk-her-yerde/feed/ 0
M. Kemal ATATÜRK’ün Eserleri http://ataturkicimizde.com/m-kemal-ataturkun-eserleri/ http://ataturkicimizde.com/m-kemal-ataturkun-eserleri/#respond Thu, 13 Dec 2018 06:54:55 +0000 http://ataturkicimizde.com/?p=6085 M. Kemal ATATÜRK’ün Eserleri Tutku derecesinde büyük bir okuma sevgisine ve devlet adamı olarak döneminde ve bugün örneğine rastlanmayacak büyüklükte bir özel kütüphaneye sahip olan...

Bu yazı M. Kemal ATATÜRK’ün Eserleri ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
M. Kemal ATATÜRK’ün Eserleri

Tutku derecesinde büyük bir okuma sevgisine ve devlet adamı olarak döneminde ve bugün örneğine rastlanmayacak büyüklükte bir özel kütüphaneye sahip olan Mustafa Kemal ATATÜRK’ün eser vermemesi, kitap yazmaması düşünülemezdi. Çünkü bu tutku ve birikim, yani gelişmiş “beyin teknolojisi” doğal olarak bir ürün ya da birçok ürün verecekti. Nitekim öyle olmuş, ATATÜRK değişik dönemlerde başta “Büyük Nutuk” olmak üzere pek çok eser yazmıştır.

Yazdığı veya çevirdiği eserlerden yalnızca askerliğe dair olan 7 kitap ile Nutuk, onun adını taşımakta; diğerlerinde ismi bulunmamaktadır. Ders kitabı olarak yazdığı “Geometri” kitabında yazar adı belirtilmemiş, büyük kısmını yazdığı “Medeni Bilgiler”de Afet İnan’ın adı kullanılmış, bir bölümünün yazımını üstlendiği “Tarih” kitapları da Tarih Kurumu yayını olarak çıkmıştır. Çeşitli konuşma, demeç, telgraf ve mektupları da derlemeciler tarafından yayımlanmıştır.

ATATÜRK’ün eserleri Sayın Prof. Dr. Şerafettin Turan’ın yaptığı tasnife göre şu şekilde sıralanabilir:

A. Askerliğe İlişkin Eserleri

1. Bölüğün Muharebe Talimi; General Litzman’dan Çeviri, Tab’ı ve naşiri: İbrahim Hilmi, İstanbul, 1323 (1907), 46 s.
2. Takımın Muharebe Talimi; General Litzman’dan Çeviri, Asır Matbaası, Selanik, 1324 (1908), 64 s.
3. Cumalı Ordugâhı, Süvari, Bölük, Alay, Liva Talim ve Manevraları; Selanik, 1325 (1909), 41 s.
4. Tabiye Tatbikat Seyahati; Selanik, 1327 (1911), 40 s.
5. Tabiye Meselesinin Halli ve Emirlerin Suret-i Tahririne Dair Nesayih; Edirne Sanayi Mektebi Matbaası, 1331 (1916).
6. Zabit ve Kumandan ile Hasbihâl; Minber Matbaası, İstanbul, 1334, 32 s.
7. Anafartalar Muharebatına Ait Tarihçe: Yayımlayan; U. İğdemir, Ankara, 1962, I.-XXV., 1-88 s.
8. Arıburnu Muharebeleri Raporu; Yayımlayan: U. İğdemir, Ankara, 1968, I.-VIII., 1-200 s.

B. Söylev ve Demeçleri ile Meclis Konuşmaları

1. Nutuk; 2 Cilt, Eski harflerle özgün baskı, Türk Hava Kurumu Yayınları, İstanbul, 1927.
2. ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri; 3 Cilt, Derleyen: N. Unan (Arsan), MEB Yayınları, Ankara, 1945-1954.
3. ATATÜRK’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri-IV.; Derleyen: N. Arsan, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü (TİTE) Yayınları, Ankara, 1964.
4. ATATÜRK’ün Söylev ve Demeçleri-Tamim ve Telgrafları-V.; Derleyen: S. Borak, U. Kocatürk, TİTE Yayınları, Ankara, 1972.
5. ATATÜRK’ün Resmî Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleşileri; Hazırlayan: S. Borak, Ankara, 1980.
6. ATATÜRK’ün Hatıra Defterine Yazdıkları; Derleyen: U. Kocatürk, Ankara, 1971.
7. ATATÜRK’ün Toplanmamış Telgrafları; Derleyen: U. Kocatürk, Ankara, 1971.
8. ATATÜRK’ün Sohbetleri; Derleyen: U. Kocatürk, Ankara, 1971.
9. ATATÜRK’ün Yazdırdıkları; Derleyen: U. Kocatürk, Ankara, 1971.
10. ATATÜRK’ün İzmit Basın Toplantısı; Hazırlayan: İ. Arar, İstanbul, 1969.
11. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları: Hazırlayan: A. İnan, Ankara, 1982.
12. M. Kemal ATATÜRK’ten Yazdıklarım; Afet İnan, Ankara, 1969.
13. Gizli Oturumlarda ATATÜRK’ün Konuşmaları; Hazırlayan: S. Borak, İstanbul, 1977.
14. ATATÜRK’ün TBMM Açık ve Gizli Oturumlardaki Konuşmaları; 2 Cilt, Hazırlayan: K. Öztürk, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1990.
15. ATATÜRK’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları; 2 Cilt, Hazırlayan: M. Onar, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara, 1995.

C. Ders Kitapları

1. Medeni Bilgiler; İstanbul, 1931. A. İnan; Medeni Bilgiler ve M. Kemal ATATÜRK’ün El Yazıları, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1969.
2. Tarih C. II., IV.; Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1931. Bu kitapları gözden geçiren ATATÜRK, İkinci Cildin, “Selçuklular, Timur, Peygamber Muhammed’in Yaşamı ve Halifelik” gibi bazı bölümlerini kendisi yazmıştır.
3. Geometri; MEB Yayınları, Ankara, 1937. Türk Dil Kurumu Yayınları; Ankara, 1971, 1981.

D. Anı, Günlük ve Mektuplar

1. ATATÜRK’ün Anıları; Yayına Hazırlayan: İ. Görgülü, Bilgi Yayınevi, Ankara, 1997. ATATÜRK’ün 15 Mayıs 1919’da Samsun’a gitmek için İstanbul’dan ayrıldığı güne kadar olan anılarıdır. Bir bakıma 19 Mayıs 1919’da başlayan Büyük Nutuk’un öncesinin anlatıldığı bu anılar, önce ATATÜRK’ün sağlığında Vakit, Hâkimiyeti Milliye, Milliyet ve Cumhuriyet gazetelerinde (1922, 1926) yayımlanmıştır. Bu anılar zaman içinde kitap olarak değişik isimlerle ve farklı yayınevlerinde yayınlanmıştır.
2. ATATÜRK’ün Hatıra Defteri; Hazırlayan: Ş. Tezer, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1972.
3. M. Kemal ATATÜRK’ün Karlsbad Hatıraları; Yayına Hazırlayan: A. İnan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1983.
4. ATATÜRK’ün Not Defterleri; İnceleme: A. M. İnan, Ankara, 1996. ATASE Başkanlığındaki ATATÜRK Özel Arşivinde M. Kemal’in Harp Akademisindeki öğrencilik döneminden (üsteğmenliğinden) başlayarak tuttuğu günlük notları içeren 24, Anıtkabir ATATÜRK ve Kurtuluş Savaşı Müzesinde ise 9 adet küçük defter bulunmaktadır. ATATÜRK’ün biyografisi ve düşüncelerinin anlaşılabilmesi için çok önemli kaynaklar durumunda bulunan bu defterlerin tamamı TSK ATATÜRK Araştırma ve Eğitim Merkezi Genel Sekreterliği tarafından yayına hazırlanmaktadır.
5. ATATÜRK’ün Özel Mektupları; Derleyen: S. Borak, Varlık Yayınları, İstanbul, 1961.
6. ATATÜRK’ten Mektuplar; Yayına Hazırlayan: A. İnan, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara, 1981.
7. Mustafa Kemal ve Corinne Lütfü-Bir Dostluğun Öyküsü; Yayınlayan: M. Özverim, Milliyet Yayınları, İstanbul, 1998.

Kaynak; Ali Güler, MUSTAFA KEMAL ATATÜRK, (AİLESİ, YETİŞMESİ, EĞİTİMİ, FİKİR VE DÜŞÜNCELERİ)

Bu yazı M. Kemal ATATÜRK’ün Eserleri ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
http://ataturkicimizde.com/m-kemal-ataturkun-eserleri/feed/ 0
Atatürk’e saldıranlara cevaptır http://ataturkicimizde.com/ataturke-saldiranlara-cevaptir/ http://ataturkicimizde.com/ataturke-saldiranlara-cevaptir/#respond Tue, 04 Dec 2018 10:10:57 +0000 http://ataturkicimizde.com/?p=5849 Atatürk’e saldıranlara cevaptır Gazi Mustafa Kemal Atatürk, tarihte sadece ülkesi için değil tüm dünya için de hiçbir lidere nasip olmayacak emsalsiz ve faydalı işler yaptığı...

Bu yazı Atatürk’e saldıranlara cevaptır ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
Atatürk’e saldıranlara cevaptır

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, tarihte sadece ülkesi için değil tüm dünya için de hiçbir lidere nasip olmayacak emsalsiz ve faydalı işler yaptığı halde, haksız bir vaziyette en ağır ithamlara, mesnetsiz yalanlara, hatta kötü sözlere maruz kalmıştır. Yetmemiş aradan yüzyıl geçtiği halde heykellerine dahi saldırılmış, resimleri gözlerden, ismi kulaklardan silinmek istenmiş, O’na hakaret modalaşmış, eserleri yerle bir edilmek istenmiştir. Ve tüm bunlar O’nun nasıl ve neden dünyanın en büyük lideri olduğuna da delildir.

O’na saldıranların sayısız ama mesnetsiz iddiası vardır ki tarihi hiçbir gerçeğe dayanmayan bu ithamlar birer yalan olmaktan başka bir şey değildir. Maddeler halinde listelenirse de tüm bunların öncelikle din kisvesi altında tezgâhlandığı ve tamamen dış kaynak odaklı olarak hayat bulduğu aşikârdır.

Bu dipsiz saldırıların tamamına burada belgeleriyle cevap vermek elbette zordur bu yüzden başlıklar halinde değinecek ve hakikati zamanın adil mahkemesine bırakacağız.

Başlamadan evvel dipnot olarak şunu hatırlatmak gerekir ki maalesef O’nu savunanlar ve saldıranların neredeyse hiçbiri O’nu tanımamaktadır ve tartışma bu yüzden sürüp gitmektedir.

Saldırı ve iftiralar incelendiğinde karşımıza şunlar çıkmaktadır;

  1. Dine mesafeli hatta düşman olduğu,
  2. Masonlukla alakalı, sabetay hatta mason olduğu
  3. Eşcinsel olduğu
  4. Saltanata ihanet ettiği, milli mücadeleyi saltanatın verdiği parayla sürdürdüğü
  5. Ana dile zorlamakla, camilere saygısız davranmakla İslam’a aykırı davrandığı
  6. Sarhoşluğu sevdiği, haramdan çekinmediği
  7. Hayvanları sevmediği
  8. Pek çok şeyi sanki tek başına başarmış izlenimi verdiği
  9. Diktatör olduğu
  10. Arkadaşlarını ezdiği
  11. Zamparalık ettiği
  12. Devlet malına tamah ettiği, zimmetine para geçirdiği
  13. Dersim olaylarında suçlu olduğu
  14. (Komik ama gerçek) İngiliz casusu olduğu
  15. Aile kökeninin Ermenistan’a filan dayandığı
  16. Çocuğu olduğu

Bu örnekleri uzatmak ve yenilerini eklemek mümkündür. Bunları anlamak için ekranlarda boy gösteren cibiliyeti belli olmayan azılı Atatürk düşmanlarının programlarını yarım saat izlemek yeterlidir.

Bu arada elbette merhum İsmet İnönü’de nasibini bolca almakta, hatta Atatürk’e uzanamayan bazı kalleş diller, üstü kapalı Atatürk’ü ima ederek İnönü’ye saldırmaktadır. Doğrudur, ismet İnönü özellikle Atatürk’ün vefatından sonra bazı stratejik hatalar yapmıştır lakin bunlar O’nun Atatürk gibi deha olmadığından ve zamanın gereklerinden, abartı ve anlam bozmalardan ibarettir ve tamamının kasıtsız olduğuna inanmak lazım gelir.

Öte yandan şunu çok iyi bilmek lazım gelir ki Atatürk’ten sonraki liderlerin neredeyse tamamı dış güçlere gerekli dik duruşu sergileyememiş, önüne konan anlaşmaları imzalamak zorunda kalmıştır. Bu durum o kişilerin itibarsızlığından ziyade, ülkenin milli gücünün zayıf olması ile de alakalıdır. Yani bazı şeyler ihanet değil mecburiyettir.

Atatürk’e saldıranlar işte bu mecburiyetleri veya gizli manalara uzak olduğundan ve resmi tam göremediklerinden saldırmaya devam etmekte ve kimlere hizmet etmekte olduğunu da asla düşünmemektedir.

Tüm dünya Atatürk’ü örnek alırken onların bu hali gafletten öte birşeydir.

Oysa Atatürk, bambaşka biridir. Komutandır, liderdir, önderdir, gazidir, vekildir, meclis başkanıdır, Cumhurbaşkanıdır, baş öğretmendir, devlet adamıdır, aydındır, alimdir, iman sahibidir, Peygamberimizi herkesten iyi tanıyan birisidir, dehadır.

Yukarıdaki maddelerin özünü teşkile den din meselesi saldırıların odak noktasıdır ve dinde bir kişiyi din dışı ilan etmenin günahı büyük iken bu cahiller gerçeği bilmeden iftira atmakla hem fâsık hem de iftiracı durumuna düşerler. hatta O’nun heykellerine konan çiçekleri kurban yerine sayan ve çiçek koyanları da putperest ilan eden bu zihniyet dini tanımadığını da, Kur’an okumadığını da hareketleriyle belli eder.

