Bu yazı Hak, hukuk ve adalet ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Dillere dolanmış, sloganlaştırılmış bu üç kelime basitçe modern demokratik cumhuriyet rejimlerinin hukuk devleti olmasının ve vatandaş hak ve hürriyetlerine saygılı olunmanın ve özellikle adaleti tesis ve idame ettirme kararlılığının adıdır ki, bunun açılımı; kuvvetler ayrılığı, bağımsız yargı ve devlet-vatandaş ilişkilerinde partizanlıktan uzak, bilimsel yaklaşım ile laikliğin esas alınması, karşılıklı hak, görev, yetki ve sorumlulukların yerine getirilmesi, yerine getirmeyenlerden hesap sorulmasıdır.
Daha basit ve kısa söylersek bu üç kelime ile kast edilen; hakların korunması, görev ve yetkilerin anayasa ile belirlenmesi, adaletin kesinlikle sağlanması ve aksamaya sebep unsurların düzeltilmesi ve aksatan kişilerin cezalandırılması suretiyle devletin beka ve idamesinin çağdaş olarak sağlanmasıdır.
Detaya inildiğinde ise HAK kelimesinden; kişi ve toplumun, fert ve kamunun karşılıklı olarak sahip olduğu kabiliyet, hürriyet ve irade serbestliği anlaşılır ki herkesin hakkı bir diğer hakkın başladığı yere kadardır. Kamunun hakları ise fert haklarının genel toplamı olmak yanında bir de statü gereği sahip olduğu kurumsal haklardır. Hak, haklı olmak, hakkaniyet anlamlarında kullanılan bu kelime, en temel ve insani değerler olan yaşamak ve ifade hürriyetinden başlamak üzere, sağlık hizmeti alma, eğitim görme, ticarete atılabilme gibi sayısız hakkı içerir. Hatta bu hak kelimesi kişinin istediği dine mensup olma hatta dini toptan inkâr yetisini dahi ifade eder. Burada tek nüans hakların kullanımında başkaca haklara tecavüz etmemek ve yasalara karşı gelmemektir.
Yasalar denilince de karşımıza hukuk çıkar ki hukuk yasaların toplamı ile tesis edilen yasalaştırma, yasaları uygulama ve yargılama sisteminin genel adıdır. Hukuk çatısı altında yazılı ve sözlü hukuk kuralları olduğu gibi bu işi hukuk adına yapanların da tamamı yer alır. Hukuk, öz itibarıyla mevcut ve kabul edilmiş haklara saygılı ve uygun olmak mecburiyetindedir, hakkı sahiplerine iade ettirmeyi hedeflemelidir, haksızlıklara mani olmalıdır ve hakkaniyeti kesin kez sağlamalıdır ki bu hakkaniyetin adı adalettir.
Adalet bir kadın ismi değil, hak ve hürriyetlere sadık kalarak tesis edilmiş, kurumsal, modern ve eşitlikçi hukuk sistemi ile adil kanunlaştırma veya yargılama ile temin edilen hakkaniyetin adıdır. Yani haklardan doğan ve hakları gözeten hukuk, modern ve laik yapısıyla öyle adil bir düzen ve sistem yaratmalıdır ve hukuksal sonuçları öylesine kabul edilir ve vicdanları rahatlatır olmalıdır ki sonuçlar berrak, saf ve tartışmasız olsun. İşte adalet çoğunluğun memnuniyetini temin eden, haklar çatıştığında dahi orta yolu bulan, bekayı temin eden hukukun tarafsız meyvesinin adıdır.
Anlaşıldığı üzere hak, hukuk ve adalet üçlemesi modern ve çağdaş devletlerin vazgeçilmezi, aynı zamanda dinlerin tamamının emridir. Bilhassa İslam dininde Yüce Allah haklara koşulsuz riayeti, bağımsız ve tarafsız yargılamayı, kesin kez sağlanması gereken adaleti emretmekle ve hatta Peygamberini mealen adaleti temin etmek ve yerleştirmek için seçtiğini buyurarak konunun önemine vurgu yapmaktadır.
Konu bu kadar hassas ve mühimdir, sistemi tesis ve idameden sorumlu olanların görev ve mesuliyetleri bu denli büyüktür.
Atatürk ilke ve inkılaplarının gayesi; modern ve laik Türkiye Cumhuriyeti’ni kuvvetler ayrılığı prensibiyle çağdaş uygarlık seviyesine çıkarmak, bu yapılırken fert ve devlet dengesi kurarak, karşılıklı hak ve hürriyetleri belirlemek, toplumsal huzur ve kardeşliği tesis ederken devletin bekasını gözetmek, yasaları tartışılmaz, sabit, anlaşılır ve eşitlikçi hale getirmek, anlaşmazlıkları yine sulh yoluyla çözmek ilkesine sadık kalmaktır.
Hakları elinden alınmış, hukuk diye dini hurafelere mahkûm edilmiş, adaletten uzak köhne saltanat ve hilafet sisteminin kadı sistemi ile bu refahın yakalanamayacağını bilen kurucularca, yeni Türkiye Cumhuriyeti çağdaş yasalara ve bilimsel kabullere dayalı tesis edilmiş, sayısız ülkenin yasaları ve medeni kanunları incelenerek ortaya milli bir yasal irade çıkartılmıştır.
Zamanın darlığına, teknolojisine, siyasi gelişmelerine, ekonomik imkânlarına, yaşanan savaş yıllarına ve isyan ve ayaklanmaların huzuru zorlayan şartlarına rağmen Atatürk ve dava arkadaşları yapılabilecek en uygun ve milli anayasayı hazırlayarak milletin irade ve onayına sunmuştur.
Öyle ki aslen bu ilk anayasa tüm zorluk ve aksamalara rağmen bazı değişikliklere uğradıysa da bu zamana kadar gelebilmiş yani yüz yıl kadar ömürlü olmuştur. İnşallah ilelebet de daim olacaktır.
Lakin değiştirilen, sözde modernleştirilen, insan haklarına daha uygun hale getirilen, siyasi ve diplomatik gereklerle çerçevesi değiştirilen mevcut anayasal sistemde ve uygulanırlığında, kuruluş yıllarındaki tarafsız ve adil azimden uzaklaşıldığını söylemek için kâhin olmaya gerek yoktur.
Sözde esnekleştirilen hukuk sistemi, tarafsızlığını ve bağımsızlığını kaybetmekle kalmamış, uygulama olarak da eşitlikten her geçen gün daha da uzaklaşmış, keyfiyet kazanmıştır.
Bu sistemin meyvesi durumundaki adalet dinin en temel öğelerindendir ve konuyu dini pencereden incelemek isteyen okurlar buradan bilgi edinebilirler.
Toplumsal huzur ve barışı teminde etkin rol oynayan adaletin tesis edilememesi veya tam olmaması, ülkelerin ekonomiden sanata, tarımdan sanayiye, spordan dış politikasına kadar her alanda menfi etki yaratacak ve vatandaş kardeşliğini bozacak kadar vahim bir noksanlıktır ki ülkemizde ve tüm İslam âleminde halen yaşananlar buna delildir.
Disiplinler zorla tesis edilse de yüceltilmeleri sevgiyledir. Şayet diretme ve dayatmalar hukukun her anına ve alanına yayılıyorsa, bazı kesimler kayrılıyor, adaletten sapılıyorsa, keyfilik hâkimse, eşitlik ve tarafsızlık temin edilemiyorsa, maksatlı olarak imtiyazlar bazı kesimler lehine kullanılıyor ve takdir hakları hep aynı kesim lehine kullanılıyorsa o ülke veya coğrafyada adaletten söz edilemez, hukuk ve haktan bahsolunamaz.
Adalet ve hukuka güven sarsılınca da motivasyon düşer, ilişkiler şüphe gölgesi altında kalır, kardeşlik duyguları zayıflar, bir kesimin diğerine hırsı artar, husumetler yükselir ve Allah korusun herkes kendi adaletini sağlama cihetine gider.
Suçların cezasız kaldığı, suçluların ortalıkta serbestçe dolaştığı, kamu ve kişilere musallat olan tacizcilerin cezalandırılamadığı, yasaların adalete değil bazı kesimlerin menfaati istikametinde çıkarıldığı bir ortamda ise adaletsizlik, toplumu saran bir mikrop gibi tüm işlevsel fonksiyonları hasta eder, kanser eder.