Çünkü; Atatürk İslam’ın yaban otlarını temizleyerek gerçek mahiyetine kavuşturmuş, köhne tekkeleri kapatarak camilerin selametini sağlamış, ezan sesinin baki kalması için ülkeyi bağımsızlığına kavuşturmuş, zulüm ve tecavüzleri sonlandırarak halkına ibadet özgürlüğü sağlamış, kadınlara haklar tanıyarak onları davarlıktan kurtarmış, cehalet ve zulme savaş açarak aydınlanma ve Kur’an’a dönüş sağlamış, düşmanlara karşı şehadeti göze alarak vuruşmuş yani cihat etmiş, sayısız cephede görev yaparak hicret vazifesini yerine getirmiş, Peygamberin hayatını ve savaşlarını ezberleyerek O’nun insanüstü olduğunu ifade etmiş, hutbelerinde, konuşmalarında dine, Kur’an’a ve Peygambere methiyeler düzmüş, bedelini cebinden ödediği ve öncülük ettiği meal ve tefsir ile Kur’an’ı anlaşılır kılmış, kanunlarla suçların önüne engel koymuş, eşitliği sağlamış, hukukta adaleti temin etmiş, azınlıkların ve diğer dinlerin ibadet özgürlüğünü de temin etmiş, masonluk ve misyonerlikle sonuna kadar mücadele etmiş, yeşili ve çevreyi korumuş, diyanet işleri başkanlığını kurdurarak din işlerini bilimle kardeş kılmış, sünni mezhebine uygun davranmış, yurt içi ve dışında sayısız cami onarttırarak ve hatta yaptırarak, yurt dışında yapılan camilere maddi destek sağlayarak ve bu yardımları maaşından ödeyerek zekatını da ödemiş, yalan ve yanlış konuşmamış, doğru sözlü, namuslu ve dürüst olmuş, şeffaflık ve namusu ön planda tutmuş, iç ve dış siyasette devletin haysiyet ve şerefini korumuş, ölmeyi göze almış, kültür ve tarih araştırmalarıyla ilime değer vermiş, toplumun huzuruna katkı sağlamıştır. Annesine mevlitler okutmuş, dualar etmiş, göğsünden minik Kur’an’ı ve bir zaman muskayı çıkarmamış, mektuplarına Allah ismiyle başlamış veya bitirmiş, konuşmalarında KUR’AN İLE HATIRLATMAK İSTERİM Kİ şeklinde sayısız demeç vermiştir.

Ve tüm bunlar hem Türklük’le hem İslam’la tamamen uygun şeylerdir. Yani Atatürk hepimizden çok daha Türk ve Müslümandır.

Din meselesinde aykırı tek bir durum vardır ve o da alkol meselesidir. Burada da içkinin haramlık sınırını bilmeyenler öne çıktığı için hatırlatmakta yarar vardır ki dinen haram olan şarap ve diğer tüm içkilerin sarhoşluk miktarının üstüdür. Oysa Atatürk’ün tek bir sarhoş resmi yoktur, kustuğu görülmemiştir, önemli günler arifesinde ve dini günlerde ağzına koymamıştır. Kurban kesilmesine bakamadığı halde vecibelerini yerine getirmiş, sadakalar vermiş, yakınlarının çocuklarına burslar ve nafakalar sağlamış, vasiyetinde dahi bazı ihtiyaç sahiplerini varis kılmıştır.

Şimdi ortada bu gerçekler varken iki tane Kur’an bilmezin iddialarına göre toplumu aleyhte kandırmaya çalışmak dine uygun ama yukarıda dinen uygun halleri fazlasıyla yerine getiren Atatürk dine aykırı öyle mi? Sırf iki kadeh içti diye hem de!

Bu düpedüz haksızlık ve insafsızlıktır ki bunların neden böyle davrandığını anlamak zor değildir.

Din namazdan ve anlamını bilmeden Kur’an okumaktan, sakal bırakmaktan çok daha farklı birşeydir ve bunu anlamak için Peygamberin hayatına bakmak lazım gelir.

Dine bu kadar saygılı ve yakın Atatürk’ün savaşlarda kendisinin ve askerlerinin imanına güvenerek öne atılması ise imanına delildir. Çanakkale ruhunu bu iman gücü olarak tanımlayan Atatürk, Kurtuluş savaşında askerlerimizin kahramanlıklarına da aynı ruhu temel göstermektedir ve bu ruh en fazla da kendisinde vardır.

Sonuçta bugün namaz kılınabiliyorsa, işgal ve tecavüzler bittiyse, diyanet işleri başkanlığı varsa ve çalışabiliyorsa, Türk ve Müslüman adı saygıyla anılıyorsa, ezanlar susmuyorsa bunların hepsi Atatürk sayesindedir.

Bu insanın bu nedenle mason veya sabetay olması da mümkün değildir. Üstelik onüç yıl aralıksız mason localarını kapatan bırakın ülkede, dünyada başka bir lider yoktur. Onlara hitaben kullandığı kelimeler ise gerçek hislerine şahittir.

Bugün Atatürk’ün mozelesine çiçek koyanları putperestlikle suçlayanlar ise dinen cehaletin en koyu karanlıklarında dolaşan zavallılardır ki bir şeyin ilah olması için halkın (tebanın) o kimseden ilahlık beklemesi ve o kişiye ilah gibi davranması lazım gelir. Bu da o kişiye kurbanlar kesmek, tütsüler yakmak, önünde vaya gıyabında ona atfen namaz kılmak, vs. şeklinde olur. Yani bir şeyin ilahlık mertebesine yükseltilmesi tamamen dini maksatlı işlerle, dini maksatlı haller iledir. Atatürk’e ilahlık yakıştırma heveslilerinin evvela dinen şirk ne demek onu bilmesi gerekir.

Atatürk heykellerini put diye kıranlar mesela başka kimselerin heykellerini asla kırmazlar, bu kimseler riya ile Anıtkabir’e de gider timsah gözyaşları da dökerler, bu kimseler her türlü haksızlık ve hırsızlığı yaptıktan sonra namazla veya hac ibadeti ile resetleneceklerini sanırlar ve bunlar Allah’a da değil paraya ve makama taparlar, canlı nüfuslu kişileri ilahlaştırırlar.

Özetle, Atatürk’e çiçek koyan veya törenlerde saygı duruşunda bulunan halkın bu işleri dini maksatlı değil minnet ve şükran maksatlıdır. Kendi şeyhlerinin ayaklarını yıkadığı suyu iştahla içenlerin bu yakıştırmaları bu nedenle dipsiz ve komiktir. Tarikat mantığına ve merdiven altı din eğitimlerine savaş açan Atatürk her alanda olduğu gibi din alanında da aydınlanmayı öngören birisidir ve vicdan hürriyetini tesis ederken, devlet ve toplum işlerini de birbirinden ayırmakla bilime olan saygısını da göstermiştir.

Yani Atatürk hem dindar hem aydındır. Türk ve Müslüman olmak da zaten bundan başka bir şey değildir.

Saltanat sevdalıları ise hain saltanatın itibarını geri kazandırmak umuduyla mesnetsiz yalanlar düzerken, Cumhuriyet’in baş mimarı Atatürk’e de saydırmaktan geri kalmazlar. Bunlara göre saltanat masumdur, yapılan ihanet değildir, İngiliz veya Amerikan mandasını istemek suç değildir, Kuvayi Milliye’nin tamamı dinsizdir, Ulusal mücadeleye katılmak dine savaş açmaktır, milli mücadeleye katılanların tamamının katli vaciptir.

Görüldüğü gibi ihanet çok büyük boyutlardadır.

Atatürk’e eşcinsel, zampara, vefasız gibi yakıştırmalar yapanların, devlet malına tamah ettiğini iddia edenlerin ise hiçbiri O’na yakın dahi değil hatta çoğusu O’nu görmemiştir bile. Karalamaların çoğunun Atatürk’ün vefatından sonra gün ışığına çıkmasının sebebi de budur. Çünkü Atatürk’e cevap hakkı verilmeyecek, delil ve ispat aranmayacak, ama çamur atılabilecektir.

Anılan iddialara esas konulara bizzat şahit olan mesela Latife hanım, İnönü, Nuri Conker, Salih Bozok, Mim Kemal Öke gibi isimler tek kelime etmezken, konuya tamamen yabancı birilerinin karalama çalışmaları elbette doğru ve gerçek değildir. Yurt dışında bazı kalemlerin Atatürk’e sözde yakınmış da yazdıkları gerçekmiş de diye kitaplaştırdığı yalanlar ise Türklerden intikam almaktan ve İslam düşmanlığından başka bir şey değildir.

Maalesef en yakınlarının Cevat Abbas, Makbule Atadan gibi maddi sıkıntılar veya beklentiler nedeniyle sonradan iddia ettikleri bazı şeyleri doğru kabul edip bayraklaştırmak bu işin en acı tarafıdır ki o isimler, Atatürk’ün en yakınında olup O’ndan feyz almış olanlardır. Buna rağmen yalan ve iftiraları, Atatürk düşmanlarına da çanak tutmakta ve Atatürk tartışma konusu edilebilmektedir. O isimler ihanet ve yalanlarının cezasını elbet çekecektir lakin halk yeterince okumadığından dolayı sözlere çokça itibar etmekte, mesnet aramamakta ve yalana kanmaktadır. Böyle olunca da inkılapların geliştirici ve kendisini yenileyen ruhu yeterince canlanamamaktadır.

Cumhuriyetin kuramcısı, kurucusu ve koruyucusu durumundaki Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk, mü’min bir anneden dünyaya gelen, sayısız görev ve ülkede bulunan, çokça okuyan, farklı görev ve protokollerde bulunan, beşe yakın dil bilen bir dehadır. Sağlıklıdır, yakışıklıdır, karizma sahibidir.

Bu görevleri esnasında gönül ilişkilerinin olması da bu yüzden normaldir. Ama o asla muta nikahı kıymamış, evlilik vaadiyle aldatmamış, evlilerle ilişkiye girmemiş, harama uçkur çözmemiş, başkasının ailesine veya yakınlarına fena gözle bakmamış birisidir. Bunları sayıyoruz ki zamanımızda bunları eda edenler ile arasındaki fark daha iyi anlaşılabilsin.

Maddiyat konusu ise zavallı iftiracıların asla tutturamayacakları bir yalandır çünkü maaşını eline dahi almadan yaverlerine veren, maaşı yüksek olan, uçarı düşkünlükleri olmayan, devletin konutlarında ikamet eden, makam aracı kullanan, pahalı zevkleri olmayan Atatürk’ün devlet malına tamah etmesi mümkün değildir, yurt dışından Cumhuriyete destek için verilen paraları zimmetine geçirmesi söz konusu değildir. yakınlarına bolca burs veren, maddi yardım yapan, bu arada onların haysiyetlerini de koruyan, kendisine hediye edilen ev ve arsayı devlete iade eden, servetini halkına ve İş bankasına (TDK ve TTK’nca neması kullanılmak üzere) bırakan, vefatında neredeyse tek kuruşu olmayan Atatürk’e yapılan bu iftiralar çok ağır ve haksızdır.

Milli mücadelenin en kahırlı zamanlarında (Ankara’da) parasızlık derdine annesinin daha İstanbul’dan hareket etmeden verdiği birkaç altın bilezik ile deva bulan birisinin, devletin lüks ve israfını engellemek adına verdiği mücadele takdire şayan iken bu iftiralar maya tutmayan süt gibi kalmaya mahkûmdur.

Kütüğünün sakıncalı, kendisinin Ermeni veya İngiliz olduğu yalanları ise çaresizlik kokan karalama gayretleridir ki şahsiyetine yönelik bu yalanlar hakaretten öte bir şeydir ve cezaya müstehaktır. Fikir beyanından ileri giden bu yalanlara işlem yapmayanlar ise aynı fikriyata sahip görünmektedir.

Atatürk’ü koruma kanunu diye de bilinen bir kanun vardır ama bu kanun nedense işletilmez ve ortalık cahil ama maksatlı sayısız zibidiyle dolar, taşar. Ulu Önder’in şahsiyetini ve hatta heykellerini hedef alan bu sapıklıklara imza atanlar ellerini sallayarak dolaşırlar ve bu yüzden Atatürk’e saldırılar asla bitmez. Çünkü bu saldırgan grup Atatürk’ün inkılaplarından nasiplenememiş cahillerdir ve çoğusu dış kaynaklardan mamalanmaktadır.

Milleti bir ve beraber yapmaya çalışan Atatürk’e rağmen etnik ve dini azınlıklar yaratarak, bu yarayı kaşıyarak mesela Dersim’i saptırırlar ve sözde tarihi belgeler icat ederek mesnet bulmaya çalışırlar. O’nun iç ve dış siyasette kazandırdığı haysiyeti bilmeyen, yabancı liderlerin ayağına geldiği, kıskançlıkla izlediği lider olan deha Atatürk’e saldıranlar daha O’nun okuduğu kitapların yüzde birini okumamış olanlardır. Yani yalan ve iftiranın temelinde de cehalet vardır.

Harf inkılabı, laiklik, halkçılık, barışçı siyaset, bilime değer vermek bu yüzden mühimdir ve Atatürk’ü tanımayan ve anlamayan bir neslin de bu iftiralardan sakınması mümkün değildir. Bu nedenle gençlik Atatürk’ü tanımak ve bilmek zorundadır.

O’nun öngörülerinin hiçbiri boş çıkmamıştır ve maalesef Gençliğe hitabesinde de acı bir öngörüsü vardır. İşte bu öngörü nedeniyle yeni nesiller çok daha Türk ve Müslüman olmalıdır.

Atatürk sadece ülkenin değil tüm insanlığın eşsiz dehasıdır. O’nu tanımamaya direnmek ise sadece gaflet veya delalet değildir.

O’na saldırmak, Atatürkçüleri adeta kurşuna dizmek için fırsat kollamak ise yapılabilecek en büyük hata ve bu millete en büyük kötülüktür.

Çünkü O’nu görmek demek, O’nun bedenini görmek demek değil, fikirlerini anlamak demektir.

Minnet ve şükranla.

Aziz Atatürk.

Ayrıca bakınız;

Atatürk mason muydu?

Atatürk’ün Japonya’da yaptırdığı cami

Atatürk öldürüldü mü?

Atatürk ve din

Atatürk’ün serveti ve vasiyeti

Bu yazı Atatürk’e saldıranlara cevaptır ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
http://ataturkicimizde.com/ataturke-saldiranlara-cevaptir/feed/ 0
Cumhuriyetin alev topları http://ataturkicimizde.com/cumhuriyetin-alev-toplari/ http://ataturkicimizde.com/cumhuriyetin-alev-toplari/#respond Mon, 03 Dec 2018 04:23:17 +0000 http://ataturkicimizde.com/?p=5666 Cumhuriyetin alev topları Bu zavallı durumdaki memleket, Mustafa Kemal vizyonu sayesinde, sadece 10 yıl sonra bilim dünyasının çekim merkezi haline geldi… Nazi zulmünden kaçan Alman...