Atatürk Türkiyesi’nin en mühim kelimelerinden olan “namus”, adaletin tesis etmekle mükellef olduğu hür ve adil düzenin, şerefli ve haysiyetli vatandaşlarının adıdır. Bu kelime, kişisel ve toplumsal ahlakın tek kelimelik halidir ve adaletin sağlamayı hedef aldığı örnek insan tipini işaret eder. Yani adaletsizlik aynı zamanda namussuzluktur.
İtirazlar, karşı çıkmalar olsa da tüm bunlar adil ve herkesçe aynı şekilde uygulanabilir olduğu müddetçe sıkıntı yoktur, olsa da kısa sürede toplumsal uzlaşma ile çözülebilir. Lakin yasalar herkese aynı uygulanmıyorsa adalet olmadığı gibi toplumsal uzlaşma da mümkün değildir. Bu uzlaşma olmadan da refah ve huzur arayışları çözümsüz kalmaya mecburdur.
Zorla tesis edilen haklar yasalaştırılabilir ve hatta meşruluk kazandırılabilir ama bu meşruluk tartışılırdır ve dinen caiz olması da şüphelidir. Yine meşruluk ve caizlik mukayesesine dini pencereden bakmak isteyen okurlar buraya göz atabilir.
Hak ve hürriyet arayışları en temel haklardandır. Lakin herkese aynı ölçüde kullandırıldığı ve sonuçlarının da aynı istikamette sonuçlandırıldığı takdirde. Yol veya şekil itibarıyla farklı olan uygulamalar, kelime oyunlarıyla süslense de kamu vicdanı, gerçeği ve tam adaleti görmek ister ki tüm adalet aynı zamanda mutlak adalete hizmet etmekle mükelleftir. Mutlak adalet ise hakların sahiplerine iade edildiği, dinen de makul olan adalettir. Yani kişisel yorumlardan uzak, tarafsız ve objektif adalet, mevcut yasalar yürürlükte olduğu sürece her zaman ve herkese eşit uygulanandır.
Yasaların yorumları hukuk içinde kaldığı müddetçe ve müteakip kararlarda bunlara sadık kalınıp aynı tepkiler verildikçe muteberdir. Sonuçta adalet haklıların gücüdür, güçlülerin hakkı değildir. Bu anlamda, lehte veya aleyhte olsun hukuki meselelerde varsa yasalara yoksa içtihatlara müracatlar hep aynı esas ve çerçevede yapılmalı ve aynı sonuçlar alınmalıdır ki halkın hukuka güveni temin edilebilsin.
Yöneticilerin en büyük veballerinden olan bu hususta Cumhuriyet kurucuları yasama, yürütme ve yargı kuvvetlerini birbirinden ayırarak kayırma ve eşitsizlik tehlikelerinin en baştan önünü kesmiş ve alınabilecek tedbirleri en baştan almıştır. Lakin zaman içinde bu güven sarsılmış ve yakın zaman uygulamaları ile güven sarsılmıştır.
Devletler gibi tüm kurumlar ve kişilerde hak, hukuk ve adalet anlamında aynı kaidelere uygun davranmak zorundadır ki herkes bir şekilde bir sistem veya kümenin yöneticisi durumundadır. Mahiyetlerin veya akraba yahut ailenin içinde adalet tesis edilemiyorsa o aile, akrabalık veya şirket batmaya mahkûmdur, dağılmak zorunda kalacaktır. Hak geçirmemek, hakkaniyetli olmak diye adı konan haklara riayet konusu bu nedenle adaletin tesisinde büyük rol oynar ve bu adaleti sağlayabilen yönetici kadro daha uzun ömürlü olur. Aksi halde ise adaletsizliğe tahammülsüzlük o toplumu o denli rahatsız eder ki bir zaman sonra en fanatikler dahi bundan rahatsız olur.
Adalet herkese ve her zaman lazımdır. Bugün yaptığı haksızlıktan menfaat elde edenler bir zaman sonra o haksızlığa kendisi uğrayacak, adaletsizlik yapanlar bir zaman sonra adalet arayışına girecektir. Oysa olması gereken adil bir sistem tesis ederek, bunu haklara saygı çerçevesinde işletmek ve refaha hizmet eder hale getirmektir.
Herkesi memnun etmek veya her hakkı müdafa etmek her zaman mümkün değildir, hatta bazı hakların tesisi için bazı hakların gaspı bile söz konusudur. Buna örnek kamu hakları ile kişi haklarının çatıştığı durumdur ki kamu hakları her daim önde olmalıdır. Yine iki kişi arasında doğan hak çatışmasında arayı adil olarak bulmak ve hak kaybına uğrayanı küstürmeyecek tedbirler almak adalet dağıtıcıların bir diğer görevi olmalıdır.
Oldubitti ile tesis ve idame edilemeyecek büyük bir kıymet olan adalet, terk olunur veya terazisi bozulursa hakkaniyet zarar görür ve unutulmamalıdır ki adaletin simgesi tanrıçanın elinde terazi varken gözleri bağlıdır. Bu kimseden korkmadan ve baskı altında kalmadan adil karar verileceğine olan yemindir. Bu adalet dağıtıcıların unutmaması gereken bir husustur, gözler önündedir. Korku ve baskı ile adalete zarar verenlerin ise hukuk ile zaten alakaları yoktur, olamaz da.
Hukuk, şerefle ve onurla korunması gereken bir manevi değerdir, mesuliyettir. Hukukun üstünlüğü temel ilkedir ve bu husus sosyal hayattan, demokrasiye kadar pek çok alanda itibar sebebidir, çağdaşlaşma ölçüsüdür.
İşi siyaset olanların yasa üretme sürecinde adaleti baz ve vazgeçilmez kabul ederek, sistemi ve devlet düzenini koruyucu tedbirler alması başlıca vazifesidir. Yoksa yasama görevi belli kesimlerin meşru olmayan hallerinin meşru hale getirilmesi gayreti demek değildir.
Adaletin savunulması dinen Allah adınadır ve adaletin dimdik ayakta tutulması farzdır. Ana baba, kardeşler hatta kendi aleyhimize dahi olsa Yüce Allah’ın emri adaleti dimdik ayakta tutmaktır. Bunun ötesinde adaleti temin ve yasaları egemen kılmak anayasal bir görevdir. Yani adaletsizliğe sebep olanlar hem dini hem de ceza hukuku açısından suçludur.
Tüm kurum ve kuruluşlar, tüm organ ve kuvvetler anaysa ile çerçevesi çizilmiş hukuka uymak mecburiyetindedir. Bunun istisnası yoktur ve uymayanlara öngörülen cezaların tatbiki de yine yargılama mensuplarına görev olarak verilmiştir.
Hukuk kavramsal olarak, iş hukuku, borçlar hukuku, İslam hukuku, medeni hukuk, devletler hukuku gibi bölümlere ayrılmışsa da ana esasları aynıdır ve hedefi adaleti temindir. Adaleti temin edemeyen hukuk yasal ve meşru değildir, tanzime muhtaçtır.
Karşılıklı hak ve hürriyetleri belirleyen, sorgulayan, takip edip hesap soran hukuk sistemi, görev ve sorumlulukları da belirlemek suretiyle bir ceza ve ödül sistemini de tesis etmiştir. Bu şu demektir ki hukuka uygun iş üretenler mükâfatlandırılacak, hukuka aykırı davrananlar cezalandırılacaktır. Adalet tüm bu ceza ve mükâfat bahislerinde de vazgeçilmez olarak aranması gereken ana unsurdur.
Sonuç olarak
Hak, hukuk ve adalet bir slogandan çok öte, devlet olmanın, kardeş olmanın, huzur ve refahın ortak adı ve idealidir. Tesis edilebildiği takdirde barış ve huzuru getiren adalet, hak ve hürriyetlerin özgürce kullanılabildiği, hukukun herkes için eşit uygulandığı ortamdan doğan uygun ve herkesçe kabul edilen tatlı meyvelerin adıdır.
Adaleti tesis ve temin edemeyen tüm hukuk, hak ve hürriyetler meşruluktan uzaktır, vicdanlara hitap edemez ve tanzime muhtaçtır. Çünkü adaletin varlığı, sadece yasalarla belirlenmiş mevzuat miktarınca değil, aynı zamanda vicdanlarda aldığı kabul oylarının nispetincedir.
Adalet tesis ve dağıtmakla mükellef olanlar önce Allah’a ve sonra devlete karşı yükümlüdür, adil olmak zorundadır, tarafsız ve korkusuz olmalıdır. Olamıyorsa o iş zaten ona göre değildir, o kişi o işe ehil ve layık değildir, ettiği yemine aykırı davranıyordur. Halbuki işin ehil ve liyakatli olana verilmesi de Allah emridir.
Adalet zulüm değil barış üretmeli, karmaşa değil huzur ve refah doğurmalıdır. Kabulü imkansız olan çözümleri dayatmakla, taraflı yorumlar ile gerçekleri saptırmakla tesis edilemeyecek adalet, faydadan çok zarar verir ve devletin temellerini dipten sarsar. Kamunun göreceği bu zarar ise fertlerin hayatına dek tesir ederek kardeşlik hislerini, mukaddesatı bozar ve kutuplaştırır. bu da yine Allah’In kardeş olun emirlerine aykırı bir durum teşkil eder ki adaletsizlikler her bakımdan dine de, modern yaşama da, akla da aykırı durumlar oluşturur.
İtibarsızlaştırılan tüm geri kalmış veya gelişmekte olan ülkelerin ana sorunu hukuk sitemlerindeki yanlışlardır. Bunun telafisi ise toplumsal uzlaşma ve hürriyet alanlarının dokunulmazlığının sağlanması ile mümkündür.
Güçlüden ve zenginden yana olan bir hukuk sistemi yerine makul ve doğru olan tarafsız ve bağımsız bir sistemdir. Hatırlanmalıdır ki at semeri çalan sahabenin yargılanmasında Hz. Peygamber, dava edilen ve haksız yere suçlanan masum yahudiden yana olmuş ve ayetle övülmüştür. Nitekim daha sonra o sahabe münafıklaşmış, küfre dalmış bir başka hırsızlık yaparken gebermiştir. Tume bin Ubeyrık kıssasına buradan bakabilirsiniz.
Netice olarak diyoruz ki adalet herkese ve her zaman lazımdır, adaletsizliklerle kazanılanlar kaybedilmeye mahkûmdur, haksızlıklar elbet hesaba çekilir. Tüm hukuksal sistem ve kimseler adalet duygusu ile yaşamalı ve ölmelidir ki ADALET sadece bir anayasal bir mecburiyet değil aynı zamanda ve daha çok Allah EMRİDİR.
Adaletsizlik durumunda mazlumların ahı yerde kalmaz ve hesap bir gün mutlaka sorulur.
Adaletli olunması durumunda ise fertler mutlu ve huzurlu, devlet daim ve güçlü olur.
Bu yazı Hak, hukuk ve adalet ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı ATATÜRKÇÜLÜĞÜN BÜTÜNLEYİCİ İLKELERİ ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Atatürk veya Atatürkçülük ilkeleri her ne kadar altı temel ilke ile tarif ediliyor olsa da tamamı bir bütünün parçalarıdır ve Atatürkçüyüm diyen herkes bunların tamamına inanmak ve desteklemek durumundadır. Bir ilke dahi kişiye hitap etmiyorsa o kimse Atatürkçü değildir, olamaz.
Bütünleyici ilkeler ise bu temel ilkeler arasına sıkışan, ortak ve genel kaideler bütünüdür ki bunlar ilk baştan ortaya konmuş şeyler değil, tümden gelim ile uygulamalar neticesi tespit edilmiş ortak kabul ve gereklerdir.
Bütünleyici veya tamamlayıcı diye adlandırılan bu ilkeler, tüm ilkeler için temel teşkil eden genel ve ortak esaslardır ki bu tamamlayıcı ilkelerin birini dahi inkar etmek veya taraftar olmamak kişinin Atatürkçü inancında yara açar.
Çünkü gaye, ideal ve hedefte kaçınılmaz şart olarak tespit edilmiş bu bütünleyici ilkeler milli olmakla, bağımsız ve birlik olmakla, ülkü birliği yaparak çalışmakla, barışı desteklemekle, diplomasiyi tercih etmekle, insancıl yaşamak ve muamele etmekle, çağdaşlaşma ve medeniyeti tercih etmekle, aklı ve bilimi rehber edinmekle tüm bunları yaparken de insanı sevmek ve hoşgörü göstermekle alakalıdır.
Görüldüğü üzere bu bütünleyici ilkeler hem temel ilkelerin yardımcısı durumundadır hem de ortak insanlık değerleridir. O halde sadece bütünleyici ilkelerin tamamına da temel ilkeler gibi imza atabilenler Atatürkçü olanlardır.
Bağımsızlığı, iradeyi, ahlak ve sevgiyi, akıl ve bilimi reddetmek noktasındakiler ise bırakın medeni veya Atatürkçü olmayı zaten örümcekli kafaları nedeniyle insan dahi olamazlar ki Atatürkçülüğün zaten böyle neferlere de ihtiyacı yoktur.
Bütünleyici ilkeler diye yapılan ve kabul görmüş bir tasnif aşağıya çıkarılmıştır. Burada yazılı olmayan ama bu sekiz madde içinde mütala edilmesi gereken çok daha fazla madde vardır. Lakin bizlerde genel kabule uymak ve tasnifi bu şekilde yaparak, araları ve boşlukları diğer maddelerle kendimiz doldurmak durumundayız.
1) Milli Egemenlik
Tüm savaş, ilke ve inkılapların ana gayesi ve hedefidir. Özellikle Cumhuriyetçiliğin bütünleyici ilkesidir. Milli egemenlik, milletin kendini idare edecek kişileri kendisinin seçmesidir. Halkın kaderine tesir edebilmesidir. Egemenliğin kaynağı milli iradeye dayanır. Milli egemenlik yoksa diğer tüm ilke ve inkılaplar nafiledir, kısa ömürlüdür, sahtedir.
2) Milli Bağımsızlık
Devletin, ekonomiden siyasete, askeri konulardan sanata her alanda hür, serbest ve müstakil olması, baskı ve tehdit altında kalmadan karar alabilmesi, kimseleri gücendirmekten çekinmeden cesur kararlara, kendi başına imza atabilmesidir. Sınırların, vatanın, bayrağın ve halkın emniyet ve bekası ile yakından alakalı bu durumun terki veya geçici de olsa kaybı kabul edilemez. Bu nedenle ilke ve inkılapların en temel gaye ve miraslarından birisi bu tamamlayıcı ilkedir.
Aslen Milliyetçiliğin bütünleyici ilkesidir. Milli bağımsızlık, özgür bir şekilde yaşamayı gerektirir. Milli bağımsızlık, başka bir ülkeye ya da kuruluşa bağlı olmamaktır. Atatürk’ün; “Ya istiklâl, ya ölüm!” sözü, milli bağımsızlığın örneğidir. Esir yaşamaktansa ölmeye razı ve hazır olanların yaşam gayesi ve şeref sancağıdır.
3) Milli Birlik ve Beraberlik, Ülke Bütünlüğü
Tüm ilkelerin gayesi birlik olmak, birlikte kalkınmak, ortak kaderi eşit olarak paylaşmak, sevinç ve kederi birlikte yaşamaktır. Bu ülkü birliği ilkesi bu maksatla tasnif edilmiştir ve aslen bu da milliyetçilik ilkesinin bütünleyici ilkesidir.
Milli birlik ve beraberlik, milletçe bir arada yaşamayı ve milletçe birlik olmayı, milletin ortak ideallere bağlanmasını ve birbirini sevmesini, vatanın bölünmez bütünlüğü sağlar.
4) Yurtta Sulh, Cihanda Sulh
Burada kast edilen barış her şeye rağmen barış değil, barışı tamamen inkâr etmek değil, bağımsızlık ve egemenlik haklarımıza zarar gelmediği müddetçe barışı tercih etmek manasınadır. Bu zarar da sadece askeri manada değil, bağımsızlığa kast edecek her türlü girişimi içeren siyasetten spora, ekonomiden askeri konulara kadar geniş bir yelpazededir.