Bu yazı Cumhuriyetin alev topları ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
Cumhuriyetin alev topları

Bu zavallı durumdaki memleket, Mustafa Kemal vizyonu sayesinde, sadece 10 yıl sonra bilim dünyasının çekim merkezi haline geldi… Nazi zulmünden kaçan Alman profesörler Atatürk Cumhuriyeti’ne sığındı.

Ordinaryüs Profesör Erich Frank, İstanbul Üniversitesi tıp fakültesinde ders verdi, Türk vatandaşı oldu, tabutuna Türk bayrağı sarıldı, devlet töreniyle Aşiyan’a defnedildi.

Profesör Clemens Emin Bosch, Türkiye’deki arkeoloji müzelerinin antik sikke koleksiyonlarını düzenledi, Müslüman oldu, Emin adını aldı.

Cari Ebert, Ankara Devlet Konservatuvarı ve Devlet Tiyatrosu’nun kurucularından oldu, operamıza çağ atlattı.

Profesör Hans Gustav Güterbock, Boğazköy kazılarının başkanlığını yaptı, Hitit hiyeroglifinin çözülmesine öncülük etti, Türk Tarih Kurumu onur üyesi oldu.

Profesör Curt Kosswigg, Manyas Kuş Cenneti’nin kurulmasına öncülük etti, Türk Biyoloji Derneği’ni kurdu, Hidrobiyoloji Enstitüsü’yle bugünkü Deniz Bilimleri Enstitüsü’nün temelini attı, devlet töreniyle Aşiyan’da toprağa verildi.

Ordinaryüs Profesör Wilhelm Peters, İstanbul Üniversitesi psikoloji bölümünü kurdu, Türkiye’nin ilk deneysel psikoloji laboratuvarını açtı.

Ernst Reuter, Ankara Üniversitesi siyasal bilgiler fakültesinde şehircilik dersleri verdi, ülkesine döndükten sonra Berlin belediye başkanı oldu.

Edzard Reuter… Ernst Reuter’in oğlu, çocukluğunun 11 yılı Ankara’da geçti, Mercedes’in yönetim kurulu başkanı oldu, “ikinci vatanım” dediği Türkiye’ye vefa borcunu ödedi, Otomarsan’ın kurulmasını sağladı.

Bruno Taut, İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde yöneticilik yaptı, Milli Eğitim Bakanlığı’nda mimarlık bölümü başkanlığı yaptı, Atatürk’ün naaşının konulduğu katafalkı o çizdi, o yaptı, kendisine bu iş için verilen bin lirayı kabul etmedi, sadece hatıra için teşekkür mektubu istedi, bu topraklarda kalmayı vasiyet etti. Türkiye Cumhuriyeti onu vasiyetine uygun şekilde onurlandırdı, İstanbul Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verilen tek gayrimüslim oldu.

1933-1937 arasında ABD, İngiltere veya Kanada’ya gitmek yerine Atatürk Cumhuriyeti’ni tercih etmişlerdi.

Ordinaryüs profesör hukukçu Ernst Hirsch, Cumhuriyet’in lO’uncu yıl kutlamalarına dair hatıralarını şöyle anlatacaktı: “29 Ekim akşamı sanki kıyamet kopuyordu. Davet, Dolmabahçe Sarayı’ndaki devasa salondaydı. 600 metre uzunluğundaki rıhtım ışıl ışıl bezenmişti. Ve işte ben, kendi Alman vatanında Yahudi olduğu için hor görülen, başka bir ırka mensup olduğu için işgal ettiği mevkilerden kovulan, evini yurdunu terk edip yabancı ülkelere kaçmak zorunda bırakılan ben, bu muhteşem sarayda, ülkenin seçkinleri arasında sayılan, saygıdeğer bir Alman profesör olarak hazır bulunmaktaydım. Talihin yüzüme güldüğü bu olağanüstü an, daha Türkiye’deki ilk yılımda nasip olmuştu.”

1929’da Mustafa Kemal’le görüşen Alman tarihçi Emil Ludwig, Türkiye’deki şaşırtıcı dönüşümü “iki kelime”yle tarif ediyordu: “Bu topraklara ilk defa umumi harp sırasında gelmiştim, şimdi ikinci defa geldim. İki kelime öğrendim, çabuk ve yavaş… Eski devirde geldiğimde hayat pek hareketsizdi, arabacılara ‘çabuk’ demek mecburiyetinde kalıyordum. Bu defaki ziyaretimde öyle bir sürate şahit oldum ki, otomobilcilere ‘yavaş’ demek mecburiyetindeyim.”

***

Mustafa Kemal vizyonu, Türkiye’yi üç yıl gibi inanılmaz kısa sürede modern dünyanın lider ülkelerinden biri yapmıştı.

Dünya çapında saygın bilim insanları Türkiye’ye akarken, gelecek vaat eden 150’si kız 750 genç seçti, yurtdışına eğitime gönderdi.

Almanya, Fransa, Belçika, İsviçre, İngiltere, Avusturya, İtalya, Çekoslovakya, Macaristan ve İsveç’e gittiler.

ABD’ye, Çin’e, Japonya’ya gittiler.

Cenevre, Lozan, Sorbonne, Lyon, Freiburg, Heidelberg, Berlin, Charleroi, Harvard, Chicago, Cornell, Missouri, Iowa, Wisconsin üniversitelerinde eğitim aldılar.

Selahattin Reşit Alan gitti, uçak mühendisi olarak döndü, ilk milli uçağımız MMV-l’i üretti.

Ahmet Adnan Saygun, Ulvi Cemal Erkin, Cemal Reşit Rey, Hasan Ferit Alnar ve Necil Kazım Akses gitti, Türk Beşleri oldular, çok sesli müziğin omurgasını oluşturdular.

Ekrem Akurgal gitti.

Arkeolojide hocaların hocası oldu, ordinaryüs oldu.

Jale İnan gitti, Türkiye’nin ilk kadın arkeoloğu oldu, Perge ve Side antik kentlerini memlekete kazandırdı.

Cahit Arf gitti, ordinaryüs matematikçi oldu, TÜBİTAK’ın ilk bilim kurulu başkanı oldu, literatüre “Arf Değişmezi” ve “Arf Halkaları” gibi kendi adıyla anılan teoremler kazandırdı.

Haşim Şensoy gitti, elektrik mühendisi olarak döndü, Keban Barajı’na imza attı.

İhsan Ketin gitti, Türkiye’de jeolojinin babası oldu, Kuzey Anadolu Fay Hattı’nı tespit etti.

Cevdet Arun gitti, Türkiye’nin ilk beden eğitimi öğretmeni oldu.

Sadi Irmak gitti, tıp doktoru oldu, başbakanımız oldu.

Hasan Tahsin Önalp gitti, makine mühendisi oldu, Otomarsan başta olmak üzere, Türk otomotiv sanayiinin doğmasını sağladı, karayolları genel müdürü oldu, bakan oldu.

Necip Tolon gitti, jeoloji mühendisi oldu, suni gübrede kullanılan fosfat taşlarını buldu.

Bahri Ersöz gitti, metalurji mühendisi oldu, Karabük Demir Çelik’le Şişecam’a emek verdi.

Nüvit Arıcan gitti, tekstil mühendisi oldu, Sümerbank’ı yüceltti.

Adnan Erkmenol gitti, memleketin ilk endüstri mühendisi oldu, MTA’yı sırtladı.

Bedrettin Sarp gitti, maden mühendisi oldu, Türkiye Kömür İşletmeleri’ne genel müdür oldu.

Şükrü Topsakal gitti, makine mühendisi oldu, devlet demiryollarına, karayollarına, DSİ’ye ter akıttı.

Seyfettin Saraçoğlu gitti, gemi inşaatı mühendisi oldu, tersaneler kurdu.

Aziz Tanrısever gitti, ilk ziraat mühendislerimizden oldu.

Oktay Aslanapa gitti, ilk sanat tarihçimiz oldu.

Adnan Şener gitti, ilk kimya mühendislerimizden oldu.

Şahap Kocatopçu gitti, seramik doktorası yaph, sanayi bakanlığı yaph, TÜSİAD başkanlığı yaptı.

Sabahattin Eyüboğlu, Hamide Topçuoğlu, Refia Uğurel Şemin, Hasip Ahmet Aytuna, Vedide Baha Pars, Sabri Esat Siyavuşgil, eğitimci oldular, Köy Enstitüleri’nin kuruluşunda yer aldılar.

Mustafa Kemal “sizleri birer kıvılcım olarak gönderiyorum, alevler olarak geri dönmelisiniz” demişti…

Öyle oldu.

Genç Cumhuriyet’in beyin takımım oluşturdular.

Memleketin sıfırdan inşasına temel attılar.

Kaynak: Mustafa Kemal, Yılmaz ÖZDİL

Bu yazı Cumhuriyetin alev topları ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
http://ataturkicimizde.com/cumhuriyetin-alev-toplari/feed/ 0
Cumhuriyet döneminin ilk kağıt ve madeni paraları http://ataturkicimizde.com/cumhuriyet-doneminin-ilk-kagit-ve-madeni-paralari/ http://ataturkicimizde.com/cumhuriyet-doneminin-ilk-kagit-ve-madeni-paralari/#respond Wed, 17 Oct 2018 00:11:58 +0000 http://ataturkicimizde.com/?p=3445 Cumhuriyet döneminin ilk kağıt ve madeni paraları Osmanlı döneminde kullanılan kağıt paralar Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar (1927) kullanılmaya devam edildi. Devletin egemenlik ve bağımsızlık sembolü...

Bu yazı Cumhuriyet döneminin ilk kağıt ve madeni paraları ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
Cumhuriyet döneminin ilk kağıt ve madeni paraları

Osmanlı döneminde kullanılan kağıt paralar Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar (1927) kullanılmaya devam edildi. Devletin egemenlik ve bağımsızlık sembolü olması nedeniyle, Türkiye Büyük Millet Meclisinde, 30 Aralık 1925 tarih ve 701 Sayılı “Mevcut Evrak-ı Nakdiyenin Yenileriyle İstibdaline Dair Kanun” kabul edilerek ilk Türk banknotlarının bastırılmasına karar verilmiştir.

Bu kanun ile mevcut evrak-ı nakdiyenin aynı nitelik ve miktarda kâğıt para ile değiştirilmesi esas alınıp paranın şekli ve basılıp değiştirilmesi gibi konuları düzenlemek üzere, Maliye Vekâletinden bir temsilcinin başkanlığında Ziraat, Osmanlı, İtibar-ı Milli, İş, Akhisar, Tütüncüler ve Akşehir bankaları ile Türkiye’de faaliyet gösteren diğer başlıca bankaların birer temsilcisinden oluşan bir komisyonun görevlendirilmesi hükme bağlanmıştır.

1. Birinci Emisyon (E1) Grubu Banknotlar

Dönemin Maliye Bakanı Abdülhalik Renda başkanlığındaki komisyon 9 aylık bir çalışma sonunda 1, 5, 10, 50, 100, 500 ve 1.000 liralık küpürlerden oluşan Birinci Emisyon Grubu banknotların basılması kararını almış ve basım işi, bir İngiliz firması olan Thomas De La Rue’ya verilmiştir. Bu banknotlar, filigranlı kâğıtlara kabartma olarak kanundan iki sene sonra basılmış, 1927’de tedavüle sunulmuştur.

Bu emisyon grubundaki banknotlar 1 Kasım 1928 Harf Devrimi’nden önce bastırıldığı için ana metinleri eski yazı Türkçe, kupür değerleri ise Fransızca olarak yazılmıştır.

Ancak basılacak banknotların figürlerinin belirlenmesi uzun sürdü ve banknotların basılması Eylül 1927’ye kadar sarktı. Bundan dolayı Türkiye Cumhuriyeti’nin bastırdığı ilk kağıt para ancak 5 Aralık 1927 tarihinde tedavüle girebildi. Tedavülde olan evrakı nakdiyeler ise, 4 Aralık 1927 tarihinden itibaren dolaşımdan çekilmeye başladı ve 4 Eylül 1928 tarihinde ise tedavülden kaldırıldı.

Cumhuriyetin ilk 1 liralık banknotu

Cumhuriyetin ilk 1 liralık banknotu arka yüzü

1 liralık banknotların üzerinde Milli mücadelenin sembolü sayılan Karasaban’a öncelikle yer verilmesi mühimdi, Atatürk’ün tercihiydi, vefa göreviydi. Nitekim bu yeni lirada manevi değerleri yüksek olan Meclis Binası, Ankara Kalesi, karasabanla çift süren bir köylü resmi yer aldı.

Cumhuriyetin ilk 5 liralık banknotu

Cumhuriyetin ilk 1 liralık banknotu arka yüzü

5 liralık banknotlarda ise Ankara Kalesi, Bozkurt, Meclis Binası resimleri yer aldı. Bu paraların arka yüzünde ise ak köprü resmi vardı. Bozkurt ise hem Türklerin teması hem destanlarımızın sembolüydü.

Cumhuriyetin ilk 10 liralık banknotu

Cumhuriyetin ilk 10 liralık banknotu arka yüzü

10 liralık banknotların ön yüzünde de Ankara Kalesi ve Bozkurt vardı. Ankara kalesi paranın arka yüzünde de yer alıyordu.

Cumhuriyetin ilk 100 liralık banknotu

Cumhuriyetin ilk 100 liralık banknotu arka yüzü

100 liralık banknotların ön yüzünde Atatürk portresi, arka yüzlerinde ise köy manzarası resmi vardı. Köylüye ve çiftçiye verilen önem de bu paraya konulan resimlerle öne çıkıyordu.

Cumhuriyetin ilk 500 liralık banknotu

Cumhuriyetin ilk 500 liralık banknotu arka yüzü

500 liralık banknotların ön yüzünde Sivas Gökmedrese ve Atatürk resmi, arka yüzünde ise yine Sivas ilinin resmi vardı. Sivas’ın tercih edilmesindeki sebep ise Milli Mücadelede oynadığı etkin roldü.

Cumhuriyetin ilk 1000 liralık banknotu

Cumhuriyetin ilk 1000 liralık banknotu arka yüzü

En büyük banknot olan 1000 liralık banknotların ise ön yüzünde Atatürk portresi ve arka yüzünde demiryolu hattının resmi bulunuyordu. Yurdu kısa sürede demir ağlarla örmeye niyetli Cumhuriyet kurucularının Sakarya demiryolu hattını seçmesi de oldukça manidardı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin en nadir parası olarak bilinen birinci emisyon 1000 liralıklar, 15 bin 374 adet basıldı. Halen bu paralardan 6-7’sinin sağlam kaldığı tahmin ediliyor. Bu paraların günümüz koleksiyon değeri ise yaklaşık 500 bin TL.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının Kuruluşu

Cumhuriyet Yönetiminin, banknot ihracı imtiyazının, kurulacak bir milli bankaya verilmesi konusundaki kararlılığı çerçevesinde, Türkiye Büyük Millet Meclisince 11 Haziran 1930 tarih ve 1715 sayılı Kanun ile Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının kurulması kabul edilmiştir. Banka, gerekli hazırlıklar tamamlanarak 3 Ekim 1931 tarihinde faaliyete geçirilmiş ve banknot ihracı imtiyazı münhasıran Merkez Bankasına verilmiştir.