Devletin bekasını ve huzurla devamını sağlamak ilkesi olan bu ilke kuvvetli, bilgili, hazır ve uyanık olmayı gerektirir, sadece yurtta değil, o yaranın elbet bize de bulaşacağı noktasından hareketle tüm dünyada barışın egemen olmasını gaye edinir.
5) Akılcılık ve Bilimsellik
Köhne inanış, batıl itikat, körelmiş alışkanlıklar ve akla ters yaklaşımların terki, bunun yerine modern ve bilimsel çalışmaya dayalı yaşamın yasalaşması ve toplum hayatına girmesi demek olan bu ilke ile hedeflenen kudrete dayalı meşruluğun, hüccet yani akıl ve bilim ile desteklenmediği durumlarda uzun ömürlü olamayacağı düşüncesiyle aklı ve bilimi hayata rehber edinmektir.
Tüm ilkelerin ama öncelikle Laikliğin bütünleyici ilkesidir. Çünkü aklın önündeki asırlık engellerin en büyüğü maalesef yol açan olması gereken ama tekkeler marifetiyle kahredici bir engele dönüşen din alanındadır. Aklı, teknolojiyi, bilimi inkar ettiren bu köhne ve yanlış din anlayışının terki için ter döken laiklik ilkesi bu nedenle bu ilke ile doğrudan ilişkilidir.
Akılcılık sayesinde gerçekler ortaya çıkar. Bilimsellik ile hurafeler ve önyargılar yıkılıp aklın hakimiyeti gerçekleşir. İnkılaplar, akılcılık ve bilimsellik ilkeleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir. Hukuk, eğitim, ekonomik ve sosyal hayat akıl ve bilimin önderliğinde düzenlenmiştir.
6) Çağdaşlık ve Batılılaşma
Burada kast edilen çağdaşlaşma, medenileşme, batılılaşma terimi de her şeye rağmen değildir. Çünkü asli kültür ve tarih terk edilemez, millilik ruhundan feragat edilemez. Hatta bu çağdaşlık ve medeniyetin milli olanı çok daha makbuldür ki millilik ve medeniyet arasında tercih yapılması zorunlu haldeyse tercihler millilikten yana olmalıdır.
Milli egemenlik ve bilinci öne çıkarmaya çalışan ilkeler kapsamında bu ilke evvela İnkılapçılığın bütünleyici ilkesidir. Çünkü yeniliği ve yenileşmeyi hem devlet hem de kişi boyutunda esas alır. Yani tüm kurum, kuruluş ve vatandaşlar gelişime, yenileşmeye, zaman ve mekana ayak uydurmaya hevesli olacaktır ki geri kalınmasın ve diğer devletlere köle – esir olunmasın.
Türk inkılapları çağdaşlaşma ve batılılaşma yolunda yapılmıştır. Çağdaşlaşma ve batılılaşma yolunda laikliğin kabul edilmesi, şapka inkılabı, harf inkılabı, halifeliğin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, soyadı kanununun kabulü, medeni hukukun kabulü, ölçülerde değişiklik gibi çalışmalar yapılmıştır.
7) İnsan ve İnsanlık Sevgisi
Burada öne çıkması gereken konu hoşgörü, tevazu yani itidaldir ki bu aynı zamanda dinin de öncelikli emirlerindendir. Artık millet ve devlet arasında, kişiler arasında ayrım, duvar kalmamış, sağlanan hak ve hürriyetler ile konuşarak veya yasal olarak meselelerin halli konusunda imkanlar çoğalmıştır.
Bu nedenle dilekçe verme hakkı dahi olmayan bir halktan, kanun önünde eşit olan halka uzanan inkılaplar sayesinde artık inatlaşma, yalan imtiyazlar, rüşvet ve torpiller, küslük ve fitneler yerine sevgi ve anlayış ön plana çıkmıştır ki bu hem kişiler arası hem devlet ile kişi arasındadır.
Bu sınırsız af veya suçu yok sayma değildir. Suç işleyen cezasını elbet çekecek ama hoşgörü ve merhamet ön planda olacaktır.
Toplumun temelini insan ve insanlık sevgisi oluşturur. Türk inkılabı insancıldır ve insan sevgisi temel ilke olarak benimsenmiştir. Zaten yüreklere hitap ettiği içindir ki inkılaplar bu kadar uzun soluklu ve geniş kapsamlı olabilmiş, çok kısa zamanda toplumun tamamınca benimsenmiştir.
Bu yazı ATATÜRKÇÜLÜĞÜN BÜTÜNLEYİCİ İLKELERİ ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Tam bağımsızlık ilkesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Atatürk ortaya koyduğu mücadelesi, uğraşları, diplomasi girişimleri, ilkeleri ve inkılaplarıyla, Türk milletinin bağımsızlığını ve özgürlüğünü sağlamak istemiştir. Bu inancını; “Bağımsızlık ve özgürlük benim karakterimdir.” diyerek belirtmiş, kendisiyle aynı yolda yürümek isteyenlere de yol göstermiştir.
Türk devletinin temel esaslarından birisi tam bağımsızlık, diğeri milli egemenliktir. Milli benlik de, ancak bu temel esaslar üzerine kurulmuş bir devlette ve yaşayan toplumda gelişip güçlenmektedir. Devlet için bağımsızlık, başka bir devlet veya kuruluşun emretme gücüne uyma mecburiyeti yaşamadan, kendi iç ve dış siyasetini hür iradesi ile belirlemesi ve uygulayabilmesi anlamına gelir.
Bağımsız olmak devlet olmanın, ayakta kalabilmenin ve esir olmamanın tek yoludur.
Fertler için özgürlük ve bağımsızlık nasıl başka özgürlüklere kadar ise devletler için de özgürlükler diğer millet ve devletlerin özgürlük sınırına kadardır. Bu dengenin barışçı yollarla korunması esastır ve diplomasinin vazifesi de budur. Bu sınır aşılırsa ortaya çıkan çatışmanın halli için askeri tedbirler dahi devreye girebilir ki halen dünyada yaşanan pek çok örnek vardır ve bu örnekler sadece sınır ihlalleri ile sınırlı değil, çok daha yaygın olarak ekonomi ve siyasi hamleler yoluyladır.
Yani bağımsızlık ve özgürlüğün hayata geçmesi, sadece sınırların çizilmiş olmasıyla değil, ekonomiden siyasete, askeri işlerden devlet işlerine kadar her alanda bağımsız karar alabilme yetisi ile mümkündür.
Atatürk Türk milletinin bağımsızlığına verdiği önemi şu şekilde ifade etmektedir;
“ Türk’ün hassasiyeti, onuru ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun daha iyidir. O halde ya bağımsızlık ya ölüm!”,“Bir millette onurun, haysiyetin, namusun ve insanlığın meydanda gelebilmesi ve devam ettirebilmesi mutlaka o milletin özgürlüğüne ve bağımsızlığına sahip olmasıyla mümkündür.”
Tam bağımsızlık, milli mücadelenin ilk hedefi olmuştur. Çünkü bağımsız olamayan milletlerin yaşama hakkı yoktur ve yaşasalar da esir veya hizmetçi olmaktan öte geçemezler. Milli mücadelenin parolası bu nedenle “ya istiklal ya ölüm” olmuştur.
Atatürk’ün ve Kurtuluş Savaşının amacı, düşmanı yurttan atmak kadar basit değildir ve önemli olan her alanda bağımsızlığı temin edecek birlik, güç ve istikrarı sağlamaktır. Nitekim Atatürk bir sözünde;
“…Tam bağımsızlık, bizim bu gün üzerimize aldığımız vazifenin asıl ruhudur… Biz, yaşamak isteyen, onur ve şerefi ile yaşamak isteyen bir milletiz… Bilgin, cahil istinasız bütün millet, belki içinde bulundukları güçlükleri tamamen anlamaksızın, bu gün yalnız bir nokta etrafında toplanmış ve kanını sonuna kadar akıtmaya karar vermiştir. O nokta, tam bağımsızlığımızın sağlanması ve devam ettirilmesidir. Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasi, mali, ekonomik, adli, askeri, kültürel vs. her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir. Bu saydıklarımdan herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, millet ve memleketin gerçek manası ile bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir..” demektedir.
Tam bağımsızlığın temini bu nedenle sadece askeri tedbirlerle alınamaz ve öyle de olmuştur. Milli mücadeleden sonraki inkılapların tamamı kendi alanlarında bir yandan çağdaşlaşmayı öngörürken aslen ve daha çok bağımsızlığı temin ve idameyi gaye edinmiştir. Zaten ilk ve temel inkılapların da bu istikamette olduğu açıkça görülmektedir.
Tam bağımsızlık kelimesindeki tam kelimesi muhakkak çok önemlidir ve bu kelime cümleden kaldırılırsa azla yetinen bir bağımsızlıktan söz edilmiş olur ki bu bağımsız olunmadığı manasınadır.
Atatürk’ün tam bağımsızlık anlayışı, milletin merhamet veya dilenme yoluyla değil, azmederek, çalışarak bileğinin hakkıyla kazanılması gereken bir bağımsızlığa işaret eder.
“ Bir millet, varlığı ve hakları için bütün kuvvetiyle, bütün maddi ve fikri kuvvetleriyle ilgili olmazsa, bir millet kendi varlığını ve bağımsızlığını sağlamazsa, şunun bunun oyuncağı olmaktan kurtulamaz” sözleri, Atatürk’ün milli egemenlik anlayışını yeterince açıklar.
Tam bağımsızlığın temini için devletin tüm alanlarında bağımsızlık seviyesine gelmiş olmak lüzumu vardır ki devlet tek bir alanda dahi tam bağımsız değil ise o devletin bağımsızlığından söz etmek mümkün değildir.
Buna en güzel örnek, savaşlarla kazanılmış bağımsızlık mertebesinin, ekonomik, siyasi ve politik olarak muhafazasına yönelik Atatürk’ün şu sözleridir;
“Ulusumuz, burada kazanıp katladığımız zaferden daha önemli bir ödev peşindedir. O ödevin yerine gelmesi, o zaferinde kazanılması ulusumuzun ekonomi alanındaki başarılarıyla sağlanmış olacaktı… Hiçbir uygar devlet yoktur ki, ordusundan ve donanmasından önce ekonomisini düşünmüş ve düzeltmiş olmasın. Yurdun ve bağımsızlığın korunması için, varlığı baş koşul olan bütün gereçler ve araçlar ekonomi alanındaki gelişmeler ve olanaklar aracılığı ile oluşur, olgunlaşır…”
Milli egemenliğin mutlak olarak tesisi ilke ve inkılapların da özünü teşkil etmektedir. Misak-ı Milli sınırları içerisinde, barışı esas alarak, medeniyet yolunda lüzumlu adımları milletçe atabilmek umudu ve gayreti demek olan bağımsızlık ilkesi, fedakâr ve çalışkan halk ile mümkündür. Nitekim Cumhuriyeti’n ilk on beş yılında bu başarı örnek seviyede yaşanmış ve dünyaya dudak ısırtmıştır.
Benzer şekilde Türk inkılabının ve bağımsızlık ilkesinin evrensel boyutu düşünülürse tam bağımsızlık için milletimizin katedeceği mesafenin mazlum ve gelişmekte olan ülkelere de örnek teşkile deceği muhakkaktır.
Atatürk, daha 7 Temmuz 1922 de bu konuda şöyle der: Türkiye’nin bu günkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı, belki daha kısa, belki daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye büyük ve önemli bir çaba harcıyor. Çünkü savunduğu dava bütün mazlum milletlerin, bütün doğunun davasıdır. Ve bunu sona erdirinceye kadar Türkiye, kendisi ile birlikte olan doğu milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiye şimdiye kadar mevcut tarih kitaplarının gereklerini değil, tarihin hakiki gereklerini takip edecektir”
Yine bir başka konuşmasında; “Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam uzaktan bütün mazlum milletlerinde uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetlerine kavuşacak olan, çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşu, şüphesiz ki, terakkiye ve refaha yönelmiş olacaktır. Bu milletler, bütün güçlüklere ve engellere rağmen muzaffer olacaklar ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeden yeni bir ahenk ve işbirliği çağı egemen olacaktır.” diyerek, mazlum milletler olarak tanımladığı, emperyalist politikalardan muzdarip ülkelere seslenip, onların tam bağımsızlık hareketlerinin başarılı olacağı inancını açıklamıştır. Yalnız bunun için tek şart vardır ve o “Bağımsızlık için ölmeye hazır olmaktır.”
Bu şartı bir devlet temsilcisinin kendisinden yardım istemesi esnasında bizzat o kişiye söylemiştir ve demiştir ki; “ …şu kadar nüfuslu ülkenizde, tam bağımsızlık için ölmeye hazır kaç kişi var?”
Osmanlı İmparatorluğu, tam bağımsız olamadığı ve ekonomisini de bağımsız yapamadığı için çökmekten kurtulamadı ve sanayileşmesine dahi müsaade edilmeyen, kitapları başka devlet komiserlerince basılan Osmanlı, borç batağına da batırılarak tamamen etkisiz hale getirilmişti. Kapitülasyonlar ile her yönden esir edilip sömürülen Osmanlı, kurtuluş çarelerine müracat dahi edemeden, ağa takılmış sinek gibi vampir örümceklere yem oldu, ekonomik iflas sonucu parçalanmaktan kurtulamadı.
Bunun izahı ise şuydu ki; eğitim imkanları elinden alınarak bilimden uzaklaştırılmış, askeri ortamlarda mağlup edilerek bekasını terk etmiş, borçlar ve imtiyazlar ile eli kolu bağlı bir devlet bırakın gelişmeyi bekasını dahi teminden uzaktır ve Osmanlı’nın durumu tam olarak budur.
Bu gaflet ve mecburiyetler yüzündendir ki Türkiye Cumhuriyeti kurucuları, başta Ulu Önder olmak üzere evvela askeri ve sonra ekonomik bağımsızlığı gaye edinmiş, tarımdan sanayiye kendine yeterli olabilmek için çareler üretmiş ve halkı da bu gayeye inandırmıştı.
Çünkü zirai, sanayii ve ekonomik olarak bağımsız kalamayan ülkelerin, askeri olarak elde ettikleri bağımsızlıklar da uzun ömürlü olamaz ve bunun bugün pek çok örneği mevcuttur.
Sanayi teşvikleri, tarımın desteklenmesi, eğitimin yaygınlaştırılması, ulusal sermaye ve milli ekonomiye kıymet verilmesi, israfın engellenmesi gibi inkılapların tamamı bu gaye içindi ve hedef daima tam bağımsızlığı temin ve idame edebilmekti.
İnkılapların sürekli gelişen dinamik yapıda olması sebebiyle yaşadığımız zamanlarda dahi bu ilke geçerlidir ve bağımsızlık, her alanda bir devlet için evvela lazım olandır.
Yayılmacı ve sömürücü düzenin güçlü devletlerinin sıcak ve hatta soğuk savaşı terk etmiş olmaları açıkça göstermektedir ki artık zaman alternatif savaşlar yani asimetrik yaklaşımlardır ve bunda ilk hedef ekonomiler, siyasi baskılar ve basın yoluyla oluşturulan algılardır.
Genele bakıldığında İslam ülkelerinin petrolden kaynaklanan zenginliklerine karşılık bağımsız olamadıkları görülür ki bunun sebebi varlıklarına rağmen bağımsız olamayan ekonomi ve güçleridir. Milli gücün tüm unsurları için esas olan egemenlik devleti ayakta tutandır ve şayet bu güçlerden biri dahi bağımsız değilse devlet bağımsız değil demektir.
Bunu bilen Atatürk gençliğe durmadan çalışmayı ve yorulmamayı öğütlemiş, aklı ve bilimi rehber edinmeyi görev olarak vermiş, bağımsızlığı merhametle dilenmeyi değil, bileklerin hakkıyla almayı emretmiştir.
Bu bağımsızlığın milli olması bu yüzdendir ve lutfa dayalı değil çalışarak kazanma temellidir.