2. İkinci Emisyon (E2) Grubu Banknotlar

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası kurulduktan sonra, harf devriminden önce basılan eski yazılı banknotlar, latin alfabesi ile basılmış yeni banknotlarla değiştirilmiştir.

Latin alfabesi ile hazırlanmış yeni banknotlar, 50 Kuruş, 1, 2 1/2, 5, 10, 50, 100, 500 ve 1.000 Türk liralık olmak üzere 9 farklı değerde ve 11 tertipten oluşmaktadır. Söz konusu banknotlardan 50 Kuruşluk olanlar Almanya’da, diğerleri ise İngiltere’de bastırılmıştır.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası tarafından dolaşıma ilk çıkarılan banknot olan 5 Türk liralık banknotu da içeren İkinci Emisyon Grubu banknotlar, 1937-1944 yılları arasında tedavüle çıkarılmıştır.

İkinci Emisyon Grubu içinde hem Atatürk, hem de İnönü portreli banknotlar yer almaktadır.

Banknot Matbaası teşkili

Ülkemizde bir Banknot Matbaası kurulması çalışmalarına 1930’lu yılların sonlarına doğru başlanmış, ancak İkinci Dünya Savaşı’nın başlaması ile bu çalışmalara devam edilememiştir. 1951 yılında yeniden başlatılan Banknot Matbaası kurma işi 1958 yılında tamamlanmış ve aynı yıl banknot basımına başlanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk madeni paraları

25 kuruş
25 kuruş

Türk tarihinde para çok uzun bir geçmişe sahiptir. Türkler Orta Asya’ya, oradan Selçuklu’ya, Osmanlı’ya yüzyıllar içinde değişen para birimlerine sahip olmuşlardır. Darphanecilik denildiğinde ise resmi olarak kuruluş Fatih Sultan Mehmed dönemi olarak bilinir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk madeni parasının basımı ise 1924 tarihinde gerçekleşmiştir. 1924’ün 3 Ağustos’unda basılan ilk madeni paralar 100 Para, 2,5, 5 ve 10 kuruşlardı.

5 kuruş
5 kuruş

Osmanlı İmparatorluğu’nun sona erdiği günlerde, Anadolu topraklarında yeni bir bağımsız Türk devleti kuruluyordu. Kurtuluş Savaşı’ndan zaferle çıkan ülke ilk anayasasını 1924 yılının Nisan ayında kabul etti. Sıra para basmaya geldiğinde tasarım işi heykeltıraş, ressam ve aynı zamanda para, pul ve madalya tasarımcısı Mesrur İzzet Bey’e verildi.

Onun tasarladığı 100 para, 2.5 kuruş, 5 kuruş ve 10 kuruşun üretimine başlandı.

10 kuruş
10 kuruş

1924 ve 1928 yılları arasında basılan 100 para 1939 yılına kadar tedavülde kaldı.

Bir yüzünde eski harflerle “Türkiye Cumhuriyeti” yazısı diğer yüzünde ise başak kabartması bulunan 100 paradan 4 yıl boyunca toplamda 11 milyon 815 bin adet basıldı.

100 para
100 para

1924 yılından bu yana basılan madeni paraların bütün kalıpları halen darphane binasında muhafaza ediliyor.

1926 ve 1928 yıllarında basılan 10 kuruşun bir yüzünde yine 100 parada olduğu gibi eski harflerle “Türkiye Cumhuriyeti” yazısı diğer yüzünde ise başak kabartması bulunuyordu. 10 kuruştan 19 milyon 946 bin adet basıldı.

Yine 1928 yılına kadar basımı devam eden 5 kuruşluk madeni paranın ön ve arka yüzlerinde de eski harflerle “Türkiye Cumhuriyeti” yazısı ve başak kabartması bulunuyordu.

Tarihten bugüne kadar basımı yapılan cumhuriyet öncesi ve sonrası madeni paraların hepsi Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü’nde sergileniyor.

Bu yazı Cumhuriyet döneminin ilk kağıt ve madeni paraları ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
http://ataturkicimizde.com/cumhuriyet-doneminin-ilk-kagit-ve-madeni-paralari/feed/ 0
Atatürk, Ankara Orman Çiftliği’ni nasıl ve niçin Kurdu http://ataturkicimizde.com/ataturk-ankara-orman-ciftligini-nasil-ve-nicin-kurdu/ http://ataturkicimizde.com/ataturk-ankara-orman-ciftligini-nasil-ve-nicin-kurdu/#respond Mon, 15 Oct 2018 14:16:28 +0000 http://ataturkicimizde.com/?p=3179 Atatürk, Ankara Orman Çiftliği’ni nasıl ve niçin Kurdu FAZIL DALAY Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Paşa, yarattığı büyük inkılâplara bir de ziraat inkılâbını katmak ve...

Bu yazı Atatürk, Ankara Orman Çiftliği’ni nasıl ve niçin Kurdu ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
Atatürk, Ankara Orman Çiftliği’ni nasıl ve niçin Kurdu

FAZIL DALAY

Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Paşa, yarattığı büyük inkılâplara bir de ziraat inkılâbını katmak ve Türk milletinin asıl bünyesini teşkil eden geri kalmış köylü ve çiftçi tabakasını çağımızdaki yenilik yollarında yürütmek ve refaha kavuşturmak için bizzat çiftçilik yaparak onlara rehber olmak istiyordu. Bu sebeple, Ankara şehri civarında örnek bir çiftlik kurmak tasavvurundaydı.

Fakat ilgililer, Gazi hazretlerine: “Ankara yazları kurak geçen son derece değişik bir yayla iklimidir, toprağı kireçli, verimsiz, çorak ve kısırdır. Gıda kuvveti zayıf olan bu topraklar, başarılı bir ziraat yapmaya ve her çeşit bitki yetiştirmeye elverişli değildir, burada asla ideal bir çiftlik işletmek mümkün olmaz ve ziyanla neticelenir. Siz İzmir veya Aydın havalisinin toprağı münbit bir yerinde bir numune çiftliği kurarsanız daha iyi edersiniz.” diyorlardı.

Gazi hazretleri, bunları söyleyenlere: “Çok iyi konuşuyorsunuz ama ben İzmir veya Aydın’da oturacak değilim ki.” diye cevap veriyordu.

Gazi hazretleri, Türk milleti için başlattığı birçok inkılâp ve yenilikte muvaffak olmuştu. Tasarladığı, aklına koyduğu her iyi şeyi muhakkak yapardı. Onun için zor mühim değildi ve o zoru severdi.

Söylenenlere ehemmiyet vermeyerek 1925 yılının başlangıcında Ankara’ya beş kilometre mesafede, ortasından Ankara-Eskişehir tren yolu geçen bir bozkır olan çıplak, ağaçsız, içerisinde bataklık ve sazlık bulunan 20.000 dönümlük arazi Gazi hazretleri tarafından satın alındı. Satın alman yerin Ankara’nın merkezine yakın olması ve sahasının geniş bulunması sebebiyle örnek çiftliğin burada kurulmasına karar verdi.

Gazi hazretleri, 1925 yılının beş Mayısında bu yerin “Karanlık Derealtı” denilen, iki tepenin geniş eteklerindeki mevkide iki büyük çadır kurarak, iki traktörle çiftlik işine başladı.

Gazi hazretleri, çiftlik kurma işinin başına müdür olarak, evvelce Bursa Ziraat Okulu’nda öğretmenlik ve Ankara Ziraat Okulu’nda müdürlük yapmış, İstanbul Halkalı Yüksek Ziraat Okulu mezunu ve ziraat sahasında birçok tecrübelerde bulunmuş, değerli bir ziraatçı olan Tahsin (Coş-kan) Beyi getirdi.1

Ziraat, çok geniş ve çeşitli şubeleri olan bir işti. Her şube için lâzım gelen ayrı ayrı sahalarda bilgili ve işinde temayüz etmiş elemanları Tahsin Bey bulacak ve çalıştıracaktı. Her şey plâna göre yapılacak ve plân Gazi hazretlerine arzedilerek tasvibi alınacaktı.

Gazi hazretlerinin kurmakta olduğu örnek çiftliğin planındaki gaye şunları yapmaktı:

1 — Bu arazide bulunan ve Ankara’nın havasını bozan bataklığı kurutarak burada orman yetiştirip havayı güzelleştirmek.

2 — Ankara ikliminde yetiştirmek imkânı olduğu halde göreneksizlik ten ekilmeyen bazı ziraat bitkilerini bu çiftlikte tecrübe ederek yetiştirip halka, çiftçiye gösterip yaymak.

3 — Çiftçinin elinde bulunan tohumları ıslah etmek.

4 — Çıplak ve ağaçsız olan Ankara İli’nin her yerini ağaçlandırmak için burada meyveli ve meyvesiz fidan yetiştirerek halka dağıtmak.

5 — O zamana kadar o muhitte bulunmayan bazı verimli iyi cins hayvanları ve tavukları yetiştirip çoğaltarak köylüye damızlık olarak vermek.

6 — Geniş ve fennî bir ziraat yapabilmek için makineli ziraatın nasıl yapıldığını köylüye göstermek, makineli ziraatın faydalarını anlatarak köylüyü makineli ziraata teşvik etmek ve her sahada kurslar açarak köylüye bilgi vermek.

7 — Çiftlikte ziraatın, arıcılık, sütçülük, tavukçuluk, sebzecilik, meyvacılık ve bağcılık gibi her şubesinin kurularak üretilen çeşitli mahsulün şehirde açılacak mağazalarda satılıp halka ucuz ve temiz en iyi vasıflı gıda sağlamak.

8 — Ankara halkının temiz hava alma ihtiyaçlarını karşılamak üzeremesire, piknik ve eğlence yeri olarak geniş bir koruluk ve orman alanı yapmak.

9 — Ankara’da açılan Yüksek Ziraat Okulu’na girecek lise mezunu gençlerin bir sene bu çiftlikte fiilen çalışarak staj görmeleri.

Türkiye’de, büyük bir medeniyet davasını üzerine alan Gazi Mustafa Kemal Paşa bir konuşmasında: “Milletimizin çoğu çiftçidir. Köylümüzün çiftçilikteki emeklerini asrı ve iktisadî tedbirlerle azamî haddine çıkarmalıyız. Onun için bir yandan çiftçinin çalışmasını artıracak ve semereli kılacak bilgi, vasıta ve fenni aletlerin kullanma ve yapılmasına, öte yandan onların çalışmalarının neticelerinden azamî derecede faydalanmasını temin edecek iktisadî tedbirlerin alınmasına çalışmak lâzımdır.” demiştir.

Gazi hazretleri, ziraat ve çiftlik işlerinden anlayan ziraatçı elemanları toplayarak, programlı ve bilgili bir şekilde çalışarak ve çok emek ve para sarf ederek kısa bir zamanda tasavvur ettiği Orman Çiftliği’ni kurmayı başarmıştır.

Gazi hazretleri, her başlattığı inkılâp işlerinde nasıl metanetle, azimle çizdiği hedefine ulaşmışsa tabiatla da çarpışarak ve mücadele ederek ziraat işinde de tabiatı kendi arzusuna uydurmayı bilmiş ve birçok kişinin hiç bir şey olmaz dedikleri bu yerde kurduğu modern çiftlikte ziraatın hemen bütün şubelerini tecrübe etmiş ve muvaffak olarak, müsbet neticeler almış ve bu suretle Türk çiftçisine numune ve rehber olmuştur.

Gazi hazretleri, çiftçilerin iktisaden yükselmesi ve ürettiği mallarının korunması ve değerinde satılması için kooperatiflerin kurulmasını istemiş, kendisini de teşvik olsun diye Tarım Kredi Kooperatifı’ne aza kaydettirmiştir.

Ben 1927 yılında Ankara Belediyesi Bahçeler Müdürlüğü Fidanlık Memurluğu’nda çalışıyordum. Bir gün Ankara Gazi Orman Çiftliği Müdürü Tahsin Bey, çiçek almak üzere Bahçeler Müdürlüğü’ne gelmişti. Bahçeler Müdürü Salih Bey, Bursa Ziraat Okulu’nda okurken öğretmeni olduğu Tahsin Beyle beni tanıştırdı. Bir müddet konuştuktan sonra ayrılırken Tahsin Bey, beni çiftliğe davet etti.

Bir hafta sonra Tahsin Beyle konuşmak ve merak ettiğim çiftliği görmek üzere trene binerek Gazi Orman Çiftliği’ne gittim. Çiftliğe girince çok büyük olmayan yeşil ağaçlar ve yeni yapılmış modern binalarla karşılaştım. Tahsin Beyi umumî idare binasında buldum. Geldiğime memnun oldu. Tahsin Beyle konuşurken ona İstiklâl Savaşı’nın şiddetle devam ettiği bir zamanda subay olan üvey babam ve annemle birlikte Anadolu’da savaş yapılan yerlere yakın şehirlerde bir müddet kaldıktan ve birçok tehlikeli, sıkıntılı günler yaşadıktan sonra, 1921 senesinde Büyük Millet Meclisi Hükümeti zamanında Ankara’ya gelip ikamet ettiğimizi ve şimdi çiftlik olan bu yerleri 15 yaşında bir öğrenci iken üzerinde ekili bir şey bulunmayan bir bozkır halinde gördüğümü anlattım. Tahsin Bey, bana: “Gel şimdi çiftliği beraber gezelim de o zaman üzerinde ekili bir şey bulunmayan yerlerin çalışmakla ne hale geldiğini yakından gör.” dedi.

Tahsin Beyle çiftliği gezmeye başladık Tahsin Bey bana evvelâ önünde bir çiçek bahçesiyle havuz bulunan kuleli köşkü göstererek: “Gazi hazretleri, çiftliğe geldiği zaman bu köşkte kalır.” dedi. Sonra çiftliğin kuzeyindeki düz ve akasya fidanları dikilerek yeşil bir hale gelmiş araziyi göstererek, evvelce burasının bataklık ve sazlık bir yer olduğunu, bataklık kurutulup sazlıklar kaldırıldıktan sonra bazı illerdeki ziraat okullarından temin edilen akasya fidanlarını buraya diktiklerini ve bu sahanın orman haline getirileceğini söyledi. Tahsin Bey sözüne devamla şöyle konuştu: “Çiftlikte, ağaçlama işi gayemizin birincisini teşkil etmektedir. Çünkü akasya ağacı hemen her türlü iklim ve toprak şartlarında kolaylıkla yetiştiği için Gazi hazretleri, çiftlikte yetişecek ilk nebatın akasya olmasını istedi.” dedi.