Sonuç ve özet;
İlke ve inkılapların dayandığı temel esaslardan birisi elbette bağımsız olma ilkesidir ki milli mücadele ve sonrasında hayata geçirilen devrim ve yeniliklerin gayesi, kanun ve mevzuatın hedefi, sanayi ve tarım alanındaki çalışmaların gayesi budur. Bağımsızlık sadece silah ve asker ile temin edilemeyeceği için tüm güç unsurları alanlarında milli, egemen ve bağımsız olmak için çalışmalar yapılmış, özellikle ekonomik bağımsızlığa önem verilmiştir ki sanayi ve tarım alanlarında yapılan devrimlerin ve teşviklerin bir nedeni de budur.
Bu yazı Tam bağımsızlık ilkesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı ATATÜRK’ÜN İLKELERİ ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Şu ilke deyiminde, kavramında birleşelim bir. Kavramları gürültüye getirmiyelim. İlkeyi lâtincenin principium karşılığı kullanıyoruz. Principium’un karşılığı şu: Başlangıç, ilk neden, temel, kaynak. Şimdi açık açık konuşalım: Atatürk’ün baş langıcı, ilk nedeni, temeli, kaynağı nedir? Böyle araştırdık mı, Atatürk’ün ilkeleri de gürültüye gitmez, Atatürk’ün başlangıcı ”bir ulusun bağımsızlık isteğidir”. Atatürk ilkeleri’nin ilki de budur: B a ğ ı m s ı z l ı k ilkesidir. Anadolu’da yer yer, bölgesel Savunma odakları kurulmuş. Kimi Rum’lara, kimi Ermeni’lere, kimi Yunan’lara karşı. Atatürk bu bölgesel bağımsızlık hareketlerini birleştirir, bölgelerin değil, bir vatanın bağımsızlığını tutar, Misâk-ı Millî budur: Tam bir bağımsızlık.
Deyiş güzeldir: Edirne’den Ardahan’a, Ardahan’dan Edirne’ye kadar, katıksız, açık vermiyen bir bağımsızlık, Türk yurdunun tam bağımsızlığı. Atatürk’ün ilke lerinin tek kaynağı budur ve denebilir ki, Atatürk ilkeleri değil, bir tek Atatürk ilkesi vardır, bu da b a ğ ı m s ı z l ı k tır. Atatürk’ün ilkeleri dediğimiz temel’ler, bu ilkeden doğarlar, bu ilkeyi beslemek, güçlendirmek, bu ilkeye anlamını ve yaşama gücünü vermek için varolurlar. Bağımsızlık için gereklidirler.
“Tam bağımsızlık” ilkesi, Atatürk’ün kişiliğini, savaşını, felsefesini deyimler. Tam bağımsızlık ne demektir? Bir ulus’un yönetimde, ekonomik alanda, toplumsal alanda, çağın akışı içinde, kendi varlığı içinde ve akıl alanında tam bağımsız olması demektir. Atatürk’ün ilkeleri, “tam bağımsızlık” koşullarının çocuklarıdırlar.
Yönetimde bağımsızlık, halk egemenliğine dayalı, halk tarafından, halk adına, halk için kurulmuş yönetim demektir. Bu, Atatürk’ün C u m h u r i y e t ç i l i k ilkesidir. Kendini yönetmiyen, halkın yönetime katılmadığı, yönetime damgasını vurmadığı uluslar, bağımsız sayılamazlar, bağlıdırlar. Atatürk bu ilkesiyle, ulusun yönetime olan bağlarını koparır, açıkça ve kesin olarak halk yönetimini ilân eder.
Ekonomik alanda bağımsızlık demek, bir ulusun, kendi üretimini kendi koşulları içinde yaratması, ne iç sömürgenlere, ne dış sömürgenlere boyun eğmemesi demektir. Üretim bağıntılarını, bağımsızlık temeli üzerine kurması demektir. Atatürk’ün bu ilkesi d e v l e t ç i l i k tir.
Halk devleti, üretim sorununu, bağımsız bir Türkiye’nin yaratılması yolunda çözecek demektir. Toplumsal alanda bağımsızlık ilkesi, bir ulusu ören ana yapının halkın özgür ve bağımsız olması demektir. Toplumun özgür ve bağımsız olması. Türlü koşullarla bağlı bir halk, bağımsız bir devlet kuramaz. Bağımsız devlet demek, halkın kendi sesinin duyulduğu, yasalara, kurumlara halkın egemen olduğu devlet demektir.
Böyle bir devlet halktan yana, halkın yanlısı bir devlettir. Atatürk’ün h a l k ç ı l ı k ilkesi budur,
Bir ulus çağın akışı içinde nasıl bağımsız olur? Çağın gerçeklerine varamamış, kendisini çağının gereklerine uyduramamış bir ulus bağımsız sayılamaz, O, gelenek lerle, geçmişlere bağlıdır. Yeni bir dünyanın içinde, sesi, yankısı yoktur böyle bir ulusun. Çağa yetişmek, çağa ulaşmak gereklidir. Türk ulusu kurumlarını, töresini, yasalarını ve hayat anlayışını yenileştirmelidir. Çağının bağımsız bir üyesi olmalıdır. Kendi hayatını durmadan değiştirmelidir: İşte, Atatürk’ün d e v r i m c i l i k ilkesi de budur.
Bir de kendi varlığı içinde bağımsız olmak var. Bir ulus ki, dünya içinde kendi bilincine varamamıştır, kendi tarihinden gelen bildiriyi bilemiyor, o ulus bağımsız olamaz. Türk ulusu, kendi tarihinin derinliklerinden gelen sesi, bildiriyi duymalıdır ve çağdaş dünya üzerindeki yerini almalıdır. Türk ulusu, geriliklerin, yoksullukların, karanlıkların utancıyla yaşıyamaz, onun insanlık tarihinden gelen uygarca bir yeri vardır, Türk ulusu bu yeri almalıdır, insanlığa uygarlığın bahçesinden seslenmelidir, işte, Atatürk’ün m i l l i y e t ç i l i k ilkesi budur.
Ve tam bağımsızlık, akıl alanında bağımsız olmakla tamamlanır. Birtakım boş inançlarla, dinsel baskılarla, aklın dogmatik zincirleriyle bir ulus bağımsızlığa kavuşamaz. Aklın özgürlüğü, aklın bağımsızlığı, aklın kurtulması, bağımsızlığın temel koşuludur. Tanrı sorunu kişisel bir sorundur, aklı baskılar altında tutmaya yarayan bir sorun değildir, inanç ve akıl ayrılmalıdır, dua ve bilim ayrı koşullara bağlıdır, inançların yönettiği bir bilim bağımsız değildir, Tanrıya dua insanın vicdan yönüdür; o, aklın yasalarıyla sınırlanamaz, ve aklın yasaları da Tanrı inancı ile baskı altında tutulamaz, devlete, yani, halk devletine, yani, dünya ortasında Türk ulusunun tam bağımsız yaşamasını sağlıyacak Türkiye Cumhuriyetine, Tanrı adına, yol göstermek, öncülük etmek, aklı inancın baskısında tutmak demektir. Yeni Türk devleti, Tanrıyı insana bırakmış bir devlettir. İnsanın inancına saygı gösterir, ve aklını bağlardan, boş inançlardan, baskılardan kurtarır. Atatürk’ün l â i k l i k ilkesi de budur.
Atatürk’ün tam bağımsızlık ilkesini besliyen, ona anlamını veren ilkelerden biri de şudur: Yeni bir uygarlık yaratmak. Çağın, çağımızın akışı içinde, bağımsız olacağız, çağımıza ulaşacağız, çağımızın gereklerine uyacağız, ama, bağımsızlığımız için, bu yetmez, Bir ulus ki, uygarlıkta çağının üzerine çıkar, çağını aşar, o ulus tam bağımsız olur. Bir ulus etkilenmekten kurtulup, etkiler hale, etkileyici hale gelirse, dünya ortasında tam bağımsızlaşır. Atatürk’ün bu ilkesi, tam bağımsızlık ilkesine sıkı sıkıya bağlı ve bu ilkenin anlamını, koşulunu veren bir ilkedir, bir özgürlük ve kişilik ilkesidir.