Çiftliği gezmeye devam ederken Tahsin Bey, bir yerde dikili meyve fidanlarını göstererek: “Bu toprakları derin işleyip bol çiftlik gübresiyle ıslah ettikten sonra 3000 çeşitli meyve fidanı diktik, burası çiftliğin meyve bahçesi olacak.” dedi. Dikilen fidanlar boylanıp büyüyerek bazıları az da olsa meyve vermeye başlamışlardı. Çiftliğin güneyine bakan biraz bayırca bir yerindeki topraklar kirizma yapılmış ve kirece dayanıklı ve filoksera hastalığına mukavim Amerika asma anaçları dikilerek üzerlerine en iyi cins yerli üzüm çeşitleri aşılanmış ve büyük bir bağ kurulmuştu.

Çiftlikte, çıplak ağaçsız sırtlara binlerce orman fidanı dikilmiş, dikilen fidanlar boylanıp dal ve yaprak vermiş ve geniş yeşillikler meydana getirmişti. Birkaç sene sonra bu fidanlar ağaç haline gelerek sunî bir orman olacak ve altına oturanlara, piknik için gelenlere gölge yapacaktı. Çiftliğin geniş yer tutan tarlalarında altın başaklı buğdaylar dalgalanıyordu.

Çiftlik makineleşmişti, en asri âlet ve teçhizatla çalışılarak ziraat yapılıyordu.

Çiftlikte cins tavuk yetiştirilmek üzere fennî kümesler yapılmıştı. Tahsin Beyle kümeslerin yanına gittiğimiz zaman tavuklara bakan memur bizi karşıladı. Bu memuru görür görmez hemen tanıdım. Saim ismindeki memur meslek arkadaşımdı. O da beni görünce tanımış ve şaşırmıştı. Kendisine Tahsin Beyin daveti üzerine çiftliği görmeye geldiğimi ve Ankara Bahçeler Müdürlüğü’nde fidanlık memuru olarak çalıştığımı söyledim. Sa-im Bey tavuklar hakkında bana bilgi vererek, senede 200-250 kadar yumurta yapan Legorn cinsiyle Rodeylant cinsi tavukları ürettiklerini anlattı.

Çiftliği göstermeye devam ederken Tahsin Bey, yapacakları işler hakkında şöyle konuştu: “Ankara’nın balı öteden beri meşhurdur. Arıcılığın inkişafına çok ehemmiyet vereceğiz. Sütçülük, peynircilik, tereyağcılık için yılda 3000 kilo süt veren Hollanda ve Simental gibi inek cinslerini getirtip üreteceğiz, yerli ve Arap atı ile muhtelif koyun ve keçi cinsleri üzerinde de çalışmalar yapacağız.” dedi.

Çiftlikte üç sene gibi kısa bir zamanda yapılan işlere hayran kalmış ve fennî çalışmaları taktirle karşılamıştım. Çiftlikten ayrılmadan evvel Tahsin Beye çok teşekkür ederek, büyük Gazi’nin yüksek bir eseri olan çiftlik üzerindeki başarılı çalışmalarından dolayı kendisini tebrik ettim ve Gazi hazretlerinin çiftliğe ne zamanlar geldiğini sordum. Tahsin Bey: “Gazi hazretlerinin çiftliğe sık sık geldiğini, her tarafı gezerek hassasiyetle tetkik ettiğini, çiftliğin her şeyi ile yakından alâkadar olduğunu ve bazen çiftlikte kalarak toplantı yaptığını,” söyledi.

Tahsin Beyden müsaade isteyerek ayrılırken bana: “Yine beklerim yaz ve kış çiftlik her zaman herkese açıktır.” dedi.

Aradan epeyce bir zaman geçmişti. Çok sevdiğim Gazi hazretlerine, rastlayıp onu belki görürüm ümidiyle yine bir gün Gazi Orman Çiftliği’ne gittim. Fakat çiftlik müdürü Tahsin Beyi yerinde bulamadım. Odacı, Gazi hazretlerinin çiftliğe geldiğini ve yanında misafirleri bulunduğunu Tahsin Beyin de onlarla beraber olduğunu söyledi. Yanlarına gidemezdim. Çünkü Gazi hazretleriyle konuşmak ve onun tarafından kabul edilmek kolay iş değildi.

Tavuklara bakan ziraatçı arkadaşımın bulunduğu kümeslerin olduğu yere gittim. Tavuklara bakan memur Saim Bey oradaydı ve beni “hoş geldin” diye karşıladı. Geldiğime memnun olan Saim Beyle şuradan buradan konuşurken Gazi hazretlerinin, yanında yaverleri, çiftlik müdürü Tahsin Bey ve arkasında daha dört beş kişi olduğu halde kümeslere doğru geldiklerini gördük. Ben Gazi hazretlerini yakından görüp karşılamak için hemen sevinçle yerimden fırladım. Fakat Saim Bey, çok telaşlandı ve bana üzülerek: “Kümeste dört tane hasta tavuk var. Gazi hazretleri şimdi bu hasta tavukları görürse, tavuklara iyi bakmadın diye beni azarlar ve belki de benim işime son verir.” dedi.

Gazi hazretleri arkasında bulunanlar ile birlikte kümeslerin önüne geldi. Saim Bey, ben ve kümeslerde çalışan iki işçi sıraya dizilerek Gazi’yi selâmladık ve karşısında hürmetle eğildik. Gazi hazretleri geniş teller ile çevrili olan tavukların gezinti yerine girdi. Arkasından çiftlik müdürü Tahsin Beyle, tavuklara bakan Saim Bey Gazi’yi takip ettiler. Tavuklar kümeslerinden çıkmış gezinti yerinde dolaşıyorlardı. Gazi hazretleri, tavukları tetkik ederken içlerinde hasta olan dört tavuğu hemen farketti. Hasta tavuklar nezleye yakalanmışlardı. Başlarını önlerine eğmişler, burun deliklerinden ve ağızlarından sümük gibi sular akıyordu. Dermansız görünen tavuklar yem de yemiyorlardı.

Gazi hazretleri, dikkat ve merakla hasta tavukların vaziyetine baktıktan sonra, Saim Beyi yanına çağırarak: “Bu tavuklara ne olmuş?” dedi. Saim Bey çok korkmuştu, ellerini oğuşturup titrek bir sesle: “Paşam şey olmuş, şey olmuş” diye kekeleyerek dili tutuldu. Saim Bey, bir şey söyleyemiyor, ağzından fısıltı halinde çıkan lâflar anlaşılmıyor ve perişanlık içinde sıkıntıdan şakaklarından terler akıyordu.

Gazi hazretleri Saim Beyin çok korktuğunu görünce artık ona bir şey söylemedi. Arkasında duran çiftlik müdürü Tahsin Beye dönerek: “Sizin bu tavukların hastalığından haberiniz yok mu? Saim Bey size bunların vaziyetini bildirmedi mi?” diye sordu. Tahsin Bey: “Hayır Paşa hazretleri, bildirmedi. Belki tavuklar yeni hastalanmışlardır.” diye cevap verdi. Gazi hazretleri, tekrar Tahsin Beye: “İhmal etmek olmaz, her şeyi daima kontrol ediniz, bu hasta tavukları sağlamların yanından ayırınız ve hemen veterinere göstererek tedavi ettiriniz” dedi. Tahsin Bey: “Emredersiniz Paşa hazretleri” diyerek, hasta tavukları derhal ayırttı ve Saim Beyi de telefona gönderip, veteriner çağırmasını istedi. Bu telaş içinde beni de gören Tahsin Bey bana: “Hoş geldin, Gazi hazretlerinin misafirleri var onlarla meşgulüm bugün konuşamayız, başka zaman beklerim” diyerek uzaklaşmakta olan Gazi hazretleri, ve grubunun arkasından onlara yetişmek için koştu.

Gazi hazretleri, diğer inkılâplarında olduğu gibi çiftlik işleri üzerinde de hassasiyetle duruyordu.

Daha sonraki yıllarda çiftlikte arıcılığa çok ehemmiyet verilerek fenne dayanan bir Arıcılık Şubesi kurulmuş, Dadan sistemi birçok arı kovanı yaptırılarak arı beslenmiş, bal üretilmiş ve bir bira fabrikası kurularak bira imal edilmiş, çiftlikte yetiştirilen meyveli ve meyvesiz çeşitli fidanlarla mıntakaya elverişli, ıslah edilmiş hububat tohumları elde edilerek çiftçiye dağıtılmış, Hollanda, Jersey, Simental gibi çok süt veren ineklerle, Karaman, Merinos, Kıvırcık, Türkistan Karagül koyun cinsleri ve çok yumurta veren Legorn, Faverol, Rodeylant tavukları yetiştirilip üretilerek damızlık olarak çiftçiye verilmiştir.

Gazi hazretleri, her sene dış ülkelerden getirilen pulluk ve ziraat aletlerinin bir kısmını paramızın harice gitmemesi için memlekette yapmak ve Türk çocuklarına da sanat Öğretmek arzusundaydı. Anadolu köylüsünün yüzyıllardan beri kullandığı, toprak üzerinde yalnız bir çizgi açan karasabanın kaldırılmasını ve yerine pulluk kullanılmasını isteyen Gazi hazretleri, 1930 senesinde çiftlikte bir pulluk imalathanesi kurdurarak pulluk ve bazı ziraat aletlerinin imalini başlatmış ve çiftçiye ucuz pulluk temin etmiştir.

Gazi hazretleri, yazın Ankara’nın sıcak havasından bunalarak çiftliğe piknik yapmaya gelen halkın serinlemesi ve plaj ihtiyacının karşılanması için çiftlikte Marmara ve Karadeniz isimlerinde iki havuz yaptırmış ve yine halkın yemek yemesini temin için gazino ve lokantalar açtırmıştır.

Çiftliğin muhtelif şubelerinden elde edilen pastörize süt, peynir, yoğurt, tereyağı, yumurta, bal, üzüm, şarap, çeşitli meyvelar ve bütün ziraî mahsulat Ankara’da açılan mağazalarda satışa çıkarılmış, bu suretle halka ucuz ve temiz gıda sağlanmıştır.

Ankara halkının mesire yeri ihtiyacını karşılayan çiftlikte çocukların eğlenmesi ve hayvanları tanıması için de bir hayvanat bahçesi kurulmuştur.

Yüksek Ziraat Fakültesi’nde okumak için gelen ve ileride memleketin çeşitli ziraat işlerinde çalışacak lise mezunu gençler, çiftlik tatbikatını ve stajlarını Orman Çiftliği’nde yapmışlardır.

En son iktisadî işletme usullerine dayanarak kurulan çiftlikte yapılan ziraat sistemi Orta Anadolu çiftçisi için bir ziraat medot numunesi olmuştur.

Gazi hazretlerinin yarattığı Orman Çiftliği’nin inkâr edilmeyen bugünkü varlığına bakacak olursak, geçmişteki zamanda sarfedilen çalışmaların ve gayretlerin büyüklüğünü ve kıymetini daha iyi anlarız.

1 Tahsin Coşkan bir müddet Kastamonu Milletvekilliği ve Tarım Bakanlığı da yapmıştır.

atam.gov.tr’den alıntı

Bu yazı Atatürk, Ankara Orman Çiftliği’ni nasıl ve niçin Kurdu ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
http://ataturkicimizde.com/ataturk-ankara-orman-ciftligini-nasil-ve-nicin-kurdu/feed/ 0
Atatürk ve Karadeniz vapuru http://ataturkicimizde.com/ataturk-ve-karadeniz-vapuru/ http://ataturkicimizde.com/ataturk-ve-karadeniz-vapuru/#respond Thu, 11 Oct 2018 07:17:53 +0000 http://ataturkicimizde.com/?p=2138 Atatürk ve Karadeniz vapuru Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin tanıtımı için bir deha proje … Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyaya tanıtılmasının ve Türk turizminin ilk adımını Atatürk attı....

Bu yazı Atatürk ve Karadeniz vapuru ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
Atatürk ve Karadeniz vapuru

Yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin tanıtımı için bir deha proje …

Çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’nin dünyaya tanıtılmasının ve Türk turizminin ilk adımını Atatürk attı. Tarihimizin ilk ve en büyük tanıtım çalışması… Atatürk’ün yüzen fuarının dünyaya örnek hikayesi…
***
Karadeniz Vapuru Projesi, Cumhuriyet’in ilanından 3 yıl sonra Atatürk’ün önerisiyle hayata geçirildi.

Türkiye’yi tanıtan çeşitli ürünlerin sergilendiği gemi, 12 Haziran 1926 tarihinde İstanbul’dan demir aldıktan sonra 12 ülkede 16 şehri ziyaret etti. Karadeniz Gemisi, 86 günde 10 bin mil yol katettikten sonra 5 Eylül 1926 tarihinde İstanbul’a döndü.

Bu “yüzer sergi”nin amacı Türkiye’yi Batı’ya tanıtmaktı. Neler sergilenmiyordu ki vapurda: Tütün, Kütahya çinileri, Hacı Bekir lokumu, Bursa ve Hereke kumaşları… Gemideki en ilginç sergi malzemelerinden biri ise, hiç kuşkusuz canlı Tiftik keçileriydi!

Karadeniz Gemisi’nin yolcuları arasında 3. Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın oğlu Refi Bayar, Anadolu Ajansı’nın kurucularından Şair Kemalettin Kamu, İstiklal Marşı’nın bestecisi Zeki Üngör, ilk Türk kadın gazetecilerden Bedia Arseven, ilk Türk kadın milletvekillerinden Mebrure Gönenç ve Şair Orhan Veli Kanık’ın babası müzisyen Veli Kanık da yer aldı.

1926: Atatürk sabah saat 8’de Bursa’dan hareketle Mudanya’ya, buradan da Karadeniz vapuruyla Bandırma’ya gelmişti. Atatürk’ün, Karadeniz vapurunda açılan gezici sergiyi ziyareti ve geminin hatıra defterine yazdıkları:

“Sergi, başarıya ulaşmış bir eserdir. Bende gayet iyi izlenimler meydana getirdi. Sunuş tarzı çok iyidir. Hazırlayıcısını takdir ve tebrik ederim.”

Atatürk Karadeniz gemisinde
Atatürk Karadeniz gemisinde

Yıl 1926… Günlerden 12 Haziran… Yer bugünkü Tophane rıhtımı… Taksilerin yanıbaşında çift atlı faytonların da yolcu bekledikleri görülüyor. Bayraklarla donanmış, beyaz bir vapur harekete hazırlanmakta. Seyr-i Sefain İdaresinin yeni satın aldığı bu Karardeniz gemisi çok önemli bir sefere çıkmak üzere. Üç aya yakın sürecek bu gezide el sanatlarımızdan örnekler ile başta gelen ürünlerimiz tanıtılacak. Ama asıl amaç, Batı Avrupa ülkelerine genç Türkiye Cumhuriyeti’ni tanıtmak! Bu niyetle düzenlenen sergi seferi boyunca gemi 12 Avrupa devletinin limanlarına uğrayıp üçer beşer gün kalacak.

Kömür almak için gireceği Cezayir’in Bona (sonraki adıyla Anaba) limanını saymazsanız, bakın hangi limanlara uğrayacak: Barcelona, Le Havre, Londra, Amsterdam, Hamburg, Stockholm, Helsinki, Leningrad, Danzig, Gdynia, Kopenhagen, Anvers, Marsilya, Cenova, Napoli…

Her limanda gemimizi gezmek isteyen ziyaretçiler kabul edilecek. Davetler, resepsiyonlar verilecek. Gemideki Riyaset-i Cumhur Orkestrası da konserler verecek. Balolarda görevli zevat ile ziyaretçilerin kaynaşmaları sağlanacak… Cumhuriyet Türkiyesinin Türkler’i tanıtacak.

Geminin süvarisi, genç yaşına rağmen dirayetli bir denizci olmasıyla ün yapmış olan TOPUZ lakaplı meşhur Lütfi Kaptan… Birkaç yıl öncesine kadar Gülcemal’in süvarisi iken, artık Karadeniz de görev yapıyor. Gemideki genç zabitanın hepsi de özellikle seçilmiş pırıl pırıl genç denizciler. İlerde hepsi birer büyük kaptan olarak Denizyolları’nın gemilerinde kaptanlık, ya da idarecilik yapacaklar.

Karadeniz gemimiz ise 1905 Hollanda yapımı… 4.765 gros tonluk. 120 metre boyu, 14 metre eni var. Tam istim tuttuğu zaman 12 mil hız yapmakta. Sergi için baştan sona özel olarak düzenlenip dekore edilmiş. Karadeniz Vapuru, aslında siyah renkliydi ancak yolculuk öncesinde Haliç’e alınarak üç ay boyunca bakımdan geçmiş ve beyaza boyanmıştı.

Yıllarca sözü edilen bu tarihi gezi 86 gün 22 saat sürüyor. İstanbul’da döndüğü gün takvimler 5 Eylül gününü gösteriyor. Toplam 9.981 mil yol kat eden gemi bu uzun sefer boyunca 2.778 ton kömür tüketmiş. Kullandığı tatlı su miktarı da 971 ton.

Bu sergi seferinin Türkiye’nin tanıtılmasındaki payı gerçekten çok büyük oldu. Geminin gittiği her ülkenin basınında Atatürk Türkiye’si hakkında çok güzel haberler çıktı, çok değerli yazarlar yayımlandı. Bu büyük başarıda, Seyr-i Sefain İdaresi’nin de önemli bir payı olduğu asla göz ardı edilmemeli.

Yıllarca iç ve dış hatlarda yolcu taşımaya devam eden KARADENİZ ise 46 yıllık bir gemi oluncaya kadar aralıksız hizmet etti. 50’li yıllarda, ticaret filomuzun yeni satın alınan gemilerle takviye edilmeye başlanması üzerine, 1951’de kadro dışı bırakılarak bir kenara bağlandı. Sonra da sökülmek üzere satıldı.

Ek bilgi:

80 yıl önce, Karadeniz Gemisi bir “yüzer sergi” haline getirilerek Avrupa seyahatine çıkarılmıştı. Amaç Türkiye’yi Batı’ya tanıtmaktı.

Neler sergilenmiyordu ki vapurda: Tütün, Kütahya çinileri, Hacı Bekir lokumu, Bursa ve Hereke kumaşları… 12 Haziran 1926’da Galata’dan hareket eden gemide Cumhurbaşkanlığı Orkestrası’da vardı.

İlk olarak Barcelona Limanı’na demirleyen yüzer sergiyi üç gün içinde 11 bin İspanyol gezmişti. Fransa, İngiltere, Hollanda, Almanya da dahil 12 ülkedeki 16 limana uğramıştı Karadeniz Gemisi.

86 gün sonra ülkeye dönen gemideki ilginç sergi malzemelerinden biri, hiç kuşkusuz Tiftik keçileriydi!

kaynak: isteataturk.com

Karadeniz gemisi belgeseli, yedi bölüm, video

BİR ULUS KENDİNİ TANITIYOR

“Karadeniz: Seyr-i Türkiye” belgeseli (aşağıdaki 7 bölüm), genç Türkiye Cumhuriyeti’nin, binbir fedakarlıkla Avrupa’nın büyük limanlarına yolladığı seyyar sergi gemisinin ibret verici öyküsünü anlatıyor.

Marsilya Limanı tarihi günlerinden birini yaşıyor. Zaten her zaman hareketli olan liman, bugün sosyetenin akınına uğramış. Beyaz ve ağır ketenlerden dikilmiş “denizci yakalı” elbiseler içindeki güzel kadınlardan hoş bir parfüm kokusu yükseliyor. Şehir Bandosu “Marselyez” marşını son bir kez çalıp zarif bir vals prelüdüne geçerken, saatlerdir heyecanla beklenen gemi, limana doğru süzülüyor. Bembeyaz ve yüksek güverteli, renk renk yüzlerce bayrakla süslenmiş, tek bacalı, yaklaşık 5 bin gros tonluk gemi, limana yanaşıyor.

Rıhtımdaki Fransızlar, gemiye ve geminin çeşitli yerlerine asılmış olan bayrağa bakıyorlar. Güzel tonlu bir kırmızı üzerine bembeyaz bir ay ve yıldızın işlenmiş olduğu görkemli bir bayrak bu.

Rıhtımdakiler güverteye baktıklarında ise, küpeşteye dayanmış kendilerini seyreden kadınlı erkekli yolcuları görüyor ve gözlerine inanamıyorlar. Onlar, Türkiye’den yani kendi düşüncelerine göre “Doğu”dan gelen bu gemideki yolcuların bir “Orient esintisi” sunacağını beklerken, karşılarında bambaşka bir görünüm var. Alt ve üst güvertelerden kendilerine bakan, gülen, el sallayan bu “Doğulu” konukların, kendilerinden hiçbir farkı yok. Erkekler koyu renk takım elbise, pırıl pırıl beyaz gömlekler giymiş ve çoğu zarif bir iğne ile süslenmiş boyunbağları takmışlar.

Yanlarındaki kadınlar, erkeklerden daha şık. Siyah ağırlıklı ipek ve muslin elbiseler içindeler. İyice dalgalı, “alagarson”a yakın kısalıkta kesilmiş saçları, Marsilya güneşi altında parıldıyor. Gemi uzun ve neşeli tek bir düdük ile Marsilyalıları selamlıyor. Yanları halatla desteklenmiş ahşap merdivenler, gemiden sarkıtılıp rıhtıma yerleştiriliyor. Fransızlar gemiye çıkmaya başlıyor. Bir subay onları sergi salonuna götürüyor.

Bir kış bahçesi ile kalabalık bir orkestranın çaldığı salonu geçerek sergi bölümüne gelen ziyaretçiler, hayranlıktan konuşamaz bir şekilde, sergilenen eşyalara bakıyorlar. Türk mavisi sırlı Kütahya çinileri; binbir nakış ve renkli Osmanlı, Yörük, Selçuklu ve Acem halıları; gül, tarçın ve sakız kokulu Hacı Beki lokumları; yeşim, yakut, firuze gibi değerli taşlarla süslenmiş, tamamıyla elle yapılmış çeşmibülbül, laledan, gülabdan gibi cam ürünleri Tarih 21 Ağustos 1926.

Fransızların büyük bir hayranlıkla içinde sergilenen ürünleri seyrettikleri, gönderinde ay-yıldızlı bayrak dalgalanan geminin bordasında kocaman harflerle “Karadeniz” yazıyor ve henüz üç yaşına basmış olan genç Türkiye Cumhuriyeti, “yeniden var edilen bir ulus’un neler yapabileceğini herkese göstermek için bu gemiyle Avrupa’nın en önemli limanlarında aylardır” sancak gösteriyor”.

SEKSEN ALTI GÜN SÜREN YOLCULUK

(Aşağıdaki) Belgeseli izleyenler, Avrupa yolculuğu öncesi Haliç’te üç ay süren özel bir bakıma alınmış Karadeniz gemisinin dümen suyuna kapılıp, tam seksen altı gün süren yolculuğu, sefere katılan sanatçı, gazeteci, milletvekili, öğretmen, müzisyen ve denizcilerden oluşan toplam 285 kişinin, genç Türkiye Cumhuriyeti’ni “dosta düşmana tanıtmak için” nasıl olağanüstü bir çaba gösterdiğini, henüz üç yaşındaki Türkiye Cumhuriyeti milletvekillerinin buna kaynak bulmak için nasıl çırpındıklarını ibret ve gururla izliyor.

Ticaret Vekili Ali Cenani Bey’in meclis kürsüsünde, “Efendiler… Bir ticaret sergisi meydana getirmek kolay bir şey değildir. Bunun yerine bir seyyar sergi teşkilini düşündüm. Seyr-i Sefain’den bir vapur alalım. Mesela Karadeniz Vapuru’nu…” diye başlayan konuşmasının yarattığı ateşi, hummalı çalışmaları ve sonunda Marmara’nın solgun mavi sularını köpürterek yola çıkan beyaz bir geminin, Dolmabahçe’deki bir yatta, mavi gözleri çakmak çakmak, sarışın bir adam tarafından beyaz bir mendil sallanarak nasıl uğurlandığını görüyor. O sarışın adamın daha yedi yıl önce 19 Mayıs 1919’da ülkeyi kurtarmak için Samsun’a böyle bir vapur yolculuğu yapmış olduğunu düşünenler de bir cumhuriyetin nasıl doğduğunu görüp alabildiğine gururlanıyor.

Kaynak: Lemi Özgen SkyLife Dergisi – Şubat 2007

KARADENİZ GEMİSİ BELGESELİ (SONER SEVGİLİ, NTV);

KARADENİZ: Seyr-i Türkiye belgeseli, ülkemizi Avrupa’ya tanıtmak amacıyla Cumhuriyetin ilanından 3 yıl sonra Atatürk’ün önerisiyle hayata geçirilen seyyar sergi projesinin hikayesini anlatıyor.

Yonetmen:Soner Sevgili

Seslendirme: Erdal Kucukkomurcu, Semih Kosar, Murat Ates, Gunay Gunay

Karadeniz:Seyr-i Turkiye-NTV BELGESEL-BOLUM 1 (9.26 dk.)

Karadeniz:Seyr-i Turkiye-NTV BELGESEL-BOLUM 2 (9.40 dk.)

Karadeniz:Seyr-i Turkiye-NTV BELGESEL-BOLUM 3 (9.40 dk.)

Karadeniz:Seyr-i Turkiye-NTV BELGESEL-BOLUM 4 (9.13 dk.)

Karadeniz:Seyr-i Turkiye-NTV BELGESEL-BOLUM 5 (8.56 dk.)

Karadeniz:Seyr-i Turkiye-NTV BELGESEL-BOLUM 6 (7.40 dk.)

Karadeniz:Seyr-i Turkiye-NTV BELGESEL-BOLUM 7 (3.42 dk.)

Bu yazı Atatürk ve Karadeniz vapuru ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
http://ataturkicimizde.com/ataturk-ve-karadeniz-vapuru/feed/ 0
Atatürk’ün İslam dinine hizmetleri http://ataturkicimizde.com/ataturkun-islam-dinine-hizmetleri/ http://ataturkicimizde.com/ataturkun-islam-dinine-hizmetleri/#respond Fri, 05 Oct 2018 10:43:53 +0000 http://ataturkicimizde.com/?p=1608 Atatürk’ün İslam dinine hizmetleri Kendine Özgü/Sade Bir Dindar “Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalb ve vicdanından...

Bu yazı Atatürk’ün İslam dinine hizmetleri ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
Atatürk’ün İslam dinine hizmetleri

Kendine Özgü/Sade Bir Dindar

“Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalb ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.” Atatürk, 1923 (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri II, S. 66-67)

Atatürk’ün hayatı incelendiğinde onun hayatının hiçbir döneminde hiçbir dine ve hiçbir din mensubuna kötü gözle bakmadığı, hangi dinden olursa olsun bütün dindarlara saygıyla yaklaştığı, hiçbir din mensubuna baskı yapmadığı görülecektir. Nitekim Atatürk, “Her türlü düşünceye ve inanışa saygılıyız” diyerek laiklik ilkesini hayata geçirmiştir. Atatürk’ün anladığı laiklik her şeyden önce dine ve dindara saygıdır. Aynı şekilde dinsizliğe ve dinsize de saygıdır. Yani düşünce ve inanç özgürlüğüdür.

Atatürk ve Din

Atatürk’ün nasıl “gerçek bir dindar” olduğunu ve onun kendine özgü dindarlığını şöyle özetlemek mümkündür:

1.Atatürk, daha 7 yaşında annesi Zübeyde Hanım’ın isteği ile Kuran-ı Kerim’i hatmetmiştir. 8 Yaşında Kuran’ın tamamını ezbere okuyabilmektedir. (Atatürk bu gerçeği 1927 yılında Ankara’da ABD Büyükeçlisine açıklamıştır.)

2.Atatürk, daha çocukluk yıllarında Selanik’te Mevlevi-Bektaşi tekkelerine giderek ayinlere katılmıştır. (F. Rıfkı Atay “Çankaya”da bu konuda bilgi vermektedir).

3.Atatürk, Çanakkale Savaşı yıllarında yakın dostlarına, arkadaşlarına yazdığı mektuplarda Allah’a olan inancını dile getirmiş ve “Allah’ın inayeti sayesinde” bu savaşı kazanacaklarını belirtmiştir.

4.Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında camilere, cem evlerine gitmiş, cuma namazlarını kılmış, cami minberine çıkıp “Allah birdir, şanı büyüktür” diye başlayan Hz. Peygamber’den övgüyle söz eden bir hutbe vermiş, TBMM’yi tekbir ve dualarla açtırmıştır.