Tam özgür insan, tam bağımsız insan ne demektir? Kendine yeten ve kendi değerleriyle başkalarını ışıtan insandır. İnsan, kendi kişiliğini bularak, kendi kişiliğini belirterek özgürleşebilir. Atatürk, demek istiyor ki – ve en anlamlı ilkelerinden biri de bu – Türk ulusu, yeni bir uygarlık yaratarak, ancak, kendi kişiliğini bulabilir. Dünyaya bir şey söyliyebilir, dünyamıza öncü olabilir. Bu inancını Kurtuluş Savaşımızdan alıyor Atatürk. Türk ulusunun, tarihsel bir bildiri ile, insan uygarlığına seslenmesini, bir devrimci atılışla, çağdaş uygarlığı aşmasını istiyor. Atatürk, ilkeleriyle, Türk ulusunun gizli kalmış bildirisini uluslara ulaştırmak istiyen insandır. Barışın ve insanlığın ilkesidir Atatürk.
CEYHUN ATUF KANSU
Türk Dili Dil ve Edebiyat Dergisi
Kasım 1962, S: 134, S. 88-89
Bu yazı ATATÜRK’ÜN İLKELERİ ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Atatürkçü Düşünce Sistemi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Atatürkçülük Nedir ?
Türk Milleti’nin bugün ve gelecekte her yönden bağımsızlığa, refah ve huzura ermesi, devletin milli egemenliğe dayandırılması, akıl ve bilimin öncülüğünde Türk kültürünün çağdaş uygarlık seviyesinin üzerine çıkarılması amacıyla temel ilkeleri Atatürk tarafından belirtilen devlet yaşamına, düşünce yaşamına, ekonomik yaşama, toplumun temel kurumlarına ilişkin fikir ve ilkelere ATATÜRKÇÜLÜK denir.
Atatürkçülük’ün Nitelikleri :
Atatürkçülük bir bütündür.
Atatürkçülük, yabancı siyasi akımlar ve ideolojilerle açıklanamaz.
Atatürk ilkelerinin amacı, Atatürkçü düşünce sistemini kurmak ve geliştirmektir.
Atatürk ilkelerinin oluştuğu ortam, varlık-yokluk savaşının verildiği bir ortamdır.
Atatürk İlke ve İnkılâplarının Dayandığı Temel Esaslar:
Bağımsızlık ve özgürlük.
Milli egemenlik.
Milli kültürün gelişmesi.
Milli tarih bilinci.
Milli dil bilinci.
Vatan ve millet sevgisi.
Çağdaş uygarlık düzeyinin üstüne yükselmek.
Türk Milleti’ne inanmak ve güvenmek.
Milli birlik ve beraberlik.
Politikanın; ordu, okul ve dinin dışında tutulması.
ATATÜRK İLKELERİ
Altı Atatürk İlkesi, CHP’nin 1935 yılındaki kurultayında kabul edildi. 5 Şubat 1937’de 1924 Anayasası’na girdi. Bu ilkeler Cumhuriyetçilik, İnkılapçılıktır.
1) CUMHURİYETÇİLİK
Cumhuriyetin temel dayanağı seçimdir.
Cumhuriyet rejiminde egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
Cumhuriyet; devlet başkanının belirli bir süre için devleti yönetmesine izin verir.
Cumhuriyet; kuvvetler ayrılığını öngörür.
Anayasamıza göre Cumhuriyetçilik; değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.
Cumhuriyetçiliğin Sağladığı Yararlar:
Tüm vatandaşlar yönetime ortak olmuştur.
Demokrasiye geçişin zemini hazırlanmıştır.
Türk toplumunun gelişmesi ve çağdaşlaşması sağlanmıştır.
2) MİLLİYETÇİLİK
Milliyetçilik; “millet” gerçeğine dayanır.
Milliyetçilik; ait olunan milletin varlığını sürdürmesi için çalışmak ve bunu gelecek kuşaklara aktarmaktır.
Milliyetçilik; her alanda Türk Milleti’ni yükseltmek için çalışmaktır.
Milliyetçilik; ırk ve din üzerine kurulu değildir, akılcıdır.
Milliyetçilik; Misâk–ı Milli’yi, Türk Dili’ni ve Türk Tarihi’ni esas alır.
Milliyetçilik; milli ekonomi, milli egemenlik ve milli kültüre dayanır.
Milliyetçilik; kader birliği yapan herkesi Türk kabul eder.
Milliyetçiliğin Sağladığı Yararlar
Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasını sağlanmıştır.
Ülke din, mezhep, ırk gibi ayrım unsuru olan kavramlardan korunarak milli birlik ve beraberlik sağlanmıştır.
İç ve dış tehditlere karşı milli bütünlük sağlanmıştır.
3) HALKÇILIK
Halkçılık; hem milliyetçiliğin hem de cumhuriyetçiliğin tabii bir sonucudur.
Halkçılık; toplumdaki herkesin kanun önünde eşit olması ve kimseyi diğerinin üstünde tutmamayı öngörür.
Halkçılıkta devlet, halkın sorunlarını çözer ve halkın huzuru için uğraşır halk da daha çok çalışarak üretimin artması için çaba gösterir.
Halkçılığın Sağladığı Yararlar:
Milli egemenlik tam olarak sağlanmıştır.
Demokrasinin yerleşmesi sağlanmıştır.
Barış ortamı sağlanmıştır.
Kalkınma hızı arttı, ekonomi iyileşmiştir.
Yönetime katılma, kanun önünde eşit olma imkanı sağlanmıştır.
4) DEVLETÇİLİK
Devletçilik; devletin ekonomik hayata doğrudan müdahalesi demektir.
Devletçilik; özel sektörün üretim yapamadığı alanlarda devletin devreye girmesidir.
Devletçilik anlayışına göre devlet; ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın temel faktörüdür.
Devletçiliğin Sağladığı Yararlar
Türkiye Cumhuriyeti devlet olarak yatırımlar yapmıştır.
Devletçilik sayesinde Türkiye ilk kez planlı ekonomiye geçmiştir.
Teknik eleman noksanlığı giderilmeye çalışılmıştır.
Bölgeler arası ekonomik faklılıklar ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.
5) LAİKLİK
Laiklik, Türk İnkılabı’nın en önemli esasıdır.
Laiklik, 1937’de anayasaya girdi.
Laiklik; devlet düzeninin ve kanunların dine değil, akıl ve bilime dayandırılmasıdır.
Laiklikte kişinin dini inancına devlet karışmaz. Kişi din ve vicdan özgürlüğüne sahiptir.
Laiklik; din ve vicdan özgürlüğünü sağladığı gibi, düşünce hürriyetini de sağlar.
Laiklikte kişi, hangi dine ya da mezhebe ait olursa olsun kanun önünde eşittir.
Laikliğin Sağladığı Yararlar
Din ve mezhep farkı ortadan kaldırılarak toplumsal barış ve kaynaşma sağlanmıştır.
Hukuk birliği sağlanmıştır.
Din ve vicdan özgürlüğü sağlanmıştır.
Çağdaşlaşma hız kazanmıştır.
Yabancı devletlerin iç işlerimize karışmasına engel olunmuştur.
Sosyal hayatta dine ve insana, saygı ve hoşgörü gelmiştir.
6) İNKILAPÇILIK
İnkılapçılık; inkılapları kurmak ve benimsemektir.
İnkılapçılık; dünyada çağdaşlaşma adına yaşanan gelişmeleri takip etmek ve uygulamaktır.
İnkılapçılık, çağdaşlaşma ve uygarlık yolunda daima ileriye gitmektir.
İnkılapçılık, aynı zamanda inkılapları da geliştirmek demektir.
İnkılapçılığın Sağladığı Yararlar
Kişisel egemenliğe (sultanlığa) son verilerek millet egemenliği sağlanmıştır.
Her yönden gelişme imkanı ortaya çıkmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti, inkılaplar sayesinde çağdaş bir devlet sistemine kavuşmuştur.
BÜTÜNLEYİCİ İLKELER
1) Milli Egemenlik
Cumhuriyetçiliğin bütünleyici ilkesidir.
Milli egemenlik, milletin kendini idare edecek kişileri kendisinin seçmesidir.
Egemenliğin kaynağı milli iradeye dayanır.
2) Milli Bağımsızlık
Milliyetçiliğin bütünleyici ilkesidir.
Milli bağımsızlık, özgür bir şekilde yaşamayı gerektirir.
Milli bağımsızlık, başka bir ülkeye ya da kuruluşa bağlı olmamaktır.