5.I. TBMM’de girişte hep bir hafıza Kuran okutmuştur. Aynı şekilde Cumhuriyet döneminde Topkapı Sarayı’nda Kuran okutma geleneğini sürdürmüştür.

6. Atatürk, özel hayatında fırsat buldukça Kuran okumuş veya Kuran okutup dinlemiştir. Özellikle özel hafızı Hafız Yaşar Okur’a Kuran okutmuştur. Atatürk zaman zaman da manevi kızlarından Nebile’ye ezan ve Kuran okutup dinlemiştir.

7.Atatürk’ün en yakın arkadaşı Fevzi Paşa ve annesi Zübeyde Hanım beş vakit namazlarını kılan, İsmet Paşa ise elinden geldiğince ibadetlerini aksatmayan insanlardır. Atatürk çevresinde namazlarını kılan ibadetlerini yapan herkese çok saygılı davranmıştır.

8.Atatürk Kurtuluş Savaşı sırasında tuttuğu özel notları arasında zaman zaman “Hafızı çağırıp Kuran okuttuğunu” yazmıştır. Yine özel notları arasında “TANRI BİRDİR VE BÜYÜKTÜR” notu göze çarpmaktadır.

9. Atatürk, cumhuriyeti ilan ettikten sonra 1932 ramazan ayında dönemin tanınmış hafızlarını köşke/saraya çağırarak onlara Kuran okutup dinlemiştir. Makamla Kuran okunmasına büyük önem veren Atatürk, hafızların makam hatası yapmamalarına ve ayetleri tane tane okumalarına büyük önem vermiştir.

10.Atatürk, 1930’larda Çanakkale Şehitleri için her yıl Çanakkale Mehmet Çavuş abidesi önünde mevlit okutmuştur. Aynı şekilde her yıl annesi Zübeyde Hanım’a da mevlit okutmuştur.

11.Atatürk döneminde okullarda din eğitimi devam etmiştir. Köy ilkokullarında din derslerinde “Cumhuriyet Çocuğunun Din Dersleri” adlı kitap okutulmuştur.

12.Atatürk, Kurtuluş Savaşı sırasında Yunanlılar tarafından yakılıp yıkılan yüzlerce camiyi onarttırmış ve yeniden yaptırmıştır. Hatta Eskişehir Mihalıççık camisini cebinden 5000 lira verip yeniden yaptırmıştır. Ayrıca Atatürk’ün yurt dışında Paris ve Tokyo camilerinin yapımına katkıda bulunduğuna ilişkin kanıtlar vardır.

13.Atatürk, İslam dünyasıyla da yakından ilgilenmiştir. Kurtuluş Savaşı sırasında İslam dünyasının desteğini yanına alan Atatürk Kurtuluş Savaşı’ndan sonra da İran-Irak ve Afganistan gibi Müslüman ülkelerle Sadabat Paktı’nı kurarak, Hıristiyan haçlı saldırılarına karşı Müslüman ülkelerle birlikte hareket etmiştir.

14.Atatürk, Müslüman ülkelerin liderleriyle de çok iyi ilişkiler geliştirmiştir. Örneğin Afgan Kralı Amanaullah Han ve İran şahı Rıza Pehlevi ile kişisel dostluk kurmuştur.

15.Atatürk, 1937 yılında Filistin’e yönelik bir Siyonist- Haçlı Hıristiyan saldırısı olacağını haber alır almaz “Filistin’e el sürülmez” diye bir bildiri yayınlayarak Müslüman Filistinlilerin yanında olduğunu herkese göstermiştir.

16.Tarihe çok meraklı olan Atatürk en çok Hz. Muhammet’ten etkilenmiştir. Onun savaşlarını bütün detaylarıyla öğrenmiş, liselerde okutulan Tarih kitaplarında İslam tarihi bölümünün yazımına bizzat katkıda bulunarak bu kitaplarda Hz. Muhammed’in savaşlarını anlatan haritaları bizzat kendisi çizmiştir. Tarih çalışmaları sırasında Hz. Muhammet’i eleştirmeye kalkanları, “Hz. Muhammet’in kıymetinden habersiz cahil serseriler bizim tarih çalışmalarımıza katılamazlar” diye azarlamıştır. Hz. Muhammet’ten, “Benim senin adın silinir ama o ölümsüzdür” diye söz etmiştir.

17.Atatürk, 1922 Sakarya Savaşı’ndan 1934 Soyadı Kanunu’na kadar ad olarak İslami içerikli “Gazi” unvanını kullanmıştır. Soyadı Kanunu’ndan sonra da zaman zaman “Gazi” unvanını kullanmaya devam etmiştir.

Dâhinin Felsefi Kodları, Bilimsel Kafa Yapısı ve Din

Atatürk, çağını aşmış bir “savaş ustası”, gelmiş geçmiş en büyük örgütçülerden biri ve Asya’nın en büyük devrimcisidir. O tartışmasız bir “dahidir”. Bu kadar “üstün yeteneklere” sahip bir insanı, bir “dahiyi” anlamak doğrusu çok da kolay değildir. Hele hele “okumanın” sadece “boş zaman” etkinliği olarak kabul edildiği, “felsefe” dersinin “önemsiz” görülerek müfredattan kaldırıldığı, kitabi ve akıl süzgecinden geçirilmiş bilgininin yerine “kulaktan dolma” nakilciliğin egemen olduğu bir toplumda, Atatürk gibi çağını aşmış bir “dehayı” anlamak, özellikle de onun “felsefi derinliğini” çözmek çok zordur. Buna, bir de değişik kaygılarla bu dehanın “çarpıtılması” da eklenince, Atatürk’ün “insana”, “evrene”, “doğaya” ve “tanrı”ya bakışını tam olarak ortaya koyabilmek neredeyse imkansızlaşmıştır.

Atatürk üzerine yaklaşık olarak 15 yıldır kafa yoran ve Atatürk’ü doğumundan ölümüne kadar inceleyen biri olarak şunu söyleyebilirim ki: Atatürk sürekli genişleyen evren misali sürekli gelişen ve olgunlaşan bir düşünce dünyasına sahiptir. Bir taraftan ömrünü adadığı toplumunu kurtarmaya çabalarken, diğer taraftan içinde yaşadığı “evreni” anlamaya çalışmıştır. Atatürk’ün felsefeden, tarihe, dinden, dile, matematikten kuramsal fiziğe kadar pek çok farklı alanda 5000 civarında kitap okumasının altında “bilimsel zeka” ve “bilim insanlarına has bir “merak” ve “sorgulama dürtüsü” vardır. Atatürk’ün “göz kamaştıran başarılarının” anahtarını da burada aramak gerekir.

Yarı bağımlı, az gelişmiş bir imparatorluğun “sürekli değişimi arzulayan bir bireyi” olarak yetişen Atatürk, aile kucağında ve çevrede aldığı geleneksel dinsel eğitimden sonra (Zübeyde Hanım etkisiyle), eğitim hayatında, özellikle İstanbul Harp Okulu ve Harp Akademisi yıllarında dünyayı etkilemeye başlayan Pozitivizm, Materyalizm, Darvinizm, Sosyalizm üzerine kafa yormaya başlamış ve nitekim 1905’de not defterlerinden birine “Evvela Sosyalist olmalı maddeyi anlamalı” diye bir not düşmüştür. Atatürk’ün sonraki yıllarda karşımıza çıkacak olan “Akıl ve bilim” vurgusunun kökleri bu dönemlere gider. J. Jack Rousseau’dan, Montesquieu’ya, Namık Kemal’den Abdullah Cevdet’e birçok yerli ve yabancı aydının görüşleriyle bu dönemde tanışmıştır.

Atatürk bir taraftan pozitivizm ve materyalizm üzerine kafa yorarken diğer taraftan da “din üzerine” okumaya ve düşünmeye devam etmiştir. Okuduğu kitaplar arasında bütün tek tanrılı dinlerin kutsal kitaplarıyla birlikte özellikle İslam dini konusunda başta Kuran olmak üzere “yüzlerce kitap” vardır. Onun sıradan insanlardan farkı, atadan, deden gelen her bilgiyi çağının gelişmelerine paralel olarak yeniden değerlendirmesi ve sorgulamasıdır. Dolayısıyla mensup olduğu İslam dini de dahil, din ve tanrı kavramlarını bile yaşamı boyunca ciddi biçimde sorgulamıştır. Atatürk’ün, din ve inanç konusundaki görüşlerini anlamak için bu “sorgulamalara” da göz atmak gerekir.

Atatürk’ün, Lenin, Stalin, Napolyon, İskender gibi liderlerden ve devrimcilerden farkı “din üzerine” de ciddi bir biçimde, entelektüel düzeyde kafa yormuş olması ve dini yok etmek için değil, gerektiğinde sorgulayarak anlaşılması, anlaşılarak anlatılması için uğraşmasıdır.

Atatürk, özellikle Çanakkale Savaşı yıllarında, savaş meydanlarında karşılaştığı manzaralardan dolayı olsa gerek, din ve tanrı kavramı üzerinde düşünmüştür. Atatürk’ün Çanakkale Savaşı’ndan yakın dostlarına yazdığı mektupların satır aralarındaki “Allah büyüktür”, “Allah dilerse olur”, “Allah’ın inayetine sağınarak çalışıyorum” gibi dinsel ifadeler ve Çanakkale anıları arasında bize aktardığı “Bombasırtı vakası”, onun 1915 yılında Çanakkale’de din ve Tanrı kavramını “içselleştirdiğini” kanıtlamaktadır. O günlerde askerlerinin inancıyla gurur duyan Atatürk, o günlerde bile “akılcı düşünceyi” bir kenara bırakmamıştır.

Türk insanının “inancını” çok iyi bilen Atatürk, Kurtuluş Savaşı yıllarında bilerek ve inanarak bir “dinsel meşruiyet politikasına” başvurmuştur. Müslüman Anadolu insanını, Hıristiyan işgalciye karşı en iyi birleştirecek şeyin İslam dini olduğunu görerek, Kurtuluş Savaşı’nın başından sonuna kadar İslam dininden övgüyle söz etmiştir. Bu sırada Meclisi dualarla açtırmış, bazen camiye, bazen cem evine gitmiş, bütün yazışmalarında dinsel bir üslup kullanmıştır. Atatürk, bunu yaparken aslında Kuran’daki “cihat” kavramından yararlanmıştır. O günlere ait “Hafıza kuran okuttum”, “Hafız Kuran okudu”, “TANRI BİRDİR VE BÜYÜKTÜR” biçimindeki kendi el yazısıyla tuttuğu özel notlarından kendisinin de samimi olarak Tanrı’ya yöneldiği anlaşılmaktadır.

Atatürk, Kurtuluş Savaşı sonrasında, devrimler sürecinde “dinsel söylemlerden” neredeyse tamamen vazgeçmiştir. Büyük bir “taktisyen” olan Atatürk’ün 1923 sonrasında olumlu anlamda dinsel söylemlerini önce azaltmasının, sonra din eleştirileri yapmasının ve son olarak da dinsel söylemlerden tamamen vazgeçmesinin nedeni yine “stratejiktir”: Şöyle ki: Atatürk, nasıl ki Kurtuluş Savaşı yıllarında dinin, Müslüman toplumu bir araya getireceğine inanarak olumlu anlamda “dinsel söylem” kullandıysa, dinden “övgüyle” söz ettiyse, devrimler sürecinde de “akıl ve bilimi” esas alan “laik” bir devlet kurma sürecinde dinsel söylemlerden o kadar uzak durmuş, hatta zaman zaman sarsıcı “din eleştirileri” yapmıştır. (Örneğin, VATANDAŞ İÇİN MEDENİ BİLGİLER ve TARİH II kitapları.) Tanrısal kaynaklı monarşik Osmanlı’nın yerine kurduğu laik Türkiye Cumhuriyet’in lideri olarak Atatürk’ün, Cumhuriyet’in ilanından sonra da “dinsel söylem” kullanmaya devam etmesi onu, hep eleştirdiği “dinden meşruiyet alan” Osmanlı padişahları durumuna koyardı ki, hiç kuşkusuz bu durum büyük bir tutarsızlık olurdu.

Atatürk’ün İslam Dinine Hizmetleri

Atatürk, 1923-1938 arasında Dinde Öze Dönüş Projesi kapsamında çok önemli çalışmalar yapmış, bir anlamda 13. yüzyılda ardına kadar kapanan “içtihat kapısını” biraz olsun aralamayı başarmıştır. Her şeyden önce İslam dininin “akla, mantığa uygun bir din” olduğu gerçeğini hatırlatmıştır. Din ile hurafeyi birinden ayırmak için mücadele etmiştir.

Özetlemek gerekirse Atatürk:

1.Haçlı Hıristiyan emperyalizmine karşı İslam’ın “cihat” ilkesini hayata geçirerek verdiği Kurtuluş Savaşı sonunda hem Müslüman Türk insanının namusunu, canını, malını, vatanını kurtarmış, hem de camilerinde ezanların susmasını engellemiştir.

2.Din işlerini yürütmek ve din istismarcılarının dini kullanarak halk üzerinde baskı kurmalarını engellemek için Diyanet İşleri Başkanlığı’nı kurmuştur.

3.İslam dinini “Türk’ün milli dini” olarak görmüş, Hz. Muhammed’i sahiplenmiş ve bu konuları da içeren Dinde Öze Dönüş Projesi’ni geliştirmiştir. Türk tarihinde İslam dini konusunda entelektüel düzeyde ciddi ciddi bizzat çalışan tek devlet adamı Atatürk’tür.

4.İslam dininin ana kaynağı Kuran-ı Kerim’i bu konunun uzmanlarına Türkçeye tercüme ve tefsir ettirmiştir. Elmalılı Hamdi Yazır tefsir ve tercümesi. Binlerce bastırılarak ücretsiz dağıtılmıştır.

5.En güvenilir hadis kaynaklarından biri olan Buhari Hadislerini Türkçeye tercüme ettirmiştir. “Kamil Miras tercümesi” Binlerce bastırılıp ücretsiz dağıtılmıştır.

6.Müslüman Türk halkının anlayarak, hissederek Tanrı’ya daha kalbi bir şekilde ve aracılara ihtiyaç duymadan yönelebilmesi için camilerde Türkçe Kuran, Türkçe hutbe ve Türkçe ezan okutmuştur. Bu iş için 1932 yılında İstanbul’un 9 hafızını özel olarak hazırlamıştır. Onlaraca camilerde önce Kuran’ın Arapçasını sonra Türkçesini nasıl okuyacaklarını bizzat göstermiştir. Eline Kuran’ı alıp tane tane Kuran’ın nasıl okunması gerektiğini göstermiştir hafızlara.

7.İslam dininin akla ve bilime aykırı hiçbir şey içermediği gerçeğinden hareket ederek yeni Türk devletinin temeline “aklı” ve “bilimi” yerleştirmiştir. Din-bilim çelişkisi içinde savrulup gitmemiş, saf/öz İslam dininin akla ve bilime engel olmadığını düşünerek Müslüman Türkiye’nin aynı zamanda çağdaş bir Türkiye olabileceği formülünden hareket etmiştir. Atatürk, “Türk milleti daha dindar olmalıdır, yalnız bütün sadeliği ile dindar olmalıdır. Dinime, bizzat hakikate nasıl inanıyorsam buna da öyle inanıyorum. Şuura muhalif terakkiye aykırı hiçbir şey içermiyor”, “İslam dini akla ve mantığa tamamen uygun bir dindir.” gibi açıklamalarıyla din, bilim arasındaki ilişkiye dikkat çekmiştir.

8.İslam dininin gereği zannedilen, ancak aslında İslam diniyle hiçbir ilgisi olmayan ya da zaman içinde ilgisini kaybetmiş olan saltanat, halifelik, medreseler, tekke ve zaviyeler, falcılık, büyücülük, üfürükçülük, fes gibi kurum, kavram ve objeleri kaldırmıştır.

9.Cumhuriyeti ilan ederek yüzyıllar önce Emevi halifesi Muaviye’nin saltanata dönüştürdüğü devlet başkanlığını yüzyıllar sonra yeniden aslına, özüne, meşveret/danışma/halkın seçimi biçimine dönüştürmüştür.

10.Laiklik ilkesiyle bir taraftan din ve devlet işlerini birbirinden ayırırken diğer taraftan din istismarını önlemiş ve din özgürlüğünü garanti altına almıştır.

11.Yüzyıllar boyunca sözüm ona “dini nedenlerle” erkeklere göre birçok konuda geri bırakılmış, sınırlandırılmış, baskılanmış, hatta insanlık onuru ayaklar altına alınmış kadına, “analık vasfına” yakışır bir şekilde kadınlık ve insanlık onurunu yeniden kazandırmıştır. Atatürk’ün, Müslüman Türk kadınına verdiği medeni, sosyal, kültürel ve siyasal haklar her bakımdan İslam dininin ruhuna uygundur.

12.Kazandığı Kurtuluş Savaşı ile emperyalizmin ayakları altında ezilen bütün bir İslam dünyasına “bağımsızlık” modeli oluşturmuş, Cumhuriyet döneminde ise İslam dünyasıyla çok iyi ilişkiler kurup, İtalya, Almanya ve Rusya gibi ülkelerin yayılmacı emellerine karşı Türkiye, Afganistan, İran ve Irak arasında Sadabat Paktı’nı kurmuştur.

Atatürk döneminde ezanlar okunmaya devam etmiş, camiler açık olmuş, ibadet yasaklanmamış, Kuran ilk kez anlaşılarak okunmuş, din adamlarının Allah ile kul arasına girmemesi, yani ruhban sınıfının oluşması –ki zaten İslam da ruhban sınıfı yoktur- engellenmiştir. Şevket Süreyya Aydemir’in dediği gibi, “…Cumhuriyet inancı ve ibadeti serbest bırakmıştı. Namaz kıldığı için tek bir kişi suçlanmadı. Camiye gitmek kimseye suç sayılamadı. Camiler daima çık kaldı. Din ve itikat, zaten dinin kabul ettiği gibi Allah’la kul arasında bir iç bağlantı olarak kaldı.”

Atatürk’ün din dilini Türkçeleştirmesi, ezanı Türkçe okutması, halifeliği kaldırması, laiklik ilkesi, Arap harflerini kaldırması, tekke ve zaviyeleri kapatması ve kılık kıyafet devrimi gibi devrimlerinden hiçbiri İslam’ın özüne aykırı uygulamalar değildir. Hiç kimse şapka takmadığı için idam edilmemiş, İstiklal Mahkemeleri dini gerekçelerle tek bir din adamını bile idama mahkûm etmemiştir. İdam edilenler ya vatan hainliğinden ya da devrimlere karşı halkı kışkırttığından dolayı idam edilmiştir. Kadınların kılık kıyafeti konusunda da hiçbir devrim kanunu çıkarılmamıştır. Bu tür iddialar, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarınca uydurulmuş yalanlar, safsatalardır.

Gerçek şu ki, Atatürk kişisel olarak, inansın, inanmasın, az ya da çok inansın aslında hiçbir önemi yoktur, çünkü O önce Kurtuluş Savaşı’yla sonra Türk Devrimi’yle Müslüman Türk insanını iki kere kurtarmıştır. Bu nedenle bugün Türkiye Cumhuriyeti sınırları içinde yaşayan her Müslümanın Atatürk’e çok büyük bir minnet borcu vardır.

Atatürk kişisel olarak inanmazsa ne yazar! Onun inanıp ya da inanmaması inanların çoğunlukta olduğu bir ülkeyi ve o inanların inancını kurtardığı gerçeğini değiştirir mi? Yazının tamamını okumak için tıklayınız…

Sinan MEYDAN

30 Mart 2013

kaynak; http://sinanmeydan.com.tr

Bu yazı Atatürk’ün İslam dinine hizmetleri ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
http://ataturkicimizde.com/ataturkun-islam-dinine-hizmetleri/feed/ 0
Atatürk düşmanı bir babanın oğluyum http://ataturkicimizde.com/ataturk-dusmani-bir-babanin-ogluyum/ http://ataturkicimizde.com/ataturk-dusmani-bir-babanin-ogluyum/#respond Thu, 04 Oct 2018 10:34:06 +0000 http://ataturkicimizde.com/?p=1605 Atatürk düşmanı bir babanın oğluyum Maalesef babam (Allah rahmet etsin) ve çevresi Atatürk düşmanıydı. Ben büyük önder Atatürk’e ilişkin akıl almaz sığ ve adi hikayeler...

Bu yazı Atatürk düşmanı bir babanın oğluyum ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
Atatürk düşmanı bir babanın oğluyum

Maalesef babam (Allah rahmet etsin) ve çevresi Atatürk düşmanıydı. Ben büyük önder Atatürk’e ilişkin akıl almaz sığ ve adi hikayeler dinleyerek büyüdüm. On iki yaşımdan itibaren de Atatürk’e karşı yapılan bu haksızlıkla mücadele ettim. Burası çok ilginç değil mi? Böylesine yoğun Atatürk düşmanlığına rağmen nasıl oldu da karşı duruşuma izin verdiler. İşte bu konuyu yazma nedenim de budur. Ayrıntıya babamın nasıl biri olduğunu anlatarak gireyim.

Hani belgesellerde duyduğumuz nesli tükenme ifadesi var ya, işte babam tam da öyle nadir bulunacak dürüst bir insandı. Asla, ama asla yalan söylemezdi…

* * *

Atatürk düşmanlığının en önemli nedeni, onun yaptığı devrimlerin içerisinde, dindeki Kuran dışılıkların düzelmesi için yaptığı uygulamalardır. Tabii bu devrimler yüzlerce yıllık geçmişi olan ve dinden nemalanan şeyhleri, hocaları harekete geçirmiş! Atatürk’ü milletin gözünden düşürmek, ona düşman etmek için akıl almaz iftiralar uydurup gizlice yaymışlar, milletin inanç hassasiyetini kullanarak, kışkırtmışlar. Bunun için Kuran’ı da alet etmekten çekinmemişler!..

* * *

Yirmili yaşlardaydım. O zamanlar babam ve arkadaşları sık sık bizde toplanırlardı. Yine böyle bir toplantıda konu Atatürk’e geldiğinde her zamanki gibi ona Deccal (Kıyamette ortaya çıkacak, yalancı ve kötü yaratılışlı kimse) diye hitap ettiler. Ben bunu duyunca zorunlu olarak itiraz ettim:

“Bakın!” diye söze başladım “Savaşta bile insanca düşünen, esir aldığı askerlere “Üzülmeyin savaşta olur böyle şeyler” diyen, ölen düşman askerlerinin ailelerini “Çocuklarınız bize emanet” diye teselli eden, “Yunan bayrağını bir milletin simgesidir” diye çiğnemeyen asil, erdemli ve yüksek bir karakterle savaş kazanmış bir komutana Deccal diyemezsiniz. Bunu diyen ya bu geçeği bilmeyen cahildir ya da iyi karakterli değildir” dedim.

* * *

Babamın arkadaşlarından birisi sözümü keserek “Bir dakika! Savaşı o kazanmadı ki! Allah ordularını gönderdi onlar vasıtasıyla zafere ulaştık” dedi! Arkasından da “Esir alınan birçok Yunan subayı, bizi Mustafa Kemal’in askerleri yenmedi, biz gökten inen yeşil bereli askerlere yenildik demişler” diye devam etti! Bu anlatılana delil olarak da bana, Allah’ın savaşta inananları desteklemek için ordular gönderdiğine ilişkin ayetler okudu…

Ben de gökten inen askerler olayının gerçek olup olmadığına hiç girmeden “Kuran’da yazıyorsa doğrudur hacı abi” dedim “Ancak, bu ayetlere ve senin anlattıklarına göre, Allah’ın Atatürk’ü desteklemek için ordularını gönderdiğini siz kendi ağzınızla itiraf ediyorsunuz” deyince, birbirlerine baktılar! Zira hiç beklemedikleri bir cevaptı. Sonra o kişi ayağa kalkıp “Hayır, asla öyle değil” diyerek devam etti “Ordumuz, imamlarla, hocalarla doluydu ve abdestinde namazında askerlerden oluşmuştu, Allah onlara yardım için ordularını gönderdi, Atatürk için değil” dedi!..

* * *

Gülümseyerek dinledikten sonra “Size bunları Allah söyletiyor hocam çünkü bilmeden Atatürk’ü övüyorsunuz” dedim. Şaşkınlığı artmıştı. “Hayatta o kafiri övmem” diye cevap verdi. “Beni sabırla dinleyin açıklayayım dedim. “Bildiğiniz gibi Atatürk, bahsettiğiniz o imanlı orduyu dışarıdan getirmedi. Onlar Osmanlı askerleriydi. Öyle değil mi?..” Başlarıyla tasdik ettiler.

– “Osmanlı, aynı imanlı askerlerle girdiği savaşların çoğunu kaybetti. Osmanlı askerleri de abdest alıyor, namaz kılıyor ve tekbir getirerek savaşıyorlardı ama yenildiler. Sonunda Osmanlı yıkılma noktasına geldi. Yoksa o askerler imansız mıydı” diye sordum. “Olur mu hiç, elbette imanlıydılar” diye cevap verdiler.

– “Madem öyle Allah o savaşlara neden ordularını göndermedi de savaşları kaybettiler?..”

* * *

Hiçbiri cevap veremeyince devam ettim:

– “Çünkü, Allah yalnızca imanlı olanlara değil aynı zamanda haklı olana, hak edene ve daha da önemlisi, galip gelmesini istediklerine yardım eder. Onun için eğer Allah Osmanlı’nın bekasını isteseydi, Osmanlı yıkılmazdı. Kısacası okuduğunuz ayetler ve anlattıklarınızdan çıkan sonuç şu: Abdestinde, namazında ve de tekbir getirerek savaşan bir ordu, Osmanlı’nın bekası için mücadele edince Allah yardım etmedi yenildiler ve sonları geldi. Fakat aynı imanlı askerler bu kez Atatürk önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmak için savaşınca Allah yardım etti ve mucize ötesi bir sonuçla galip geldiler. Demek ki Allah Osmanlı’nın değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin bekasını istedi” dedim.

Kısa bir sessizlikten sonra babam söze girdi. “Aslında söylediklerin doğru olabilir. Zaten Atatürk savaşırken iyi idi. Ama sonradan şımardı ve dine düşman olup kafir oldu” dedi!..

* * *

“Yapma baba” diye başladım. “Atatürk İslam dinini bilime emanet etmek için 1924’te imam hatip okullarını kurdu, Diyanet İşlerini kurdu. Daha sonra millet okuduğunu anlayarak inancını sürdürebilsin diyerek Kuran’ın Türkçe mealini hazırlattı. Kuran’ı anlayarak okumak Allah’ın emridir. Düşünsenize, hiç din düşmanı, kafir olan biri öncelikle bunları yapar mı? Hem de çok güçlü olduğu bir zamanda… Bu konuda bir türlü göremediğiniz şey şu; Atatürk, dine değil, Kuran’ın da lanetlediği dini menfaat için kullananlara, yobazlığa ve hurafelere savaş açtı” dedim. Daha sonra işim gereği aralarından ayrılırken “Son bir şey daha söyleyeyim” dedim “Sizin söylediğinize göre bir kimse okul, hastane cami gibi hayırlı eserler bırakırsa öldükten sonra da o kişinin amel defteri kapanmaz, o eserler durdukça onun defterine sevap yazılır öyle değil mi?” diye sordum “Evet” dedi babam. “Peygamberimizin hadisidir…”

* * *

– “O zaman bu hadise göre; Afyon’a kadar gelmiş düşmanı yenip, bu topraklarda bize özgür bir vatan olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni inşa eden başta Atatürk olmak üzere onun arkadaşlarının da amel defterleri açıktır. Bu durumda yapılan her okulda, hastanede, camide, her okunan ezanda, özgürce yapılan ibadetlerde, Atatürk ve arkadaşlarının defterlerine sevap yazılıyor. Ayrıca farkında değilsiniz ama siz de özgürce kıldığınız her namazda yaptığınız her ibadette nefret ettiğiniz, Deccal dediğiniz Atatürk’ün defterine sevap gönderiyorsunuz bilesiniz. Ben Atatürk’ü Allah’ın gönderdiğine ve desteklediğine inanıyorum. Çünkü büyük imkansızlıklar içinde savaşmışlar. Kazmayla, kürekle dünyanın en güçlü ve donanımlı ordularına karşı kazanmak mümkün değildir. Zaten böyle bir zaferin tarihte başka bir örneği yoktur. O zaman siz Allah’ın desteklediği birine düşmanlık ediyorsunuz demektir. Bunu bir düşünseniz iyi olur.” dedim “Ayrıca şunu da unutmayın, Allah nankörleri sevmez!..”

Kaynak:Mustafa Günen

Bu yazı Atatürk düşmanı bir babanın oğluyum ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.

]]>
http://ataturkicimizde.com/ataturk-dusmani-bir-babanin-ogluyum/feed/ 0