Atatürk’ün; “Ya istiklâl, ya ölüm!” sözü, milli bağımsızlığın örneğidir.
3) Milli Birlik ve Beraberlik, Ülke Bütünlüğü
Milli birlik ve beraberlik, milliyetçilik ilkesinin bütünleyici ilkesidir.
Milli birlik ve beraberlik, milletçe bir arada yaşamayı ve milletçe birlik olmayı sağlar.
Milli birlik ve beraberlik, milletin ortak ideallere bağlanmasını ve birbirini sevmesini sağlar.
Milli birlik ve beraberlik, vatanın bölünmez bütünlüğü sağlar.
4) Yurtta Sulh, Cihanda Sulh
Yurtta barış ve huzur içinde yaşamayı amaçlarken, diğer yandan uluslararası barış ve güvenliği de sağlar.
5) Akılcılık ve Bilimsellik
Laikliğin bütünleyici ilkesidir.
Akılcılık sayesinde gerçekler ortaya çıkar.
Bilimsellik ile hurafeler ve önyargılar yıkılıp aklın hakimiyeti gerçekleşir.
İnkılaplar, akılcılık ve bilimsellik ilkeleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.
Hukuk, eğitim, ekonomik ve sosyal hayat akıl ve bilimin önderliğinde düzenlenmiştir.
6) Çağdaşlık ve Batılılaşma
İnkılapçılığın bütünleyici ilkesidir.
Türk inkılapları çağdaşlaşma ve batılılaşma yolunda yapılmıştır.
Çağdaşlaşma ve batılılaşma yolunda laikliğin kabul edilmesi, şapka inkılabı, harf inkılabı, halifeliğin kaldırılması, tekke ve zaviyelerin kapatılması, soyadı kanununun kabulü, medeni hukukun kabulü, ölçülerde değişiklik gibi çalışmalar yapılmıştır.
7) İnsan ve İnsanlık Sevgisi
Toplumun temelini insan ve insanlık sevgisi oluşturur.
Türk inkılabı insancıldır ve insan sevgisi temel ilke olarak benimsenmiştir.
Bu yazı Atatürkçü Düşünce Sistemi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı İnsan ve İnsanlık Sevgisi ilkesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Taassupsuzluk (Hoşgörü)
İnsan ve insanlık sevgisi olmayan gayretler nihayetinde ruhsuzdur ve yok olmaya en azından unutulmaya mahkumdur. Samimiyete, vicdana, sevgi ve hoşgörüye dayanmayan, ikna ile kabul olunmayan, zorlama ile getirilen kaidelerin bu nedenle yaşam hakkı yoktur. Dayatma çareler yerine ikna olarak, severek ve daha güzeli hedefleyerek yürütülen Türk inkılabı bu sebeple muvaffak olmuş ve uzun yıllar tazeliğini koruyabilmiştir.
Tassup ise yeniyi inkardır ve hoşgörüden uzak bu illet yobazlıkla tarif edilir. Anlaşılacağı üzere yobazlık sadece dini manada değildir ve tüm diretme ve inkarlarda yobazlıktan söz edilebilir. Hoşgörünün karşıtı bu hareketin hoşgörüsüzlük olarak tanımlanması hafif kalır çünkü inkılaplar en büyük hasarı düşmanlardan da çok bu yobazlardan almıştır.
İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak insanlıktan uzak ve son derece üzülünecek bir sistemdir. İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. (1931)
Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız. (1936)
Bu yazı İnsan ve İnsanlık Sevgisi ilkesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Bilimsellik ve Akılcılık ilkesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Akıl ve bilim, yaşamın ve refahın vazgeçilmezidir ki ilimin nerede olursa olsun bulunması ve alınması esastır. Aklın hayata egemen olması, bilimsel ölçü ve değerlerin kabul görmesi, ispat olunan şartların günlük hayata tatbiki demek olan bilimsellik eğitimden sanayiye, ekonomiden tarıma kadar her alanda şarttır ve eğitim ve öğretimin de esasını teşkil eder.
Bu nedenle bilim adamları kıymetlidir, toplumu eğitir, hazırlar, yetiştirir ve imkanlar sunar. Gençlik bu nedenle önemlidir ki geleceğin mimarı olan gençler ilim ve fen ile aşina olmak zorundadır. Modern dünya ile rekabet edebilmenin, ilerici ve çağdaş yaşam süren diğer milletlerle rekabet edebilmenin ve devletin bekasını sağlamanın tek yolu akılcı davranmak ve bilimsel olmaktır.
a) Bilimsellik:
Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. (1924)
Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet bilimdir. (1933)
b) Akılcılık :
Bizim; akıl, mantık, zekâ ile hareket etmek en belirgin özelliği-mizdir. (1925)
Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. (1926)
Bu yazı Bilimsellik ve Akılcılık ilkesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Çağdaşlaşma ilkesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Çağdaşlaşma, kültür ve terbiyeyi kaybetmeden, taviz vermeden, ilim ve fenni arayıp bulmak, çağa ve medeni yaşama uygun davranmak ve yaşamak demektir. Bu gayret batılılaşma olarak tercüme ediliyorsa da batıya yönelmek ile batılılar gibi yaşamak aynı şeyler değildir.
Türk inkılabının ve Atatürkçülük ilkelerinin özünde yer alan çağdaşlaşma hareketi özü ve kültürü kaybetmeden, akla ve bilime göç etmek esaslıdır ki refah ve huzur ancak bu sayede mümkündür. Bu gayret bu nedenle ithal veya tercüme olmamalı, milli olmalıdır ki kopya kültürler ile milletlerin uzun zaman ayakta kalması mümkün değildir. Keza teknolojiye sahip olmak adına ekonomik ve siyasi tavizler vermek de çağdaşlaşma değil, medeni devletlerin feyki olmaktır.
Milletimizi en kısa yoldan medeniyetin nimetlerine kavuşturmaya, mesut ve müreffeh kılmaya çalışacağız ve bunu yapmaya mecburuz. (1925)
Biz Batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz. (1926)
Bu yazı Çağdaşlaşma ilkesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Yurtta Barış Dünyada Barış ilkesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Barış, huzur ve güvenin mimarıdır, insanlığa hizmetin önünü açandır ve gerek insanlar ve toplumlar ve gerekse milletler arası mutlaka tesis edilmesi gerekendir. Barışın tesisi içinse ilk olarak savaşmaya hazır olmak ve caydırmak lazım gelir ki zayıf milletler yok olmaya mahkumdur.
Barış herşeye rağmen değildir. Can ve mala, özlük haklarına, egemenlik ve bağımsızlığa uzanan kirli ellerle gerektiğinde savaşmak da barışın ilkeleri arasındadır ve parola dosta dost, düşmana düşman olmaktır.
Yurtta sulh, cihanda sulh için çalışıyoruz.(1931)
Türkiye Cumhuriyeti’nin en esaslı prensiplerinden biri olan yurtta sulh, cihanda sulh gayesi, insaniyetin ve medeniyetin refah ve terakkisinde en esaslı âmil olsa gerektir. (1933)
Sulh, milletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. (1938)
Bu yazı Yurtta Barış Dünyada Barış ilkesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Bu yazı Millî Birlik ve Beraberlik ilkesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>Tek ve kardeş olmayı, doğulusu ve batılısıyla aynı topraklarda yaşayan halkın bir ve beraber olmasını hedef alan anlayış, gerek askeri ve gerekse toplumsal alanda büyük öneme sahiptir ki yöneticilerden en alttaki vatandaşa, yaşlısından gencine, güneylisinden kuzeylisine kadar bı vatan ve bayrak ile nefes alıp veren herkes kardeştir, birdir, bütündür.
Millet ve biz yok, birlik halinde millet var. Biz ve millet ayrı ayrı şeyler değiliz. (1919)
Biz millî varlığın temelini,millî şuurda ve millî birlikte görnıekteyiz.(1936)
Toplu bir milleti istilâ etmek, daima dağınık bir milleti istilâ etmek gibi kolay değildir. (1919)
Bu yazı Millî Birlik ve Beraberlik ilkesi ilk olarak şu sitede yayınlanmıştır Ataturkicimizde.com. Yazının kaynağı bu sitedir.
]]>